Harvey Milk’in 1972-1978 arasında geçen yıllarını ele alan 2008 yapımlı Amerikan filmi, Guy Van Sant tarafından yönetilmiştir. Harvey Milk, San Francisco belediye meclisine seçilmiş açık kimlikli ilk politikacı olmuş ve savunduğu değerlerden dolayı Dan White tarafından acımasızca öldürülmüştür. Film, 2008 ve 2009 yıllarında birçok ödüle aday gösterilmiş ve ödül kazanmıştır. Bunun yanı sıra, filmin senaristi ve aynı zamanda LGBTİQ+ aktivisti olan Dustin Lance, 2009’da Milk filmiyle En İyi Özgün Senaryo Oscar’ını kazanmıştır. Farklı karakterlerde izlediğimiz Sean Penn, Harvey Milk’i olağanüstü canlandırmış ve bu başarısını 2009 En İyi Erkek Oyuncu Oscar ödülünü kazanarak taçlandırmıştır.
Harvey Milk, sigorta şirketinde çalışan bir eşcinseldir fakat kimliğini iş arkadaşları dahil çevresinden saklamaktadır. Bunun nedeni ise, o dönemde ABD’de bir kişinin açık kimlikli olması işten atılmasına sebep olabilmesi ve bu durumda haklarını koruyacak bir yasanın olmamasıdır. Harvey Milk’in de ifadesiyle, bu düzen sonucu kendisi dolapta saklanmak (in the closet) zorundadır. 1972’den itibaren Milk’in yaşantısını konu alan filmde, Milk metroda Scott (James Franco) ile tanışır ve bir ilişkiye başlarlar. 40. Yaş gününde Scott ile bir değişikliğe ihtiyacı olduğunu fark eden Milk, işini bırakarak San Francisco’ya doğru yol alır ve Haight, Castro’ya (Castro Street) taşınır. Burada bir fotoğrafçı dükkanı açan Milk, bazı komşuları tarafından dışlanır ve polis tarafından dükkanının kapanacağı tehditlerine maruz kalır. Bu tehditlere boyun eğmeyen Milk, açık bir şekilde ilişkisini yaşamaya devam eder ve dükkanı eşcinseller arasında bir toplanma mekanı haline gelir. Milk’in Castro bölgesinde popülerleşmesi, bölgeye ülkenin birçok yerinden eşcinselin göç etmesine neden olmuştur. Özgürce yaşamak isteyen insanların, ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ ülkesinde yerinden edilmesi, kendisi olabilmesi için taşınmak zorunda kalmasının getirdiği çaresizliği izleyiciye akıcı bir şekilde aktarılmıştır.
Bir gece polisin eşcinsellere rozetlerini kapatarak sadece eğlence için saldırması ve şiddet kullanması, Harvey Milk’i harekete geçiren unsurdur. Bu geceden sonra Milk, ancak politikada onlardan biri olursa özgür olabileceklerini ve insan haklarına sahip olabileceğini düşünür. Bu doğrultuda, belediye denetçiliğine aday olur. Buradaki önemli nokta, siyasetin ne kadar önemli bir araç olduğudur. O dönemde, heteroseksüeller tarafından da ziyaret edilen Milk, her ne kadar “Castro Caddesi’nin Belediye Başkanı” olarak anılsa da seçimlerde aynı başarıyı yakalayamamıştır. Üç kez adaylığını koyan ve başarısız olan Milk, 1977’de San Francisco Belediye Meclisi’nde Denetçi olarak seçimleri kazanmıştır. Azmin ve hırsın bir örneği olarak görevinde kaldığı yaklaşık bir yıllık sürede birçok başarıya imza atmış, LGBTİQ+ haklarının ABD’deki en büyük savunucusu haline gelmiştir.
Milk’in seçimlerdeki ilk yenilgisinden sonra saçlarını kesmesi ve rahat tarzını bir kenara bırakması, eski resmi tarzına dönmesi dikkat çekicidir. Kıyafetimiz, saçımız bile toplum tarafından belli kalıplarla sınırlandırıldığından dolayı Milk’in bir ‘politikacı’ gibi giyinmesi onun toplum tarafından kabul edilebilirliğini arttırmaya yönelik bir hamledir.
Ayrıca, eşcinsellere karşı önyargıların nedenlerinden biri, Amerika’nın temelinin aile olduğu ve Tanrı’nın kurallarıyla kurulan aile yapısının ne kadar kutsal olduğudur. Filmde bu karşıt düşünceler Anita Bryant ve Dan White tarafından açıkça ifade edilmiştir. Hatta, Harvey Milk’in karşılıklı münazara şeklinde Rich Stokes ile iletişime geçmesiyle eşcinsellere karşı olan algının açık bir şekilde ifade edilmiştir. Benim fikrime göre, filmin sadece eşcinsellerin değerlerini değil, muhafazakar kesimin de değerlerini ele almasını yararlı olmuştur. İki kesim arasındaki diyalogların verilmesi, bu çatışmaya bir ışık tutmuştur. Özellikle Milk, heteroseksüel bir aile ve öğretmenler tarafından büyüdüğünü fakat yine de eşcinsel olduğunu ifade ederek bunun ‘özentilik’ veya ‘hastalık’ olmadığını belirtmiştir.
Tüm bu olaylarda daha az dikkat çeken ama değinilmesi gereken bir kişi var ki o da Minnesotalı genç Paul’dur. Paul, Harvey Milk’e telefonla ulaşan engelli eşcinsel bir gençtir. Paul, eşcinsel olduğundan dolayı ailesinin onu hasta olarak gördüğünü ve kliniğe yatırılmaya zorlandığını bu yüzden intihar etmeyi düşündüğünü belirtir. Milk, her ne kadar yapmaması için ikna etmeye çalışsa da telefonu kapatması gerekmektedir, seçim sonuçları açıklanmış ve seçimi kazanmıştır. Sonrasında yeniden iletişime geçen Paul, intihar etmediğini, seçimin kazanılmasıyla gelecek için umutlandığını belirtir. Belki de Milk’in en önemli etkisi, eşcinsel olmasından dolayı dışlanmış gençlere umut vermek, özgür bir geleceğe sahip olabileceklerini düşünmelerini ve vazgeçmemelerini sağlaması olmuştur.
Başarılı bir politikacı olan Milk, ölmeden önce eşcinsel öğretmenlerin tespit edilmesi halinde çocukları ‘kötü’ etkilediğine dair iddialar sonucu işten çıkarılmaları doğrultusunda yapılan yasa tasarısının reddedilmesini sağlamış ve gizli eşcinselleri, dolaplardan çıkmaya davet etmiştir. Tasarı 6’nın reddedilmesiyle büyük bir başarı sağlayan Milk, iş arkadaşı Dan White ile bazı konularda çatışmalar yaşamıştır. Bu çatışmalar sonucunda, Milk’in başarısını kaldıramayan ve Amerikan ailesinin kutsallığını savunan Dan White, Milk’in destekçisi San Francisco Belediye Başkanı George Mascone’u ve Harvey Milk’i öldürmüştür. Harvey Milk’in ölümünden sonra LGBTİQ+lar ellerinde mumlarla barış içinde, şiddet olaylarının olmadığı, aynı Milk’in savunduğu ve istediği gibi, bir yürüyüş düzenlemiştir. Öldürülmesi durumunda kayıt altına aldığı anılarında şu sözlerle destekçilerine seslenmiştir:
“Bir suikasta uğrarsam beş, on, yüz, bin kişi ayaklansın. Beynime bir mermi girecekse bu mermi bütün dolapların kapaklarını kırsın. Bu hareketin sürmesini istiyorum. Çünkü bu hareketin kazançla, egoyla, güçle alakası yok. Bu hareket bizler için. Sadece geyler için değil. Aynı zamanda, siyahlar, Asyalılar, yaşlılar ve engelliler için. ‘Bizler’ için. Umut olmadan bizler pes ederiz. Sadece umutla yaşanmayacağını biliyorum. Ama umut olmazsa hayat yaşamaya değmez. Onlara umut vermek zorundasınız.”
Dan White’ın avukatları tarafından fazla abur cubur yemesi sonucu oluşan zihin karmaşıklığı cinayetlerin sebebi olarak gösterilmiştir. ‘Twinkie savunması’ olarak anılan bu savunma sonucu, Harvey Milk karşıtı olan hakimler White’a asgari ceza vermiştir. Bir cinayette bile, hayatını kaybetmiş kişiye sadece insan olarak bakılamaması adaletin sadece çıkarları korunan sınıfın, cinsel yönelimin ve ırkın adaleti olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Beş yıl sonra hapisten çıkan White, sonrasında intihar etmiştir.
Sonuç olarak film, Amerika’daki eşcinsellerin savunmasız, güvencesiz hayatlarını ilk kez açık kimliğiyle meclise giren Harvey Milk’in gözünden ele almış, hayatının son yıllarına kadar süren mücadelesine ışık tutarak LGBTİQ+ların maruz kaldığı şiddeti akıcı bir şekilde anlatmıştır. Harvey Milk büyük bir hareketin öncüsü olmuş ve insanlara umut aşılamıştır. Toplum tarafından genel kabul gören kalıplardan heteroseksüel ilişki biçimine eşcinseller tarafından uyulmaması, dışlanmalarına neden olmuştur. Bu yüzden 1960’lar Amerika’sında belli kalıpların içinde sıkışmış insanların varlığı filmde başarıyla ifade edilmiştir. Filmin sonunda oyuncuların temsil ettikleri gerçek insanların gösterilmesi filmin izleyici üzerindeki etkisini arttırdığını düşünüyorum. Eleştirilerim ise, Milk’in sevgilisi rolünde gördüğümüz James Franco (Scott) ve diğer arkadaşları mücadelede biraz arka planda kalması ve Milk’in özel hayatına çok fazla yer verilmemesidir.
AYŞE YILMAZ
Toplumsal Cinsiyet Staj Programı