Normativite mi Jeopolitika mı? Arap Baharı’nda Bağlam Sorunu

Arap Baharı denilen süreç 2010 yılının son günlerinde kendisini “ateşe atan” Bouazizi vakasıyla fitillendi. Bu süreçte ilk olarak Bouazizi vakasının gerçekleştiği Tunus’ta hareketlenmeler oldu ve yönetimin üst kadrosunda değişimler gözlendi. Benzeri süreçler Arap coğrafyasında hızlı bir şekilde yayıldı ve uluslararası ilişkiler yaklaşımlarını da haklı çıkaracak biçimde domino etkisini doğruladı. Mısır gibi Arap coğrafyasının “kalbinin attığı” ülkede dahi sembolleşmiş yöneticiler işgal ettikleri koltuklarında tutunamadılar. Günümüzde de devam eden bu “bahar” süreci, özellikle Suriye’de olanca yoğunluğuyla yaşanmaya devam ediyor. Lakin bu sürece bütünlüklü olarak bakılırsa gözlemlenecek ilginç olgular mevcut. Tunus ile başlayan Arap Baharı, kabul edebiliriz ki normatif bir bagaja sahipti. En azından toplumsal algılar bu yöndeydi. “Diplomalı” bir işportacı kendisini ateşe verdiğinde kuşkusuz ilk olarak duygularınızla algılıyorsunuz olanı biteni. Fakat sonrasında yaşananları da normativite konseptine sığdırabilecek miyiz?

Özellikle dikkatinizi çekmek istediğim iki ülke var. Türkiye’yi şimdilik kenarda tutacağım. Buna da “yazarın kıyağı” diyelim. İran ve Suudi Arabistan’ın Arap Baharı’na yaklaşımları gerçekten ilginç dönemler taşıyor. Normatif söylemler ön planda fakat jeopolitik gerçekler hiç ama hiç atlanmıyor. Örneklere odaklanırsak…

Bahreyn’de Arap Baharı’nın domino etkisi hissedilmeye başlandığında ve Manama meydanları hızlıca dolduğunda Bahreyn devleti tam olarak nasıl karşılık vermesi gerektiğini bilmiyordu. Çünkü bu tip vakalar Arap monarşilerinde alışık olunmadık bir içerik taşıyordu. Polis ve askerler devreye sokuldu ve olası bir “isyan” serpilmeksizin bastırılmaya çalışıldı. Bu süreç boyunca Suudilerin katkıları ise gözden kaçmamalıdır. Başta Suriye olmak üzere Arap Baharı’na normatif bir söylem eşliğinde destek veren Suudiler, mevzuu bahis hinterlandı olunca farklı bir söylem ve pratik benimsemeye başladılar. Suudilerin Körfez İşbirliği Konseyi kamuflajlı askeri yardımları olmaksızın Bahreyn’deki prototip monarşik yapılanmayı ayakta tutmak neredeyse imkansızdı. Bahreyn, Suudilerin minyatür versiyonuydu ve Suudilerin Körfez monarşilerine meşruiyet kaynağı olarak ihtiyacı vardı. Batıya her döndüğünde Körfez’deki istikrarın monarşik düzene muhtaç olduğundan başka türlü dem vurulamazdı. Körfez monarşileri her halükarda yaşamalıydı. Suudilerin kendilerini güvende hissetmelerinin bir yolu bu. Zamanında Humeyni de çevresinde İslami rejimler görebildiği takdirde güvende olabileceğini düşündüğünden “ihracata” kalkışmıştı. İşte Suudi jeopolitiğinin gerçekleri bunları dayatıyor. Normatif ambalaj, jeopolitikanın ağırlığından çözülüveriyor. Lakin küresel medyanın görsel zenginlikler eşliğinde sunduklarına baktığınızda Suudiler ve Katarlıların Arapların “özgürleşmesi” için canhıraş biçimde çalıştıklarını görüyorsunuz. Tarihi ironilerden bir tanesi de yaşanmadı mı zaten? Körfez İşbirliği Konseyi’nde Suriye rejimini kınadılar. O da yetmedi Esad rejiminin demokratikleşmesini talep ettiler. Güler misin ağlar mısın?

İran için de benzer bir durum söz konusu. Arap Baharı’na normatif bir söylem eşliğinde ve hatta kendisine aşırı bir rol biçerek katkı veren İran, söz konusu Suriye olduğunda eksen değiştirmeye başlamıştır. İran o kadar iddialı bir medeniyet birikimine yaslanıyor ki resmi söyleme de yansıyor bu durum. Arap Baharı ile birlikte gelişen devrimsel süreçler, İranlı yönetici elitin ekserisine göre İslami uyanışın tohumlarının atıldığı 1979 İran Devrimi’ne refere ediyor. Bu süreçleri İran’ın bu tarihi birikimini okumadan anlayamayacağımız iddialar arasında. Fakat Suriye’de de benzer bir süreç geliştiğinde İran muhafazakarlaşıyor, o devrimci maskesini rafa kaldırıyor ve diyor ki: “Bütün bunlar dış mihrakların eseridir”. Yanlış anlaşılmasın, bunları Suriye’deki süreç için telaffuz ediyor. Suriye’den geriye kalan Arap Baharı İran’a göre tarihi bir misyonu yerine getiriyor ve İran İslam Devrimi’nin izinden gidiyor. Lakin söz konusu Esad rejimi olunca işin rengi de değişiyor. İran, Hamas’a ve Hizbullah’a Suriye üzerinden ulaşabiliyor. Zaten yakın zamana kadar Hamas’ın siyasi bürosu da Suriye’deydi. Hizbullah ise İsrail’i kontrol etmenin anahtarı İran için. Bu iki örgüt İran dış politikasında da çok önemli yer tutuyor. İran-İsrail rekabetinin Ortadoğu ve hatta küresel gündemi belirleme kapasitesine baktığınızda da İran faktörünü söz konusu uzuvlarıyla birlikte daha iyi kavrayabiliyorsunuz. Suriye, bütün bu gündem belirleme ve İsrail’i “roketleme” adına kilit önemde bir ülke ve dahi müttefik. Bu müttefikliğin dayandığı bir başka nokta ise klasik İran Şiiciliği. Esad rejimi Nusayri. Rejimin kilit konumlarında koltuk tutanlar da Nusayri. Nusayrilik ise Şiiliğin bir kolu. Hal böyle olunca İran Şiiciliği de devreye giriyor ve Irak’ın işgalinden sonra Kral Abdullah’ın dediği gibi Şii Hilali doğuveriyor. Suriye de bu hilalin bir parçası. İran, kendisine Ortadoğu gündemini dolaylı olarak belirleme şansını bahşeden böylesi önemli bir müttefikini kaybetmek istemiyor. Ayrıca Irak işgalinden bu yana bölgede Amerikan-İsrail odağına karşı yaslandığı en önemli dayanak Suriye. Bu sebeplerden Suriye rejimine yapılan bütün katliamlara rağmen destek verebiliyor, askeri yardımda bulunabiliyor ve hatta siyaseten de arkalıyor.

Kısa bir şekilde anlatmaya çalıştım Arap Baharı’ndaki illüzyonu. Suudi Arabistan ile İran sadece iki örnektir. Başta Türkiye olmak üzere sürece taraf olan hemen her ülkeyi benzer diplomatik manevralarda gözlemleyebilirsiniz. Mesela aramızda kalsın, Fransa Tunus’ta Bin Ali’ye “her türlü” destek teklifinde bulunmuştu daha “Arap Baharı” olmadan bu sürecin ismi. Bugünlerde Malili İslamcıları bombalıyor Batılı hazret. Diplomatik bütünlüğü sıfırlayan bir olgudan bahsediyoruz, her örneklemde değişen diplomatik söylem ve pratikten bahsediyoruz. Bu da bizi tek bir gerçeğe götürüyor: Pragmatizm, sosyal ilişkilerimizde lanetlediğimiz, uluslararası ilişkilerde kutsadığımız…

Ama ya demokratikleşme, insan hakları?

Who cares?

Ceyhun ÇİÇEKÇİ

ÇOMÜ

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...