ÖZET:
Bu çalışmada, ilk olarak, Kosova’daki iç savaşın tarihsel arka planı incelenmiş, Arnavut-Sırp ayrımının, tarihin erken dönemlerindeki başlangıcına değinilmiştir. Daha sonra, dünya savaşlarında Kosova’nın durumu, Tito’nun iktidar olduğu dönemdeki ılımlı süreç ve Miloseviç’in iktidarındaki baskın Sırp milliyetçiliği ve iç savaşa giden süreç iki milletin politikaları belirtilerek anlatılmıştır. Ardından, NATO’nun Birleşmiş Milletler’in kararlarını yok sayarak yaptığı Kosova müdahalesine değinilmiştir. İnsan hakları ve insani müdahale konularında Güvenlik Konseyi’nin birincil sorumlu olması ve müdahalenin Birleşmiş Milletler Şartı’nın gerekliliklerine uygun olmaması nedenleriyle NATO’nun müdahalesi hukuki ve insani açılardan tartışmalara sebep olmuş ve çalışmada bu durum detaylı olarak incelenmiştir. Çalışmanın son bölümünde NATO’nun Kosova müdahalesi “insani müdahale” kavramı kapsamında değerlendirilmiş ve ardından müdahalenin “koruma sorumluluğu” doktrinine etkileri açıklanmıştır. Çalışmada NATO müdahalesinin uluslararası hukuka ve uluslararası alanda norm haline gelen insan haklarına uygunluğu tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kosova, NATO, İnsani Müdahale, Birleşmiş Milletler (BM), Koruma Sorumluluğu
ABSTRACT:
In this paper, firstly, the historical background of the civil war in Kosovo has been examined, the beginning of the Albanian-Serbian separation in early history has been mentioned. Then, the situation of Kosovo in the world wars era, the moderate period when Tito was in power and the dominant Serbian nationality when Milosevic in power, civil war process has been explained with remarking politics of the two nations. Later, NATO’s intervention in Kosovo, ignoring the decisions of the United Nations, was mentioned. Due to the fact that the Security Council is primarily responsible for human rights and humanitarian intervention, and that the intervention does not fulfill the requirements of the United Nations Charter, NATO’s intervention has caused controversy from a legal and humanitarian point of view, and this situation has been examined in detail in the study. In the last part of the study, NATO’s intervention in Kosovo was evaluated with the concept of “humanitarian intervention” and then the effects of the intervention on the doctrine of “responsibility to protect” were explained. The study discussed the compliance of NATO intervention with international law and human rights, which have become the norm in the international arena.
Key Words: Kosovo, NATO, Humanitarian Intervention, United Nations (UN), Responsibility to Protect
1. Giriş
Yer altı zenginlikleri ve jeopolitik konumu sebebiyle tarih boyunca Sırpların ve Arnavutların çatışmalarına şahit olmuş Kosova’da, 1990’ların sonu itibariyle iki millet arasındaki ipler kopmuş ve yüzyıllardır süren bu çatışma, büyük güçlerin bir anda ilgisini çeken bir iç savaşa dönüşmüştür. Bu iç savaş, Birleşmiş Milletler ve NATO gibi uluslararası örgütlerin, bölgeye yoğunlaşmasına ve hatta müdahale etmesine sebep olmuştur.
1999’da, NATO’nun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’nin, bölge hakkındaki kararını beklemeksizin uyguladığı ve bölgede birçok bakımdan tahribata yol açan “İnsani Müdahale”, uluslararası toplumda, insani müdahalelerin gerekliliği, insani müdahale sürecinin nasıl olması gerektiği ve özellikle NATO ve BM gibi uluslararası örgütlerin, Kosova’da olduğu gibi insan haklarını ihlal eden olaylardaki önemi ve yeterliliğinin tartışılmasına yol açmıştır,
Kosova’daki NATO müdahalesinin ve BM’nin, böylesi bir durumda pasif kalmasının tartışılması, devletlerin uluslararası alandaki “Koruma Sorumluluğunu” anlamak, müdahalelerin gerekliliğini tartışmak, BM’nin, özellikle son yıllarda konuşulan reform gerekliliği konusuna hâkim olmak bakımından önemlidir.
Nitel araştırma yöntemlerinin kullanıldığı bu makalede, sırasıyla, Kosova iç savaşının tarihsel sebepleri ve iç savaşın gerçekleşme süreci, NATO’nun Kosova’ya müdahalesi, müdahalenin uluslararası hukuka uygunluğu ve etkileri, Birleşmiş Milletler Şartı ve Koruma Sorumluluğu prensipleri ile insani müdahale sorgulaması, NATO müdahalesinin koruma sorumluluğuna etkileri, BM kararları ve koruma sorumluluğu prensipleri kullanılarak incelenmiştir.
Kosova’nın, NATO müdahalesi hakkında, literatürdeki çalışmalar, genellikle iç savaşın tarihsel arka planı, NATO’nun müdahalesinin uluslararası hukuka ve etiğe göre meşruluğu, koruma sorumluluğu ve NATO müdahalesinin karşılıklı etkileşimini ele almıştır. Bu makalede farklı olarak, Kosova konusunda BM karar sürecinin etkisizliği ve sonuçları da ele alınacaktır.
2. Tarihsel Süreç
1999 Kosova İç Savaşı’nın birdenbire ortaya çıkmadığı açıktır. Kosova’daki Arnavut-Sırp çekişmesinin başlangıcı 8. yüzyıla kadar dayanır. Bu çekişme, özellikle dünya savaşlarında, tarih boyunca Kosova’nın farklı devlet sınırları içerisine dahil olmasıyla, bölgeyi ilgilendiren liderlerin politik kimliklerinin etkisiyle artış göstermiştir. Kosova iç savaşının arka planını anlamak, iç savaşa yönelik yapılan müdahalelerin gerekliliği ve meşruluğu üzerinde konuşabilmek için, Kosova’daki, Arnavut-Sırp ayrımının tarihsel yüzünü bilmek önemlidir. Bu bağlamda, tarihsel arka plan, Arnavut-Sırp ayrımı, Dünya Savaşlarında Kosova’nın durumu, Tito Dönemi, Miloseviç Dönemi ve İç Savaşa giden Süreç olarak 5 başlıkta incelenecektir.
2.1. Arnavut –Sırp Ayrımı
Kosova’da, tarih boyunca, Arnavutların ve Sırpların yaşamış olduğu etnik, dini ve siyasi ayrımlar, iki millet tarafından tarihsel olarak temellendirilmesi istenmiştir. Her iki millet de Kosova’yı, kendilerine vaat edilmiş, kendilerine ait olarak görmüş ve bunu kanıtlamak için eski çağları işaret etmiştir. Arnavutlar, bunu, kendilerinin soyunun, 4. Yüzyılda Kosova civarında yaşamış İliryalılara dayandığını, dolayısıyla da bu topraklara Sırplardan çok önceden yerleşmiş olduğunu iddia ederek yapmıştır. Sırplar ise, Sırp Ortodoks Kilisesi’nin Kosova’da bulunması nedeniyle, Kosova’yı Sırp İmparatorluğu’nun merkezi olarak görmüşlerdir. 1389’a kadar Sırbistan hakimiyetinde olan Kosova’da, Sırplar bu etnik ayrım nedeniyle Slav olmayanları, çoğunlukla Arnavutları, 8 ve 13. yüzyıllarda göçe zorlamıştır (Acar, 2015).
1389’da Balkanlar’a doğru genişleyen Osmanlı, Sırplarla savaşarak Kosova’yı kontrolü altına almıştır. Sırpların Kosova Savaşı’ndaki yenilgisi, iki millet arasındaki çatışmayı bir intikam döngüsü haline getirmiştir. Bu yenilgiyle Sırp milliyetçiliği doğmuş ve Sırplar tarih boyunca bu yenilgiyi unutmayarak, sadece Slavlardan oluşan “Büyük Sırbistan” hayallerine ulaşmaya çalışmıştır. Bu da ileride görülecek olan Sırp yayılmacılığının en temel sebeplerinden biri olacak ve Sırp lider Miloseviç tarafından milliyetçilik aracı olarak kullanılacaktır. Osmanlı hakimiyetine giren Kosova’da Arnavutların yüzde 70’i kitleler halinde Müslümanlığa geçmiştir (Agolli, 2019). Bu durum, Ortodoksluğun önemli savunucularından Sırplar ve Arnavutlar arasındaki ayrımı derinleştirmiştir. İki millet arasındaki etnik ayrımlara dini ayrım da eklenmiştir.
17. yüzyılda çöküş dönemine giren ve ciddi ekonomik sıkıntılar yaşayan Osmanlı, Kosova’nın özerkliği kaldırmak zorunda kalmıştır. Bu hamleye karşılık Arnavutlar, Kosova’nın özerkliğini korumak için Prizen Birliği’ni kurmuştur. Bu birlik, aynı zamanda, Arnavut milliyetçiliğinin de gelişmesine neden olmuştur. Fakat, Arnavutlar, toprak birliklerini korumada başarısız olmuş, 1913’te, Arnavutların fikri alınmadan, Sırp Krallığı’na dahil edilmişlerdir. Osmanlı yaşadığı sıkıntılar nedeniyle Kosova’dan tamamen çekilince, Sırplar etnik temizliğe başlamış, birçok Arnavut’u göçe zorlamış ve hatta öldürmüştür (Baş, 2009).
2.2. Dünya Savaşlarında Kosova
1. Dünya Savaşı boyunca birbiriyle çatışma içerisinde olan Sırplar ve Arnavutlar arasında, savaş sonunda da gerilim azalmamıştır. Savaş sonunda, batılı devletlerin öncülüğüyle kurulan Sırp, Hırvat, Sloven Krallığı ile durum Arnavutların aleyhine işlemiş ve Sırpların, Kosova’yı “Sırplaştırma” politikası devam etmiştir. Bu dönemde Sırpların ana hedefi, sürebildikleri kadar Arnavut’u Kosova’dan sürmek olmuştur.
1. Dünya Savaşı’nda, Kosova’daki zengin maden yatakları, büyük güçleri bölgeye çekmiştir. Kosova’nın bir kısmını Almanlar, bir kısmını da İtalyanlar işgal etmiştir. Kosova’daki Arnavutlar, yıllardır maruz kaldıkları Sırp baskısından dolayı işgallerden memnun olmuştur. Hatta bazı bölgelerde Arnavut çeteleri, işgalcilerle birlikte hareket etmiştir (Ural, 2014). Savaşın son yıllarında İtalya, kendi işgal ettiği bölgelerin, Arnavutluk’a katılmasına izin vermiştir. Böylece Arnavutlar, bir Arnavut birliği kurma hayaline yaklaşmıştır. Bu dönemde Arnavut baskısı nedeniyle birçok Sırp, Kosova’yı terk etmeye başlamıştır (Taşar, 1999). Mihver devletlerin yenilgisiyle, durum Sırpların lehine dönmüş, Yugoslavya Federal Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla, bu sefer de Arnavut göçü başlamıştır. Bağımsız, sosyalist bir devlet olan Yugoslavya, 6 farklı milletten oluşan cumhuriyetlerden oluşuyordu. Bu cumhuriyetler, her ne kadar self-determinasyon haklarına sahip değillerse de kendi kültürlerini, dillerini özgürce yaşayabiliyorlardı. Kosova ise bu cumhuriyetlerden biri değildi. Kosova bu dönemde yalnızca, Sırplara bağlı özerk bir statüye sahiptir (Oduncu, 2019). Bu durum da Kosova’da tansiyonun yükselmesine sebep olacaktı.
2.3. Tito Dönemi
Tito dönemi Yugoslavya’sında, özellikle Arnavutlar ve Sırplar arasında uzlaşma politikasına gidildi. Bundandır ki, bu dönem, iki millet için geçmiş yıllara nazaran çok daha ılımlı ve stabil geçmiştir. 1963 yılında özerklik hakkı elde eden Kosova’da, 1968 yılında gerçekleştirilen gösteri ve protestolarla Arnavutlar, eğitimde kendi dillerini kullanabilme, kendi yargı organlarına sahip olabilme ve üniversitelerde kendi milletlerinden eğitimcilerle çalışabilme gibi haklar kazanmışlardır. Bu durum Sırpları, dezavantajlı konumda hissettirmiş ve rahatsız etmiştir. Bu dönemde birçok Sırp, Kosova’yı terk etmiştir. Fakat, Arnavutlara verilen bütün bu haklara rağmen Kosova, Tito’nun ılımlı politikası ve Sırpların tepkisini almak istememesi nedeniyle, Yugoslavya içerisindeki diğer 6 cumhuriyet gibi, cumhuriyet olma hakkını elde edememiştir. Dolayısıyla, Kosova’ya tanınan özerklik hakkı, Arnavutları tatmin etmemiş ve Arnavutlar arasında yükselen bir bağımsızlık mücadelesinin başlamasına neden olmuştur. Kosova bölgesinin Yugoslavya’ya kıyasla, işsizlik ve enflasyonla daha da kötüleşen ekonomisi, buradaki halkın tepkisine ve Kosova milliyetçiliğinin yükselmesine sebep olmuştur (Oduncu, 2019). Bundan dolayı 70’li yıllarda bölgede hareketlilik yaşanmıştır. Tito, bu hareketliliği durdurmak amacıyla, 1974 anayasasıyla, Kosova’daki Arnavutlara bazı imtiyazlar tanımıştır. Böylece Kosova’nın özerklik güçleri artmış, Federal Başkanlık Konseyi’nde temsil ve veto hakkı kazanmıştır. Kosova’nın Sırp hakimiyetinden çıkması, Sırpları son derece rahatsız etmiş, hatta bu durum Miloseviç tarafından, Sırp milliyetçiliği politikalarında kullanılmıştır (Ural, 2014). Bütün bu imtiyazlara rağmen, Balkanlar’daki ülkelere, özellikle Yugoslavya’ya bağlı cumhuriyetlere, verilen self-determinasyon ve ayrılma hakkının Kosova’ya verilmemiş olması, Arnavutların bağımsızlık isteklerini yoğunlaştırmıştır.
Sonuç olarak Tito, iktidarı boyunca iki millet arasındaki dengeyi sağlamaya ve Yugoslavya’yı bir arada tutmaya çalışmış ve kısmen başarılı da olmuştur. Bu dönemde Yugoslavya’da çatışmalardan fırsat bulunup, az da olsa ekonomik gelişmeler yaşanmıştır. Fakat 1980’de Tito’nun ölümüyle dengeler değişecektir.
2.4. Miloseviç Dönemi
Tito’nun ölümü ile, aynı topraklarda beraber yaşama politikası da son buluyor ve Sırp milliyetçisi Miloseviç’in aşırı milliyetçi görüşleri Yugoslavya’ya hâkim olmuştur. Bu dönemde Tito’nun çözmeye çalıştığı iktisadi ve siyasi sorunlar krize dönüşmüştür. Yugoslavya ekonomik olarak çöküşe geçmiştir. Tito’nun politikalarıyla, Sırbistan’ın bölünmeye çalıştığı iddia edilmiş ve Sırp milliyetçiliği yükselişe geçmiştir. Kosova’da, Priştine Üniversitesi’nde yaşanan olaylar, bunu daha da körüklemiştir. Olaylarda, gösteri yapan Arnavut profesör ve öğrenciler tutuklanmış, göstericilere yoğun bir şekilde güç kullanılmıştır (Ural, 2014).
80’li yıllarda Sırp baskısı iyice artınca, Arnavutların, Kosova’nın cumhuriyet statüsü kazanma tartışmaları da yoğunlaşmış ve büyük olaylara dönüşmüştür. Arnavutlar, özerklik haklarını genişletmek ve hatta bağımsız olmak için adım atarken, Sırplar, Arnavutların Kosova üzerinde var olan haklarını da kaldırmaya çalışmıştır. Miloseviç, Arnavutların Sırbistan’dan bağımsız hareket etmesini engellemek amacıyla yasal haklarını ellerinden almış, Federal Başkanlık Konseyi’ndeki gücünü azaltmaya çalışmıştır. Ayrıca, Kosova’nın özerkliğini tamamen kaldırmak için anayasa değişikliği teklif etmiş, fakat bunun gerçekleşme Arnavutluk’un çabaları ile engellenmiştir. Bu çabalara yönelik, bağımsızlık vurgusu yapan bütün Arnavutlar tutuklanmış ve şiddet görmüştür.
1991’de Kosova’da, bağımsızlık için referandum düzenlenmiş ve halkın çoğu tarafından bağımsızlık kabul edilmiştir. Bunun üzerine, Arnavutlar, “Kaçanik Anayasası” adını verdikleri, bağımsız Kosova anayasasını hazırlamış, Kosova Cumhuriyet Meclisi’ni kurmuş ve resmen bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Fakat, bu bağımsızlığı Arnavutluk dışında hiçbir ülke tanımamıştır. Uluslararası toplumun, bu dönemde ilgi odağının Kosova’da olmaması bu bağımsızlığın tanınmamasındaki en büyük etkenlerden biridir. Sırbistan da bu durumun illegal olduğunu düşünmüş ve Arnavut yetkililerinin yargılanması için uğraşmıştır (Baş, 2009).
Miloseviç’in, Kosova’yı Sırplaştırma politikası, giderek bir etnik temizliğe dönüşüyordu. Sırbistan’da idari birliğin oluşturulması gerektiğini düşünen Miloseviç, Kosova’ya Arnavutluk’tan gelen Arnavutların geri yollanması gerektiğini söylemiş ve şiddet uygulama, tutuklama gibi yıldırma politikalarıyla, bunu gerçekleştirmeye çalışmıştı. Bu dönemde, Kosova’daki polis teşkilatı, mahkemeler, resmî kurumlar gibi önemli kuruluşlar Sırpların denetimi altına girmişti. Bu durum da Arnavutların kendini güvende hissetmesini zorlaştırıyordu.
2.5. İç Savaşa Giden Süreç
1992’de dağılan Yugoslavya’nın ardından, Sırbistan ve müttefiki Karadağ, yeni Yugoslavya’nın kurulduğunu ilan etmiştir. Yeniden birleşimin ilk adımı olarak Sırbistan, Kosova sorununu çözüme kavuşturmak için Arnavutlarla görüşmek istemiş, fakat Arnavutlar artık Sırplarla beraber yaşamanın mümkün olmadığını belirterek, görüşmeyi kabul etmemiştir. Bu süreç itibariyle Arnavutlar, daha önceki pasif direniş politikasını geride bırakarak silahlı direniş ve şiddet yoluna başvurmuştur. Bunun en önemli sebebi, batılı devletlerin ve uluslararası toplumun Kosova’ya yeterince ilgi göstermemiş olması ve Arnavutların barışçıl yollarla ilerleme kat edemediklerini düşünmeleridir. Arnavutlar, batılı devletlerin ilgisini şiddet yoluyla çekmeye çalışmış ve başarılı da olmuştur. 1993 yılında kurulan UÇK (Kosova Kurtuluş Ordusu) hem bu görevi üstlenmek hem de Kosova’yı bağımsızlığa ulaştırmak için Sırp güçlerine saldırılar düzenlemiştir. Arnavutların silahlı mücadelesi, Sırpları katılaştırmış ve daha ağır güç uygulamasına sebep olmuştur. Sırplar UÇK’yı etkisiz hale getirme bahanesiyle, birçok köye saldırı düzenlemiş, birçok sivilin ölümüne sebep olmuş, binlerce Arnavut’u da göçe zorlamıştır (Levent, 2013). 1998 yılında, UÇK’yı öne sürerek eylemlerini meşrulaştıran Yugoslav güçleri tanklarla Kosova’ya girmiş ve iç savaş resmen başlamıştır.
3. İnsan Hakları ile NATO’nun Kosova Müdahelesi
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin parçalanma zamanında Kosova’da bir iç savaş başlamıştır. Kosova Kurtuluş Ordusu ile Sırp polisi ve Yugoslavya güvenlik güçleri arasındaki bu iç savaş 1998’de patlak vermiştir. İç savaşın başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası örgütler tarafından durdurulamayacağının anlaşılması üzerine NATO 24 Mart 1999’da Kosova’ya müdahale gerçekleştirmiştir. Kosova’da pek çok yıkımın gerçekleşmesi ve artan sivil ölümler müdahalenin gerekçesi olarak gösterilmiştir. Fakat bu müdahale Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı bir karar olmadığından hukuki ve insani açıdan tartışmalara sebep olmuştur.
Birleşmiş Milletler Şartı’nda kuvvet kullanımı yasak olarak ifade edilmiştir. BM Şartı, 1. bölüm 2. madde 4. fıkrası her türlü güç kullanımını yasaklamıştır: “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” (Birleşmiş Milletler Antlaşması, 1945) Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 2/4. maddesinde üye devletlerin birbirlerine karşı kuvvet kullanmaları yasaklanmıştır ve bu maddenin istisnası, meşru müdafaa olarak belirtilmiştir. “İnsancıl müdahale kavramının temel taşlarından kabul edilen adil savaş düşüncesi, aslında bir devletin, insanın doğası gereği sahip olması gereken bazı değerlerini korumak amacıyla başka ülkelerin topraklarına müdahale edebilme hakkından ibarettir. Bu düşünce en ilkel haliyle antik çağlarda ortaya atılmış ve daha sonraki dönemlerde kimi zaman devletlerin taleplerine, kimi zaman da uluslararası sistemde meydana gelen değişikliklere uygun şekilde biçimlendirilmiştir. Ancak pozitif hukuk anlayışının ortaya çıkmasına kadar devletlerin uluslararası hukuka uygun hareket etmesi gerektiği düşüncesi çok belirginleşmemiş, bu nedenle de adil savaş hiçbir zaman bir devlet tarafından savaşa başvurmanın temel gerekçesi olarak gösterilmemiştir” (Pekyardımcı, 2006). Ayrıca, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, barışın tehdit edildiğini saptaması durumunda uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için BM Antlaşması’nın 41 ve 42. maddeleri kapsamında önlemler alınmasına karar verebilir. Diğer bir ifadeyle BMGK, uluslararası barış ve güvenliğin korunması için 42. madde kapsamında askeri güç kullanılmasına karar verebilir. Kosova’da 42. maddeye göre bir karar alınabilseydi hukuki açıdan meşru olabilecekti. Fakat bu maddeye yönelik bir karar alınmaması meşru olup olmadığı konusunda tartışmalara sebep olmuştur. NATO Kosova’daki insani duruma dikkat çekerek müttefik güç hareketini başlatmıştır. Bu durum da müdahalenin uluslararası hukuka uygun olup olmadığı konusunda tartışmalara sebep olmuştur.
Birleşmiş Milletler Şartı beşinci bölüm 24. maddesi uluslararası barışı ve güvenliği koruma sorumluluğunu Güvenlik Konseyi’ne vermiştir. Yedinci bölüm 42. madde de ise şu şekilde Güvenlik Konseyi yetkilendirilmiştir: “Güvenlik Konseyi, 41. madde’de öngörülen önlemlerin yetersiz kalacağı ya da kaldığı kanısına varırsa, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için, hava, deniz ya da kara kuvvetleri aracılığıyla, gerekli saydığı her türlü girişimde bulunabilir” (Birleşmiş Milletler Antlaşması, 1945). İnsan hakları devletler arasındaki ilişkileri düzenlemek için merkezi bir konumda bulunmaktadır. Bu nedenle de uluslararası ilişkiler ve uluslararası örgütler sadece anlaşmazlıkları çözmekle kalmaz insan hakları ile ilgili durumları da değerlendirmek üzerine merkezine koyar.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sistemi sahip olduğu mekanizmalarla insan haklarının korunmasında çok temel bir rol üstlenmektedir ve Kosova sorunundaki insani müdahaleyi anlamamız için üstünde durulması gereken bir konudur. Bu doğrultuda modern uluslararası insan hakları hukuku, tarihsel yapısından büyük ölçüde ayrılmaktadır. Çünkü artık bireylerin hakları uluslararası alanda garantiye alınmaktadır. İşte bu noktada Birleşmiş Milletler uluslararası insan hakları koruma mekanizmaları önemlidir. BM’nin ana organlarından Genel Kurul her konuda karar alabilir ama bağlayıcı değildir. Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında görevli organdır. Ekonomik ve Sosyal Konsey, çeşitli konular üzerinde çalışmalar ve tavsiyelerde bulunur. Bu konular; ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim, sağlık ve ilgili konulardır. Buna ek olarak, Birleşmiş Milletler’in, özerk organlarının ve tüm bu sektörlerdeki uzmanlaşmış kurumların faaliyetlerini koordine etme görevine sahiptir. BM Şartı ile insan hakları korunma altına alınır. Öncelikle, örgütün amaçlarının belirlenmesi ve amaçlardan biri olarak insan haklarının geliştirilmesi temeldir. BM Şartı, neredeyse tüm ana organlara, sorumluluk alanlarına göre tüm dünyada insan haklarını geliştirme görevi vermektedir. Bahsedilmesi gereken bir diğer yan kuruluş İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’dir. En önemli işlevi insan haklarının korunmasında koordinasyonu sağlaması olarak ifade edilebilir. Sözleşmeler ile uluslararası insan hakları hukuku korumaya alınmıştır. Tüm bu sözleşmelerin, kendi sözleşmelerinin uygulanmasını denetleyen bir komitesi vardır. Hepsi periyodik raporlar ve devletten şikayetler alabiliyorlardır. Ayrıca, sözleşmelerinin çeşitli maddeleri hakkında genel yorumlar yayınlayabilirler ve taraflara komitenin bunları nasıl yorumladığını açıklayabilirler. “BM İnsan Hakları Konseyi, Birleşmiş Milletler (BM) sistemi içinde, dünya çapında insan haklarının geliştirilmesi ve korunmasını güçlendirmekten ve dünya çapında insan hakları ihlallerini ele almaktan ve bunlarla ilgili eylemlerde bulunmaktan sorumlu ana hükümetler arası organdır” (Human Rights Council, 2020). Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi toplantılar düzenleyerek insan hakları ihlallerini tespit etmeye çalışır. İnsan haklarını ilgilendiren konularda gerektiğinde müdahale eder veya tavsiyeler verir. Konsey ayrıca, insan hakları ihlallerini araştıran uluslararası araştırma ve bilgi toplama misyonları komisyonları kurabilir.
Birleşmiş Milletler, Kosova’da gerçekleşen iç savaşı durdurmak için çeşitli kararlar çıkarmıştır. İlk olarak 1160 sayılı kararda sivil ölümleri ve terör faaliyetlerini durdurmak istemişti. Bu kararın ardından 1199 ve 1203 sayılı kararlar çıkarılmış fakat Birleşmiş Milletler bu kararlarında başarılı bir sonuca ulaşamamıştır. “1199 sayılı BMGK kararında, Kosova’da meydana gelen gelişmelerin bölgenin barış ve güvenliğine tehdit oluşturduğu belirtilmiş, ancak zorlayıcı önlemlere yönelik karar alınamamıştır. Kararda, 1160 sayılı kararın gereklerinin yerine getirilmesi istenmiş, her türlü terörist faaliyet kınanmış, silahlı çatışmalar nedeniyle evlerini terk eden Kosova halkının geriye dönme hakkı olduğu belirtmiş ve bu süreçte geriye dönüşün olumlu şartlarının oluşturulması görevinin YFC’nin olduğu belirtilmiştir.” (Çevikbaş, 2011). 1203 sayılı karar ile de daha önce alınan 1160 ve 1199 sayılı kararların uygulanmasının beklendiği ortaya konmuştur. Son olarak Rambouillet Antlaşması’nı Arnavutlar kabul etse de Sırplar’ın kabul etmemesi üzerine Birleşmiş Milletler’in başarısız olduğu anlaşılmış ve NATO 1999’da müdahalesini gerçekleştirmiştir. NATO bu kararını oybirliği ile almıştır.
NATO’nun müdahalesinin hukuki açıdan tartışmalara sebep olmasının nedeni Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yedinci bölüm 42. maddeye göre bir karar alınmamış olmasından kaynaklanır. Birleşmiş Milletler Şartı 7. bölüm 39. madde uluslararası güvenliği ve barışı korumak için Güvenlik Konseyi’ne tavsiyede bulunma yetkisi vermiştir. 41. madde gerektiğinde yumuşak güç olarak ifade edebileceğimiz daha çok ekonomik yaptırımlar, ambargolar gibi durumları içerirken 42. madde ise Güvenlik Konseyi’ne gerektiği takdirde zor kullanma yetkisi vermiştir. Burada NATO 42. maddeden bağımsız olarak bir müttefik güç hareketi gerçekleştirmiştir. Bu açıdan bakıldığında hukuki olarak meşru olmayan bir karar özelliği taşır. “Buna karşılık, müdahalenin 1948 BM İnsan Hakları Deklarasyonu ve 1949 Cenevre Konvansiyonu’na göre suç kabul edilecek olan göçe zorlama ve insan hakları ihlallerini durdurmak amacıyla gerçekleştiği düşüncesini savunanlar, müdahaleyi meşru kabul etmektedir” (Acar, 2015). NATO insani müdahalenin ahlaki açıdan meşru olduğunu gösterecek emarelere sahip olsa da müdahalenin insani boyutunun amacına ulaşıp ulaşmadığı tartışmalı bir konudur. Müdahaleyi gerçekleştirenler At Nalı Operasyonu’nu müdahalenin insani boyutunu meşrulaştırmak için bir gerekçe olarak öne sürmüşlerdir. Ancak müdahale başladıktan sonra daha fazla sivil ölümlerin gerçekleşmesi, çok sayıda Arnavut ve Sırpların hayatını kaybetmesi müdahalenin insancıl boyutuna olan güveni sarsmıştır. Müdahale sonucunda yaralanan ve öldürülen kişilerin yakınlarından sadece özür dilenmesi de müdahalenin gerçekten insan haklarına önem verip vermediği konusunda tartışmalara sebep olmuştur.
İnsani müdahale, bir devletin başka bir devletin vatandaşlarını, o devlette gerçekleşen zulümlerden kurtarmak için ülkesi dışında münferit olarak kuvvet kullanması şeklinde Başeren tarafından ifade edilmiştir. “İnsancıl müdahale, günümüzde hala tam olarak tanımlanamamış ve net bir yere oturtulamamış bir kavramdır. Günümüz uluslararası sistemindeki kullanım şekli ve anlamı tartışmaya açık olsa da insancıl müdahalenin geçmişteki iyilik adına savaş veya adil savaş kavramlarından tamamen ayrıldığını ileri sürmek çok da doğru bir saptama olmayacaktır” (Pekyardımcı, 2006). Komisyon yöntemleri arasında kuvvet kullanımının yanında önleyici ve zorlayıcı müdahale yöntemleri de bulunmaktadır. Önleyici müdahale yöntemleri arasında politik ve diplomatik yöntemler, ekonomik yöntemler ve gözlem misyonları bulunmaktadır. Zorlayıcı müdahale yöntemleri ise askeri, ekonomik ve politik yaptırımları kapsar. “Bu fikre göre, BM Antlaşması, insan haklarının korunması için kuvvet kullanılmasına izin veren iki ayrı grup hüküm içermektedir. Birincisi, BM Antlasması’nın VII. Bölümü çerçevesindeki düzenlemeler; ikincisi ise Antlaşma’nın 55. ve 56. maddeleri çerçevesindeki düzenlemeleri ve diğer insan hakları sözleşmeleridir” (Çevikbaş, 2011). Birleşmiş Milletler Antlaşması yedinci bölümü 39, 41 ve 42. maddeleri ve Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde şekillenmiştir. Birleşmiş Milletler Antlaşması 55. ve 56. maddeleri bir diğer değinilmesi gereken önemli maddelerdir. “55. Madde: Uluslararasında halkların hak eşitliği ve kendi yazgılarını kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş barışçı ve dostça ilişkiler sağlanması için gerekli istikrar ve refah koşullarını yaratmak üzere Birleşmiş Milletler:
- Yaşam düzeylerinin yükseltilmesini, tam istihdamı, ekonomik ve sosyal alanlarda ilerleme ve gelişme koşullarını,
- Ekonomik, sosyal alanlarla sağlık alanındaki uluslararası sorunların ve bunlara bağlı başka sorunların çözümünü, kültür ve eğitim alanlarında uluslararası iş birliğini; ve
- Irk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine bütün dünyada etkin bir biçimde saygı gösterilmesini, kolaylaştıracaktır.”
“56. Madde: Üyeler, 55. Maddede belirtilen amaçlara ulaşmak için, gerek birlikte gerekse ayrı ayrı, örgütle işbirliği içinde hareket etmeyi yükümlenirler” (Birleşmiş Milletler Antlaşması, 1945).
Burada 56. madde insan haklarının korunması için kuvvet kullanımına izin verdiği şeklinde yorumlamak hukuki açıdan yanlış olacaktır. 56. madde devletlere insan hakları konusunda başka bir devlete müdahale etme hakkı vermemektedir. Başka bir husus da Birleşmiş Milletler Antlaşması maddeleri arasında hiyerarşi söz konusudur. Hiyerarşiye bakıldığında kuvvet kullanma yasağı öncelikli bir konumdadır. Bu konuya çalışmanın son bölümünde detaylı olarak değinilecektir.
Kosova müdahalesi ile ilgili iki farklı görüş bulunmaktadır. Bunlardan ilki NATO’nun direk olarak Birleşmiş Milletler Antlaşması 42. maddeyi ihlal ettiğini öne sürerek müdahalenin meşru olmadığını ortaya koyar. İkinci görüş ise NATO’nun müdahalesinde Güvenlik Konseyi kararı olmasa da insan hakları açısından müdahalenin meşru ve ahlaka uygun olduğunu savunur. Yaşanan sivil kayıplar ve At Nalı Operasyonu gibi olaylar müdahalenin meşru olmasında bir gerekçe olarak gösterilmiştir.
“NATO, BMGK’nin kararı olmaksızın operasyona başlamıştır. NATO, BM Güvenlik Konseyi’nde BM Antlaşması VII. Bölümü kapsamında askeri güç kullanımına ilişkin bir kararın oylanmasında Konseyin daimî üyelerinin vetosu ile karşılaşma riskini almak istememiştir.” (Çevikbaş, 2011) Özellikle Rusya ve Çin’in vetosundan çekinen NATO, Birleşmiş Milletler’in bir çözüme kavuşacağını da düşünmediğinden Güvenlik Konseyi tarafından alınan bir karar doğrultusunda hareket etmemiştir. ABD’nin Kosova ile ilgili tutumu da özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde kendi gücünü gösterme çabasıyla açıklanabilir. “1990’lara gelindiğinde Soğuk Savaşın sona ermesi ve Komünist Blok’un dağılması, ABD’nin bu yeni dönemde tek kutuplu dünyanın süper gücü olmasına yol açmıştır. Bütün bunlara karşın, ABD’nin bu dönemde, bir yandan halkın kendi kaderini tayin hakkının önemli bir savunucusu iken, diğer yandan uluslararası hukukun sınırların değişmezliği ilkesi uyarınca, Avrupa’da güvenlik ve istikrarın etkilenebileceği değerlendirilerek, Yugoslavya’nın çözülmesini istememiştir. ABD’nin Kosova sorununa yaklaşımında yaşanan bu değişimin nedenlerini incelediğimizde, genel olarak ABD’nin üstün devlet karakterine uygun hareket tarzı geliştirdiğini görmekteyiz; bir yandan çok taraflılık ve iş birliğini sağlamak diğer yandan ise üstün güç olmanın gereğini kanıtlamak başlıca amaç olmuştur” (Oğultürk, 2014).
4. NATO’nun Kosova Müdahelesinin Uluslararası Hukuka Uygunluğu ve Etkileri
Kosova sorununun uluslararası alanda ses getirmesi 11 Temmuz 1995 yılında ABD Temsilciler Meclisi’nde konu olmasıyla başlamıştır. Meclisteki ifadelere göre Kosova’da Arnavutların üzerindeki Sırp baskısı son bulmadıkça Yugoslavya’ya dayatılan yaptırımlar geri çekilmeyecekti (Alpkaya, 1999). Konunun uluslararası hukukun bir sorunu haline gelmesi ise Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı (AGİT), Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Konseyi’nin gündemine girmesiyle hız kazanmıştır. Güvenlik Konseyi’nin soruna çözüm getirmek için harekete başlamasıyla “Kosova’da Sırp baskısı” uluslararası hukukun tam anlamıyla bir sorunu haline gelmiştir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) çatışmayı engellemek adına 1160, 1199 ve 1203 sayılı kararları çıkarmıştır. Bu kararlarda bölgedeki çatışmanın kalıcı uluslararası barışı ve düzeni zedelediği belirtilmiş ve çatışmanın durdurulması tavsiyeleri yer almıştır. 1199 sayılı BMGK kararı ardından NATO’nun kuvvet kullanma tehditleri başlamıştır. 1999 Washington Zirvesi NATO için bir dönüm noktasıdır ve bu dönüm noktasının en önemli unsuru da Kosova sorunu olmuştur. Bu Zirve’de NATO, Birleşmiş Milletler (BM)’in Bosna müdahalesinde çabuk karar alamadığını ve bu yüzden de Kosova sorununda BM ile iş birliği içine girmeyeceğini belirterek yeni bir kimlik oluşturmuş; askeri kuvvet içeren müdahalelerini bu şekilde meşrulaştırmıştır (Kor, 2004). NATO, Washington Zirvesi ile oluşturduğu yeni stratejik yolu çerçevesinde uluslararası alanda yaşanabilecek herhangi bir ağır insan hakları ihlali, etnik çatışma veya etnik temizlik durumlarına müdahale edeceğini ve bunun meşru olacağını göstermek istemiştir. Bu açıklamaların ardından NATO’nun kuvvet tehditleri ağırlaşmış ve 24 Mart 1999’da Kosova’ya müdahalesi başlamıştır. BMGK bu müdahaleye karşıt görüşte bir karar almak istemiştir. Ancak 26 Mart 1999’da yapılan toplantıda bu karar tasarısı reddedilmiş ve Güvenlik Konseyi NATO müdahalesini engelleyecek bir girişimde bulunamamıştır (Alpkaya, 1999).
NATO, Kosova’ya müdahale kararı alarak Birleşmiş Milletler’in 103. maddesini de çiğnemiştir. Bu maddeye göre; “Birleşmiş Milletler üyelerinin işbu Antlaşmadan doğan yükümlülükleri ile başka herhangi bir uluslararası anlaşmadan doğan yükümlülüklerin çatışması durumunda, işbu Antlaşmadan doğan yükümlülükler üstün gelecektir” (Birleşmiş Milletler Antlaşması, 1945). NATO bu maddeye uymayarak kendi kararlarını Birleşmiş Milletler Şartı’ndan doğan yükümlülüklerin üstüne koyduğunu göstermiştir. NATO üyeleri uluslararası hukukun bir kuralı haline gelmiş olan bu maddeyi ihlal etmelerinin yanı sıra bir örgüt olarak kurucu metinlerini de yok saymışlardır. 4 Nisan 1949’da Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 1. maddesine göre; “Birleşmiş Milletler Şartı’nda belirtildiği üzere taraflar, uluslararası barış ve güvenlik ile adaleti tehlikeye atmadan ve kendi uluslararası ilişkilerinde BM’nin amaçlarına ters düşen bir şekilde tehdit ya da güç kullanımından kaçınarak, barışçı yollarla çözümlemek amacıyla müdahil olabilecekleri herhangi bir uluslararası uzlaşmazlığı çözme girişiminde bulunacaklardır” (North Atlantic Treaty Organization, 1951). Bu maddeyle NATO Birleşmiş Milletler’e sadık kalacağını ve BM Şartı’nın temel amaçlarından sapmayacağını vurgulamıştır. Ancak Washington Zirvesi ile Birleşmiş Milletler’i Kosova sorununda işbirlikçisi olarak göz ardı eden NATO, ilk başta kendi ilkelerini ihlal etmiştir.
4.1. Birleşmiş Milletler Şartı ile “İnsani Müdahale” Sorgulaması
NATO’nun Kosova müdahalesi ile beraber, uluslararası hukuka uygunluğu ve meşruluğu konusu eleştirilen, “insani müdahale” kavramı 1999 sonrası tekrar gündeme gelmiştir. Uzun yıllar hakkında sonuca ulaşılamayan tartışmalar yapılan ve 20. yüzyılda insan haklarının uluslararası alanda gelişim göstermesiyle birlikte önemi artan “insani müdahale” kavramının temelleri Ortaçağ Hıristiyan düşüncesindeki ‘’adil savaş geleneği’’ anlayışına dayandırılabilir” (Bağbaşlıoğlu, 2016, s. 144). İnsani müdahale, bir devlette yaşanan ağır insan hakları ihlallerine son vermek için başka bir devletin, bir devletler topluluğunun veya bir uluslararası örgütün silahlı kuvvet kullanarak bu duruma müdahalede bulunmasıdır (Bağbaşlıoğlu, 2016, s. 145). Silahlı kuvvet kullanımı, insani müdahale kavramı kapsamında herhangi bir “insani kriz” durumunda meşru kabul edilse de 1945 Birleşmiş Milletler Şartı ile düzenlenmiş ve bu düzenlemeler uluslararası hukuk normu olarak kabul edilmiştir.
Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2. maddesinin 4. fıkrasına göre; “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” (Birleşmiş Milletler Antlaşması, 1945). Bu maddeyle beraber Birleşmiş Milletler, temel amacı olan uluslararası barış ve düzeni korumak için, kuvvet kullanmayı yasaklamıştır. Ancak bu yasaklamayı insani müdahale amacıyla yapılan herhangi bir kuvvet kullanımı için göz ardı eden ve insani müdahaleyi uluslararası hukuka uygun sayan bir kısım hukukçu ve yazar vardır. Bu kısım hukukçu ve yazarlar; Birleşmiş Milletler Şartı’nn 2/4. maddesinde belirtildiği gibi kuvvet kullanarak müdahale etmenin yalnızca devletlerin toprak bütünlüğünü ya da siyasal bağımsızlığını bozmayı hedefleyen bir durumda yasak olduğunu; insani bir krize son vermek için yapılan müdahalelerde kullanılan kuvvetler de böyle bir hedef içermediğinden bunun uluslararası hukuka uygun olduğunu iddia etmektedirler (Ertuğrul, 2007). Ancak Birleşmiş Milletler Şartı’nda yer alan kuvvet kullanma yasağı genel bir anlam içermekte ve Birleşmiş Milletler’in amaçları ile bağdaşmayacak her türlü kuvvet kullanımını yasaklamaktadır.
Birleşmiş Milletler Şartı’na göre kuvvet kullanma yasağı yalnızca iki istisnai durumda ortadan kalkmaktadır. Bunlardan ilki Şart’ın 51. Maddesinde belirtilen meşru müdafaa hakkıdır: “Bu Antlaşmanın hiçbir hükmü Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez” (Birleşmiş Milletler Antlaşması, 1945). Şart’ın bu maddesinde açıklandığı üzere meşru müdafaa hakkı devletler için bir saldırı durumunda doğal bir haktır (Pazarcı, 2018, s. 556). NATO, Kosova müdahalesini gerçekleştirdiğinde; müdahale bölgesinden örgüte karşı herhangi bir tehdit bulunmamaktaydı. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. maddesi gereğince NATO doğal bir hak olan meşru müdafaa hakkına sahip değildi.
Birleşmiş Milletler Şartı’nın 7. bölüm 41. maddesine göre; “Güvenlik Konseyi, kararlarını yürütmek için silahlı kuvvet kullanımını içermeyen ne gibi önlemler alınması gerektiğini kararlaştırabilir ve Birleşmiş Milletler üyelerini bu önlemleri uygulamaya çağırabilir. Bu önlemler, ekonomik ilişkilerin ve demiryolu, deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve diğer iletişim ve ulaştırma araçlarının tümüyle ya da bir bölümüyle kesintiye uğratılmasını, diplomatik ilişkilerin kesilmesini içerebilir” (Birleşmiş Milletler Antlaşması, 1945). Şart’ın bu maddesinin devamı niteliğinde olan ve aynı zamanda kuvvet kullanma yasağına getirilen diğer bir istisnai durumu açıklayan 42. madde; “Güvenlik Konseyi, 41. Madde’de öngörülen önlemlerin yetersiz kalacağı ya da kaldığı kanısına varırsa, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için, hava, deniz ya da kara kuvvetleri aracılığıyla, gerekli saydığı her türlü girişimde bulunabilir. Bu girişimler gösterileri, ablukayı ve Birleşmiş Milletler üyelerinin hava, deniz ya da kara kuvvetlerince yapılacak başka operasyonları içerebilir” (Birleşmiş Milletler Antlaşması, 1945). Şart’ın 41. Maddesinde herhangi bir uluslararası kriz veya çatışma durumunda devletler dış politikalarında Güvenlik Konseyi kararları kapsamında öncelikle yumuşak güç kullanacak ve diplomatik yolları deneyeceklerdir. Bu sorumluluğun devamında ise 42. Maddede belirtildiği üzere; Güvenlik Konseyi yumuşak güç önlemlerinin sonuç vermediği “kanısına varırsa” kuvvet kullanma aşamasına geçilebilir. Dolayısıyla uluslararası alanda yapılacak herhangi bir müdahale Güvenlik Konseyi kanısı, kararı olmadan yapılamaz.
Kosova sorunu için çıkarılmış olan Güvenlik Konseyi kararlarının hiçbiri kuvvet kullanma yasağının ortadan kaldırılmasını ve kuvvet kullanarak çatışmaya müdahale etme yetkisinin NATO’ya verilmesini içermemektedir. NATO müdahalesinin bu açıdan meşru olmadığı görülmektedir. Ancak diğer bir yandan ise müdahalenin uluslararası barış ve düzeni tehdit eden çatışmayı durdurmak ve Sırpların Arnavutlara yaşattığı ağır insan hakları ihlallerine acilen son vermek için yapıldığı söylenmektedir. NATO’nun Kosova müdahalesini bu iddia ile meşrulaştırmaya çalışanlara ise Birleşmiş Milletler Şartı’nın 24. maddesiyle cevap verilmiştir (Ertuğrul, 2007). Bu maddeye göre uluslararası barış ve düzenin korunmasında ve sağlanmasında ilkin sorumlu organ Güvenlik Konseyi’dir. Uluslararası hukukun bu gereklilikleri ışığında NATO Kosova müdahalesini yapacak yetkiye sahip olmadığından; bu müdahale hukuken meşru sayılmamaktadır.
NATO müdahalesinin meşruluğunun yanı sıra; müdahale sürecinin “insaniliği” konusu da uluslararası alanda oldukça ses getirmiştir. Müdahalenin Sırpların Arnavutlara karşı olan saldırılarını bastırması gerekirken; bu baskılar müdahale sürecinde artarak devam etmiştir (Acar, 2015, s. 121). Bununla beraber müdahale sırasında Arnavutlarla beraber pek çok Sırp sivil de hayatını kaybetmiştir (Chomsky, 1999). Müdahale sırasında Çin Büyükelçiliği bombalanmış ve bunun yanlış hedef alınması sonucu olduğu iddia edilmiştir. Bu bombalamada ölenlerin ailelerine tazminat ödenirken; Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin ölen ya da yaralanan siviller adına Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı davada NATO tarafının yalnızca özür dilemesi de müdahalenin insani bir amaçla yapıldığı konusunda şüphe uyandırmıştır (Acar, 2015, s. 121). Müdahalenin iki aydan fazla bir süre devam etmesi, bombalamaların yüksekten yapılarak daha fazla sivilin ölmesine neden olması ve insanları göç etmek zorunda bırakması da müdahale sürecinin insani duygular içermesi konusunda şüphe uyandırmıştır.
4.2. NATO Müdahalesinin Koruma Sorumluluğuna Etkileri
“İnsani müdahalenin uluslararası hukuka uygunluğu” tartışması 1999 yılı ve sonrasında NATO’nun Kosova müdahalesi üzerinden artarak devam etmiştir. Bu tartışmalar ardından insani müdahale kavramının uluslararası hukukta düzenlenmesinde eksiklikler olduğu görülmüştür. Bu eksiklikleri tamamlama niteliğinde olan Koruma Sorumluluğu (The Responsibility to Protect) doktrini 2001 yılında Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonu (International Commission on Intervention and State Sovereignty – ICISS) tarafından geliştirilen bir raporla gündeme gelmiştir (Ertuğrul, 2016). Koruma Sorumluluğu doktrini iki temel faktör üzerine kurulmuştur. Bunlardan ilki, Koruma Sorumluluğu raporunun ‘’Temel İlkeler’’ bölümünde; “State sovereignty implies responsibility, and the primary responsibility for the protection of its people lies with the state itself. (Devlet egemenliği sorumluluk anlamına gelir ve halkının korunmasının birincil sorumluluğu devletin kendisidir)’’ ifadeleriyle vurgulanmıştır (The Responsibility To Protect, 2001, s. 11).
Küreselleşmenin de etkisiyle 1990’lardan itibaren, devlet egemenliği; devletin vatandaşlarını koruması ve ülke sınırları içerisinde vatandaşlarına refah düzeyi yüksek bir yaşam sunması yükümlülüklerinden kaynaklanmaya başlamıştır (Erler Bayır & Sönmezoğlu, 2014, s. 21). Bu yükümlülüğe göre devlet, meşru güç kullanma mekanizmasına sahip; fakat bu gücü vatandaşlarına karşı kullanma hakkına sahip değildir. Koruma Sorumluluğu doktrinine göre devlet, vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamak dışında; onlara refah bir yaşam sağlamakla yükümlüdür. Koruma Sorumluluğu doktrininin diğer bir temel faktörü ise devletin vatandaşını koruma yükümlülüğünü yerine getirememesi durumunda, bu yükümlülüğün uluslararası topluma geçmesi halidir.
Bu temeller kapsamında Koruma Sorumluluğu raporunun ilk bölümünde devletlere başlıca “önleme”, “tepki” ve “yeniden inşa” sorumluluklarını yüklenmiştir. Önleme sorumluluğu, bir krize neden olabilecek faktörlerin çatışma olmadan önce tespit edilerek önlenmesidir. Bu krizler genel olarak yoksulluk nedeniyle ortaya çıkmakta; çözümü ise uluslararası ekonomik yardımlaşma olarak görülmektedir (Çagırga & Özkerim Güner, 2015, s. 91). Tepki (reaksiyon) sorumluluğu ise çatışma yaşanan bölgede Birleşmiş Milletler hakimiyetinin geçerli olması ve Güvenlik Konseyi’nin kararı ile bölgeye müdahale edilebilmesidir. Yeniden inşa sorumluluğu kapsamında da çatışma ardından bölgenin siyasal, askeri ve ekonomik alanları Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenir ve bölge kalıcı barışa ulaştırılır.
Bu üç temel sorumluluğun daha iyi işleyebilmesi ve tepki sorumluluğu ile vatandaşını korumakta başarısız olan bir devlete karşı yapılacak herhangi bir müdahalenin insanilikten uzaklaşılmadan yapılması için altı kriter belirlenmiştir: Haklı sebep, son çare, orantılılık, yüksek başarı beklentisi, doğru amaç, doğru yetkilendirme (otorite) (The Responsibility To Protect, 2001).
Bir bölgede kitlesel ölümlerin, büyük çapta bir etnik temizliğin, tecavüz veya terör gibi ağır insan hakları ihlallerinin yaşanması ve bunların devletin vatandaşını koruyamamasından kaynaklanması; o devlete uluslararası toplumun müdahale etme sebebinin haklılığını göstermektedir (Çagırga & Özkerim Güner, 2015, s. 89). Haklı sebep kriterinin ortaya çıkmasında NATO’nun Kosova müdahalesinde “gerekçenin insaniliği” konusu etkili olmuştur. NATO’nun Kosova’ya müdahale etmesindeki amacına bakıldığında; Sırpların Arnavutları yok etmek üzere bir etnik temizliğe girişmesi, bunu kanıtlanmamış olmakla beraber “At Nalı Operasyonu” adı altında gerçekleştirmek istemeleri, Kosova’da yaşayan Arnavut çoğunluğa insani haklarının verilmemesiyle yaygın insan hakları ihlallerinin yaşanması ve bununla beraber Arnavutların kurduğu Kosova Kurtuluş Ordusu’nun sivillere saldırması gerekçeleri görülmektedir. Dolayısıyla Koruma Sorumluluğu doktrinine göre NATO’nun Kosova’ya müdahale etme sebebi hukuken haklı sayılmaktadır (Acar, 2015, s. 124).
Son çare kriteri, bölgedeki çatışmanın durdurulması için öncelikle yumuşak güç içeren tüm önlemlerin ve diplomatik yolların denenmesi; eğer bunlar çatışmayı durdurmaya engel olmuyorsa askeri kuvvet kullanarak müdahale etme aşamasına geçilmesidir. NATO Kosova’ya müdahale etme kararı vermeden önce Güvenlik Konseyi’nin konu hakkında aldığı 1160, 1199 ve 1203 sayılı olmak üzere üç kararı vardı. Bu kararların hiçbiri bölgede Sırpların ve Arnavutların karşılıklı saldırılarını engelleyememiş ve sonuçsuz kalmıştır. Bu kararlarla beraber Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin havayolları Avrupa’ya kapatılmış, çatışmanın durdurulması için bölgede ekonomik durgunluk yaratılmak istenmiş; bu yöntem dahilinde bölge ile tüm yatırım antlaşmaları durdurulmuştur (Acar, 2015, s. 125). Tüm bunların yanı sıra diplomatik yollar da denenmişti. Öyle ki; Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ile Kosova’daki Arnavut çoğunluğu temsil eden heyet arasında Rambouillet Antlaşması olarak bilinen bir barış antlaşması önerisi sunulmuş; bu antlaşmaya Arnavutlar sıcak bakarken Sırp tarafının bunu imzalamaya yanaşmaması diplomatik yolların da tükendiğinin göstergesi olmuştur (Oduncu, 2019, s. 10). Bu durumlar göz önünde bulundurulduğunda NATO’nun Kosova’ya müdahale kararı son çare kriterine uygun görülmektedir.
NATO’nun Kosova müdahalesinde “müdahale sürecinin insaniliği” Koruma Sorumluluğu doktrininde “orantılılık” ve “yüksek başarı beklentisi” kriterlerinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Koruma Sorumluluğu doktrinine göre orantılılık kriteri, yapılacak silahlı kuvvet içeren müdahalenin sadece yaşanan insani krize son verecek ölçüde planlanması ve bölgeye, sivillere büyük ölçüde zararlar vermeyecek şekilde yapılmasıdır (Çagırga & Özkerim Güner, 2015, s. 90). NATO’nun Kosova müdahalesinde ise bu orantılılığın yok sayıldığı açıktır. Öncelikle müdahalenin 1999 yılının Mart ayında başlayıp Haziran ayına kadar devam ederek 78 gün sürmesi ve neredeyse 180.000-200.000 saat uçuş yapılması müdahale süresinin orantılı bir şekilde planlanmadığını göstermektedir (Çevikbaş, 2011, s. 30). Bu uzun süren müdahale boyunca bölgenin bombalamalarla çok fazla tahrip edilmesi ve uçakların uçaksavarlara yakalanmamak için çok fazla yüksekten bombalama yaparak daha fazla sivilin ölümüne sebep olması durumları göz önünde bulundurulduğunda NATO müdahalesinin orantılılık kriterine uygun olmadığı ve Koruma Sorumluluğu doktrininde bu kriterin kurallaştırılmasına etki ettiği bilinmektedir (Acar, 2015, s. 125).
Yüksek başarı beklentisi kriteri, NATO’nun insani müdahalesine bakılarak, herhangi bir insani krizi engellemek için yapılan müdahalenin olumsuz sonuçlarının, müdahale yapılmaması ihtimalinde yaşanacak olan olumsuz sonuçlardan daha az olması beklentisidir (Çagırga & Özkerim Güner, 2015, s. 90). NATO’nun askeri gücü ile müdahalede bulunduğu Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin askeri gücü karşılaştırıldığında; NATO gücünün daha fazla olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla müdahale öncesinde uluslararası toplumda NATO’nun bölgeye müdahalesinde yaşanacak olumsuz sonuçların oldukça az ve müdahale başarısının da bu doğrultuda yüksek olacağı beklentisi hakimdi (Acar, 2015, s. 126). Ancak NATO müdahalesiyle beraber bölge müdahale olmaması ihtimalinden daha fazla tahrip edilmiş ve binlerce sivil hayatını kaybetmiştir. Ayrıca Sırpların Arnavutları göçe zorlamasını da engellemeyi amaçlayan NATO, müdahale sonrasında daha fazla Arnavutun bölgeyi terk etmesine neden olmuştur.
NATO’nun Kosova müdahalesinin Koruma Sorumluluğu doktrinine en önemli katkısı “doğru otorite” kriteri olmuştur. Bu kritere göre bir insani krizi sonlandırmak amacıyla herhangi bir müdahaleyi yapacak devletler ya da uluslararası örgütler, müdahale yetkisini bu konuda sorumlu organdan almalıdır. Birleşmiş Milletler Şartı’nın 24. maddesinin 1. fıkrasına göre; ‘’Birleşmiş Milletler’in üyeleri, örgütün hızlı ve etkili hareket etmesini sağlamak için, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında başlıca sorumluluğu Güvenlik Konseyi’ne bırakırlar ve bu sorumluluk gereğince görevlerini yerine getirirken Güvenlik Konseyi’nin kendi adlarına hareket ettiğini kabul ederler.’’ Bu madde gereği uluslararası hukukta barış ve güvenliği sağlayacak ve mevcut barışı koruyacak birincil organ Güvenlik Konseyi olarak kabul edilmiştir. NATO Washington Zirvesi’nde Birleşmiş Milletler’i yok sayarak, kurucu antlaşmasının 1. maddesinde belirtilen Birleşmiş Milletler’e sadık kalacağı ilkesini ihlal ettiği gibi Birleşmiş Milletler Şartı’nın 24. maddesini de ihlal ederek kendini uluslararası barış ve güvenliği sağlama konusunda birincil organ yerine koymuştur. Bu ihlalin yanı sıra; NATO, Şart’ın kuvvet kullanma yasağına getirdiği istisnalardan birini açıklayan 42. maddeyi de ezmiştir. Bu maddeye göre kuvvet kullanabilme yetkisi ancak ve ancak bir Güvenlik Konseyi kararı ile verilebilir. Uluslararası hukukun bahsedilen gereklilikleri dahilinde NATO’nun Kosova müdahalesi, Güvenlik Konseyi kararı ile müdahale edebilme yetkisine erişmediğinden, doğru otorite kriterine uygunluk göstermemektedir.
Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesine göre; taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da kendilerine yöneltilen herhangi bir saldırıda Birleşmiş Milletler’in 51. maddesi gereğince kendilerini bireysel ya da toplu meşru müdafaa şeklinde savunacaklardır (North Atlantic Treaty Organization, 1951). Antlaşma’nın 5. maddesinde de yer aldığı gibi, Birleşmiş Milletler Şartı’nda meşru müdafaa hakkı kuvvet kullanma yasağı için istisnai bir durumdur. NATO müdahalesini meşru kılan bir kısım yazar; bölgedeki çatışmanın büyüyüp NATO’ya üye komşu devletlere yayılacağı düşüncesi ve bu durumda da Güvenlik Konseyi’nde konu hakkında alınacak herhangi bir müdahale kararında Rusya ve Çin’in veto edeceği endişesi ile müdahale edildiğini; dolayısıyla müdahalenin bir nevi meşru müdafaa hakkı çerçevesinde gerçekleştiğini belirtmişlerdir. Ancak Şart’ın 51. maddesine göre bir devletin ya da devletler topluluğunun meşru müdafaa hakkını kullanabilmesi için silahlı bir saldırıya hedef olması öncelikli bir şarttır (Pazarcı, 2018, s. 557). Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin NATO’ya üye devletlere herhangi bir kuvvet tehdidi veya kuvvet içeren müdahalesi bulunmadığından Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesi geçerlilik kazanmamakta ve NATO’nun müdahalesi 51. madde gereğince de meşru kabul edilmemektedir. Ancak yine müdahaleyi hukuken meşru gören bir kısım hukukçu ve yazar 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 3. maddesini ileri sürmektedir (Çagırga & Özkerim Güner, 2015, s. 85). Bu maddeye göre ‘’soykırım’’ fiili cezalandırılacak bir eylemdir (Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, 1951). Müdahaleyi hukuken meşru gören hukukçu ve yazarlar, Sırpların, Kosova’daki Arnavutlara yönelik bir soykırım hedefi olduğu gerekçesiyle NATO tarafından cezalandırıldığını ve bunun uluslararası hukuka uygun olduğunu ileri sürmektedirler. Fakat bu görüşe sahip hukukçu ve yazarların bir meşruiyet belgesi olarak kullandıkları Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 8. maddesine göre; “Sözleşmeci Devletlerden herhangi biri, soykırım fillerinin veya Üçüncü maddede belirtilen herhangi bir fiilin önlenmesi ve sona erdirilmesi için gerekli gördükleri takdirde, Birleşmiş Milletlerin yetkili organlarından, Birleşmiş Milletler Şartı’na göre harekete geçmesini isteyebilir” (Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, 1951). Dolayısıyla Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, bir devlete silahlı kuvvet kullanarak müdahale edilebilmesi için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden karar alınması gerekliliğini ortadan kaldırmaz (Çagırga & Özkerim Güner, 2015, s. 86). Aksine bahsi geçen Sözleşme, 8. maddesinde ifade edildiği üzere, Birleşmiş Milletler ile kuvvet kullanımı konusunda iş birliğine gitmiştir (Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, 1951).
Uluslararası hukukun bahsedilen normları ve antlaşmaları yönünde; NATO’nun Kosova müdahalesi, Birleşmiş Milletler Şartı’nın kuvvet kullanma yasağına getirdiği iki istisnai duruma sahip olmadığından ve Şart’ın 2. maddesinde açıklanan kuvvet kullanma yasağını ihlal ettiğinden hukuken meşru değildir.
NATO’nun Kosova müdahalesindeki amacı; büyük çapta etnik temizliği, göçe zorlamayı, insan hakları ihlallerini ve bir insani krizi durdurmaktı. Bu amaçlarıyla NATO müdahalesi Koruma Sorumluluğu doktrinindeki “doğru amaç” kriterine uygunluk göstermekteydi. Ancak 2008 yılında Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi, NATO’nun amacının doğruluğunu sorgulatmıştı. Bu bağımsızlık ilanı ardından NATO’nun asıl amacının Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü bozmak olduğu ileri sürülmüş ve bu yüzden uluslararası hukuka aykırı görülmüştü. Buna karşı, Kosova bağımsızlığının bölgede tekrar bir çatışma çıkmaması ve bölgede sağlanan barışın kalıcı olması adına gerekli olduğu ve yeniden inşa sorumluluğu gereğince ilan edildiği görüşü de uluslararası toplumda yaygındı (Acar, 2015, s. 128).
Bahsedilen Birleşmiş Milletler Şartı maddeleri, Güvenlik Konseyi kararları ve NATO müdahalesinin meşruluğu konusunda ikiye ayrılan görüşler insani müdahale kavramının uluslararası hukukta eksik düzenlendiği gerçeğini ortaya çıkarmış ve Koruma Sorumluluğu doktrininin oluşmasını sağlamıştır. Koruma Sorumluluğu raporunun hazırlanmasında en önemli etken Kosova’da yaşanan insani krizler ve bunun sonucunda yaşanan NATO’nun Kosova’ya “insani müdahalesi” olmuştur (Arsava, 2011, s. 105).
5. Sonuç
Kosova’da, Arnavutlar ve Sırplar arasındaki çatışma, eski çağlarda başlamıştır. Bu çatışmanın sebebi, Kosova’nın Osmanlı hakimiyetine kadar yalnızca etnik köken sebepliyken, Osmanlı hakimiyetinden sonra buna din çatışması da eklenmiştir. Bu çatışmaların sebep olduğu, Kosova’nın paylaşılamama durumu, birçok insanın göçe zorlanmasına ve hatta ölmesine yol açmıştır. Tito döneminde olduğu gibi, Kosova, kimi zaman diğer yıllara nazaran stabil dönemler geçirse de bu dönemler uzun sürmemiş ve iki milletin milliyetçiliği ve uluslararası toplumunun bölgeye ilgisizliği, 1998’deki iç savaşa neden olmuştur. Bu iç savaş, 1999 yılında, NATO’yu bölgeye çekmiştir.
NATO’nun 1999’da Kosova’da gerçekleştirdiği müttefik güç harekâtı insani ve hukuki açıdan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararı olmadığı için tartışmalı bir konumdadır. Müdahaleyi gerçekleştirenler her ne kadar meşrulaştıracak durumları öne sürse de hukuki açıdan direk olarak geçersiz olduğunu savunanlar da mevcuttur. İnsan haklarını koruma ve Birleşmiş Milletler’in rolü Kosova müdahalesinde kendini gösteren bir başka husustur. İnsan haklarını korumada Birleşmiş Milletler sorumlu olduğu halde aldığı kararlarla Kosova’da başarılı olamadığı için NATO müdahale gerçekleştirme kararı almıştır. Lakin NATO’nun Kosova’ya “insani” duygularla olduğu iddia edilen müdahalesi uzun yıllar tartışma konusu olmuştur. İnsan haklarının fazlaca ihlalini, Sırpların Arnavutları göçe zorlamasını ve Sırpların kanıtlanmış olmasa da “At Nalı Operasyonu” adı altında Arnavutları yok etme girişiminde olmaları nedenlerini ileri sürerek müdahalede bulunan NATO; bu olumsuz sonuçları bastırmak istemiş, ancak müdahale ile beraber çok sayıda sivil hayatını kaybetmiş, bölge bombalarla çok fazla tahrip edilmiş ve daha fazla insan göç etmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla NATO orantılı bir güç kullanmadığından bu müdahaleyi “insani” duygularla gerçekleştirdiği konusu şüphelidir. Bununla beraber NATO; uluslararası hukukun temeli olan Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2/4. Maddesindeki kuvvet kullanma yasağını, yine Şart’ta belirtilen iki istisnaya da sahip olmayarak, çiğnemiştir. Sonuç olarak NATO’nun Kosova müdahalesi her ne kadar ‘’insani müdahale’’ kavramı ile yapılmış olsa da müdahalenin insaniliği tartışmalıdır ve müdahale uluslararası hukuk gereği meşru değildir. Ayrıca uluslararası hukukta “insaniliği” çokça tartışılan ve böylece literatürdeki eksiklikleri ortaya çıkaran bu müdahale; Koruma Sorumluluğu doktrininin oluşmasında etkili olmuştur.
Özge İrem AYDIN
Gülcere NİŞANGAH
Dilek YILMAZ
Uluslararası Örgütler Staj Programı
Kaynakça
Acar, Z. S. (2015). Doktrinleşme Sürecindeki İnsani Müdahale: Nato’nun Kosova Müdahalesi ve Koruma Sorumluluğu Kavramı. Ege Stratejik Araştırmalar Dergisi, 6(1), 113-131.
Agolli, G. (2019). Kosova Sorunu Örneğinde Sırp ve Arnavut Milliyetçilikleri. Ankara Üniversitesi Akademik Arşiv Sistemi: https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12575/68896 adresinden alındı
Alpkaya, G. (1999, Haziran). NATO Müdahalesi Üzerine. Tartışma Metinleri 15.
Arsava, F. (2011). Egemenlik ve Koruma Sorumluluğu. Gazi Üniversitesi Hukuk Dergisi, 15(1), 101-124.
Bağbaşlıoğlu, T. (2016). İnsani Müdahalenin Meşruiyeti ve Kosova Müdahalesini Yeniden Düşünmek. E. Akıllı (Dü.) içinde, Türkiye’de ve Dünyada Dış Yardımlar (s. 140-152). Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
Baş, N. (2009). Kosova Sorununun Ortaya Çıkışı ve Balkanlar Üzerine. http://tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS00714.pdf adresinden alındı
Birleşmiş Milletler Antlaşması. (1945, Haziran 26). İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı Web Sitesi: https://inhak.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/2212020141836bm_01.pdf adresinden alındı
Chomsky, N. (1999). Kosovo Peace Accord. Z Magazine.
Çagırga, S., & Özkerim Güner, N. (2015). İnsanİ Müdahalenin Hukuka Uygunluğu Sorunu. İzmir Barosu Dergisi(3), 69-100.
Çevikbaş, A. (2011). Müttefik Güç Harekâtı İnsani Müdahalelerin Bir İstisnası mıdır? NATO’nun Kosova’ya Yönelik Harekâtının Uluslararası Hukuk ve Askeri Bakış Açılarından Değerlendirilmesi. Savunma Bilimleri Dergisi, 10(2), 18-57.
Erler Bayır, Ö., & Sönmezoğlu, F. (2014). Dış Politika Analizinde Temel Öğeler. F. Sönmezoğlu, & Ö. Erler Bayır içinde, Dış Politika Karşılaştırmalı Bir Bakış (s. 5-44). İstanbul: Der Yayınları.
Ertuğrul, Ü. E. (2007). İnsani Müdahale(!). Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu: https://www.ayk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/EL%C3%87%C4%B0N-ERTU%C4%9ERUL-%C3%9Cmm%C3%BChan-%C4%B0NSAN%C4%B0-M%C3%9CDAHALE-.pdf adresinden alındı
Ertuğrul, Ü. E. (2016). Koruma Sorumluluğu: İnsani Müdahaleyi Makyajlamak. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 20(2), 441-470.
Gündüz, A. (2018). Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı . A. Gündüz içinde, Milletlerarası Hukuk (s. 643-646). Savaş Yayınevi.
Human Rights Council. (2020). https://www.ohchr.org/Documents/HRBodies/HRCouncil/HRC_booklet_EN.pdf adresinden alındı
International Commission on Intervention and State Sovereignty. (2001). The Responsibility To Protect. Kanada: International Commission on Intervention and State Sovereignty.
Kor, Z. T. (2004). NATO’nun Washington Zirvesi’yle Yenilenen Kimliği. Anlayış Aylık Siyaset, Ekonomi, Toplum Dergisi.
Levent, Z. (2013). Tarihi Süreçte Kosova. Atatürk Yolu Dergisi, 13(52).
North Atlantic Treaty Organization. (1951, Haziran 19). https://www.nato.int/cps/en/natohq/official_texts_17265.htm adresinden alındı
Oduncu, T. (2019). 1999 Kosova Krizi ve NATO’nun Kosova Müdahalesi. Bucak İşletme Fakültesi Dergisi, 2(1), 1-15.
Oğultürk, M. C. (2014). Kosova’nın Bağımsızlık Süreci Kapsamında ABD Dış Politikasının Analizi. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 10(19).
Pazarcı, H. (2018). Uluslararası Hukuk. Ankara: Turhan Kitabevi.
Pekyardımcı, E. B. (2006). İnsancıl Müdahale Kavramı ve Kosova Sorunu. Ankara Üniversitesi Akademik Arşiv Sistemi: https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/28641/2935.pdf?sequence=1 adresinden alındı
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi. (1951, Ocak 12). Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü: https://diabgm.adalet.gov.tr/arsiv/sozlesmeler/coktaraflisoz/bm/bm_11.pdf adresinden alındı
Taşar, M. M. (1999, Ocak). Kosova Arnavutlarının Bağımsızlık Mücadelesi. Ülke Dergisi(33).
Ural, S. (2014). Balkanlarda Aşırı Milliyetçiliğin Gölgesinde Kosova ve Bağımsızlık. Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi: https://dergipark.org.tr/tr/pub/jiss/issue/25892/272858 adresinden alındı