Güneydoğu Asya’nın meşhur “Muson Yağmurları”nın dahi temizleyemediği kan banyolarına sıklıkla sahne olmuş ülkelerinden biri olan Myanmar (sömürge dönemindeki ismiyle Burma ya da Birmanya) kritik önemi olan bir seçime sahne olmuştur. Siyasi tarihi askeri darbeler, ülkeyi bu darbeler ile karşı karşıya bırakan silahlı çatışmalar ve iç savaş ile yazılmış olan Myanmar, 50 yılı aşkın bir süredir “kesintisiz” olarak ordunun bizzat ya da dolaylı yoldan yönetimine sahne olmaktadır. Nitekim 1962 yılından 2011 yılına kadar geçen süreç, Myanmar Ordusu’nun doğrudan yönetimine sahne olurken; 2011 yılından bu yana da “ordunun desteğine sahip” ve eski bir general olan Thein Sein’in devlet başkanlığında Dayanışma ve Kalkınma Partisi (USDP) ülke yönetimini “ordu” ile birlikte gerçekleştirmektedir. 8 Kasım 2015 Pazar günü ise ülke tarihinde önemli bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Zira bu tarihte, 25 yıl aradan sonra ilk kez “nispeten özgür ve demokratik” bir seçim yapılmasına izin verilmiş ve ülkedeki en önemli muhalif hareket olan Aung San Suu Kyi’nin liderliğindeki “Demokrasi için Ulusal Birlik Partisi (NLD)” başta olmak üzere toplam 91 adet siyasi partinin “parlamento ve bölge meclisleri”nin belirleneceği “genel seçimlerde” yarışmasına izin verilmiştir.
Myanmar, stratejik anlamda çok önemli bir bölgede yer almaktadır. Andaman Denizi ile Bengal Körfezi arasında bir noktada bulunan ülke, Çin ve Hindistan gibi iki “küresel güç” ile sınır komşusu konumundadır. Bangladeş, Laos ve Tayland ise ülkenin diğer komşularıdır. Bengal Körfezi-Andaman Denizi geçişini kontrol ettiği için, özellikle Çin’in deniz ticaret filosunu ve enerji aktarım hattını kontrol etme imkânı sunan Myanmar, aynı zamanda dünya toplam ticaret filosunun yarıya yakınının kullanmak zorunda olduğu “Malakka Boğazı”nı da yakından takip etme kabiliyetine sahiptir. Myanmar, aynı zamanda Çin’in tehdit algıladığı güney sınırının bir bölümünü oluşturduğu için Pekin’in “güvenlik algılamasında” çok önemli bir yere sahiptir. Çin, bu ülkenin her daim kendi müttefiki olmasını istemekte ve bu bağlamda Naypyidaw’a baskıda bulunmaktadır. Myanmar, Soğuk Savaş boyunca Çin’in müttefiki olmuştur. Son yıllarda ise bu görüntü değişmektedir. Nitekim Soğuk Savaş döneminde ABD ile Çin arasında SSCB’ye karşı kurgulanmış olan bölgesel işbirliği sona ermiştir. ABD, en önemli rakibi olarak gördüğü Çin’e karşı Güneydoğu Asya’da müttefik kazanma yolunu tercih etmekte ve bu çerçevede Pekin’in “güvenlik bölgesinde” yer alan Myanmar, Washington için önemli bir potansiyel olarak görülmektedir. ABD, Myanmar’ı ekonomik ve ticari anlamda önemli bir merkez haline getirerek, bu ülkeyi, Çin’e karşı uyguladığı “bölgesel çevreleme” stratejisinin önemli bir halkası yapmak istemektedir. Bunun için ise, Myanmar’daki otoriter askeri yönetimin sonlanmasını ve demokratik bir yönetim anlayışının oluşturulmasını şart koşmaktadır. Myanmar, tarihsel ve siyasal anlamda Çin’den pek hazzetmemektedir. Ülke tarihi, çeşitli isimler altında Çin ile yapılan siyasal mücadeleler ve 19. yüzyıldan itibaren teşkilatlandırılan “İngiliz sömürge yönetimi” ile anlamlandırılabilir. Şimdi, kıta dışı bir aktör tarafından (ABD), kendisi için her daim büyük bir tehdit olmuş Çin’e karşı “stratejik bir işbirliği” seçeneği sunulmuş olması ve üstelik bu teklifin bir parçasının da ekonomik ve sosyal gelişmeyi hızlandıracak bir şekilde kurgulanmış olması, Myanmar Ordusu tarafından olumlu olarak görülmektedir. Ordu, demokratik dönüşüm sürecini bizzat kurgulayarak, ülke içerisindeki rolünü “olumlu” anlamda dönüştürmek istemekte ve bunun yanı sıra ülkenin siyasal işleyişinde kendisine ait ve toplumsal manada meşrulaştırılmış “özerk” bir yer edinmeye çalışmaktadır. Washington da bu yönde Myanmar’a ciddi destek vermektedir. Öyle ki, ülkede medyaya uygulanan baskı ve sansür engellenememesine, başta Rohingyalı Müslümanlar (Arakanlı Müslümanlar) olmak üzere etnik ve dini azınlıkların büyük bir bölümüne seçme/seçilme hakkı tanınmamasına, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik baskılara ve “Nobel Barış Ödülü” sahibi muhalif lider Aung San Suu Kyi başta olmak üzere birçok muhalif isme karşı gerçekleştirilen “hukuk dışı” uygulamalara karşın, ABD’nin Myanmar’a olan desteği devam etmektedir.
Myanmar genel seçimleri, ülke parlamentosunun alt ve üst kanatlarını oluşturan 664 milletvekilliğinin yanı sıra, eyalet ve bölge meclislerinin üyelerinin de yeniden belirlenmesini sağlayacaktır. Seçilecek milletvekilleri 5 yıl görev yapacaktır. Ülkenin 51 milyon olan nüfusunun, oy verme yeterliliğine sahip 30 milyonunun Seçim Komisyonu’nun açıklamasına göre %80’i “oy kullanarak” irade beyanında bulunmuştur. Parlamentonun %25’i (166 sandalye) ise Myanmar Ordusu tarafından tespit edilecek isimlere ayrılmıştır. Yani bu sandalyeler “doğrudan atama” yöntemiyle tespit edilecek ve ordunun siyasal işleyişteki belirgin rolünü yansıtacaktır. Rohingyalı Müslümanların yaşadığı Arakan Eyaleti başta olmak üzere, çok büyük bir bölümünde Budist olmayan ya da Myanmar Ordusu ile “iyi geçinemeyen” etnik azınlıkların yaşadığı 300 seçim bölgesinde yaşayan insanlara “seçme ve seçilme hakkı” verilmediği için, bu bölgeler seçimlerin dışında tutulmuştur. Rohingyalı Müslümanlar, Myanmar tarafından, “Bangladeş’ten gelen mülteciler” olarak görülüp, onlara “vatandaşlık hakkı” dahi verilmemesi ve ülke toplumunun büyük bir bölümünü oluşturan Budistlerin de bu durumu onaylıyor olması, Myanmar Ordusu ve Thein Sein’in başkanlığındaki hükümetin elini rahatlatmaktadır. Başkanlık sistemi ile yönetilen ülkenin anayasasına göre, parlamentodaki koltuklardan 3’te 2’den fazlasını kontrol eden parti, hükümeti kurmaya ve devlet başkanını belirleme yetkisine sahiptir. Seçimlerde yarışan 91 parti içerisinde toplum tarafından “en muteber” görülenleri Aung San Suu Kyi’nin lideriğini yaptığı Demokrasi için Ulusal Birlik Partisi (NLD) ile devlet başkanı Thein Sein’in liderliğindeki, Myanmar Ordusu destekli Birlik, Dayanışma ve Kalkınma Partisi (USDP)’dir. Ne var ki, NLD iktidara gelse dahi, ordunun kontrolü bu partiye devretmeyeceğine ve tıpkı 1990’daki “nispeten özgür” seçimlerde olduğu gibi kontrolü yeniden ele alıp, Suu Kyi başta olmak üzere birçok muhalif ismi “ev hapsine alacağına” (Suu Kyi, 20 yıl kadar ev hapsinde yaşamıştır) ya da “sürgüne göndereceğine” dair bir korku da yaşanmaktadır. Zira ABD başta olmak üzere, Batılı ülkelerin ciddi desteğine sahip olan Aung San Suu Kyi ve partisi NLD’nin, tıpkı 1990 seçimlerinde olduğu gibi, seçimlerden zaferle çıkması beklenmektedir. Myanmar Ordusu, bu gerçeğin farkında olduğunu gösterecek şekilde, ülke anayasasını yeniden yazarken, “eşi” ya da “çocukları” yabancı bir ülke vatandaşı olan isimlerin devlet başkanlığı koltuğuna oturamayacağına dair bir ibareyi metne eklemiştir. Bu maddenin, vefat etmiş olan eşi ve iki çocuğu “İngiltere vatandaşı” olan Aung San Suu Kyi’nin devlet başkanlığını engellemek için konduğu konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Yani, Suu Kyi ve partisi seçimlerden zaferle çıksa ve Myanmar Ordusu da Genelkurmay Başkanı Ming Aung Hlaing’in “söz verdiği gibi” sürece müdahil olmasa dahi, Suu Kyi değil, onun ve partisinin tespit ettiği bir isim devlet başkanlığı koltuğuna oturmak zorunda kalacaktır.
Bu satırlar yazıldığı esnada seçim sonuçları henüz açıklanmış değildi. Ne var ki, bahsedilen şartlar altında dahi Aung San Suu Kyi ve partisi NLD’nin seçimleri kazanacağı ortadadır. Önemli olan ise Myanmar Ordusu’nun “söz verdiği” gibi sonuçları kabul edip etmeyeceği gerçekliğidir. Eğer, ordu sonuçları içerisine sindirir ve kendi yazdırdığı anayasada tanımlanmış “özerk” konumu kabul edip siyasete olan müdahalesini sınırlandırırsa Myanmar’daki “demokratik dönüşüm” anlamında dramatik bir adım atılmış olacaktır. Kuşkusuz bu durum, ülkeyle olan ilişkilerini Myanmar Ordusu ile kurduğu bağlar üzerinden şekillendiren Çin’in işine gelmeyecektir. Pekin, güney güvenlik kuşağına Washington tarafından yapılan bu müdahalenin “boşa çıkması” için, ordunun yeniden siyasete müdahale etmesini isteyecek ve orduyu bu yönde “cesaretlendirebilecektir”. Zira böylece, olabildiğince demokratik bir Myanmar arzulayan Washington ile Naypydaw’ın arası yeniden açılabilecek ve ABD’nin Çin’e karşı kurgulamak istediği “çevreleme stratejisi”nde bir boşluk doğabilecektir. Arakanlı Müslümanların (Rohingyalılar) statüsü ise, kısa/orta vadede değişebilecek gibi görünmemektedir. Zira seçimleri kazanması beklenen Suu Kyi ve onun destekçisi ABD’nin önceliği, Arakanlı Müslümanlar değildir.