Merkel’in Kıbrıs Çıkarması

Kıbrıs Sorunu’nun çözümüne ilişkin müzakere sürecinin çıkmaza girdiği artık gizlenemiyor. Angela Merkel’in 11 Ocak 2011’deki Lefkoşa ziyaretinin de böylesi bir ortamda gerçekleşmesi vesilesiyle önemlidir. Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Dimitris Hristofyas’la düzenlediği ortak basın toplantısında Merkel’in “Rum tarafı onurlu bir anlaşmaya hazırken Türk tarafının bu adımlara karşılık vermedi.” şeklinde ifadeleri de gündeme damgasını vurdu. Merkel’in çözümsüzlük nedeniyle Türkiye’yi suçlamasına rağmen BM Genel Sekreteri, açıklama ve raporlarında Rum Yönetimi’ni sorumlu gören bir yaklaşım sergiliyor. Merkel’in açıklamaları da aslında BM Genel Sekreteri’nin süreci farklı bir rotaya yönlendirme ihtimalini “hafifletmek” amacını taşıyor. Nitekim resmi açıklamalara göre BM Genel Sekreteri, 26 Ocak’ta Cenevre’de Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum liderleri ile buluşacak. Müzakerelerde herhangi bir ilerleme olmadığının kaydedilmesi durumunda BM’nin görüşmelerden çekileceği iddiası var. Oldukça kritik bu görüşme öncesinde Merkel, Rum tarafına açık destek vermekle kalmıyor ve Kıbrıs Sorunu’nu gerçek mecrası olan BM zemininden AB zeminine doğru biraz daha çekiştirmeye çalışıyor. Bir yandan da Hristofyas’a seçimlerde kullanabileceği bir “aklanma” fırsatı veriyor.

BM’nin Artan Ağırlığı

Öncelikle BM’nin görüşmelerden çekilmesinin söz konusu olamayacağını belirtmek gerekir. Ancak oluşturulan bu imaj, Rum tarafının masada uyumlu davranmasını sağlayacak bir araçtır. BM’nin çekilmesi, KKTC için de Kosova sürecinin başlatılması anlamına gelir ve bu sürecin BM Genel Sekreteri eliyle başlatılması söz konusu bile olamaz. Rum Yönetimi’nin en büyük endişesi, herhangi bir şekilde KKTC’nin “statüsünün” yükseltilmesi ihtimalidir. Suriye-KKTC arasındaki feribot seferlerinden Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün gündeme gelmesine dek pek çok gelişme bu endişeyi tetikliyor. Rum Yönetimi’nin müzakere stratejisi ise masada mümkün olduğunca uzun kalmak üzerine kurgulanmıştır. Yani yavaş ilerleyen görüşmelerle zaman kazanmak ve Kıbrıslı Türklerin zaman kaybı haline gelen müzakerelerden sonuç beklemek yerine uluslararası tanınmışlığı bulunan Rum devletinin sunduğu vatandaşlıktan bireysel olarak yararlanmayı tercih etmesini sağlamak amaçlanmaktadır. Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye güveninin zedelenmesi de bu süreci hızlandıracaktır. Türkiye’ye AB üzerinden, KKTC’ye Türkiye üzerinden uygulanacak baskı ile bir gün kendi taleplerini karşılayacak bir sonuca ulaşabilecekleri hesabı yapılmaktadır. Türkiye’nin limanlarını Rum gemi ve uçaklarına açması dahi statükonun korunmasına değecek sonuçlar doğuracaktır. Nitekim bu, Türkiye’nin Rum Yönetimi’ni tüm adayı temsilen “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıdığı anlamına gelecektir.

Rum müzakere stratejisinin işleyebilmesi de BM’nin “hakemlik” ve “takvim” kriterlerini devreye sokmamasını gerektirir. Halbuki Ban Ki Moon, birdenbire devreye girdi ve BM’nin müzakerelerdeki ağırlığını arttırdı. 18 Kasım 2010’da BM Genel Sekreteri’nin ev sahipliğinde liderlerin bir araya getirilmesi de Hristofyas’ın türlü bahanelerle ayak diremesine rağmen gerçekleştirilebilmiş ve adı konmamış bir takvim ortaya çıkmıştı. Sürecin tüm aşamaları takvimlendirilmemişse de 26 Ocak 2011’e dek kayda değer bir ilerleme sağlanması istenmişti. BM Genel Sekreteri, görüşmelerin seyrini ilkelden belirleyeceği ve takip edeceğini deklare etmiş oldu. Elbette gözlemleri müzakerelere ilişkin hazırlayacağı raporlarda da daha net ifadelerle yer alacaktır.

Doğal Takvim Devrede

Ban Ki Moon’u harekete geçiren ise 2011 itibariyle müzakere sürecini donduracağı kesin olan “doğal takvim”di. Nitekim Rum Yönetimi’nde 22 Mayıs 2011’de yapılacak parlamento seçimleri ilk önemli tarihtir. Partisi AKEL’in zemin kaybetmesini istemeyen Hristofyas, “Türkleri ve Türkiye’yi çözümsüzlükle suçlama” ve “AB yetkililerine Türkiye’yi hedef alan açıklamalar yaptırma” yolları ile partisine oy kazandırmaya çalışacağı döneme girdi. Artık seçim sonuçları kesinleşene dek müzakerelerin ilerlediği imajını verebilecek en ufak bir açıklama dahi yapamaz. 17 Temmuz 2011’de ise Türkiye’de seçimler var ve bu tarihe kadar da Türkiye Hükümeti’nin açılımlarını durduracağına kesin gözüyle bakılıyor.

Rum Yönetimi’nin AB Dönem Başkanlığı’nı devralacağı Temmuz 2012’ye dek müzakerelerde kısmi ilerleme sağlanabilecekse de Rumların hep istedikleri Türkiye’yle baş başa kalma, birebir görüşme, yüz yüze gelme fırsatını beklemeyi tercih etmesi daha yüksek bir ihtimaldir. Aynı şekilde Türkiye’nin de Rum vetosunu geçersiz kılacak olan Lizbon Anlaşması’nın devreye gireceği 2014’e dek “rölantide bekleme” yolunu tercih etmesi de mümkündür. 2013 Şubat’ında gerçekleştirilecek Rum Cumhurbaşkanlığı seçimleri de beklemeyi isteyen Türkiye’ye önemli bir fırsat sağlayacaktır. Zaten 2014’de de KKTC parlamento seçimlerine gidecek ve her bir seçim tarih boyunca her tür müzakereyi durdurmuştur. Dolayısıyla müzakerelerin Ağustos 2011’e dek donması dahi zaten bir anlamda sürecin sonlanmasıdır ve BM Genel Sekreteri aslında bunu engellemek istemektedir. BM Genel Sekreteri’nin bizzat devreye girmesi de “işin ciddiye binmesi”, BM’nin ağırlığının artması, yeni bir “dışarıda yazılmış planın” tarafların önüne konulması ihtimalinin canlanması anlamlarına gelir.

Süreçte Merkel Kesintisi

BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi, müzakere sürecine başlangıcından itibaren eşlik ediyordu ancak Ban Ki Moon’un Kasım ayındaki doğrudan müdahalesine dek BM’nin müzakerelerde aktif bir tutum sergilemediğini söylemek yanlış olmaz. Özel Temsilcinin yaptığı liderlerin her buluşmasından sonra “sürecin çok iyi ilerlediğini” ifade eden basın açıklamalarından ibaretti. Açıklamaları da gerçeği yansıtmıyordu. Bu zaman diliminde AB’nin süreci yapıcı şekilde yönlendirmek için fırsatı vardı ancak tüm girişimlerinde olduğu gibi Kıbrıs’ta da başarısız oldu. Belki bunda İngiltere ve Fransa açısından çakışan çıkarlarının etkisi olmuştur ancak Almanya için aynısını söylemek doğru olmaz. Kesin olan AB ne Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nde vaatlerine uygun bir ilerleme sağlayabildi ne Kuzey Kıbrıs’ın ekonomik anlamda güçlendirilmesine girişti ne de Rumları sorununu halletmesi için zorladı. Şimdi BM Genel Sekreteri’nin ikişer aylık sürelerle süreci çok sıkı bir şekilde yakın takibe aldığı dönemde ise müzakere sürecini olumsuz etkileyecek bir açıklama Merkel’den geldi.

Kıbrıs Sorunu’nun çözülmesini özellikle AB-NATO iş birliğinin geliştirilebilmesi için isteyen Merkel’in kendi hedefine de hizmet etmeyen açıklaması, BM’nin girişimine zarar veriyor. Ban Ki Moon’un uluslararası bir konferansı gündeme getirerek 2003’deki Bürgenstock sürecinin bir benzerini oluşturma niyetinde olduğu, Rum gazetelerinde başlıca endişe kaynağı olarak işlenmekteydi. Anlaşılan Hristofyas 26 Ocak buluşması öncesi için acil yardım talebinde bulundu. Merkel’in “Hangi Gezegende Yaşıyor” başlıklarının atılmasına sebep olan “Rum tarafı onurlu bir anlaşmaya hazırken Türk tarafının bu adımlara karşılık vermediği” sözleri de Rumların uzlaşmazlığı algısını kırma amacı taşıyor olsa gerek. Aslında Hristofyas’ın elini 26 Ocak için güçlendirdiği gibi görüşmeden kaçma fırsatı da yaratmıştır. Her halükarda AB’nin sorunun bir tarafı olduğu vurgusu yapılmış, Bir Alman Başbakanı’nın Kıbrıs’ı ilk ziyareti anlamlandırılmıştır.

Rum ana muhalefet partisi DİSİ’nin lideri Nikos Anastasiadis’in Merkel’e, AB’nin Kıbrıs sorununa üst düzey bir yetkili atayarak müdahil olması çağrısı da kayda değerdir. Anlamı, olası bir uluslararası konferansta masada Kıbrıslı Türklerin karşısına Rum ve Yunan temsilcilerle birlikte hareket edecek bir de AB temsilcisinin oturtulması için mekanizmanın artık tetiklendiğidir.

Hristofyas’a Destek

Muhalefetin ve özellikle Ortodoks Rum Kilisesi’nin hedefindeki Hristofyas için Merkel’in ziyaret ve açıklamalarının ayrı bir önemi daha bulunuyor. Uluslararası kamuoyunda Papadopulos döneminde oluşan olumsuz imajın Rum Yönetimi lehine düzeltilmesi Hristofyas’ın liderlik vaatlerinden biriydi. Merkel’in “onur”landırması, hedefe ulaşıldığına ilişkin önemli bir veri oluşturdu. Oy kaybı yaşamakta olan Hristofyas ve partisi AKEL’e de Mayıs’taki parlamento seçimleri için moral destek oldu. Şu an seçimlerde şansı biraz daha yüksek görünen DİSİ’nin Yunan milliyetçiliğine yakın olması ve Yunanistan’ın yeni dönemde Türkiye ile ilişkileri sertleştirme politikasına yönelmesi, DİSİ’nin müzakerelerde daha da fazla ayak direyeceğinin emaresidir. Komünist ideolojiden uzaklaşarak Makarios, Papadopulos çizgisine yerleşmesine rağmen AKEL müzakerelerin devamını isteyenler için hala eldeki en iyi ihtimal. Bu, 26 Ocak’tan sonra da, Rum tarafındaki seçimler sonuçlanana dek, Merkel’in yaptığı türden açıklamalarla sık sık karşılaşılacağı anlamına gelir.

Gözde KILIÇ YAŞIN

21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü

Balkanlar ve Kıbrıs Uzmanı

http://www.21yyte.org/tr/yazi6057-Merkelin_Kibris_Cikarmasi.html

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...