Mısır’da gerçekleştirilen askeri darbenin üzerinden 1,5 ay geçti. Müslüman Kardeşler’in Muhammed Mursi önderliğinde ülkeyi İslami bir yönetim tarzına yönlendireceği endişesi, askeri darbenin arkasındaki görünür sebep olarak gösterilse de, bu müdahalenin arkasında başkaca faktörler bulunduğu da ortadadır. Başkent Kahire başta olmak üzere birçok Mısır şehrinde binlerce Müslüman Kardeşler destekçisinin hayatına mal olan ve tüm şiddeti ile devam eden darbe sürecinin nasıl sonlanacağı ve beraberinde neler getirebileceği tam olarak kestirilemese de, darbeye destek veren ve onu meşrulaştırmaya çalışan iç ve dış aktörler olduğu ortadadır.
Abdülfettah El Sisi önderliğindeki Mısır Ordusu’nun, Mursi karşıtı muhalefetin Tahrir Meydanı başta olmak üzere birçok mekânda gerçekleştirdiği protesto gösterilerinden rol çalarak, süreci darbe ile sonlandırması, ordunun Mısır siyasetindeki etkin konumu ile yakından alakalıdır. Mısır Ordusu, Arap Baharı öncesinde, Mübarek destekçisi siyasiler, bürokratlar ve yargı ile birlikte ülke siyasetini yönlendiren en önemli aktör konumundaydı. Mursi’nin devlet başkanlığına seçildiği tarih olan 2012’ye dek ülkeyi yöneten Abdülnasır, Sedat ve Mübarek’in Mısır Ordusu’ndan yetişen isimler olması bu durumun en önemli göstergesidir. Ordunun en önemli özelliklerinden biri de ABD ve İsrail ile kurmuş olduğu ittifak ilişkisidir. 1978’deki Camp David Antlaşması’na kadar İsrail’in en önemli düşmanı olarak bilinen Mısır Ordusu, bu tarihte yapılan ve ABD’nin de garantörlük rolüne soyunduğu antlaşma bağlamında, Sina Yarımadası’nı geri almak ve ABD’nin her yıl göndereceği para yardımı karşılığında İsrail ile anlaşmayı kabul etmiştir. Nitekim o tarihten bu yana, Mısır Ordusu’nun İsrail aleyhinde herhangi bir eyleme kalkışmadığını ve ABD’nin de, şu an yıllık 1,3 milyar dolar seviyesinde olduğu belirtilen, askeri/ekonomik yardımı aksatmadan gönderdiğini görüyoruz. Mısır Ordusu generallerinin ABD’de eğitim almaları ve ordu mensuplarının ülke ortalamasının oldukça üzerinde olan ekonomik gelirleri, siyasal imtiyazları ve etkinlikleri ile birlikte düşünüldüğünde, Arap Baharı öncesinde ordunun rolü açıkça ortaya çıkmaktadır. Arap Baharı sonrasında, ordunun yıllarca baskı uyguladığı ve siyasetin dışına ittiği Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesi ve Muhammed Mursi’nin, Yüksek Askeri Konsey başta olmak üzere, ordunun siyasal etkinliğini sınırlama doğrultusunda kararlar alarak uygulaması, Mısır Ordusu içerisinde ciddi bir huzursuzluk doğurmuş ve Müslüman Kardeşler’e karşı duyulan nefretin artmasına neden olmuştur. Mursi’nin hazırlanmasına önayak olduğu anayasa taslağının yol açtığı toplumsal/siyasal huzursuzluk, Selefiler ile Müslüman Kardeşler arasındaki anlaşmazlık, Mursi’nin kendi yetkilerini arttıran kararlar almaya çalışması ve ekonominin felce uğramış olması, orduya kullanabileceği bir alan açmıştır.
Mısır Ordusu’nun gerçekleştirdiği darbenin en önemli destekçilerinden biri ABD olmuştur. Tunus, Libya, Mısır ve Suriye özelinde Arap Baharı’na destek veren Obama Yönetimi, Mısır’da, Arap Baharı sonrası oluşan Müslüman Kardeşler iktidarı ile yakın ilişkiler kurma yönünde bir irade ortaya koymuş olmasına karşın, Mursi’nin ülkede kontrolü yitirmesi ve başta Selefiler olmak üzere muhalefet gruplarının etkinliklerini arttırmalarına paralel olarak konumunu değiştirmiş ve geleneksel müttefiki Mısır Ordusu’nun arkasında mevzilenmiştir. Zira ordu seçeneği, sürprizlere açık olan muhalif gruplar ve özellikle Selefilere oranla çok daha güvenli, öngörülebilir ve hatta kontrol edilebilir bir faktördür. El Sisi liderliğindeki Mısır Ordusu’nun düzenlediği askeri darbeyi, “darbe” olarak dahi tanımlamayan ABD, geleneksel müttefikine olan desteğini açıkça ortaya koymuştur. Zira Mısır Ordusu, ABD’nin ülkedeki etkinliğini ve çıkarlarını sorgulamayacak, İsrail’in güvenliğini tehdit etmeyecek ve başta Selefiler olmak üzere ülkedeki ABD ve Batı karşıtı muhalif hareketleri gözetim altında tutabilecektir. Böyle bir seçenek varken, ABD’nin farklı bir seçim yapması düşünülemezdi. Obama, Mısır’a yapılan yıllık askeri/ekonomik yardımın, Kongre sürecinde tıkanmasını engelleme düşüncesinin de etkisiyle, “darbe” sözcüğünü telaffuz dahi etmemiştir.
Ordunun bir diğer destekçisi ise ABD’nin, Arap Ortadoğu’su özelindeki en önemli müttefiki Suudi Arabistan’dır. Suudi Arabistan, Mübarek yönetiminin de en önemli ekonomik/siyasal destekçisi olarak biliniyordu. Mısır Ekonomisi üzerinde önemli bir etkisi olan bu ülke, Mursi yönetiminin sarsılması sonrası bu ülkedeki yatırımlarının zarara uğraması endişesine kapılmıştır. Yine Muhammed Mursi’nin, Katar ile geliştirdiği ekonomik ilişkilerine paralel olarak Suudi Arabistan’ın ülke içerisindeki etkinliğini sorgulama emareleri göstermesi ve diplomatik/siyasal anlamda Mısır’ı Arap Ortadoğu’sunda Suudi Arabistan’dan bağımsız bir role büründürmeye çalışması, Suudi yöneticilerini rahatsız etmiştir. Müslüman Kardeşler’in başarısına paralel olarak, Ortadoğu genelinde bu hareketin etkinliğinin artmasından çekinen ve özellikle kendi varlığını sorgulamasından endişelenen Suudi Arabistan, Mısır’da, daha bağımsız ve kendi etkinliğini sorgulayan bir yönetimdense, Mübarek döneminden bu yana iyi anlaştığı, kendisini sorgulamayan ve ABD müttefikliği noktasında bütünleştiği Mısır Ordusu’nu tercih etmektedir. Darbeye destek veren bir diğer aktör ise, İsrail olmuştur. Mursi Yönetimi’nin kendisine yönelik belirsiz tutumundan ve Camp David Antlaşması’nı “kerhen” tanıdığına yönelik açıklamalarından rahatsız olan, din unsurunu referans olarak alan bir aktörden hoşlanmayan ve Mursi’nin iktidara gelmesinden sonra özellikle Sina Yarımadası’nda artan güvenlik risklerinden olumsuz yönde etkilenen İsrail, Mısır’daki geleneksel müttefiki ordunun gerçekleştirdiği darbeye destek vermiştir.
Mısır Ordusu’nun düzenlediği darbeye karşı eleştiriler getiren ve başta Mursi olmak üzere Müslüman Kardeşler yöneticilerinin tutuklanmasına ve meydanlarda düzenlenen katliamlara karşı çıkan, ancak, darbenin sona erdirilmesi noktasında kararsız ve etkisiz kalan aktörlere göz gezdirdiğimizde karşımıza çıkan ilk aktör AB olmaktadır. AB, Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton eliyle Mursi ve Müslüman Kardeşler yöneticilerinin serbest bırakılmasına yönelik çalışmalar gerçekleştirmesine karşın, gerek üye ülkelerin Mısır konusunda ortak bir paydada buluşamamaları, gerek ABD’nin Mısır Ordusu’na verdiği koşulsuz destek, gerekse de darbenin sürekliliği halinde Mısır Ordusu’nu tamamıyla karşısına almamak için Mısır’daki sürece diplomatik manada yeterince eğilememektedir. Arap Baharı sonrasında Ortadoğu’daki diplomatik etkinliği giderek artan ve Mursi Yönetimi’nin en önemli ekonomik destekçisi olarak bilinen Katar da darbeye ilişkin net bir tutum sergileyememektedir. ABD ve Suudi Arabistan ile olan siyasal ve ekonomik müttefikliği ve Suriye özelinde muhaliflere verdiği destek sonrası tam bir çıkmazın içerisine sürüklenmesi, Katar’ı, “darbeye karşı çıkma” noktasında tam bir belirsizliğe itmiştir. Katar, tıpkı Suudi Arabistan’da olduğu üzere, Müslüman Kardeşler Hareketi’nin kendi ülkesinde de varlık göstermesinden endişe etmektedir.
Mısır’daki darbe çerçevesinde Türkiye’nin tutumu ise oldukça net olmuştur. Arap Baharı sürecinde toplumsal muhalefete destek veren en önemli aktör olarak bilinen ve Ortadoğu’daki bölgesel etkinliğini toplum bazında meşrulaştırmayı hedefleyen Türkiye, Mısır’da Müslüman Kardeşler’in ve Mursi Yönetimi’nin siyasal/diplomatik/ekonomik anlamda en önemli destekçisi olmuştur. Bu çerçevede, Türkiye’nin darbeye karşı çıkan ve darbe yönetimi ile restleşmeye dek varan tutumunun ahlaki olduğu söylenebilir. Ancak, Gezi Eylemleri neticesinde Türkiye’ye yönelik küresel/bölgesel algıda olumsuz yönde değişimler yaşandığı için, Türk Hükümeti’nin tavrı ve söylemleri Mayıs 2013 öncesine oranla çok daha geri planda kalmaktadır.
Askeri darbe nerede olursa olsun kınanmalı ve derhal sona erdirilerek demokratik işleyişe geri dönülmelidir. Ne var ki, Mısır’da yaşanan katliamlar ve toplumun yarısını yok saymaya yönelik girişimler, Mısır Ordusu’nun darbe sonrası oluşturulan vesayet yönetimini sürekli kılmaya çalıştığını göstermektedir. Darbeyi meşrulaştırmaya yönelik bu tutum, Mursi karşıtı muhalefet içerisinde dahi anlaşmazlığa yol açmaktadır. Mursi karşıtı muhalefete ve Tahrir Meydanı’na mesaj verebilmek amacıyla, El Sisi tarafından Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı’na getirilen Muhammed El Baradey’in istifası, Mısır Ordusu ile Müslüman Kardeşler ve Mursi karşıtı muhalefetin dahi ordu ile anlaşamadığını kanıtlamaktadır. Ancak, başta ABD olmak üzere küresel ve bölgesel aktörlerin destekleyici ya da belirsizliğe varan tutumu değişmediği sürece, Mısır’daki darbe sürecinin kısa vadede sonlanması beklenmemelidir.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü