Arap Baharı dalgasının ilk duraklarından biri olan ve bu bağlamda gerçekleştirilen halk ayaklanması sonucunda Hüsnü Mübarek’in dikta yönetiminden kurtulan Mısır’da geçtiğimiz günlerde yaşanan bir gelişme, devrimin gidişatına yön verecek önemli bir mihenk taşı olma niteliğine haizdir. Zira Haziran ayında gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimleri sonrası, Mısır Devlet Başkanlığı koltuğuna oturmaya hak kazanan, ancak, Mübarek sonrası geçiş sürecine yön vermeyi amaçlayan ve gücü elinde tutan Yüksek Askeri Konsey’in, siyasal ve hukuki yönleri de bulunan baskıları sonrası Mısır’ın askeri vesayet rejimi altında yönetilmesine ciddi bir itiraz getiremeyen Muhammed Mursi’nin, seçimle gelen parlamentoyu dahi feshedebilecek bir gücü içselleştirmiş olan Yüksek Askeri Konsey Başkanı Muhammed Hüseyin Tantavi ile birlikte Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarını görevden alarak emekliye sevk etmesi, Mısır’daki siyasal dönüşüm sürecinin sivil otorite lehine kurumsallaşmaya başladığını göstermektedir. Mısır Devlet Başkanı Mursi’nin bu eylemine karşılık olarak ABD ve İsrail ile çok yakın ilişkileri olan Yüksek Askeri Konsey ve Mısır Ordusu’ndan herhangi bir itiraz gelmemesi, Mursi ile bu aktörlerin üstü kapalı bir antlaşmaya vardıklarını gösteren önemli bir delil olarak görülebilir.
Devlet başkanlığı seçimleri öncesi aday belirleme sürecine müdahale eden ve birçok ismin aday olmasını engelleyen, Mübarek döneminin son başbakanı Ahmed Şefik’i Mursi’nin karşısına aday olarak çıkaran ve yine seçim öncesi Müslüman Kardeşler’in hâkim olduğu parlamentoyu ittifak içerisinde olduğu Anayasa Mahkemesi aracılığıyla fesheden Yüksek Askeri Konsey’in gelinen noktada Mursi tarafından kolaylıkla bertaraf ediliyor olması, yalnızca Mısır halkının Yüksek Askeri Konsey’e ve orduya yön veren isimlere karşı duyduğu nefret ile açıklanamaz. Zira Mısır, Ortadoğu’ya yön veren en önemli ülkelerden biridir ve bugün Suriye bağlamında çok ciddi bir dirençle karşılaşan Arap Baharı dalgasının sürekliliğinin sağlanabilmesi noktasında çok önemli bir role sahiptir. Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkan ve Ortadoğu geneline yayılan Arap Milliyetçiliği’nin başlangıç noktasının Mısır olması, bu ülkenin bölge nezdinde sahip olduğu önemin altını çizen kayda değer bir örnektir. Bu minvalde, Arap Baharı’nın ortaya koyduğu ve halk tabanlı meşruiyete dayanan siyasal değişim sürecini destekleyen ve kendi çıkarlarına zarar vermeyecek ve hatta bu çıkarları konsolide edecek şekilde bu hareketi yönlendirmeye çalışan Avro-Atlantik İttifakı’nın Mısır gibi değerli bir ülkeyi kaybetme lüksü yoktur. Bu zamana kadar Mısır’daki değişim sürecini yönlendirme noktasında Yüksek Askeri Konsey’in önderi Muhammed Hüseyin Tantavi’yi ve Mısır Ordusu’nu kullanan ABD, bu isimlerin siyasal değişim sürecini yönlendirebilme noktasında verdikleri kararlar ve ortaya koydukları eylemler ile Mısır halkı nezdinde birer nefret objesi haline geldiklerini gördüğünden, Muhammed Mursi’nin aldığı karara herhangi bir itirazda bulunmamış ve hem Mursi’nin halk nezdindeki meşruiyetinin artmasına katkıda bulunmuş hem de ABD’yi demokratik dönüşüm sürecine aktif bir şekilde destek veren bir dış aktör konumuna sokmuştur.
Muhammed Mursi, Yüksek Askeri Konsey Başkanı, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları ile İstihbarat Şefini görevden alabilmek için uygun bir zeminin oluşmasını beklemiştir. Nitekim bu zemini yaratacak kıvılcım için fazlaca beklemesi de gerekmemiştir. Ağustos ayı başında Mısır-İsrail Sınırı’nı oluşturan Sina Yarımadası’nda yaşanan ve radikal dinci gerillalar tarafından, İsrail yanlısı olarak gördükleri, Mısır Ordusu’na karşı girişilen saldırılar sonrası 16 askerin yaşamını yitirmesi ve çok sayıda sivil ile askerin de yaralanması, Mursi’ye gerekli hamleyi yapabilme noktasında ciddi bir mevzi sağlamıştır. Muhammed Mursi, bu olaydan hemen sonra Yüksek Askeri Konsey Başkanı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ve istihbarat başkanını görevden alarak, Mısır Ordusu nezdinde ortaya çıkması olası olan gerginliği, “askeri ve istihbari başarısızlık” gerekçesiyle kılıflandırmış ve böylece uzun zamandır gerçekleştirmek istediği değişim hamlesini başlatmıştır. Yüksek Askeri Konsey Başkanı Tantavi ile Genelkurmay Başkanı Sami Annan ve kuvvet komutanları, Mısır halkı nezdinde İsrail yanlılığı ile yaftalandığı için, Mursi’nin aldığı azil kararı onun halk nezdindeki meşruiyetine artı bir puan daha yazdırmıştır. Mursi, ordunun siyasetteki rolünü azaltma yönündeki girişimi ile sivil yönetişimin güçlendirilmesini arzulayan liberal ve sol kesimlerin isteklerine cevap verirken, aynı zamanda İsrail karşıtı bir eyleme girişerek Müslüman Kardeşler ile radikal dinci Selefilere de olumlu yönde bir mesaj yollamıştır.
Tabii geçekleştirilen bu değişiklikler sonrası Yüksek Askeri Konsey’in bir kurum olarak ortadan kaldırıldığı söylenemez. Mısır Ordusu’nun Mursi’nin kararına çok büyük bir tepki göstermemiş olmasının en önemli nedenlerinden biri de bu gerçekliktir. Ne var ki, gerçekleştirilen bu değişiklikler sonrası Tantavi önderliğindeki Yüksek Askeri Konsey’in devlet başkanının yetkilerini sınırlandırma noktasında ortaya koyduğu ve Mısır Anayasası’na da yerleştirilen maddeler iptal edilmiş ve Mısır Ordusu’nun başkomutanının da devlet başkanı Muhammed Mursi olduğu açıklanmıştır. Böylece seçilmiş devlet başkanının yetkileri arttırılmış ve sivil yönetim güçlendirilerek askeri vesayetin zayıflatılması noktasında çok önemli bir adım atılmıştır. Bu karar sonrası, Muhammed Mursi, Mısır’daki en güçlü aktör haline gelmiştir.
Muhammed Mursi’nin attığı bu adım, Müslüman Kardeşler’in Mısır’daki siyasal etkinliğini zirve noktasına vardıracak bir girişim olarak görülebilir. Nitekim ABD ve İsrail’de yayınlanan gazeteler, askeri vesayeti ortadan kaldırma yönünde atılmış bu adımı ve özellikle Tantavi ile Annan’ın emekliye sevk edilmesini, İsrail karşıtı Müslüman Kardeşler’i güçlendirecek bir eylem olarak görmektedirler. Bu noktada, ABD’nin Arap Baharı sonrası izlemeye başladığı stratejinin henüz anlaşılamadığını ya da anlaşılamamış gibi gösterilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. ABD, Arap Baharı ile halk nezdinde hiçbir meşruiyeti kalmamış ancak kendisi ile ittifak halinde olan Mübarek gibi diktatörlerin devrilmesine izin vererek, kendisi ile iyi ilişkiler içerisinde olacak ve aynı zamanda halk nezdinde meşru bir görünüme de haiz olacak yeni iktidar odakları yaratabilmenin peşindedir. İsrail karşıtı bir söyleme sahip olan ancak, Selefilerin aksine, iç ve dış politika bağlamında şiddeti reddeden ve evrimsel bir değişimden yana olan Müslüman Kardeşler’in güçlendirilmesi, gerek Mısır’da, gerekse de Ortadoğu genelinde halk tabanlı meşruiyete sahip çok güçlü bir müttefike sahip olunması anlamına gelecektir. ABD, Mısır ekseninde yaşanacak başarılı bir geçiş sürecinin gerek Libya’da gerekse de Suriye başta olmak üzere Arap Baharı’ndan etkilenen ve etkilenecek olan diğer ülkelerde de işine yarayabilecek önemli bir faktör haline geleceğini öngörmektedir.
Hem ABD hem de İsrail çok iyi bilmektedirler ki, Mısır’daki siyasal değişim sürecini koordine eden Müslüman Kardeşler Örgütü’nün İsrail’e saldırmak ya da Camp David Antlaşması’nı ortadan kaldırmak gibi bir eğilimi yoktur. Bu nedenle, mevcut konjonktür çerçevesinde çok büyük bir bölümü ABD’de ya da Avrupa’da eğitim görmüş ve dünya dengelerini çok iyi okuyan, aynı zamanda benimsediği muhafazakar söylem ile Mısır halkının istemlerine de cevap veren Müslüman Kardeşler’in Mısır’da iktidarı devralmasının herhangi bir mahzuru yoktur. Müslüman Kardeşler, toplum nezdinde sahip olduğu meşruiyeti ABD, AB ve hatta Ortadoğu’da gerçekleşecek siyasal değişime önderlik etmesi beklenen Türkiye’den gelecek dış destek ile birleştirerek gücünü ve etkinliğini arttırmanın peşindedir. ABD, Mısır’da Yüksek Askeri Konsey’in tamamıyla ortadan kaldırılmasının önüne geçerek ve Mısır Ordusu ile kurmuş olduğu bağları koruyarak, Müslüman Kardeşler ve Mursi’nin kontrolden çıkması durumunda sürece müdahil olabilme yönünde irade ortaya koyacağını göstermektedir. Bu bağlamda, gerek Ortadoğu’da bölgesel liderlik rolünü içselleştirmeye çalışan Türkiye’nin, gerekse de bölge dengelerini yakından takip eden diğer aktörlerin, Mısır’daki değişim sürecini yakından takip etmeye devam etmeleri gerekmektedir. Zira Mısır, Ortadoğu’daki değişim sürecini şekillendirecek ve etkileyecek anahtar ülke konumundadır.
Not: Yine PKK terörü, yine kaybolan canlar… Lanetle kınıyor, şehitlere Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı ve sabırlar diliyorum.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü