Kıbrıs’ta müzakerelerin resmi olarak her ne kadar 1968 yılında başladığı söylense de gayri resmi başlama tarihi 1 Ocak 1964. O sabah Makarios ile rahmetli liderimiz Dr. Fazıl Küçük’ün, yüz yüze barikatların karşılıklı olarak kaldırılması konusunun görüşmesi ile başlamıştı gõrüşmeler.
Makarios,- herhalde yılbaşı kutlamalarında şarabı fazla kaçırmış olmalı ki- önce 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nı “iptal ettiğini” açıklamış sonra da rahmetli liderimiz ile görüşmeye oturmuştu. Sonrasında garantör devletler olan Türkiye ve İngiltere Makarios’a, “senin böyle bir yetkin yok, Anayasayı iptal edemezsin, gelir tekrardan anayasayı yürürlüğe koyarız” deyince öğleye doğru çark etmiş, yanlış anlaşıldığını savunarak anayasayı iptal kararını geri almıştı.
Almaya almıştı ama kafasına da, Kıbrıs adasının tümüne hakim olmak, Türkleri adadan atmak ve 1950 yılında Başpiskoposluk yemini ederken adayı Yunanistan’a bağlamak için verdiği yemine sadık kalmayı taktığı için, adayı kan gölüne döndürmüş, Türklere soykırım uygulaması başlatmıştı.
Türkiye’nin müdahalesi, Kıbrıs konusuna koyduğu ağırlıktan ve Yunanistan’a verdiği ültimatomdan sonra Kıbrıs sorunu ile ilgili ilk görüşme 3 Haziran 1968 günü Beyrut’ta yapıldı.
Makarios 1960 Anayasasında Kıbrıslı Türklere verilen hakların tümünü kaldırmak, Kıbrıslı Türkleri azınlık statüsüne sokmak ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yapısını üniter bir Rum devletine dönüştürmek amacı ile görüşmeleri sürdürmek isterken, Kıbrıslı Türkler sadece ortaklıklarının devam etmesini ve güvenlik içinde yaşamayı istiyorlardı.
Kıbrıslı Rumlar BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarihinde aldığı 186 numaralı geçici kararla adanın tek tanınan devleti payesini ele geçirince müzakereleri kendi istekleri yerine gelene kadar sürdürme politikası gütmeye başladılar.
Bu nedenle de müzakereler lastik gibi uzayarak günümüze kadar geldi. Rumlar uluslararası tanınan devlet olmak statüsünü ve olanağını, suiistimal derecesine varacak sekilde sonuna kadar kullanabildikleri için de müzakerelerin nereye kadar süreceği ve nerede duracağı hala belli değil.
Makarios’un 1972 yılında, Kıbrıs adasının Karpaz bölgesinde, o dönemin en büyük Rum köylerinden bir tanesi olan Yeni Erenköy (Yalusa) köyündeki mitingde söylediği “Türklerle yaptığımız müzakereleri, Türkiye’nin batışına kadar sabırla sürdüreceğiz ve Türkiye’ye batarken bir tekme de biz vurup adayı tamamen ele geçireceğiz” görüşüne sıkı sıkıya bağlı kalan halefleri, bu güne değin bu tavsiyeyi tuttular ve müzakereleri sonuç alınmayacak şekilde, “Türkiye’nin batışını beklemek” hedefi ile sürdürdüler.
Bu nedenle de müzakerelerde ne hakem istiyorlar, ne de zaman takvimi.
Ama Rumların tüm beklenti ve dualarına karşın Türkiye batacağına Yunanistan battı. Herhalde dualar yanlış yere gitti ki, şimdi de Kıbrıs Rumları batmanın eşiğine geldiler.
Etme bulma dünyası demişler. Kıbrıslı Türklerin tabiri ile “Allah yukarıda gonnara toplamıyor”. İlahi bir adaleti var ve Kıbrıs Rumları şimdi 1963-1974 yıllarında Kıbrıslı Türklere uyguladıkları soykırımın bedelini ödüyor.
Bölgenin gerek ekonomik, gerekse de askeri ve politik olarak en güçlü devleti olan Türkiye’nin AKP hükümeti, iki yıl evvel müzakerelerin bir son çizgisi olması gerektiği görüşünü ortaya attı ve çeşitli platformlarda bu görüşü sık sık dile getiriyor.
Aynı şekilde 18 Nisan 2010 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilen Dr. Derviş Eroğlu da, seçildiği günden itibaren müzakerelerin ucunun açık devam edemeyeceğini ve bir son tarih konulması gerektiğini dile getirmeye başladı.
Mayanın artık tuttuğu gözüküyor.
BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Aleksander Downer’ın dün yaptığı açıklamada günümüzden 2013 Rum Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar hiçbir prosedür olmazsa Türk tarafının müzakerelere, yeni şartlar koymak üzere geleceğini dile getirmesi, Mart 2013’de yeniden başlaması planlanan Kıbrıs müzakerelerinde, Türk tarafının konumunun bu günkünden çok farklı olacağını ve müzakereler belli bir süre içinde bitirilemezse KKTC’nin masadan farklı bir kimlikle kalkacağına işaret etmekte, hem de resmi BM ağzından.
Şayet bu gerçekleşirse, Kıbrıs Türk tarihinde ve Türkiye’nin dış politikasında çok önemli bir gelişmeye kapı açılacak.
Prof. Dr. Ata ATUN
Yakındoğu Üniversitesi Öğretim Üyesi