Tarihin tekerrürü hep ilgi çekici olmuştur. Bugünde bir tarih tekerrür ediyor dersek çok yanılmış olmayız. Ben daha yeni doğmuşken Irak’ta yaşananların benzeri bugün Suriye’de yaşanıyor. Mağdur olan, edilen insanlar var. Türkiye bunlara kucak açıyor ve komşuluğunu elinden geldiği kadar yapıyor. Hatta fazlası yapıldığı bile iddia ediliyor.
Suriye’de bir yılı aşkın süredir devam eden iç çatışmalar neticesinde, binlerce Suriyeli ülkesini terk etti. Milyonlarcası ise evlerinden oldu. Burada Türkiye’nin tutumu elbette belirleyicidir. Çünkü bu “evsizlere” destek olmayı, onların ihtiyaçlarını karşılamayı, hem akrabalık bağımızın olduğuna hem de komşuluk bağlarımızın olduğuna dayanarak kabul ettik.
Suriye’den yaklaşık bir yıldır ülkemize gelen insanların sayısı, resmi olmayan rakamlarla, geçtiğimiz hafta yüz bini geçti. Resmi açıklanan rakamlar ise bunun hayli altında, altmış altı bin civarında olduğu ve sürekli arttığına yönelik. Kilis, Hayat gibi Güney ve Güney Doğu illerinde bulunan ve sürekli yayılan bu kamplarda ki yaşam şartları, Türkiye’nin gündemine oldukça sık gelmiştir. Bazı çevrelerce bu kamplara yapılan yardımların kendi uyruklarına yapılmadığı ve buraya harcanan paraların ve ayırılan harcırahların nerelerden geldiğine dikkat çekişmiş ve eleştirilmiştir. Resmi olmayan, bölgeden alınan istihbaratlarla bu kamplara harcanan paranın yaklaşık 600 milyon $ civarında olduğu ve bu paranın büyük kısmının Suriye’yi destekleyen uluslararası aktörlerden finanse edildiği söylenmektedir. Tabi ki bu sıcak para girişinin ülke cari açığını etkilememesi için, döviz kurunun yükseltilmesine de olanak sağlanmıştır. Bunun çok basit bir örneğini, Merkez Bankası’nın son üç aylık döviz kurları incelendiğinde görmek mümkündür. Bu kampların ekonomik etkilerinin yanında siyasi etkilerinden de söz etmek mümkündür.
Siyasi olarak Türkiye gündemi bu sıralar yalnızca teröre odaklanmıştır. Türkiye’deki terörün durumu vs. ile ilgilenmek bu yazının sınırlarının dışındadır. Ancak bu kamplardaki mültecilerin ve aralarına sızmış olan ajanların terör ile doğrudan bağlantısı vardır. Bu yazının temel amacı da buna dikkat çekmektir. Gaziantep’te yaşanılan “terör saldırısı” bu meyandadır. Terör örgütüne yakınlığı ile bilinen, hatta resmi yayın organı sayılan ANF haber ajansı bayram günü yapılan saldırıdan sonra olayın PKK tarafından yapılmadığını ve KCK yürütme konseyi tarafından bayramda eylemsizlik kararı alındığını duyurmuştur. Bu karşı bir propaganda da olabilir. Ancak olayların gelişimi bu yönde değildir. Antep Valisi, olayın hemen ardından sorumluları PKK olarak tanıtmış ve birkaç gün içerisinde de bir teröristin kimliği açıklanarak, saldırının sorumlusu olduğu söylenmiştir. Ancak bu açıklamaların, aceleyle yapılmış ve bazı şeylerden kaçarak yapılmış olduğu ortadadır. Nitekim Türkiye kamuoyu tatmin olmamıştır. Bombacı diye adlandırılan teröristin, yine ANF tarafından yapılan açıklama, daha önce herhangi bir eylemde bulunmadığı ve eylemsizlik kararına riayet edildiğine ilişkin haberler mevcuttur. Burada sorulabilecek soru şu olabilir; devletin kaynaklarına mı yoksa terörün kaynaklarına mı güvenilmeli? Buna cevap olarak da Suriye’deki isyancı, muhalif, terörist ne derseniz deyin, desteklenmeye devam edilmesi ve hatta Türkiye tarafından bazı operasyonlarda bulunulmaya devam edilmesi, Suriye’nin de karşı atağa geçmiş olma ihtimali, bu olası hareketin hükümeti zor durumda bırakacağı ve artık desteğin kesilmesi… Bunun gibi onlarca neden sayılabilir.
Türkiye, Suriye’de çok şey kaybetmiştir. Ve kaybetmeye de devam edecektir. Çünkü mültecilere uygulanan politikalar bunun altyapısını hazırlamaktadır. Örneğin, Malatya’ya yerleştirilmiş 3000’e yakın Suriyeli mülteci… Bu insanların her birini mağdur olarak görmek fazla iyimserlik olacaktır. Yine bölge kaynaklı istihbaratlar ışığında, Malatya’daki yabancı nüfusunun hayli arttığı söylenebilmektedir. Demem o ki bölgede özellikle, terörün yaygın olmadığı, bölgelerde yeni eylemler ve saldırılar olacaktır. Bu çok büyük bir sacayağının yalnızca bir parçasıdır. Bu olaylar elbette bir etkene bağlı değildir, PKK, Suriye, Irak, İran gibi onlarca aktör sayılabilir. Ancak şu öngörüden de kendimi almak mümkün değildir. Bizler Suriyeli “evsizlere” kucak açtıkça evimizdeki insanlarımız evsizleşmeye mahkum olacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye Suriyeli mülteciler konusundaki politikalarını gözden geçirmeli ve artık dış kapıdan önce, kendi iç meselelerine odaklanmalıdır.
Onur YILDIZ
Selçuk Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü