Yaklaşık 30 yıldır otoriter bir yönetim altında kalan insanların korku eşiğini aşarak kitlesel katılımlarla ve uzun bir süreye yayarak sokaklara dökülmesini organize olmayan, lidersiz ve örgütsüz kalabalıklar olarak değerlendirmek yetersiz bir tespit olur. Sokak gösterilerinin arkasında en azından amaçta birleşmiş bir örgütlü kesimin ve lider kadrosunun olduğu ileri sürülebilir. Bu bağlamda, muhalefete öncülük eden grupların en azından bir kısmının iktidar çemberinden veya rejime uzunca bir dönemdir bağlı olan askeri ve sivil bürokrasiden geldiği varsayılabilir.
Mısır’da Halk Hareketinin Tarihsel Arka Planı: Yeni Bir Arabi Paşa Devrimi Mi?
İsrail’den sonra bölgede en fazla Amerikan desteği alan Mısır’da yaklaşık 30 yıldır iktidarda olan Hüsnü Mübarek yönetimine ABD ve Batı ülkelerinden verilen destek, bu ülkenin demokratikleşmesi önündeki en önemli engeli oluşturmaktadır. Mısır’daki demokratik sürece ilişkin Kasım 2003’te ‘Heritage Institute for Democracy’ için konuşan eski Amerikan Başkanı George Bush sürpriz bir şekilde Mısır’ın Orta Doğu’daki barış sürecini büyük bir katkı sağladığını ve şimdide Mısır’ın demokrasi için bir şeyler yapmasının zamanın geldiğini söylemişti.[1] ABD’nin Mübarek rejiminin demokratik açılımlarına yaptığı vurguya karşın 2005-2011 arası dönemde gerçekleştirilen genel ve yerel seçimlerde Ulusal Demokratik Partisi’nin sürekli bir şekilde %80’lerin üstünde oy alması Washington’un demokrasi anlayışı ile Mısır halkının demokratik anlayışının farklı olduğunu ortaya koymuştur. Esasında Mısır’daki parlamenter sistemin kökeni 1840’lara kadar geri gittiğini ve bu sürecin Batılı ülkelerin Mısır’a müdahalesiyle sonlandırıldığını görmek gerekir. Özellikle 1789 tarihinde Napolyon’un Mısır’a asker çıkartmasından sonra Osmanlı İmparatorluğu 1805’de Mehmet Ali Paşa’yı Mısır’a Vali olarak atamasından sonra danışma meclislerinin oluşturulması ve kadınların iş hayatında erkeklerle birlikte çalışmasına izni verilmesine dikkat çekmek gerekir. Ali Paşa’dan sonra eğitim ve politik alandaki reform hareketleri Hıdiv İsmail döneminde en üst seviyesine ulaşmıştır. İsmail Paşa döneminde Mısır’ın Avrupalılaşması yolunda ekonomik ve sosyal alanda önemli adımlar atılırken, bir yandan da ciddi anlamda Avrupalılardan borç alınması ileriki yıllarda ülkenin işgal edilmesine yol açacaktır. Hıdiv İsmail Mısır’ı modernleştirme girişimlerinde Batının değerlerini referans almasına karşın Batının askeri ve ekonomik hegemonyasına da karşı çıkmaktaydı. 1842 tarihinde açılan hemşirelik okulundan sonra 1873’de kız öğrenciler için ayı bir okul açılması, aynı zamanda binlerce öğrencinin yurt dışına eğitim almaları için gönderilmesi ve eğitim bütçesinin artırılması da bu anlamda önemli olmuştu.
Hıdiv İsmail döneminde 1866 tarihinde bir Şura Meclisi’nin açılmış olması Mısır’daki parlamenter yaşam için bir dönüm noktası olmuştur. Her ne kadar Hıdiv İsmail Şura Meclisi’ni kendi kararlarını onaylayan bir kurum olarak görmüşse de sonuçta Mısırlıların iktidar üzerinde etkisini genişletmeleri olumlu bir gelişme olmuştur. Ancak Mısır’ın modernizasyon çalışmalarını sürdürmesi sonucu yaşanan ekonomik sorunlar en sonunda Mısır ekonomisinin iflas etmesi ve ardından da 1876 tarihinde Süveyş Kanalı’nın açılmasından 7 yıl sonra İngiliz ve Fransızların Mısır maliyesini yönetmesiyle sonuçlanmıştır. İki ülke bir de borç komisyonun çalışmasını sağlayabilmek adına hükümette iki bakanla temsil edilmekteydiler. 1876-1882 arası dönemde Mısır halkı bir yandan Batıların ülke ekonomisi ve siyaseti üzerindeki etkilerinden rahatsız olmuş diğer yandan da artan vergilerin yaratmış olduğu ciddi bir yoksullaşma sorunuyla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Hıdiv İsmail’in Batıların Mısır üzerindeki etkisini azaltma girişimlerine sert tepki veren İngiltere ve Fransa’nın işgal tehditleri üzerine Osmanlı İmparatorluğu bir fermanla yönetimi İsmail’in oğlu Teyfik’e devrederken bu durum Mısır milliyetçilerinin tepkilerinin daha da artmasına yol açmıştır. Tepkilerin merkezinde Mısır’ın ekonomik ve siyasal bağımsızlığını kaybettiği eleştirileri bulunmaktaydı.[2]
Avrupalıların Mısır ekonomisi ve siyaseti üzerindeki etkisini kaldırmak isteyen Hıdiv İsmail’den sonra bu kez El-Ezher’de eğitim almış ve ardından da orduya katılmış Albay Arabi Paşa’nın sesini yükseltmesi gündeme gelmiştir. Mısır milliyetçiliği temelinde örgütlenen kesimler “Mısır Mısırlılarındır” sloganı ile hareket eden Arabi Paşaya destek vermişlerdir. Hareket içerisinde köylülerden, askeri bürokrasiye kadar geniş bir kesim doğrudan yer almıştır. Arabi Paşa etrafında toplanan muhalefet temelde iki talepte bulunmaktaydı. Mısır’ın ekonomik ve siyasi bağımsızlığını kazanmak ve Hıdiv’in yetkilerini hazırlayacakları bir anayasa ile sınırlandırmaktı. Dolayısıyla bir anlamda Hıdiv’in yetkilerinin sınırlandırıldığı anayasal bir düzen kurmayı hedeflemekteydi ve bu konuda 1881 yılında başarılı da oldular. Tüm Mısırlı kesimlerin yoğun desteği karşısında Hidiv Teyfik ise Arabi Paşayı Genelkurmay Başkanlığı görevine kadar getirmek zorunda kalınca İngilizlerin ve Fransızların da tepkisi yükselmeye başlamıştır. Arabi Paşa döneminde yeni bir anayasa hazırlanarak Mısırlıların iktidarla ilişkilerine farklı bir düzen getirilmeye çalışılmıştır. Ancak, 1879 sonrası dönemde Mısır’ın iç ve dış politikasında bağımsız bir yön verme çabaları Haziran 1882’e gelindiğinde İngilizlerin askeri tehditleriyle karşı karşıya kalınmasına yol açmıştır. İngiltere’nin Osmanlı’dan Arabi Paşa’yı etkisizleştirecek bir askeri harekatta bulunma talebi doğrudan Abdulhamid tarafından Müslümanların kanının akıtılmasına rıza verilmeyeceğinin açıklanması üzere ise Batılı güçlerin Mısır işgali de başlamıştır. İlk önce İskendire’nin top atışına tuutlması ve işgal edilmesiyle başlayan olaylar en sonunda Arabi Paşa’ya bağlı kuvvetlerin yenilmesiyle sonuçlanmıştır. 1882 Eylülünde son bulan olaylardan sonra Mısır de facto olarak 1950’lere kadar sürecek olan bir İngiliz işgal dönemi yaşayacaktır.[3]
İngiltere’nin Mısır’ı işgal etmesinde emperyalist çıkarları ve Süveyş Kanalı’nı denetim altında bulundurmak istemesinin yanı sıra Mısırlıların bağımsız politika izleme ve Batıların Mısır ekonomisi ve siyaseti üzerindeki etkilerini kaldırma çabaları gelmiştir. İngiliz işgaline rağmen 19 Nisan 1923’de Mısır’da güçler ayrımı prensibine ve parlamentonun üstünlüğüne dayanan yeni bir anayasa kabul edilmişti.[4] Anayasa uyarınca 1924 Ocağında yapılan ilk seçimlerde ise Mısır’ın İngiltere’den bağımsız olmasını savunan Vafd Partisi parlamentoda çoğunluğu sağlayarak hükümeti kurmuştu. Ancak bu demokratik deneyimin ömrü beklendiği gibi uzun süreli olmadı. Vafd Partisi hükümeti kurduktan kısa bir süre sonra Sudan nedeniyle İngiltere ile sorun yaşamaya başlamasından sonra Mısır’ın Sudan üzerindeki taleplerini çıkarlarına aykırı bulan İngiltere hükümeti de ilk etapta baskı ile hükümeti istifaya zorladı ardından da 1924 Kasımındaki karşı bir darbe ile 1923 Anayasasını rafa kaldırmıştır. Vafd üyelerinin istifasıyla kıs bir süre sonra ise Mısır’da yeni hükümet İngiliz emperyalizmine bağlı kesimlerin Ulusal Birlik Partisi tarafından kuruldu.[5] Böylelikle Mısır’daki demokratik süreç dönemin İngiliz çıkarları uğruna sona ermiş olmaktaydı. 1924’ten sonra birkaç kez demokratik bir sürecinin başlamasına dönük girişimler olmuşsa da, bunlar İngiltere’nin müdahaleleri sonucu uzun ömürlü olamamıştı.
Ancak, II. Dünya Savaşı sonrası bölgede baş gösteren Arap-İsrail Savaşı ve Savaşta Arap güçlerinin büyük bir mağlubiyet alması, tüm Orta Doğu’da olduğu gibi Mısır’da da milliyetçi kesimler ile İngiliz destekli Monarşi arasındaki iktidar krizini derinleştirmişti. Mısır’daki gerginlik, 26 Temmuz 1952’de Genç Subaylar Hareketi adı altında bir grup askerin Kral Faruk’u dokuz aylık oğlu Ahmed Fuad adına tahttan vazgeçip sürgüne göndermesi ile son buldu.[6] Mısır’da iktidarı ele geçiren Genç Subaylar farklı siyasi görüşlere sahip olmakla birlikte temelde hepsi Mısır milliyetçisi ve İngiltere karşıtıydı. Bir anlamda Mısır’ın ekonomik ve siyasal bağımsızlığını korumak isteyen farklı kesimlerin bir araya geldiği bir yapı sergilemekteydiler. Albay Nasır siyasal partileri serbest bırakmanın ötesinde dönemin en önemli muhalefet grubunu oluşturan Müslüman Kardeşlere de Devrim Komite Konseyi’nde yer almaya davet etmişti. Ancak, kısa bir süre sonra Monarşinin ortadan kaldırılmasından sonra Albay Nasır liderliğinde Mısır bir yandan Bağlantısızlar hareketinin kurucuları arasında yer alırken diğer yandan da Mısır milliyetçiliği temelinde bölgesel bir güç olmak için tüm Orta Doğu olaylarında taraf olmaya başlamıştı. Süveyş Savaşı’yla Mısır üzerindeki İngiliz ve Fransız etkisini ortadan kaldırmayı başaran Nasır döneminde Arabi Paşa da tarih kitaplarında ulusal bir halk kahramanı ve Mısır devriminin öncüsü rolünü Nasır’dan sonra alan ikinci bir lider olarak yerini almıştır. Nasır döneminde Mısır’ın hem SSCB hem de Batı’dan bağımsız politikalar geliştirme çabası kısa sürede Kahire’nin dönemin en önemli politik aktörleri arasında yer almasına yol açmıştır.
Nasır sonrası dönemde Enver Sedat iktidara geçmiş ve 1970’lerin sonuna kadar Nasır dönemi gibi olmazsa da bağımsız bir dış politikaya izlemeye çalışmıştır. Ancak İsrail’in 1967’den beri Sina üzerindeki işgali ve savaş bütçesi Mısır’ın Amerikan politikalarına yaklaşmasını da beraberinde getirmiştir. Nitekim 1973 Savaşı sonrası dönemde Mısır’ın ABD ve İsrail ile dost bir ülke haline gelmesi için yürütülen çabalar en sonunda neticelenmiş ve Mısır İsrail ile kapsamlı bir barış anlaşması imzalamıştır. Her ne kadar bu anlaşma Enver Sedat’ın öldürülmesine yol açmışsa da Sedat’tan sonra iktidarı devralan Hüsnü Mübarek Mısır’ı ABD ve İsrail yörüngesinden çıkartmamaya büyük bir çaba harcamıştır. İsrail’den sonra en önemli Amerikan desteğini alan ikinci ülke konumunda olan Mısır’ın Hüsnü Mübarek ile birlikte siyasal ve ekonomik özgürlüğünü kaybetmenin de ötesinde hem iç hem de dış politikada Amerikan ve İsrail politikalarına öncelik vermesi başta Mısırlı milliyetçiler olmak üzere Mısır’daki bir çok kesimin tepkisini çekmekteydi.
Kontrollü Demokratikleşme: Mübarek’in Eleştirileri Geçiştirme Girişimleri
Mısır’da Hüsnü Mübarek yönetimi artan tepkiler üzerine 2005 seçimlerinde bir takım düzenlemek yapma ihtiyacı hissetmiş ve bu konuda bazı adımlar atmıştı. Nitekim dönemin koşullarına uygun olarak Hüsnü Mübarek de, Anayasanın 189. maddesinin kendisine tanıdığı yetkiye istinaden Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gizli oy yöntemi ve çok adaylı şekilde yapılması yönünde yasa değişikliği teklifi sundu. 2005 Şubatında Anayasanın 76. maddesinin değiştirilmesiyle çok adaylı seçim süreci de başlamış oldu. Mısır’da daha önce cumhurbaşkanı adayı parlamento tarafından belirleniyor; halk, yapılan referandumda kendilerine sunulan adayı kabul veya reddediyordu. 76. maddenin değiştirilmesi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde diğer partilerinde aday gösterebilmesi açısından oldukça önemli olmasına karşın, aday gösterme süreci de ciddi şekilde sınırlandırılmıştı. Örneğin, yasa gelecek seçimlerde (2011) cumhurbaşkanı adayı gösterecek partinin Parlamento seçimlerinden en az %5 oy almasını öngörmektedir. Buna rağmen Mübarek’in demokratik reform adı altında giriştiği yasal düzenlemek başta ABD olmak üzere Avrupa’da büyük bir ilgi ile karşılanmıştı. Avrupa Birliği Dış Politika Yüksek Temsilcisi Havie Solana Mübarek tarafından önerilen değişikliğe atfen, Mısır’ın Orta Doğu’nun demokratikleştirilmesinde öncü bir rol oynadığını açıklamıştı. [7] Oysa Mısırlılar hüsnü Mübarek’in iktidarını güçlendirmek için bu tür düzenlemeler yaptığını fark etmişlerdi.
7 Eylül 2005’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerine Mübarek’in dışında 9 aday katıldı. 9 Eylülde açıklanan seçim sonuçlarına göre Mübarek oy kullanan seçmenlerin %88,7’sinin oylarını alarak yeniden altı yıllığına Cumhurbaşkanı oldu. Mübarek, tek aday olarak girdiği 1999 seçiminde ise oyların yaklaşık %93’ünü olarak seçilmişti. Yalnızca alınan oylar değil seçim sürecinde yapılan uygulamalar da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ileri sürüldüğü gibi demokratik olmadığını da göstermektedir. Seçimlere gölge düşüren olaylardan biri Mısır’da seçim komisyonunun, mahkeme kararına rağmen, bağımsız grupların, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gözlemci bulundurmasına izin vermemesi olmuştur. Üyeleri yönetim tarafından atanan seçim komisyonu, daha önce de yerel veya yabancı sivil toplum örgütlerinin seçim merkezlerine gözlemci göndermesini yasaklamıştı. Seçimlerden önce bir açıklama yapan Seçim Komisyonu Başkanı Usame Atteviye, seçim merkezlerinde sadece denetçiler, adaylar ya da temsilcilerinin bulunmasına izin verileceğini açıklamıştı.[8] Ayrıca seçimlerde, kayıtlı 32 milyon seçmenden yalnızca %23’ü oy kullanması, halkında demokratik olduğu ileri sürülen sürece inancını göstermektedir.[9] Seçimlere katılımın düşük olmasının bir diğer nedeni de bazı muhalif partilerin, ilk kez birden çok adayla yapılan seçimlerin, demokratik olmadığı gerekçesiyle boykot edilmesini istemelerinden kaynaklanmıştı. Boykot kararı katılımı düşürüp, seçimin meşruiyetini gölgelemek amacıyla alınmıştı. Ancak tüm bu açıklamalara karşın Washington’un yanı sıra Havie Solana ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da, seçimleri demokrasi alanında atılmış çok önemli bir adım olarak niteledi.[10] Mısır’da Başkanlık seçimlerini takiben 454 üyeli Halk Meclisi içinde de seçimler yapıldı. Üç aşamalı seçimler Aralık ayında tamamlandı. Diğer seçimlere nazaran daha demokratik bir süreçte tamamlanan seçimlerden, iktidar partisi çoğunluğu gene elde etti. Ancak, yasaklı olduğu için seçimlere bağımsız aday göstererek katılan Müslüman Kardeşlerin 88 sandalye kazanması ise dikkatleri Kahire’deki seçimlere çekti. Ancak 2010 yılında bu kez 264 üyeden oluşan Şura Meclisi’nin üçte ikisi için yapılan seçimlerden Ulusal Demokrat Partisinin 80 milletvekilliği kazanması dikkat çekicidir. Geriye kalan 44 üyeyi doğrudan atama yetkisini kullanarak belirleyen Hüsnü Mübarek böylelikle Şura Meclisinin 132 üyesinden 124’ünü kazanmış olmaktaydı.
2010 yılında ayrıca üye sayısı 518 çıkartılan Halk Meclisi için de seçimler gerçekleştirildi. Yapılan seçimlerin arından Ulusal Demokrat Partisi 440 milletvekili çıkartırken seçimleri boykot eden muhalefet güçleri beklendiği gibi oldukça sınırlı sayıda sandalye kazanmıştı. Bununla birlikte seçimlerin geniş bir kesim tarafından boykot edilmesi seçimlerin meşruiyetinin sorgulanmasını da beraberinde getirmiş ve seçim sonuçlarını önemsizleştirmiştir.
Mübarek için Oyunun Sonu: Tunus’tan Sonra İkinci Ocak Devrimine Doğru
Tunus’ta yaşanan iktidar değişikliğinden hemen sonra Mısır’da da halk gösterilerinin başlaması bir çok kesimin devrimin domino etkisi üzerine analiz yapmaya itmiştir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere Mısır’da birincisi Arabi Paşa, ikincisi Nasır dönemi dışında genelde yabancıların Mısır siyasetine etkin olduğu dönemler yaşandığı ve Mübarek ile birlikte bu etkinin doruğa çıktığını belirtmek gerekir. Tunus’ta da bağımsızlığın kazanıldığı 1956 sonra yalnızca iki ayrı lider iktidar da olmuş buna karşın Raşit Gannuşi gibi muhalefet liderlerinin yıllardır sürdürdüğü protesto eylemlerinin halk üzerinde ciddi tesirleri olmuştur. Her iki rejimde otoriter olmalarına karşın bir Suriye ile ya da Umman’la karşılaştırılamayacak ölçüde demokratik kurumlara sahiptiler. Örneğin, Mısır’da yargı ve sendikal federasyonları gelişmiş bir muhalefet hareketini içlerinde barındırmaktadırlar. Rejimler totaliter bir anlayıştan uzak olduğu gibi toplumsal alanda da muhalefetin farklı şekillerde örgütlenmesine müsaade edilmiştir. Halen yasaklı olan Müslüman Kardeşlerin Mısır’daki vakıf veya dernekler adı altında 1000’e yakın kuruluşu bulunmakta ve bu kuruluşların tümü doğrudan İçişleri Bakanının onayı ile kurulmuştur.[11] Ayrıca her ne kadar demokratik olmazsa de her iki ülkede de genel seçimler yapılmaya devam etmiş ve muhalefet gruplarının seçime katılımları kısmi olarak sağlanmaya çalışılmıştır.
Bu kapsamda Mısır’daki halk eylemleri ile Tunus Devrimi arasında önemli benzerlikler olmasına karşın ikisi arasında doğrudan bağ kurmak ve Mısır halkının Tunus devriminin ardından sokaklarına döküldüğünü ifade etmek yeterli değildir. Ancak Tunus devriminin ardından Mısırlıların daha güçlü ve daha kararlı bir şekilde değişimi gerçekleştireceklerine olan inançlarının artığını belirtmek gerekir. Nitekim göstericiler tarafından atılan sloganlara ve taşınan pankartlara bakıldığında Tunus Devrimini öne çıkartıldığı ve “Mısırlıların Tunuslulardan daha zayıf olmadığını” veya “Tunuslular başarmışsa Mısırlılar da başaracak” şeklinde yazıldığı dikkat çekmektedir. Dolayısıyla Tunus’daki başarının Mısırlıları daha güçlü bir şekilde bir kez daha sokağa döktüğünü ve kaçınılmaz olarak Hüsnü Mübarek çekilene kadar eylemleri sürdürme konusunda cesaretlendirdiğini belirtmek gerekir. Tunus devrimi sonrası Mübarek’in yerini koruması oldukça güçtür.
Bununla birlikte Mısır’daki gösteriler ile Tunus’daki devrim arasında oldukça önemli farklılıklar olduğunu görmek gerekir. Yaklaşık 30 yıldır ülkeyi olağanüstü hal yasalarıyla yöneten Hüsnü Mübarek döneminde Mısır iç ve dış politikada bağımsız davranma yetisini yitirmiştir. Ekonomik olarak yaklaşık 40 milyon Mısırlının gündelik 2 doların altında bir para ile hayatlarını sürdürmek zorunda kalması ciddi bir toplumsal sorun oluşturmaktadır. Yolsuzluklar, rüşvet ve hukuksuzluk Mısırlıların gelecek beklentilerinin tükenmesine yol açacak ölçülerde olmuştur. Mısır’ı bir şekilde ziyaret eden her kes havaalanından başlamak üzere otel odalarındaki bireylere kadar bahşiş adı altında bir para dağıtmak zorunda kalması Mısır’da rüşvetin yasal bir durum olduğu izlenimini güçlendirmektedir. Diğer yandan dış politikanın yürütülmesinde de Mısır halkı ile rejim arasında ciddi bakış açıları farklılığı bulunmaktaydı. Halk Filistin sorunu başta olmak üzere bölgesel gelişmeler karşısında daha hassas ve rejimden farklı olarak daha pro aktif bir tutum içerisindeydi. Özellikle 2008 sonu 2009 başında İsrail’in Gazze saldırılarına Mısır yönetiminin verdiği destek Filistin konusunda Mısır halkının yönetime olan tepkisini en üst seviyeye çıkartmıştır. Bir çok bölgede Mübarek karştı gösteriler yaşanmış ve hatta bazı Arap liderleri Mübarek’i devirmeleri yönünde Mısır halkını teşvik etmiştir.[12] Aynı durum daha önceleri Filistin seçimlerinden hemen sonra Hamas’a karşı uygulanan yaptırımlara Mısır yönetiminin de destek vermesiyle yaşanmıştı. Söz konusu tepkinin üst düzey bürokratlardan askeri bürokrasiye kadar geniş bir kesimde var olduğunu görmek mümkündür. Bu kapsamda Mısır’daki eylemlerin ülkenin içerisinde sürüklendiği ekonomik ve sosyal durumun aynı sıra Hüsnü Mübarek döneminde izlenen iç ve dış politikadan bağımsız olmadığını da görmek gerekir.
Devrimi Giden Süreçte İç Politikadaki Gelişmeler
Yaklaşık 30 yıldır otoriter bir yönetim altında yaşayan insanların korku eşiğini aşarak kitlesel katılımlarla sokaklara dökülmesini organize olmayan, lidersiz ve örgütsüz kalabalıklar olarak değerlendirmek yetersiz bir tespit olur. Sokak gösterilerinin arkasında en azından amaçta birleşmiş bir örgütlü kesimin olduğu ileri sürülebilir. Bu bağlamda halk eylemlerinin arkasında yer alan bazı bireylerin iktidar çemberinin içinde yer aldığı öngörülebilir. Özellikle askeri ve sivil bürokrasinin değişim taleplerini görmek gerekir. Ancak halı hazırda değişimin nasıl olacağının netleşmemesi bu yöndeki varsayımları bir süre daha dile getirilmesini zorlaştırmaktadır. Her ne kadar El Bradey’in, Müslüman Kardeşlerin, Aymar Nur’un ve Wafd Partisinin sokağı yönlendirme çabası varsa da sonuçta değişimin son aşamada Mübarek’in çekilmeye razı olması ve serbest seçimlerle gerçekleştirilmesi olasılığı daha ağır basmaktadır. Böyle bir olasılıkta Batı’nın ve Mısır’daki değişimden birincil derecede etkilenecek ülkelerin sürece müdahale etmesi kuvvetle muhtemeldir.
Ayrıca Mısır’da Mübarek’in istifasını isteyen gösterilerin başlangıç tarihini Ocak 2011’de başlatmak yerine 2005 seçimleri öncesinde yaşanan olaylarla birlikte başlatmak yerinde olacaktır. Özellikle 2006 sonrası dönemde tekstil işçileri tarafından ekonomik koşulların iyileştirilmesi için düzenlenen genel grevler halkın Mübarek karşıtı sokağa dökülmesinde önemli bir başlangıç tarihi oluşturmaktadır. Söz konusu eylemler 1946’dan sonraki en önemli sivil grevler olmuş ve yaklaşık 30 bin kişi eylemlere katılmıştır. Ayrıca gene 2007’de organize edilen 6 Nisan Hareketine dikkat çekmek gerekir. Bir internet grubu olarak ortaya çıkmasına karşın 6 Nisan hareketinin de çağrısıyla 6 Nisan 2008’de düzenlenen mitinge Sendikaların da destek vermesi sonucu binlerce insan ekonomik koşulların değiştirilmesinin yanı sıra siyasal taleplerle de meydanları doldurmuştur. Söz konusu eylemde 3 göstericinin yaşamını yitirmesi her yıl yeni anma törenlerinin de düzenlenmesine yol açmıştır. Bunların yanı sıra avukatların, öğretim üyelerinin de yönetimin uygulamalarını protesto eden eylemler düzenlemesi halkın yönetim karşıtı sokağa dökülme güvenini kazanmasında önemli bir rol oynamıştır. Dolayısıyla Ocak 2011’de bir kez daha yoğun katılımlarla düzenlenmeye başlayan sokak gösterilerinin bir tarihsel geri plan ve toplumsal gruba sahip olduğunu belirtmek gerekir.
Devrime giden süreçte rol oynayan en önemli olay hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in iktidarı oğluna devretme isteği ve bu yöndeki girişimleri gelmektedir. 30 yıldır ülkeyi olağanüstü hal yasaları ile yöneten Hüsnü Mübarek kendisine karşı bir darbenin yolunu kapatmak içinde hem polis ve istihbarat gücüne ağırlık vermiş hem de Anayasa’da belirtilmesine rağmen iki gün öncesine kadar bir Cumhurbaşkanı yardımcısı atamamıştır. Devlet Başkanlığı yardımcılığının boş bırakılmasının arkasında yatan en önemli nedenin bu mevkiye getirilecek kişinin iktidarı ele geçirme olasılığı veya Cemal Mübarek’in son aşamada bu koltuğa getirilme amacından kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in iktidarı babadan oğula geçirme hedefi başta Mısır halkı olmak üzere Mısır’ın sivil ve askeri bürokrasisinde yer alan bir çok kesimin ciddi tepkisine yol açmıştır. 82 yaşına gelmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in iktidarı elinde tutma istediği ve barışçıl dönüşüme karşı çıkması, Mısırlıların değişim için sokağa dökülmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Tüm bunların üstüne bir de seçimlerde uygulanan baskı ve usulsüzlükler halkın sözde demokratik olan sürece olan güveninin büsbütün çökmesiyle sonuçlanmıştır. Bu durum Mısırlıların demokratik yöntemlerle değişim olacağına olan inançlarının tükenmesine yol açmıştır. Aynı duygular Mübarek sonrasının hesabını yaban liderlerde de yaşanmış ve nitekim 2011 Eylülünde gerçekleşmesi öngörülen seçimlere katılma isteğini ifade eden Muhammed El Baradey’in de 25 Ocak gösterilerinden hemen sonra Mısır’a dönmesine ve Mübarek’e iktidarı terk etme çağrısında bulunmasına yol açmıştır. Baradey’in dışında 28 Ocak’taki gösterilere aktif katılım gösteren Müslüman Kardeşlerin de Mübarek sonrası dönemin planlarını yapmaya başladığını göstermektedir.
Artan işsizlik oranları, düşen ekonomik gelirler ve tüm bunlara rağmen ülke içinde anti demokratik uygulamaların sürmesi halkın rejim karşıtı eylemler içerisinde yer almasında önemli bir neden olmuştur. İşçi sendikalarının düzenlediği geniş katılımlı gösterilerin yanı sıra günde iki dolardan daha az bir gelirle geçinmek zorunda kalan Mısırlıların içine düştüğü yoksulluk sokaklarda rejim karşıtı güçlü bir kesimin oluşmasına yol açmıştır. Ayrıca 25 milyon internet kullanıcısının bulunduğu Mısır’da ağırlıklı olarak gençlerin daha iyi bir gelir ve daha fazla demokrasi söylemlerini desteklemesi ve bu taleplerini internet aracılığıyla sosyal muhalefet ağına dönüştürmeleri dikkat çekicidir. Yarın Partisi tarafından organize edilen “ Yeter Hareketi”nin yanı sıra Halid Said gibi hiçbir partiye üye olmayan bireylerin sokak ortasında güvenlik kuvvetleri tarafından dövülerek öldürülmesi halkın tepkisinin genişlemesine yol açmıştır.[13]Mübarek karşıtı kesimler Halid Said gibi olayları iyi bir şekilde kamuoyun yönlendirilmesinde kullanmayı başarmışlardır. Nitekim Halid Said adına kurulan internet siteleri üzerinden örgütlenen kesimlerin çağrısıyla düzenlenen hükümet karşıtı gösterilere binlerce kişinin katılması da oldukça önemlidir. Eylemcilerin İçişleri Bakanının istifasını talep etmelerinin arkasında yatan en önemli neden de Mısır’da gerçekleştirilen insan hakları ihlalleri ve polislerin aşırı şiddet kullanması olduğunu belirtmek gerekir.
Dış Politik Gelişmeler
Mısır’a bakıldığında 1880’lerdeki gibi iç ve dış politikada bağımsız davranma istediğini dile getiren kesimlerin Kahire’nin Filistin politikasını, Sudan politikasını, Irak işgali sırasında izlediği politikaları ve özellikle de ABD ile ilişkileri ciddi şekilde sorguladıkları görülmektedir. Hüsnü Mübarek yalnızca Mısır’ın değil bir o kadar Irak’ta yaşanan Amerikan işgalinin de dolaylı olarak sorumluları arasında yer almaktadır. 1990 Temmuzunda Kuveytli yetkilileri Irak’ın Kuveyt’i işgal etmeyeceği yönünde yönlendiren Mübarek Kuveyt’in her hangi bir acil savunma stratejisi geliştirmesini dolaylı olarak engellemiş olmaktaydı.[14]
Bu bağlamda Hüsnü Mübarek döneminde Mısır’ın İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalışan bir politika izlediği Filistin sorununda bağımsız bir politika geliştirmediği gibi sorunun çözümünde de İsrail yanlısı bir dış politikaya sahip olduğu bir çok Mısırlı tarafından eleştirel bir şekilde dile getirilmekteydi. Başta Mısır Dışişleri yetkilileri olmak üzere akademik çevre ve entelektüel kesimi izlenen Filistin politikasının yanlışlığını dile getirmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in bu konuda adım atmaması Mısır’ın Orta Doğu’daki ve uluslararası alandaki prestij ve etkisinin zayıflamasına yol açtığı Kahire’den de net bir şekilde görülmektedir. Ayrıca ilk başlarda Filistin politikalarını eleştirmek için İsrail karşıtı başlayan gösterilere Mısır polisinin müdahale etmesi kısa sürede göstericilerin Mübarek karşıtı söylemeler ve protesto eylemleri yapmalarına yol açmıştır. Özellikle Hamas’ın seçim zaferinden sonra İsrail tarafından Filistinlilere karşı izlenen siyasi ve askeri saldırılar Mısır’da Mübarek karşıtı gösterilerin de artmasına ve daha fazla taraftar toplamasına yol açmıştır.
Dışsal tepkilerden biri de Mısır ile ABD arasındaki ilişkilerdir. Irak işgalinin insan hakları ihlali boyutuyla sürdüğü bir dönemde Mısırlılar ülkelerinin ABD ile olan ilişkilerini ciddi şekilde sorgulamaya başlamıştır. Lübnan krizi, İran’ın bölgede artan etkisi tüm bunlara karşı Mısır’ın zayıflama devam eden etkisi ve gücü Mısır bürokrasisinde Mübarek karşıtı güçlü bir muhalafetin oluşmasını sağlamıştır. Ayrıca Sudan’da yaşanan bölünmeye Hüsnü Mübarek’in sessiz kalması ve tüm ilgisini iç politikaya yöneltmesi de milliyetçi kesimlerin tepkisinin artmasına yol açmaktadır. Nasır dönemine vurgu yapan ve öyle bir dönemin Mısır’ını özleyen entelektüel elitler ve bürokratlar Hüsnü Mübarek ile bunun gerçekleşmeyeceğinin farkına varmış ve değişim için sokakların örgütlenmesinde rol oynamış olabilir.
Bu noktada eylemler sırasında ordunun izlediği role dikkat çekmek gerekir. Eylemlerin başladığı günlerde Washington’da bazı temaslarda bulunan Genelkurmay Başkanı ve beraberindeki heyet aynı gün dönmek yerine birkaç gün daha görüşmelerde bulunmayı sürdürmesi dikkat çekicidir. Ordunun meydanlarda toplanan halk ile henüz itibariyle doğrudan doğruya karşı karşıya gelmemeye özen gösterdiği gözlemlenmektedir. Kahire’de Ulusal Demokrat Partisi’nin merkezinin ateşe verilmesine, sıkı yönetim ve sokağa çıkma yasağına rağmen ordu güçleri göstericileri zor kullanarak dağıtmamasını not etmek gerekir. Bununla birlikte sokağın büsbütün denetimsiz ve kontrol dışına çıkarması durumunda ordunun müdahale etmekten çekinmeyeceği düşünülmektedir. Olaylar sırasında insan kaybının henüz ciddi oranda olmaması da Ordunun izlediği politikalardan bağımsız olmadığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla bu kesimde de ciddi bir değişim isteği olduğu öne sürülebilir.
Sonuç Yerine: Mübarek Dönemi Kapandı Mı?
2011 Ocağında gerçekleşen kitlesel protesto eylemleri Mısır’da Mübarek döneminin kapanmasına yol açacaktır. Nitekim son birkaç günde yaşanan gelişmeler de Mübarek yönetiminin ardı sıra tavizler vermeye başladığını ve inisiyatifin sokağın eline geçtiğini göstermektedir. En öncelikli talepler arasında yer alan ikinci bir Mübarek dönemine hayır stratejisinin başarıya ulaştığı görülmektedir. Böylelikle Cemal Mübarek’in babasının yerine Mısır’ın yönetimine gelmesinin artık mümkün olmadığını belirtmek gerekir. İkincisi İçişleri Bakanı Habib El Adli’nin istifası yönünde somutlaşan bir başka talebinde doğrudan hükümetin istifasının istenmesiyle gerçekleştiği görülmektedir. Her ne kadar yeni hükümet 1973 Savaşında İsrail uçaklarını düşürdüğünden dolayı bir savaş kahramanı olarak bilinen Ahmed Şefik Başkanlığında kurulmuşsa da göstericileri tatmin etmeye yetmemiştir. Yıllardır Mübarek’le birlikte çalışan bireylerin sokağı tatmin etmesi beklenmemektedir. Eylemcilerin verilecek tavizler yerine doğrudan Hüsnü Mübarek’in istifasını veya mümkün olan en kısa süre içerisinde özgür ve serbest seçimlerin yapılarak yeni devlet başkanını belirlemek istedikleri görülmektedir.
Bu kapsamda özellikle muhalefetin eylemlerine dikkat çekmek gerekir. 2011 Eylülünde yapılması öngörülen seçimlere katılma iradesini ortaya koyan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed el Baradey’in 25 Ocakta yoğunlaşan gösterilerin hemen ardından Mısır’a dönme kararı vermesi ve döndükten sonra da tek çözümün Mübarek’in istifasıyla olacağını dile getirmesi Mübarek rejiminin sona doğru yaklaştığının önemli bir göstergesidir. 2005 Nobel Barış Ödülü sahibi Baradey’in Mısır’a dönme kararını vermesinden ardından sokak gösterilerine liderlik yapma çabası dikkat çekicidir. Doğrudan Mübarek’in istifa etmesini dile getirmesi ve sokak eylemlerinin arkasında yer almasına rağmen yalnızca ev hapsinde tutuluyor olması da düşündürücüdür.
Diğer yandan son yıllarda rejimle uzlaşma çabaları içinde olan Müslüman Kardeşlerin de uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra 28 Ocak Cuma günü düzenlenecek gösterilere katılım yapılması yönünde bir çağrıda bulunması da oldukça önemlidir. Ülkedeki en örgütlü muhalif grupların başında gelen Müslüman Kardeşlerin sokağa dökülme çağrısı gösterilere İslami kesimden verilen desteğin genişlemesine yol açmıştır. Esasında böyle bir çağrı yapılmasının arkasında yatan olgunun Müslüman Kardeşlerin de Hüsnü Mübarek rejiminin sona doğru yaklaştığına dair bir değerlendirme içine girmiş olmasından kaynaklanmış olduğu düşünülebilir. Örgüt liderlerinden Muhammed Nursi’de yaptığı bir açıklamada kendilerinin gösterilere önderlik etmediğini ancak içerisinde yer almayı sürdüreceklerini ifade etmesi önemlidir. Örgütün resmi internet sitesinde de protesto eylemlerine verilen aktif destek aktif destek verildiği
Yeter Hareketine liderlik yapan El-Ghad Party (Yarın Partisi) üyeleri de sokak gösterilerinde önemli bir rol oynamışlardır. Ayman Nur ocak ayı gösterilerine de liderlik etmeye çalışan bir lider olarak karşımıza çıkmaktadır. Uzunca bir dönem tutuklu kalan Nur, ‘‘Göndermek istediğimiz mesaj tek bir kelimeden oluşuyor: Gidin. Başkan Mübarek’ten gitmesini istiyoruz. Sizi istemiyoruz. Sizi ve rejiminize artık katlanamıyoruz. Barışçı bir değişimin kapılarını kapattınız” cümlelerine yer vererek eylemlerinin Mübarek istifa edene kadar sürdürme kararlılığında olduklarını göstermiştir.[15]
Toparlayacak olursak, Mısır’daki eylemlerin tarihsel bir geri planı olduğu ve toplumsal bir tabanı bulunduğu görülmektedir. Göstericilerin ulaşmaya çalıştıkları hedeflerin oldukça açık olduğu ve bu konuda bunların önemli bir kısmını elde ettikleri ve Mübarek rejiminin ciddi şekilde sarsıldığını belirtmek gerekir. Ayrıca 82 yaşındaki bir liderle birlikte hareket etmek yerine daha dinamik ve siyasal yönden daha tartışmasız bir liderle iş birliği yapmak isteyen başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de Mübarek sonrası döneme yatırım yapmaya başladıkları yaptıkları açıklamalardan açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Doç. Dr. Veysel Ayhan
ORSAM Danışmanı
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=1459
[1]Gamal Essam El-Din, “Testing the Ties”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 716, 11 – 17 November 2004.
[2] Bu konuda bkz., Clevend, 86-88
[3] Ibid.,
[4]Constitutional history at a glance”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 732, 3 – 9 March 2005
[5] Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu, ss. 181-182
[6] Peter Calvocoressi, World Politics Since 1945, 7th ed. New York: Longman Puplishing, 1996, s. 371
[7] Gamal Nkrumah, “A leap for democracy”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 732, 3 – 9 March 2005; Al-Ahram Weekly “Constıtutıonal Change:Full Coverage”, Issue No. 732, 3 – 9 March 2005.
[8]“Mısır’da Gözlemcilere İzin Yok”, 05 Eylül 2005, http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/09/050905_egypt_monitors.shtml
[9]“Hüsnü Mübarek Seçimden Zaferle Çıktı”, http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/eylul /20/kronikmedya.html
[10]“Mısır’da Zafer Mübarek’in”, http://www.ntvmsnbc.com/news/340617.asp
[11]Müslüman Kardeşler hakkında bkz.., Mehmet Dalar, “Mısır’da Müslüman Kardeşler Hareketinin Demokrasi Anlayışı ve Sisteme Etkisi”, Ortadoğu’da Toplumsal Hareketler, Alternatif Politika Dergisi, Cilt 2, (Kasım 2010), ss. 48-73.
[12] Nasrullah
[13]http://www.arabist.net/blog/2010/6/14/the-murder-of-khaled-said.html
[14]Mart 2009’da Kuveyt’te saha araştırmaları sırasında dönemin Kuveytli bir yetkilisiyle gerçekleşen mülakat.
[15]http://tr.euronews.net/2011/01/28/misir-muhalefetinin-simgesi-ayman-nur/