ÖZET
Avrasya kavramı, coğrafi bir terim olmakla birlikle 20. yüzyılda siyasi bir nitelik kazanmaya başlamış bir fikir akımına dönüşmüştür. Avrasya coğrafyasının bu fikir akımını en çok kullanan ülkesi olan Rusya, Avrasyacılığı Orta Asya gibi etki alanlarında hem bir dış politika aracı olarak kullanmış hem de gerek Çarlık Rusya gerekse Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Post-Sovyet ve slav halkları tarafından bir kimlik biçimi olarak kullanmıştır. 19. yüzyılda ilk kez kendini göstermiş olsa da günümüzde Neo-Avrasya olarak varlığını sürdürmektedir. Buradan hareketle de bu yazıda ilk önce Avrasya’nın bilinen tanımları incelenip daha sonra tarihsel gelişimi ele alınacaktır. Avrasya’nın devletler üzerindeki ideolojik etkileri ve bunların uluslararası ilişkilerdeki yaklaşımları Konstrüktivizm teorisi ışığında ele alınacaktır. Rusya’nın Orta Asya politikaları, Neo-Avrasyacılık ekseninde gelişen politikalar ve Avrasyacılığın Orta Asya üzerindeki politik ve ekonomik etkileri ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Rusya, Avrasya, Orta Asya, Neo Avrasyacılık, Avrasyacılık, Orta Asya Politikaları.
ABSTRACT
Although the concept of Eurasia is a geographical term, it has turned into an idea that started to gain a political structure in the 20th century. Russia, which is the country that uses Eurasianism the most in the Eurasian geography, has used Eurasianism as a foreign policy tool in areas such as Central Asia and used it as a form of identity by both Tsarist Russia and the Post-Soviet and Slavic people after the dissolution of the Soviet Union. Although it manifested itself for the first time in the 19th century, it continues to exist today as Neo-Eurasianism Thus, in this article, firstly the known definitions of Eurasia will be examined and then its historical development will be discussed. The ideological effects of Eurasia on states and their approaches in international relations will be discussed in the light of Constructivism.. Also, the Central Asian policies of Russia, the policies developing in the axis of Neo-Eurasianism and the political and economic effects of Eurasianism on Central Asia will be discussed.
Keywords: Russia, Eurasia, Center Asia, Neo Eurasianism, Eurasianism, Central Asia Policies.
1. GİRİŞ
Avrasya, filolojik olarak Avrupa ve Asya sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşmuştur. Avrupa ve Asya kıtalarının ortak noktalarını kapsayan bölgeye denmektedir ve literatüre Humboldt tarafından sokulmuştur. Avrupa kıtasının Orta Avrupa olarak nitelendirdiğimiz kısmından başlayarak Asya’nın kalbine doğru uzanmaktadır. Avrasya, iki kıtayı kapsaması nedeniyle oldukça büyük bir alana ve siyasi coğrafyaya sahiptir. Kendi içinde de birden fazla bölge bulundurmaktadır. Basitçe saymak gerekirse Almanya’nın doğusunda kalan bölgeden başlayarak Balkanlar, Karadeniz ve çevre ülkeleri, Kafkasya, Anadolu ve Orta Asya, Avrasya’yı oluşturmaktadır. Hem coğrafi hem de tarihi açıdan baktığımız zaman bahsedilen bölgelerin, medeniyetlerin kurulup geliştiği, ve birçok kültüre ve gelişmeye ev sahipliği yaptığını da söylemek mümkündür. Bu nedenle de kültürel çeşitlilik ve birikim açısından da oldukça gelişmiş bir bölgedir. Dünya nüfusunun da çoğunluğunu barındırır. Kesin çizgilerle çizilmiş bir sınırı olmamakla birlikte “Avrasya Nedir?” ve “Avrasya Neresidir?” sorularının da cevapları çok fazladır. Dünya haritasının diğer kıtalara göre tam ortasında konumlanmış olması jeopolitik kitaplarında Avrasya’ya “Heartland” denmesine neden olmuştur. Stratejik olarak da ekonomik-dini noktaların hakimiyeti konusunda bir merkez olması da Heartland’in önemini vurgular niteliktedir. (Özder, 2013). Bu nedenle de Avrasya hakkında kesin yargılara ulaşmak güçtür.
1.1 Avrasya’nın Tarihsel Gelişimi
Tarihin başlangıç noktasının ve medeniyetlerin ilk kurulduğu, yayıldığı topraklar olması nedeniyle tarihi süreç oldukça geniş ve çeşitlidir fakat Özder burada bir göçebe-yerleşik ayrımı yaparak sayıca çok olan toplumları en aza indirgemeye çalışmıştır.
Tarihi açıdan baktığımızda karşımıza çıkan ilk sahne bir “göçebe-yerleşik” çatışmasıdır. Farklı kültürleri bir arada bulundurduğundan ve elbette bu farkları toplumların örf-adet-gelenekleri farklı olduğundan ilk çatışmaların toprağa bağlı yaşamdan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Her diyalektik gibi bu iki oluşum da birbirlerinden etkilenmişlerdir. Bu etkileşimin de en güçlü örneği ise Büyük İskender’in Pers İmparatorluğu’nu fethetmesi ve ardından Orta Asya’ya ilerlemesidir. Büyük İskender Avrasya üzerinde ilerlerken fethettiği göçebe halkların yönetim ve idare şekillerinden etkilenmiş ve kendi sistemini buna göre düzenlemiştir (Özder, 2013). Bu etkileşimler, hem Orta Asya’da etnik bir çeşitlilik yaratmış hem de kültürü çeşitlendirmiştir. Elbette Avrasya dediğimiz zaman Türk göçebe halklarından bahsetmemiz gerekir. Dağınık, sürekli hareket halinde, yayılan nüfusu ve egemenlikleriyle Türk göçebeleri Avrasya coğrafyasının önemli bir bölümünü oluşturmaktaydılar. Üç ana kolda bakacak olursak Batı, Merkezi ve Doğu olarak geniş Türk halklarını, devletlerini görürüz. Tarihi şekillendiren Kavimler Göçü de bu topraklarda başlamış, Attila ve Batı Hunları’nın Avrupa’ya ilerleyişi ve Doğu’da Çin’i sıkıştıran Doğu Hunları kıtalararası bir göç başlatmışlar fakat zamanla güçlerini kaybedip yerlerini başka devletlere bırakmışlardır. Orta Asya’da ilk Türk adıyla kurulan Göktürk Devletiyle devam etmiş; Türkistan, İskender İmparatorluğu coğrafyasını etkilemişler İslam ile tanışmalarından sonra Ön Asya’da bir Türk-İslam olgusu oluşturmuşlardır. Anadolu’ya doğru ilerlemeleriyle de anavatanları olan Asya’dan getirdikleri kültürle Avrupa’yı etkilemiş ve Avrupa halklarından etkilenmişlerdir. Avrasya tarihine bakacak olduğumuzda Türk-Türki halkların etkileri oldukça fazladır. Asya kültürlerini bir noktada kaybetmiş olsalar da sentezledikleri kültürlerle arada bir kültürel köprü görevi gördükleri söylenebilir. (Özder, 2013).
2. AVRASYACILIK
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Çarlık Rusya’nın yıkılmasının ardından gelen Sovyetler, Rus kimliğinde bir zedelenmeye neden olmuştur. Milli kimlik yaratılışında günümüzde dahi sorunlar çıkmaktadır. Avrasyacılık da Ekim Devrimi ile birlikte Avrupa’ya göç etmek zorunda kalan Rus aydınlarının kimlik sorunlarına bir cevap olmak amacıyla fikirselleştirilmiş bir ideolojidir. Avrupa ve Asya topluluklarının ortak coğrafi bölgesi olan Avrasya’da yer alan Rusya’nın içinde bu çeşitli halkların ve kültürlerin barış içinde beraber yaşamalarını temele alan bir düşünce olarak da tanımlamak mümkün. Aslında tarihi olarak da Rusya’yı bir İmparatorluğa çeviren I. Petro ve onun Avrupa’ya açılma politikalarına dayandığını söyleyebiliriz. Bu dönemde Rusya’nın kısmi Avrupalaşması söz konusudur. Çarlık boyunca devam eden bu yakınlaşma Devrim ile birlikte keskin bir sekteye uğramıştır. Sovyetler döneminde daha önce bahsettiğimiz aydın-düşünür ve sanatçıların Avrupa’ya göçlerinin sebebi de aslında Sovyetler’in devlet lehine olmayan fikirleri yasaklamasından kaynaklanmaktadır. Avrasyacılık hem gelişmeyi ve bir nevi Avrupalılaşmayı hem de yerlileşmeyi savunur. Onlara göre Batı aslında üstün ırk değildir, her toplum kendi kültürüyle gelişmelidir ve Batılı olmanın yolu da öz kimliğini kaybetmek değildir. Avrasyacılık, tamamıyla yandaşı olan Batılı görüş ile onun tam aksi yönde oluşan Pan-Slavist fikrin ortasında bulunmaktadır. Buna bir nevi üçüncü yol demek de mümkündür. 20. yüzyılda bu fikre katkı sağlayan aydınların Avrupa’ya göç etmesiyle bu ideoloji Avrasya’da susturulmuştur. Tekrar Avrasya’ya ideolojik açıdan bakmak için 1990 sonrasın, yani Sovyet sonrası Rusya’ya bakmak gerekmektedir (Serbest, 2018). Avrasya halklarının multi-kültürel bir devlet tarafından yönetilmesi ve öz kimlik kaybedilmeden yeni bir ortak yaşam -Avrasya- alanında ortak bir kültür inşası fikri, İnşacılık teorisine uygundur. Bu yönleriyle ilk Avrasya fikrinin bu temelde incelenmesi de mümkündür. Klasik Avrasyacılığın ilk fikir babaları Modernizmin ulusal devlet-ulusal kültür inşasına karşı çıkmış, Batı’yı merkeze alan ve Batı dışındakileri “öteki” olarak tanımlayan sistemi eleştirmişlerdir. Avrupalı devletlerin evrensel kültür yaratma çabalarını da kabul etmezler. Bu yönleriyle ulusal devlet-ulusal kültür; liberal dünyada küreselleşmeyi, bunun kültürel yansımalarını savunan Modernizmin eleştirisi Post-Modernist teoriye yakınlaştıklarını da söylemek mümkündür. Ancak bahsedildiği üzere Sovyet baskısından kaçan Avrasyacıların fikirlerinin temeli olan halktan ve topraklardan soyutlanmaları bu ideolojinin 20. yüzyılın sonuna kadar sessiz kalmasına neden olmuştur. Değişen dünya düzeni, teknoloji, sosyal toplum ve politik değişiklikler var olan fikirlerin de revize edilmesine yol açmıştır. 1990 sonrası yeni bir Rus toplumunun inşası yapılırken Neo-Avrasyacılık sahneye çıkmıştır.
2.1 Neo-Avrasyacılık
Tıpkı 19. yüzyıl Osmanlı Devletinde görüldüğü gibi çok uluslu bir devleti ayakta tutma çabaları, halkları birbirlerine bağlamak amacıyla sosyal bir kimlik inşa edilmesi Sovyetlerin dağılmasından önce de görülmüştür. Ancak burada bir Neo-Slavofil düşünce etkisini göstermiştir. Bu düşüncenin özünde ise Sovyetler içerisindeki Avrasya halklarının dışlanması ve -Ukrayna, Beyaz Rusya, Rusya- slav halklarla bir devletin varlığına devam etmesi düşüncesi vardır fakat çabalara rağmen Sovyetler dağılmış, günümüzde Bağımsız Devletler Topluluğu üyeleri olarak bildiğimiz devletler bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Tarihsel ve sosyolojik olarak baktığımızda, her çok uluslu devlet gibi Sovyet halkları da kültürel olarak birbirlerini etkilemişlerdir. Günümüzde, Avrasya halkları dil,din ve kültürel olarak hem farklı hem de aynı özellikleri taşımaktadırlar. Bu hem asimilasyon hem de kültürel alışveriş olarak açıklanabilir. Fakat her iki açıdan baktığımız zaman da bir başka deyişle, Sovyetler döneminde baskı altında kalan Avrasya halkları zorla Ruslaştırılmış- Slavlaştırılmış olsalar da zamana ve sosyal yaşama bağlı olarak farklı kültürler devlet içerisinde birbirlerini etkilemiş olsalar da sonuçta Avrasya halkları arasında ortak bir kimlik inşa edilmiştir. Slavofillere karşı Nazarbayev’in de savunucusu olduğu Yeni Avrasyacılık fikri böyle bir ortamda yavaş yavaş yayılmaya başlamıştır.
Neo-Avrasyacılık ve Avrasyacılık kökenleri gereği aynı temele dayanmaktadır. Değişen dünya ile birlikte karşı çıktıkları Orta Avrupa temelli Batı olgusu, ABD-Atlantikçi eleştirisine dönüşmüştür. Klasik Avrasyacılık’ta bir Çarlık coğrafyası bütünleşmesi varken Neo-Avrasyacılık’ta geniş Sovyet sınırları ve Avrasya halklarının yaşam alanına odaklanma vardır. Neo-Avrasyacılık’ın önde gelen isimlerinden olan Dugin’e göre Bağımsız Devletler Topluluğu, Rusya’nın gözetiminde gelişirse bütünleşmesi mümkündür ve Avrasya Birliği’ni oluşturabilir. Aynı zamanda Dugin, coğrafi bir sınır çizmeye çalışmış burada Slav ve Sovyet halklarının dışında Asya kültürüne sahip diğer devletleri de Avrasya tanımının içerisine almıştır, örneğin güneydeki Müslüman devletler ve doğuda Çin, Hindistan gibi (Serbest,2018). Yeni bir kültürel kimliğe dayalı devletin yerine Klasik Avrasyacıların karşı çıktığı evrensel birleşmeyi Avrasya’da yapmak isteyen Dugin, bu birleştirme amacı güttüğü fikriyle Post-Modernizm’e yaklaşan Avrasyacılardan farklılaşır. Ancak Sosyal İnşacı teoriden baktığımızda ise teorinin kilit noktası şudur: kültür aktörleri, aktörler de devleti yaratır. Dugin, Yeni Avrasyacılık’ta Avrasya kültürlerinin birleşip bir Avrasya Birliği kurulmasıyla -ki bu teorinin en üst seviyesini işaret etmektedir- büyük bir Avrasya bütünleşmesiyle hem Büyük Rus Devleti’nin devamlılığı sağlanacaktır hem de Batı’ya karşı güçlü bir Hasmane Kültür1 politikası güdebilecektir. Dugin’in Ruski standartlarıyla oluşturduğu ve liderliğini yaptığı Yeni Avrasyacı düşüncede strateji ve jeopolitik oldukça önemlidir. Batı (Avrupa, ABD) karşıtlığına ek olarak olası bir Avrasya Birliği’nde Rusya’nın gücünü sarsacak bir diğer unsur da Orta Asya’daki Türk varlığıdır. Türk varlığı, Azerbaycan üzerinden tüm Orta Asya’ya yayılarak Rus egemenliğine tehdit oluşturmaktadır.(Serbest, 2018)
Buradan hareketle, Dugin’in Türki halkları ve ancak Rus Avrasyacılığı dediğimiz zaman ki bu daha uygun bir tanımlama olacaktır, Rusya önderliğinde ve gözetiminde kurulacak bir birlik olgusu aklımıza gelmelidir. İnşacılık üzerinden baktığımızda Yeni Avrasyacılığın bir sosyal kimlik inşasındansa Sovyet sonrası güçlü bir ulus devlet kurmak ve Batı’nın kurmak istediği liberal yeni dünyaya karşı Rus kontrolü altında Avrasya gibi stratejik bir bölgede geniş bir hegemonya kurmak gayesi güdüldüğünü söyleyebiliriz ki İnşacı yaklaşımdan uzak dış politika hedeflerine göre şekillendirilmiş güce dayandırılması yönüyle de devletin gücüne önem veren, devlet çıkarını gözeten bir fikirsellik olarak gözükmektedir. Bu kapsamda Yeni Avrasyacılar, Rusya’nın hakimiyet alanı olan Orta Asya’da BDT ve benzer örgütler ile etkisini artırmaya çalışmakta ve dış politikadaki üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmaktadır.
2.2 Orta Asya Kavramı ve Jeopolitik-Stratejik Önemi
Orta Asya kavramı esasen ilk defa eski Çin belgelerinde Batı Çin’i tanımlamak için kullanılmıştır. Aynı zamanda bazı kaynaklarda Türkistan adıyla da geçer. Sovyetler Birliği’nin yaptığı tanımlamaya göre ise Orta Asya bölgesi Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan, Kırgızistan devletlerinden oluşur. Bu tanımlamaya Moğolistan ve Kazakistan dahil edilmez fakat sonradan Yeni Rusya devleti bu tanıma Kazakistan’ı da dahil etmiştir. Geniş manada açıklamak gerekirse Pakistan’ın kuzeyi ve Afganistan, Çin’in batısı yani Doğu Türkistan ve Tibet, Moğolistan ve Rusya’nın bir kısmı ve kuzeydoğu İran’ı kapsayan bölgeyi adlandırmak için kullanılan coğrafi bir terimdir. Bu coğrafyada bulunan ülkeler kendi stratejisini ve çıkarlarını, kendi ulusal politikasını yürütmeye çalışmaktadır.
Orta Asya bölgesi bir yandan da Türk halklarının ve Türk soyunun da anavatanıdır. Tarihi İpek Yolu’nu içinde barındıran, Semerkant ve Kaşgar gibi önemli şehirleriyle eskiden beri insanlığın ticaret yolu ve Asya ile Avrupa arasında bir geçiş oluşturmasından dolayı bölge stratejik olarak da önemli bir konumdadır. Aynı zamanda bünyesinde dünya tarihinin seyrini önemli ölçüde etkileyen imparatorluklara da ev sahipliği yapmıştır. Örneğin Moğol İmparatorluğu, Hun İmparatorluğu, Göktürkler gibi. Bu bölge yüksek düzlükler, dağlar ve büyük ölçüde çöllerden oluştuğu için bozkırdır. Toprakların büyük kısmı bozkır olduğu için tarım çok fazla gelişmemiştir bu yüzden insanlar daha çok hayvancılıkla uğraşırlar. Orta Asya, coğrafi olarak doğu ve batı arasında bir köprü işlevi görür.
Çoğunluğu Rusya ve Çin arasında bölüşülen bölge, 1991 senesinde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte içerisinde bulunan Orta Asya devletleri birer birer bağımsızlıklarını ilan etmiştir. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD, güvenlik kaygıları ve terörle mücadele maksadıyla burada askeri üsler kurmaya başlamıştır. Rusya da buna karşılık bölgede ekonomik ve siyasi patronajlığını kaybetmemek adına çeşitli yollarla buradaki etkinliğini sürdürmeye çalışmaktadır. Çünkü Orta Asya, Rusya’nın arka bahçesidir ve buradaki gücünü kaybedemez.
2.3 Neo-Avrasyacılık ve Orta Asya
Orta Asya ve Kafkaslar bölgesini Avrasya olarak tek elde açıklasak da politik ve kültürel olarak heterojen olması nedeniyle birleşik bir bölge olduğunu söyleyemeyiz. Ancak bu devletlerin ortak noktaları vardır, o da Sovyet geçmişini paylaşmalarıdır. Bu bağlamda Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bu devletlerin neredeyse tamamı oldukça düşük bir siyasi yapılanmayla yeniden devlet oluşturma ve ekonomik sorunlarıyla yüzleşmişlerdir. Haliyle bütün bu problemler Orta Asya’nın politik ve ekonomik değişimine etki etmiştir. Dolayısıyla Sovyetlerin dağılmasından sonra bu ülkelerin bağımsızlıklarının sürdürülebilirliği, bölge ülkelerinin çıkarları için son derece önemli olduğundan Neo-Avrasyacı akımın ve Rus jeopolitik ekolün hatta bölgeye yönelik olarak Batılı ekollerin kabul edilebilirliğinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu sebeple bölgesel ve küresel olarak bir müdahale olmadan bölge ülkelerinin gelişmesini düşünmek pek de rasyonel bir yaklaşım olmayacaktır. (Mangır, 2020, s201). Rus jeopolitik teorileriyle birlikte Avrasyacılığın açık biçimde Rus revizyonizmini harekete geçirdiği bir gerçektir. Bu sayede Rusya burada yapacağı işbirliğiyle bölgenin ekonomik ve politik dönüşümünde söz sahibi olacaktır.
11 Eylül’de Amerika’da yaşananlar sonrası Washington hükümetinin terörizmle mücadele edeceğini belirtmesi ve bölgede siyasal kültürün oluşturulması, adalet ve hukuk kavramlarının yerleştirilmesi, toplumsal problemlere çözüm arayışı gibi konularda olayları kendi lehine çevirmeye çalışması ABD’nin bu coğrafyadaki çıkarlarının sadece enerji kaynakları olmadığını bize göstermektedir. (Laruelle, 2008, s118). Dolayısıyla bölgedeki politik değişimle Rusya potansiyel müttefikliğini kaybetmeyle karşı karşıya kalabilir. ABD’nin doğrudan yönetilmeyen tüm rejimleri birer birer tasfiye edeceği argümanıyla hareket eden Neo-Avrasyacıların ABD’nin eski Yugoslavya’da, Afganistan’da, Irak’ta, Gürcistan’da (Gül Devrimi), Kırgızistan’da (Lale Devrimi), Ukrayna’da (Turuncu Devrim), Ortadoğu’da (Arap Baharı) demokrasi, barış, huzur, istikrar, uluslararası terörizm gibi kavramların ardında küresel egemenlik çabasının olduğu endişeleri yersiz değildir. (Mangır, 2020, s201). Neo-Avrasyacılara göre ABD’nin dünyada terörizmle savaşmaya soyunmasının içeriğinde bu coğrafyayı ve Rusya’yı etkisizleştirme ve burada Amerikan etkisini yayma, petrol ve doğal gaz kaynaklarını kontrol etme ve rakip ülkelerin bölgeyle etkileşimini engelleme gibi amaçları olduğunu söylemektedirler.
Orta Asya’da Neo-Avrasyacılık ekolünün yayılmasının sebebi Sovyetler sonrasında Kırgızistan’da, Ukrayna’da ve Gürcistan’da gerçekleşen devrimler sonucu ABD taraftarı yönetimlerin kurulmaya çalışılması sonucu olmuştur. Bu anlamda Dugin, Avrasya’ya tam hakimiyet, tüm Sovyet sonrası alanda turuncu devrimleri gerektirmekte ve sırada Moldova’nın, Kırgızistan’ın, Kazakistan’ın ve Beyaz Rusya’dan sonra Rusya’da başlatılacak devrimin ülkenin dağılmasına yol açacağı öngörüsünde bulunmuştur (Dugin, 2010, s340). Orta Asya’da yaşanan bu devrimler sonucunda bekledikleri desteği Avrasya ülkelerinden cephe oluşturmak ve bu devrimlerle yüzleşmek gerektiğini düşünmektedirler.
Rusya’nın turuncu devrimlere karşı gösterdiği hassasiyet dikkate alındığında Orta Asya üzerindeki kontrolün Rus/Avrasya İmparatorluğu için ne kadar önemli olduğu açıkça görülmektedir. Rusya, Avrasya’nın petrol ve doğal gazını kontrol eden gücün Avrupa’yı da kontrol edeceği argümanından hareket etmektedir. Dolayısıyla Avrupa’daki mevcut durum, Rusya’nın jeopolitik bir silah olarak petrol kullanmasını kolaylaştırmaktadır. Bu bağlamda Avrupa ülkelerinde kontrolü sağlamak için yalnızca birkaç baskın ülke ile dostane bir ilişki kurmak Neo-Avrasyacıların amaçlarına hizmet edecektir (Özer, 2008, s174-175).
Kazakistan lideri Nazarbayev, Dugin’in görüşleri doğrultusunda Rusya ve Kazakistan ile bir Avrasya birliği oluşturma fikrini olumlu karşılamıştır. Bu doğrultuda ekonomik ve jeopolitik işbirliği çerçevesinde Rusya’nın petrol ve doğal gaz satışı konusunda Kazakistan ile işbirliği yapması gerektiği vurgulanmıştır. Dolayısıyla Nazarbayev, Avrasya birliğinin kurulmasında önemli bir oyuncu olarak Neo-Avrasyacı ideolojisini Lev Gumilyov’un fikirleriyle bütünleştirerek politikalarına yansıtmıştır (Kaplan, 2014, s22).
Neo-Avrasyacılık ideolojisi Kazakistan’da sahiplenildiği kadar diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinde emperyalist zorbalık korkusu nedeniyle sahiplenilmedi. Bu korku Gürcistan, Özbekistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova’yı içeren Rusya’ya karşı bir ittifak olan GUUAM’ın (Demokrasi ve Ekonomik Kalkınma Örgütü) ortaya çıkardı (Özbekistan 2005’te örgütten ayrıldı). GUUAM, Kafkaslar üzerinden Avrupa’dan Asya’ya yeni bir ulaşım koridoru geliştirilmesine büyük ilgi göstermektedir. Bu durum daha uzun ve dolayısıyla daha pahalı olarak Rusya üzerinden mevcut rotayı atlayan Asya ve Avrupa arasında bir ulaşım merkezi kuracaktır. GUUAM ülkeleri, tarihi İpek Yolu’nun restorasyonu ile alternatif bir ulaşım koridorunun geliştirilmesinin her birinin ihracat kapasitelerini artırmalarına ve çeşitli mal ve enerji kaynaklarının temini ve nakliyesinde Rusya’ya bağımlılıklarını azaltmalarına yardımcı olacağına inanmaktadırlar (Pavliuk, 1998, s9). Dolayısıyla bu girişim Rusya dışında bir işbirliğiyle Neo-Avrasyacılığa karşı olarak bağımsız politikalar geliştirme ve yürütme girişimi olarak adlandırılabilir.
3. RUSYA’NIN ORTA ASYA POLİTİKASI
16. yüzyılda Kazan, Astrahan ve Sibirya hanlıklarını ele geçiren Rusya için Orta Asya yeni bir odak noktasıydı. Bu coğrafya askeri, ekonomik, siyasi olarak Rusya için önem teşkil ediyordu. Eskiden beri Türk kavimleriyle karşılaşan ve yaşayan Ruslar için Orta Asya artık yayılmacı politika izleyebileceği bir alandı. Rusya bu devletleri egemenliği altına alarak hem sınır güvenliğini sağlıyor hem de askeri ve ekonomik olarak işbirliğine gidiyor. Daha sonrasında yaşanan Sovyet yönetimi burada Ruslaştırma politikası olarak devam etti. Orta Asya kültür ve etnik bakımdan çok katmanlıdır. Bu katmanlılığı yönetebilmek için ise Rusya, bölgeye baskıcı politikalar uygulamıştır. Bu devletlerin rejimlerine el atmış ve Moskova yanlısı yöneticilerin geçmesini sağlayarak bir aykırılık oluşmasını önlemiştir. Aynı zamanda Orta Asya’ya yatırım yaparak bu devletlerin kalkınmalarını ve ekonomik ticari ortakları olmaları için gereken yardımı yapmıştır. Orta Asya’nın sahip olduğu zengin petrol ve doğal gazın kullanılmasında çok kıskanç olan ve bölgede başka bir devletin varlığını istemeyen Rusya, çoğunluğu ülke içerisinde kalan enerji hatlarıyla bu kaynakları kullanıma açmıştır. Aynı zamanda yumuşak gücünü de kullanarak belli bir otorite sağlamaya çalışan Rusya, Orta Asya’da birçok okul ve eğitim kurumu açarak burada kendi kültürünü ve dilini yaymaya çalışmıştır. Orta Asya’daki öğrencilere çeşitli burs imkanları sağlayarak Rusça dilinin bu anlamda kullanımını genişletmiştir. Bugün bizim Türk coğrafyası olarak baktığımız Orta Asya; asimile olmuş, kendi dillerini unutmuş, çoğunluğu Kiril alfabesini kullanarak Rusça konuşan bir kimliğe bürünmüştür.
Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra bağımsızlığını ilan eden Orta Asya ülkeleri yaşadıkları ekonomik ve sosyal bunalımla çokta güçlü bir devlet profili oluşturamamışlardır ve Rusya’dan kopamamışlardır, keza Rusya da aynı şekilde Orta Asya’yı bırakmamıştır. Burada kendileri lehine siyaset yürütebilecek liderleri desteklemişlerdir. Orta Asya’yı kendi arka bahçesi olarak gören Rusya burada etkinliğini devam ettirebilmek için çeşitli örgütlenme yoluna giderek Orta Asya ile ekonomik, siyasi, askeri olarak entegrasyonunu sürdürüyordur.
3.1 Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)
8 Aralık 1991’de Belarus’un başkenti Minsk’te toplanan Belarus, Rusya ve Ukrayna devlet başkanları tarafından imzalanan 14 maddelik bir anlaşmayla kurulmuştur. Batıda NATO’ya karşı kurulan Varşova Paktı 1991’de Sovyet rejiminin sona ermesiyle dağıldı. Rusya’da bölge ve dünya siyasetindeki yerini korumak için ve eski Sovyet ülkeleri ile olan bağını koparmamak için bu kuruluşun öncülüğünü yaptı. Üye ülkeler: Rusya, Azerbaycan, Belarus, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan ve Tacikistan’dır. 2005’te Türkmenistan tam üyelikten çıkmıştır, 2008’de Gürcistan, Güney Osetya Savaşı’ndan ötürü bu topluluktan ayrılmıştır, 2014’te ise Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ile Ukrayna topluluktan çıkmıştır. Buna ek olarak Baltık ülkeleri de (Estonya, Letonya, Litvanya) yoktur. Şuan 9 üyesi bulunmaktadır. Üye devletlerin tarafları birbirinin toprak bütünlüğünü ve sınırlarının dokunulmazlığını tanımışlar ve buna saygı göstermişlerdir. (Hüseynov, 2003). Askeri ve ekonomik konularda iş birliğini öngören bu kuruluşun belli başlı hedefleri şunlardır:
-Dış politikada atılacak adımların koordinasyonu
-Ortak ekonomik alan yaratmak ve ortak Avrupa ve Avrasya pazarlarının oluşumu ve gelişimi, gümrük konusunda iş birliği sağlamak
-Ulaştırma ve çevrenin korunması alanında iş birliği
-Göç politikası konuları ve organize suçlarla mücadele
Ancak BDT üyesi ülkelerin çok yönlü iş birliğine olan yaklaşımları farklılık gösterdiğinden karşılaştıkları sorunlara bölgesel çözüm arayışları içerisinde oldukları için daha etkin bir iş birliğinin sağlanması maksadıyla farklı devletlerarası oluşumlara gidilmiştir.
3.2 Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)
Örgüt, Orta Asya’da güvenlik amacıyla kurulmuştur. Asil ve gözlemci olarak 13 üyesi bulunmaktadır. Bunlar Rusya ve Çin liderliğinde Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan’dır. Gözlemci statüsüne sahip ülkeler ise İran, Hindistan, Pakistan ve Moğolistan’dır. Aslına bakılırsa Orta Asya’da etkinliklerini kaybetmek istemeyen Çin ve Rusya’nın örgüte olan ilgileri ABD etkisini Orta Asya’dan uzak tutmaya dayalıdır. Andican’da yaşanan sorunlardan sonra Özbekistan, ŞİÖ (Şanghay İşbirliği Örgütü) toplantısından sonra ABD üssünü kapatma kararı almıştır. Alınan kararların bağlayıcı olması ve hemen uygulamaya geçilmesi örgütü bölgede önemli bir statüye taşımıştır. Aynı zamanda Rusya, Çin ve diğer üye ülkelerin birlikte düzenledikleri askeri tatbikatlar bölgede güvenliği sağlamayı amaçlayan örgüt için hem bir prestij gösterisi hem de ABD’ye karşı Rusya ve Çin’in bölgede etkin olduğunun göstergesidir. Askeri yönü güçlü olan örgüt bu yönüyle Batı’da endişe yaratmış, NATO’nun alternatifi ya da bir başka deyişle ABD’nin sorun yaşadığı ülkelerin güçlü bir ittifak olarak kullanabilecekleri bir örgüt haline gelmiştir. Özellikle de ABD ile son zamanlarda büyük sorunlar yaşayan İran’ın ŞİÖ’ye katılması Batı’da endişeye neden olmuştur. Her ne kadar askeri yönleri kuvvetli olsa da örgüt askeri niteliğe sahip değildir. Caydırıcılık politikası güttüğünü söylemek daha doğru olacaktır. Bölgesel güvenlik adına, terör, uyuşturucu kaçakçılığı, ekonomi ve enerji ile ilgili olarak iş birliği sağlanmaktadır. Orta Asya, büyük bir ekonomik pazar olduğu için Örgütün ticari ve ekonomik ilişkileri gün geçtikçe hız kazanmaktadır (Kamalov, 2011).
3.3 Avrasya Ekonomik Topluluğu (AET)
1991 yılında dağılan Sovyetler Birliği’nden sonra kurulan BDT, daha çok siyasi bir örgüt olduğu için ilgili ülkeler arasında ekonomik iş birliği konuları üzerinde pek durulmamıştır. Fakat bilindiği üzere SSCB döneminde Sovyet ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkiler çok iyiydi. Kurulan bu sisteme göre ülkeler tek başlarına üretim yapamazlar, yani ülkelerde ayrı olarak malların üretimi oluyor ve sonra da birleştiriliyordu. SSCB’nin dağılma kararıyla beraber böyle ilişkileri devam ettirmek bir taraftan fiyatların liberalizasyonu sonucu tırmanan yüksek enflasyon, diğer taraftan da siyasi ve diğer iktisadi nedenlerden dolayı imkânsız hale gelmişti ve sonuçta da ilk bağımsızlık döneminde tüm ülkelerde hızlı üretim düşüşü yaşandı. Bu anlamda etkili bir ekonomik iş birliğine gitmek için 2001’de Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan ülkelerini kapsayan Avrasya Ekonomik Topluluğu kuruldu. Bu anlaşma söz konusu ülkeler tarafından 10 Ekim 2000 tarihinde imzalandı. Özbekistan, örgüte 2006’da dahil oldu ancak 2008’de daha çok siyasi nedenlerden ötürü örgütten ayrıldı. 2002’de Moldova ve Ukrayna, 2003’te de Ermenistan gözlemci olarak örgüte katılmışlardır. Örgütün temel görevi olarak şunları sayabiliriz:
-Serbest ticaret ve gümrük birliği oluşturmak
-Sermayenin serbest dolaşmasını sağlamak
-Ortak mali piyasa oluşturmak
-Örgüt çerçevesinde ortak paraya geçmek için adımlar atmak
-Ortak enerji piyasasının oluşturulması
-Örgüt üye ülkelerin vatandaşlarına tüm üye ülkelerde eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanmada eşit hakların sağlanması
Genel olarak, örgütün temel görevleri üye ülkeler arası ekonomik iş birliğinin artırılması ve etkinleştirilmesi amacı taşır. Ayrıca, söz konusu örgüt dışa açık bir örgüttür ve isteyen herhangi bir ülke örgüte girebilir. Bazılarına göre bu ülke ekonomilerinin iyi gelişmemiş olmaları bölge içi ticaretin düşük olmasının temel nedenidir. Diğer iktisatçılar ise bölgedeki ticari ilişkilerin olumsuz nedenleri olarak kara ve demir yollarının etkin ve iyi durumda olmaması, gümrük prosedürlerinin çok zaman alması, gümrük kontrol ve ülke içi mal kontrollerinin uyumlu yürütülmemesi, bilgi (enformasyon) değişiminde etkin sistemin olmayışı, transit vergilerin yüksek olması, resmi olmayan ödemeler ve altyapının iyi gelişmemiş olması gibi faktörleri saymaktadır. (Pirimbayev, Ganiyev, 2010). Bunlara etkin uluslararası ödeme sisteminin olmaması faktörü de eklenebilir.
Diğer taraftan uzmanlara göre bölgedeki gümrük tarifelerinin genel düzeyi karşılaştırmalı olarak düşük düzeydedir. Diğer bir önemli sorun da ülkeler arası bilgi değişim sisteminin yokluğu ve ekonomik verilerdeki hata ve noksanlar, yani ülkeler arasında ekonomik verilerin uyumsuz olmasıdır. Bunun nedeninin yolsuzluk olduğu öne sürülmektedir (Pirimbayev, Ganiyev, 2010).
3.4 Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ)
Sovyetlerin çöküşüyle Orta Asya devletleri komşu bölgelerden gelebilecek tehditlere açık hale gelmişti. Bu yüzden sınırların güvenliğinin sağlanması gerekiyordu. Bu nedenle 1992’de Taşkent’te Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan tarafından Kolektif Güvenlik Anlaşması imzalanmıştır. Azerbaycan, Gürcistan ve Özbekistan ise anlaşmayı imzalamış ancak örgüte üye olmamışlardır. Bu belgenin imzalanması yeni koşullarda bölgesel ve ulusal güvenliğin sağlanması adına atılan bilinçli bir adımdır. Anlaşmanın ilk maddesi taraf devletlerin güç kullanmaktan ve tehdit etmekten kaçınmalarını, kendi aralarında ve diğer ülkelerle olan sorunları barışçıl yollarla çözümlemeye gideceklerini söylüyor. Bu anlaşmaya göre üye devletler kendi üyelerine karşı olan askeri işbirliklerine girmeyecekler ya da başka devlet gruplaşmalarına katılmayacaklardır. Bu anlaşmaya göre üye ülkelerden birine yapılacak olan herhangi bir saldırı tüm üyelere yapılmış sayılacak ve ona göre tutum sergilenecektir. Bu madde bağlamında NATO’nun 5. maddesini çağrıştırmaktadır.
1990’lı yıllara gelindiğinde örgüt, üye ülkelerin güvenliklerini sağlamaktan ziyade öncelikle eski Sovyet bölgesinde Rus askeri etkinliğini sürdürme misyonu yürütmüştür. Bu nedenle 1999’da örgütün uzatma konusu konuşulduğunda Özbekistan, Azerbaycan ve Gürcistan, anlaşmanın etkinsizliğini gerekçe göstererek üyelikten çekilmişlerdir ve geriye Ermenistan, Beyaz Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya ve Tacikistan kalmıştır. (Kydyralieva ve Abdibaitova, 2018). Putin başa geldiğinde 1990’lı yıllarda yapılan hatalardan ders çıkararak bölge ülkeleriyle Rusya arasında güvenlik açısından iş birliğine gitmeye önem vermiştir. Fakat KGAÖ’nün 2002’deki kuruluşunun Afganistan’daki terör olaylarıyla mücadele ve ABD’nin Orta Asya’da üsler kurmaya başlamasına denk geldiğini söylemek gerek. Bu durum örgütün askeri bir uluslararası örgüt olarak yeniden revize edilmesini sağlamış ve Rusya hükümetinin örgüte liderlik etmesinin nedeni olarak da ABD’nin Orta Asya’da etkili olmasına müsade etmemek olduğunu söyleyebiliriz.
KGAÖ, dış dünyada Rusya’nın siyasi ve askeri egemenliğinin bir uzantısıdır. Üye ülkelerle Rusya’nın arasının iyi olması demek söz konusu ülkelere sağlanacak olan özel fiyatlı silah alma imkanı demektir. Ancak KGAÖ’nün değişimi de söz konusu olabilir çünkü her gün değişen dünya düzeninde örgüt, yaşanan güncel sorunlara cevap vermelidir. Bu yüzden örgüt bağlamında alınacak her türlü karar, üye ülkelerin güvenliklerini garanti altına almak zorundadır (Kydyralieva ve Abdibaitova, 2018).
SONUÇ
Bu çalışmada Konstrüktivizm (Sosyal İnşacılık) teorisini kullanarak Avrasya kavramını, Avrasyacılığı, Neo-Avrasyacılık’ı ve bu fikir akımlarının Orta Asya jeopolitiği ile bağlamını ve son olarak Rusya’nın Orta Asya için politikalardan ve yürüttüğü planlardan bahsedilmiştir. Sıcak çatışmanın yaşanmadığı ancak devletler arası yaşanan çekişmelerle Soğuk Savaş’a Doğu Bloku olarak liderlik eden Rusya, 1991’de Sovyetlerin yıkılmasıyla yerini farklı bir dönüşüme bırakmıştır. SSCB dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını ilan eden eski Sovyet ülkelerinin ortak geçmiş ve bölgesel misyon bağlamında savunuculuğunu Rusya üstlenmeye çalışmıştır. Putin’in iktidara gelmesiyle birlikte yeni ve güçlü bir Rusya yaratmak için bu anlamdaki ilk adım “Avrasyacılık” ortaya atılmıştır. Sovyet yönetiminin Orta Asya’dan çekilmesinden sonra açığa çıkan otorite boşluğunu doldurmak, bu ülkelerle ekonomik ve siyasi ilişkileri derinleştirmek, zengin doğal kaynaklardan faydalanmak ve eski Sovyet mirası olan bu coğrafyada tekrar kendi sözünü geçirebilmek için Rusya bu politikayı uygulamayı uygun görmüştür. Sonrasında gelişen Neo-Avrasyacılık ise Avrasyacılarla benzer noktaları paylaşsa bile farklı yanlarıda vardır. Bu düşünceye göre Rusya, Anti-Atlantik ve ABD hegemonyasına karşı dikkatli olmalıdır. Bu anlamda gerekirse Avrupa ile iş birliğine gidilmesi gerektiğini savunan Neo-Avrasyacılar, Avrasya ülkelerinde yaşanan devrimler sonucu burada ABD etkisinin artacağını ve son olarak Orta Asya’nın da halkanın bir parçası olabileceğinin ihtimali üzerinde durdukları için Rusya bu topraklarda etkisini yitirmemeli ve Orta Asya üzerinde dış güçlerin hegemonyası olmamalıdır. Rusya’nın devraldığı bu miras dolayısıyla Orta Asya üzerinde neden etkili olmaya çalıştığını anlayabiliriz. Ayrıca bu bölgenin yeraltı zenginlikleri, enerji kaynağı açısından Rusya’ya kazanç sağlamaktadır. Diğer ülkelerin Orta Asya’da söz sahibi olmaması adına Rusya daima bu bölgede kendisini söz konusu ülkelere hatırlatma ihtiyacından dolayı çeşitli örgütlenmeler yoluna gitmiştir. AB’ye ve NATO’ya karşılık kurduğu ve öncülüğünü yaptığı bu örgütler Rusya’nın bölge üzerinde sağlamaya çalıştığı patronajlığını sürdürme politikalarıdır. Bu yapılanmaların bir hayal olduğunu ve geçersiz olacağını düşünen Batı için olaylar beklediği gibi gelişmemiştir. Çünkü bugün baktığımızda ekonomik iş birliğine dayanan Avrasya Birliği hızla gücünü arttırmaktadır. Aynı zamanda ortak geçmiş mahiyetinde Rusya’nın bu bölge ülkelerine sağladığı geçiş kolaylığı, iş ve eğitim imkanları da Orta Asya ülkelerine cazip gelmektedir. Son olarak söylemek gerekirse Rusya Federasyonu bugün bu coğrafya ile ilişkilerini derinleştirip bu coğrafyada başka alternatiflerin olamayacağını belirtiyor. ABD’nin ya da diğer güçlerin Orta Asya’da var olma çabalarına karşın Putin Rusya’sının bu coğrafyada ve dünya siyasetinde daha aktif olabilmesi için çeşitli girişimlerde bulunduğunu biliyoruz. Ayrıca eski Sovyet ülkeleri üzerinde gücünü tesis etmek ve etkinliğini arttırmak için de Rusya bu bölgede çalışmalarına tüm hızıyla devam edecektir diyebiliriz.
ECEM AKGÖL
FATMA YILDIZ
Rusya Çalışmaları Staj Programı
KAYNAKÇA
AYDIN, A. (2015), Küresel Mücadele Politikaları: Orta Asya’da Rusya, ABD ve Çin, Vizyoner Dergisi, 6(13), 1-11.
DUGIN, A. (2010), Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım, İstanbul: Küre Yayınları.
HÜSEYİNOV, F. (2003), Bağımsız Devletler Topluluğu’nun Oluşumunun Hukuki Boyutu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 52(4), 387-401.
Kamalov, İ. (2011), RUSYA’NIN ORTA ASYA POLİTİKALARI, Ahmet Yesevi Üniversitesi. (2), 30-51.
KAPLAN, S. (2014), Nursultan Nazarbayev’in Avrasya Entegrasyonu Politikası, Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi, (3), 20-32.
Kurt, S. (2018). Neo-Avrasyacı Perspektiften Rusya Federasyonu’nun Güvenlik Algısı, Güvenlik Stratejileri Dergisi, 14 (28), 91-125.
KYDYRALIEVA, S. ve ABDIBAITOVA, B. (2018), Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün Merkezî Asya’daki Etkinsizliği, Bilge Strateji Dergisi, 10(18), 93-109.
LARUELLE, M. (2008), Russian Eurasianism an Ideology of Empire, Washington D. C: Woodrow Wilson Center Press/ The John Hopkins University Press.
MANGIR, D. Ş. (2020), Coğrafi ve Jeopolitik Eksende Neo-Avrasyacılık, Selçuk Ün. Sos. Bil. Ens. Dergisi, (43), 193-208.
Özer, S. (2008), Avrupa Birliği Rusya ve ABD’nin Avrupa Güvenliğine Farklı Yaklaşımlarının Transatlantik İttifakına Etkileri, Akdeniz İİBF Dergisi, (15), 170-195.
Özder, A. (2014). AVRASYA KAVRAMI VE ÖNEMİ, Avrasya İncelemeleri Dergisi, 2 (2), 65-88.
Pavliuk, O. (1998), Guuam The Spillover of Politics into Economics, The Turkish Yearbook, 2-27.
PİRİMBAYEV, C. Ve GANİYEV, C. (2010), Avrasya Ekonomik Topluluğu: Bir İktisadi İşbirliği Alternatifi, International Conference on Eurasian Economies 2010, 82-85.
Serbest, M. (2017). Tarihsel Süreçte Rus Avrasyacılığı: Klasik Avrasyacılıktan Neo-Avrasyacılığa, MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi , 6 (3) , 285-307.
Yılmaz, S . (2015). YENİ AVRASYACILIK VE RUSYA, Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırmaları Dergisi , 16 (34) , 111-120.