Yugoslavya Federasyonu döneminde Kosova, Sırbistan Federal Cumhuriyeti içerisindeki bir bölgeydi. 1974’te Yugoslavya Anayasası, Kosova’ya özerklik tanıdı. Fakat, 1989 yılında dönemin Sırp asıllı milliyetçi Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç, özerkliği geri aldı. 1991’de Yugoslavya’nın dağılmasının ardından; önce Hırvatistan, sonrasında Bosna’da başlayan kanlı savaş (1992-1995), daha sonra Kosova’ya sıçradı. 1998 yılında Sırp polisi ile Kosova Özgürlük Ordusu arasında çatışmalar başladı. Miloseviç’in ordusu bu dönemde Arnavut halkın köylerini bastı, sivilleri öldürdü. 24 Mart 1999 tarihinde, 78 gün süren NATO müdahalesiyle Kosova, UNMİK (Birleşmiş Milletler Kosova Geçici Yönetimi)’in idaresine geçmiş ve NATO dahilinde 88 yıl sonra Türk askeri bu bölgeye tekrar ayak basmıştı.[1] Böylece Sırbistan, Kosova’dan çekilmek zorunda kaldı.
Türkiye, Bosna Savaşı’nın sona ermesinden üç sene sonra başlayan Kosova Savaşı’nda yoğun bir diplomasi gündemi takip etmiştir. Sırp güvenlik güçleriyle Kosova Kurtuluş Ordusu(UÇK) milisleri arasındaki çatışmaların şiddetlendiği 1998 yılı, tam da Türkiye’nin Belgrad yönetimiyle ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı döneme denk geldi. Fakat Kosova’da şiddet eylemlerinin artması, Ankara’yı Sırbistan’la ilişkilerini gözden geçirmeye zorladı. Türkiye’nin Kosova politikası, Bosna politikasından çeşitli açılardan farklı oldu. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Öncelikle, Kosova ile Bosna’nın Yugoslavya Federasyonu içerisinde sahip oldukları yasal statü birbirinden farklıydı. 1974 anayasasına göre Bosna–Hersek federal cumhuriyet iken, Kosova özerk bölgeydi. Yasal açıdan Kosova’nın, Yugoslavya’dan ayrılması mümkün değildi. Bu durum dikkate alındığı zaman, Kosova’da çatışmalar başladığında Ankara’nın tutumu bu meselenin Yugoslavya’nın iç meselesi olduğu şeklindeydi. Kısacası, anayasal açıdan ayrılma hakkına sahip olmayan Kosova’nın bağımsızlığı fikrine bu dönemde soğuk yaklaştı. İkinci önemli farklılık, Boşnaklar’ın Türkiye dışında başka bir anavatanlarının olmaması bu yüzden Türkiye’yi anavatan olarak görmeleri (tarihsel, kültürel ve dinsel özellikler hasebiyle), Kosovalı Arnavutlar ise anavatan olarak Arnavutluk’u görmekteydi.[2] Hatta Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan tüm haklarda olduğu gibi, Arnavutlarda da zaman zaman görülen Osmanlı karşıtlığı ve milli kimliklerini bunun üzerine kurmaları da süreci etkiledi.[3] Üçüncü olarak, Bosna’da bir Türk azınlık yokken, Kosova’da Sırp ve Arnavut milliyetçilikleri arasında sıkışan ve giderek artan sorunlar yaşamakta olan bir Türk azınlığı vardı. Bu da azınlığın haklarını korumaya çalışan Türkiye’yle Kosovalı Arnavutlar arasında sorunlara yol açtı. Son olarak, Bosna’da bağımsızlık öncesi herhangi bir Boşnak yeraltı örgütü yokken, Kosova’da UÇK‘nın varlığı ve şiddete başvurması, terörle mücadele eden Türkiye açısından Kosova’nın durumunu daha da karmaşık hale getirmişti.[4]
Bu unsurların etkisiyle Türkiye, Kosova’da çatışmaların başlaması üzerine, çatışan taraftarları şiddeti durdurma ve siyasi diyalog başlatmaya çağırdı. Tarafsız bir tutum takınmaya özen gösterdi. Ankara’nın diplomatik girişimleri ise, bir yandan Sırp ve Arnavut taraflar, öte yandan bölge ülkeleri ve uluslararası kurumlar üzerine yoğunlaştı. Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi, Türkiye’nin Kosova politikası aktif ama temkinli bir şekilde yürütüldü ve kısmen Bosna politikasından farklı gelişti. Yukarıda ele alınan nedenlerden dolayı Türkiye, Kosova Arnavutları’nın hamiliğini üstlenmedi ve bağımsızlık taleplerine destek vermekten çekindi. Bosna’da yaşananları iki devlet arasında gerçekleşen bir savaş olarak değerlendirirken, Kosova’yı ise iç çatışma şeklinde algıladı.[5]
Bu dönemde Türkiye Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Orta Doğu’dan Orta Asya’ya kadar izlediği tüm politikalarda bölge ülkeleri ve Batılı devletlerle birlikte hareket etmeye dikkat etti ve tek taraflı davranmaktan özellikle kaçındı. Kosova politikasında bunu açık şekilde görmek mümkündür. Türkiye bölgesel veya uluslararası kuruluşlar nezdinde doğrudan askeri müdahale çağrısından bulunmaktan kaçındı. Buna karşılık alt perdeden Bosna’daki hatanın tekrarlanmaması gerektiğini vurgulanarak, şiddetin bir an önce durması için harekete geçilmesini istendi. Bu bağlamda bir diğer önemli söylem, eğer herhangi bir müdahale gerçekleşirse Türkiye’nin katılmaya hazır olduğuydu. BM Güvenlik Konseyi’nden onay almamışsa da Türkiye, daha önceden söz verdiği şekilde müdahaleyi destekledi ve hatta aktif olarak katıldı. NATO müdahalesinin ardından Türk uçakları, ilk başta denetim uçuşlarına katıldı, daha sonra ise bombardımanda yer aldı.[6] NATO operasyonunun ardından Türkiye, uluslararası barış gücünün parçası oldu.
Savaşın sonucunda da Yugoslavya, ABD’nin dayattığı planı kabul etmek durumunda kalmıştır. Bu plana göre, bölgeye Kosova Force-KFOR adında NATO’nun da katıldığı bir barış gücü konuşlandırılmıştır. Yugoslav güvenlik güçleri bölgeden çekilmiş ve Arnavutlar’ın geri dönmesi kabul edilmiştir. Sonrasında ise yönetim, Birleşmiş Milletler Kosova Görev Gücü (UNMIK) idaresindeki geçici sivil yönetimine bırakılmış ve bu yönetim 1999-2008 yılları arasında devam etmiştir. 1999’daki NATO müdahalesi ile Sırbistan idaresinden kurtulan Kosova, Sırbistan ve Karadağ’ın 2006’da bağımsızlıklarını ilan etmesinden sonra; 17 Şubat 2008’de bağımsızlığını ilan etmiş ve ilk etapta Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Rusya’nın aksine; Türkiye ve ABD başta olmak üzere birçok ülke tarafından tanınmıştır.[7]
Gerek ABD gerekse Batı Avrupalı büyük güçler, Kosova’nın bağımsızlık kararını “Kosova halkının kendi kaderini tayin hakkı” olarak değerlendirdiler ve memnuniyetle karşıladılar. Ayrıca bunun, hem Balkanlar’da hem de Avrupa’da barış ve demokrasinin gelişimi açısından faydalı olacağını ileri sürdüler. Daha da öteye giderek, Kosova’nın ayrılmasının, Sırbistan’ın Avrupa Birliği’ne entegrasyon sürecine olumlu katkı sağlayacağını, Avrupa’nın “büyük ağabeyleri” (Almanya, Fransa, İngiltere) tarafından telkin edildi.[8] Günümüzde Sırbistan’ın da AB öyküsündeki engellerinde, kuşkusuz ilk sırada Kosova sorunu karşımıza çıkmaktadır. AB Komisyonu’nun, Kosova meselesinin geleceğini ve Sırbistan’ın AB üyeliğini ortak bir kadere bağlaması, Kosova sorununu Sırbistan’ın üyelik yolundaki en önemli sorun olarak ortaya çıkarmaktadır. Hem iki ülke hem de bölge barışı ve iş birliği için hayli önemli bir mesele olan, Kosova sorununun Sırbistan’ın AB üyeliği yolunda nasıl bir sürece doğru gideceğini ve Sırbistan’ın şu ana kadar almış olduğu cesur kararları ve yaptığı reformları daha ne kadar götürebileceğini zaman içerisinde göreceğiz.[9] Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı (AGİT) 2015 yılı dönem başkanlığı, İsviçre’den Sırbistan’a geçti. Bu bağlamda Sırp analistler, “Belgrad’ın AB ile Rusya arasındaki köprü konumunun Ukrayna krizinin çözümüne katkı sağlayabileceğini” savunuyor. 1990’lı yıllardaki Yugoslavya savaşlarıyla itibar yitiren, halen çözüm bekleyen Kosova ihtilafı nedeniyle sıkıntı yaşayan Sırbistan, AGİT dönem başkanlığını uluslararası kamuoyunda olumlu bir şekilde değerlendirmeyi hedefliyor ve diğer yandan AB’ye tam üyelik hedeflediğine işaret ediyor.
1999 Kosova Krizi ve NATO müdahalesi sonucu Belgrad–Ankara arasında bozulan ilişkilerde ekonomik gelişmeler, NATO müdahalesi nedeniyle Temmuz 1999’da kapatılan Belgrad Büyükelçiliğimiz Ticaret Müşavirliği, Kasım 2009 itibariyle yeniden faaliyete geçti. Sırbistan ile 6 Ocak 2009 tarihinde imzalanan ve 1 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe giren Serbest Ticaret Anlaşması ile ülkemiz menşeli sanayi mallarına Sırbistan’da uygulanan gümrük vergisi oranları sıfırlandı. Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç’in, 4-5 Şubat 2013 tarihlerinde ülkemize gerçekleştirdiği ziyarette, iki ülke cumhurbaşkanları tarafından, ticaret hacminin 1 milyar dolara yükseltilmesi ortak hedef olarak benimsenmiştir. Sırbistan’da 40 Türk şirketi faaliyet göstermekte olup, toplam Türk yatırımlarının tutarı 113 milyon dolardır. Siyasi ilişkilerimiz, ülkemiz, Sırbistan’ı bölgenin istikrarı açısından kilit önemi haiz görmekte ve Avrupa-Atlantik yönelimini desteklemektedir. Ortak sınırımız bulunmamasına karşın, Sırbistan’ın Türkiye’yi “komşu ülke” kapsamında değerlendirmesi, ilişkilere verdiği önemin göstergesidir. Sırbistan, bilhassa ülkemizin Avrasya’daki merkezi konumundan ve bölgedeki ağırlığından -özellikle ekonomik gücünün vaat ettiği potansiyelden- yararlanmayı amaçlamaktadır. Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanları başta olmak üzere yapılan karşılıklı ziyaretler ve iş birliğini geliştirmeye yönelik akdedilen anlaşmalar neticesinde, Serbest Ticaret Anlaşması, karşılıklı vize muafiyeti ve TİKA’nın Sırbistan’da resmi olarak faaliyette bulunması gibi ikili ilişkilerin gündeminde yer alan konular neticelendirilmiştir. Türkiye Balkanlarda kalıcı barış ve istikrar için kilit önemi haiz Sırbistan’la ilişkilerine özel önem ve öncelik atfetmektedir. [10]
Sonuç olarak, 1980’de Tito’nun ölümünden sonra ekonomik problemler temelli başlayan ve bunun bir sonucu olarak federal cumhuriyetlerde yükselen milliyetçiliğin Yugoslavya Federasyonu’ndaki etkileri bölünmelere neden olmuş ve bu süreçte birçok masum sivil hayatını kaybetmiştir. Batılılar’ın Bosna’daki katliamlara uzun süre boyunca sessiz kalması, Kosova konusunda bu denli hızlı hareket etmesi kuşkusuz o ülke üzerindeki menfaatlerini göstermiştir. Bu bağlamda, günümüzde tartışma konusu olan “Türkiye’nin NATO’dan ayrılsın mı? Ayrılmasın mı?” sorusunu ele alacak olursak: Ayrılsın diyenler, 1974 Kıbrıs Krizi’nde NATO’nun 5. maddesini ihlal etmesi ve Türkiye’ye gereken yardımın sağlanmamasını, 2011 Libya Müdahalesi’nde ortak karar aşamasında yaşanan sıkıntılar ve son olarak 2014 Suriye Kobani’de yaşanan olaylarda, NATO’nun Türkiye sınırında gerekli güvenlik önlemlerinin alınması yolunda bir eyleminin olmaması gösterilmektedir. Ayrılmaması konusunda kanaatte bulunanlar ise, “Türkiye’nin konumu itibari ile tarih boyunca ezeli rakip olarak Yunanistan’ın NATO üyesi ülke olarak kalması Türkiye’nin ayrılması durumunda riskler doğuracaktır.” şeklinde düşünülmekte ve başka bir bağlamda ele alanlar ise, Batılı devletlerin İran ile iş birliği içinde olan bir Türkiye’nin Yakındoğu’da olmasının çıkarlarına zarar vereceğinden buna müsaade etmeyecekleri; ayrılırsa da Türkiye açısından riskli sonuçlar doğuracağı yönündedir.
Mehmet NİZAM
TUİÇ BALKAM Araştırma Asistanı
Kaynakça
[1] Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Journal of Turkish World Studies, Cilt 10/Sayı 2 (Kış 2010), s.68
<http://tdid.ege.edu.tr/files/giraysaynurbozkurt.pdf>
[2] Coşkun, B. D. “Yugoslavya’nın Dağılma Krizi; Prof. Dr. Haydar Çakmak Türk Dış Politikasında 41 Kriz 1924-2012” Kripto, Ankara, 2012, s. 221-222
[3] Bozbora, N. “Osmanlı Yönetiminde Arnavutluk ve Arnavut Ulusçuluğunun Gelişimi” İstanbul. Boyut, 1997
[4] Coşkun, B. D. “Yugoslavya’nın Dağılma Krizi; Prof. Dr. Haydar Çakmak Türk Dış Politikasında 41 Kriz 1924-2012” Kripto, Ankara, 2012, s. 221-222
[5] Ibid
[6] Uzgel, İ. “Kosova Sorunu ve Türkiye Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar” Vol. II:1980-2001, İletişim, İstanbul, 2001,s.512
[7] Adıyaman, Ş. “Kosova Bağımsızlık Süreci ve AB ile İlişkileri” (14 Temmuz 2011) <http://www.bilgesam.org/incele/145/-kosova%E2%80%99nin-bagimsizlik-sureci-ve-ab-ile-iliskileri/#.VQyyTo6sV7w>
[8] Caner Sancaktar, “Kosova’dan Abhazya ve Güney Osetya’ya: Batı’nın Tutarsızlığı” (28 Ağustos 2008)
<http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/936/kosovadan_abhazya_ve_guney_osetyaya_batinin_tutarsizligi>
[9] Büyük, H. F. ”Sırbistan’ın AB macerası ve Geleceği” (04 Şubat 2014) <http://www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366661#.VQy-Vo6sV7>
[10] Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı (Erişim: 26 Mart 2015)
<http://www.mfa.gov.tr/turkiye-sirbistan_siyasi-iliskileri-.tr.mfa>
merhaba
lütfen kaynakça bölümünü düzeltir misiniz özellikle 9. kaynağı
sayın Mehmet NİZAM
kendisi temsilcileriniz arasında yok kim olduğu belli değil lütfen daha güncel olmaya çalışabilir misiniz