Milliyetçilik, Osmanlı Devletinin son asrında Batı’nın desteklediği bir akım oldu. Osmanlı Devleti içindeki farklı etnik topluluklar bazen dinleri, bazen tarihsel mirasları kullanılarak Osmanlı aleyhinde harekete geçirildi. Fransa teorik altyapı ve hazırlarken, özellikle İngiltere lojistik destek sağladı. Önce gayr-ı Müslim topluluklar, sonra da Müslüman topluluklar Osmanlı’dan koptular.
Birer birer “bağımsızlaşan” ülkeler, aslında sadece Osmanlı’dan bağlarını koparmışlardı. Çünkü yapılan Ortadoğu paylaşım planlarında, hem Ortadoğu parça parça yeniden şekillendirildi hem de bu ülkelerin kaynaklarına Batılı ülkeler el koydular. Artık “müstakil” yeni Ortadoğu “devletleri” vardı. Osmanlı’ya karşı kışkırtılan ülkelerin milliyetçilikleri, Baasçılıkları aslında Osmanlı’yı geçmişte bir sömürge güç olarak göstermek suretiyle bu ülkeleri sömürme üzerine kuruluydu. Nitekim planlar tuttu da.
Bu planlar 1950’lerde, petrolün dünyaca ihtiyaç duyulan bir enerji kaynağı olmasıyla huzursuzluk yaratmaya başladı. Milliyetçilik akımları zararlı olmaya başlamıştı. Batılıların elindeki kaynaklarını devletleştirmek istiyorlardı. Osmanlı’ya karşı kışkırtılan milliyetçilikler, yavaş yavaş bizzat sömürgeyi yasallaştıran Batı’lı ülkelere dönmeye başlayınca milliyetçilik önüne set çekmeler başladı.
Bu dönem aynı zamanda Osmanlıya karşı tavır alan ülkelerin, Osmanlı’nın devamı olan Türk Bağımsızlık Savaşı’nı kendilerine örnek aldığı dönem de oldu. Darbelerin olmaya başladığı dönem de bu evrime tekabül etmektedir.
Müslüman halklardaki bu dönüşümü iyi tahlil etmek lazımdır. Batılı ülkeler, psikolojik olarak iğdiş ettikleri, tarihlerini yeniden yazdıkları toplumları iliklerine kadar, önce Osmanlı Devletine karşı, sonra da kendi lehlerine sömürdüler. Bu ülkeler arasında, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Körfezin cetvel haritalı ülkeleri, Suudi Arabistan, Mısır ve İran, sonraları, Fas, Tunus, Libya, Cezayir vardı. Bu ülkelerdeki “kamulaştırma” türü millileştirmenin anlamı, kolonileştirmenin kendisine karşı olan bir başkaldırı olarak milletlere moral kaynağı da olmuştu. Yani Milliyetçilik Batı’nın kendi yarattığı Frankeştayn’ı olmuştu.
O halde darbelerle bunun önüne geçilmeliydi.
Özellikle Irak gibi ülkelerdeki kamulaştırmalara karşı olarak bizzat CIA’nin örgütleyip, parasal ve insan desteğiyle ilk aşikâr darbe yaptırıldı. İran’da Başkan Musaddık’ın 1953’te devrilip yerine Şah’ın gelmesi böyle bir millileştirmeye karşı yapıldı. Petrol kaynaklarının kontrol ve sömürüsünü bırakmak istemeyen, dolayısıyla, dönem dönem dini hassasiyetleri milli olanlara karşı, hem iç savaş hem de darbe amaçlı kullanan çok uluslu Mobil, BP, Shell vb. çok uluslu şirketler vardı. “Operasyon Ajax” amacına ulaşınca, Musaddık yerine Şah gelmişti ve ondan isteklerini koparmışlardı Batılı şirket ve devletler.
Saddam’ın başarısız ve başarılı olan darbe girişimlerinde de etken olan aynı unsurlardı zaten. Musaddık yerine Roma’da kaldığı yerden İran’a getirilip tahta oturtulan Şah’ın benzerini ise bugün Afganistan’daki kayyum lider Karzai, Mısır’da hep “demokrasi” rekorları kıran bugünkü lider Hüsnü Mübarek, en güzel örneğini sergilemektedir. Seçimle gelen diktatörlükler ve Hanedanlar daha bir istikrarlı idi bölgede!
İsrail’le ilk anlaşma zemini kuran, ziyaret eden Arap, Nobel Barış ödülü alan ve sonraki yıl da suikasta kurban giden Enver Sedat ve benzerleri de bu hesapların kurbanı oldu. (İsrail bu tasnif dışındadır tabii ki! İnsan haklarına “saygılı” ve “demokratik” bir devlet olması bunda esastır.
İngiltere’nin “ışık” getirdiği, Amerika’nın darbe süreçlerini resmen gelenek haline getirdiği Ortadoğu’da her darbe ile gelen “açılımların” arkasında olan bazen “komünistlere karşı” takviye edilen, bazen de “liberalizm” ya da küreselleşme önünde engel olunca, tepelenmesi gereken bir milliyetçilik.
Amerika veya Avrupa’da, hassaten İngiltere’de, daha hassaten İsrail’de hakikaten millet ve milliyet nedir?
Liberallere sormak lazım…
Metin BOŞNAK