Marksist Bağlamda Ailenin Kökeninde Kadının Rolünün Feminist İncelemesi

 

Özet

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana aile yapısı, çeşitli ekonomik gelişmelerle değişikliğe uğramıştır. Bu değişiklikler ailedeki iş bölümünü ve kadının aile içindeki statüsünü etkilemiştir. Avcı toplayıcılık yapan toplumlarda ortak mülkiyet anlayışı bulunmaktadır. Aile kadın soyundan ilerlemekte, anaerkil bir sistem görülmektedir. Tarıma geçilmesi ve hayvanların evcilleştirilmesi, özel mülkiyeti ve yeni sınıfsal yapıları ortaya çıkarmıştır. Bütün bu unsurlar başlarda anaerkil olan aileyi babanın soyundan ilerleyen ataerkil bir yapı haline dönüştürmüştür. Sanayileşme süreci ile birlikte özel ve kamusal alan kavramları keskin bir şekilde kendini göstermiştir. Kadının kamusal hayata girmesiyle birlikte özel alanda ona biçilen rolün kadının kamusal alandaki statüsünü de olumsuz etkilediği görülmüştür. Ataerkil yapı bu kapitalist süreçte varlığını daha güçlü bir şekilde göstermiştir.

Çalışmada kapitalizmin ailedeki cinsiyet eşitsizliğini nasıl etkilediği sorusuna cevap aranmıştır. Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetinin, Devletin Kökeni” kitabı ışığında aile yapısının geçirdiği tarihsel değişimler incelenmiş, ailenin kökeninde, günümüzde halen varlığını sürdüren cinsiyete dayalı eşitsizliklerin oluşum süreci ve yansımaları Marksist feminist bağlamda ele alınmıştır. Kapitalizmin cinsiyet eşitsizliğini pekiştiren bir unsur olduğu anlaşılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Feminizm, Marksist Feminizm, Aile, Ataerkil, Kapitalizm

 

Abstract

 Since the beginning of the humankind, family structure has been subjected to change due to various economic factors. These changes affected division of labour and status of the woman within the family unit. Also, collective ownership used to be utilized by hunter-gatherer societies and matriarchate was recognized. However, the transition to agriculture and the domestication of animals created private property and new class structures. All these elements turned the family unit, which was originally matriarchal, into a patriarchal one.

With the help of the industrialization, the concepts of private and public spaces emerged rapidly. The patriarchal structure has proven its existence vividly within the capitalist process. Although women’s entry into public life has brought some major improvements in their status, her role in the private space also negatively affected her status in the public space.

In this study, sought an answer to question of how capitalism affects gender inequality. With the guidance of Engels’ book “The Origin of the Family, Private Property, the State“, the historical changes in the family structure were examined, and the formation process and reflections of gender-based inequalities in the origin of the family that still exist today are discussed in the context of Marxist feminism. It has been understood that capitalism is a factor that capitalism is a factor that reinforces gender inequality.

Keywords: Feminism, Marxist Feminism, Family, Patriarchal, Capitalism

 

Giriş

 Üretim araçlarının ortaya çıkmasıyla birlikte insanlık tarihinde büyük değişimler meydana gelmiştir. Bu gelişmeler, öncelikli olarak aile yapısına tesir etmiş, yeni iş bölümleri ve sınıfsal yapılar oluşturmuştur. Zaman içerisinde aile içerisindeki güç dengesi, oluşan yeni iş bölümleri ve sınıflar yapılarla birlikte zamanla erkeğin lehine değişmiştir.

 Özellikle kapitalizm yeni sınıfsal yapıları ortaya çıkmıştır. Marksist perspektife göre kapitalizm, iki sınıfın, emeği oluşturan proletarya ile üretim araçlarına sahip olan burjuvazi arasındaki yabancılaşma sürecini kapsamaktadır. Proletarya sınıfı, fabrikadaki emeğinin sonucu olan üründen giderek kopmakta, yabancılaşmaktadır (Topakkaya , 2008). Marx, kapitalist sürecin insanı metalaştırdığını ve “Komünist Manifesto”da “burjuvazinin aile ilişkisini bir para ilişkisine indirgediğini” söylemiştir  (Donovan ,  2020).

Marx, alt yapı kavramının temeline ekonomiyi koymaktadır. Kültür, aile, siyasal yapı gibi bütün kurumlar üst yapı unsurlarıdır. Marx alt yapının yani ekonominin, aileyi etkilediğini söylemektedir. Aile yapısını çözümleyebilmek için yine Marx’ın tarihsel materyalist yöntemini kullanmak önem arz etmektedir. Tarihsel materyalizm toplumsal değişmelerin maddesel temele dayandığı ve yapıların kökenini çözümlemekte kullanılan bir yöntem olmuştur  (Topakkaya , 2008).

Aile yapısının analizinde marksizmin bu bakış açısı feminist perspektiften daha ayrıntılı incelenebilmektedir. Öncelikle marksizm erkek bakış açısıyla ele alınmıştır. Kadınların özellikle aile içerisinde ve toplumsal hayatta kaldıkları dezavantajlı durum yeterince tahlil edilemediği düşünülmektedir  (Donovan ,  2020).

Feminizm kadınların maruz kaldığı ayrımcılıkları ve dezavantajlı durumlarını vurgulamaktadır. Çatışma gibi temel sorunların kadınları ve erkekleri hangi açılardan etkilediğinin yollarını araştırmıştır. Bunu yaparken erkeklerin ve kadınların ekonomik ve toplumsal deneyimlerini incelemiştir. Cinsiyeti göz önünde bulundurarak sorunlara odaklanmak genellikle ihmal edilen bir durum olmuştur. Kadınların bakım, ev işleri gibi ücretsiz işlerin çoğunu yapıyor olması, aynı işte çalıştıkları halde erkeklerden daha az kazanıyor olması gibi maruz kaldığı ayrımcılıklar zaman zaman eğitime ve sağlık hizmetlerine erişim zorluğu yaratmış, arazi mülkiyeti gibi yasal haklara da yansımıştır. Feministler bu ayrımcılığın nedenlerinin yapısal ve kurumsal olduğunu savunmuşlardır. Öncelikli hedef maruz kalınan ayrımcılıkları vurgulayıp bunlara meydan okumaktır (Lee-Koo , 2007).

Marksizm, feminist teorinin ilerlemesi hususunda çok önemli bir yere sahiptir. Özellikle marksizmin “bilinç yükseltme” kavramı marksist feminizmin de kullandığı bir yöntem olmuştur (Donovan , 2020).  Marx, bilincin toplumsal yapı çerçevesinde belirlendiğini, hâkim olanın fikirlerini topluma empoze ettiğini savunmuştur. Böylelikle empoze edilen fikirlerle toplumda “yanlış bilinç” oluşur. Böylelikle hâkim olmayan sınıf üzerinde toplumu dönüştürücü eylemler yani praksis benimsenecek, praksis yanlış bilinci bertaraf etmede kullanılacak etkili bir yöntem olacaktır. Düşünceyi empoze eden burjuva ve empoze edilen proletarya arasındaki ilişki erkek ve kadın arasında kurulmuştur (Sağlam, 2020). Yine marksizmin yöntemlerinden “tarihsel materyalizm” ve “yabancılaşma” da marksist feministler tarafından kullanılmıştır (Donovan , 2020).

Marksist feministlerden Michele Barett ailenin, kapitalizm tarafından biçimlendiğini savunmuştur (Güçlü , 2012). Marksist feminizm kadınların özgürleşmesinin, kapitalizmin ve baskıcı sınıf ilişkilerinin ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşebileceğini savunmuştur (Sağlam , 2020).

Kapitalizm cinsiyet eşitsizliğini pekiştiren bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada kapitalizmin ailedeki cinsiyet eşitsizliğini nasıl etkilediği sorusuna cevap aranmıştır. Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetinin, Devletin Kökeni” kitabı ışığında aile yapısının geçirdiği tarihsel değişimler incelenmiş, ailenin kökeninde, günümüzde halen varlığını sürdüren cinsiyete dayalı eşitsizliklerin oluşum süreci ve yansımaları marksist feminist bağlamda ele alınmıştır.

 

Anaerkillikten Ataerkilliğe Geçiş

 İlkel aile yapılanmalarında çok eşliliğin yaygın olduğu görülmektedir. Engels’in Morgan’ın Eski Toplum kitabından aktardığı üzere çok eşliliğin yaşandığı ilkel dönemde kabileler arasında da farklılıklar yaşanmaktadır (Engels, 1884). Morgan’a göre “soydaş aileler” de evlilikler kuşaklara göre düzenlenmiştir. Kardeşler ve kuzenler kendi kuşaklarında olduğundan evlenebilmektedir (Engels, 1884).

Morgan’ın bir diğer aile kavramı olan “ortaklaşa aile” kavramı kardeşler arasındaki evliliğe yasaklar getirmiş olan ilkel toplumlarda görülmüş, aile kurumu gelişme göstermiştir. Ayrıca bazı kabile içindeki kız çocuklarının öldürülmesi ve savaş halindeki kabilelerden kadınların kaçırılması durumunun kabile içerisindeki kadın sayının azalmasına yol açtığı düşünülmektedir. Bunun da etkisiyle annenin rahatça bilinebilmesi soyun kadın üzerinden ilerlemesine yol açmıştır. Bu da kadınların kabile içerisindeki statüsünü arttırmıştır (Engels, 1884).

Çeşitli akraba evliliklerinin yasaklanması ve bunun neticesinde birbirinden uzak kabilelerin yapmış olduğu evlilikler bir kadın ve bir erkekten oluşan “iki başlı aile kurumunu” oluşturmuştur. Akrabalıktan gittikçe uzaklaşmış iki başlı aileler görece daha sağlıklı nesiller dünyaya getirmiştir. Bu nesiller toplumun ilerlemesi yönünde katkılarda bulunmuştur. Bu kurumda dikkat çeken unsur hem kadının hem de erkeğin eşit derecede evlilikten vazgeçme hakkının bulunmasıdır (Engels, 1884). Ev yönetiminin kadının hakimiyetinde olması ve kadının daha çok iş yüküne sahip olması bu dönemin kadınlarındaki gücü ortaya koymuştur.

Avcılık ve toplayıcılıkla geçimini sağlayan toplumlarda belli iş bölümleri oluşmuştur. Erkek avcılık yaparken, çocuk doğuran ve temel besin ihtiyacını karşılamak üzere çocuğunu emziren kadın toplayıcılık görevini üstlenmiştir. Bir yandan toplayıcılığın avcılığa göre sürekli besin getirmesi kadının üretimdeki etkinliğini göstermektedir. Ortak mülkiyet anlayışıyla aile içerisinde herkes toplanılan ve avlanılan besinlerden eşit derecede faydalanmakta, birinin bir diğeri üzerine kurabileceği bir baskı ortamı bulunmamaktadır (Köse, 2012).

Hayvanların evcilleştirilmesi ile birlikte hayvan sürüleri yetiştirilmeye başlanmıştır. Tarımsal faaliyetlerin yapılmaya başlamasıyla da insan gücüne olan gereksinim ortaya çıkmıştır. Tarım aygıtlarının sahipliği erkek tarafından üstlenilirken, iş bölümleri yeniden şekillenmiştir. Kölelik olarak adlandırabileceğimiz emek sömürüsü başlamıştır. Sürülerin mülkiyeti iki başlı aile kurumuyla karşımıza çıkmış olan tek bir erkeğe yani babaya, mirası ise artık baba soyundan bilinen erkek çocuğa bırakılmıştır. Mülkiyetin aidiyetinin babaya geçmesi ataerkil dönemi başlatmıştır. Ataerkil dönemde kadının statüsü değersizleştirilmiş, onu yalnızca işlevi çocuk doğurmak olan bir köleye dönüştürmüştür. Babanın kesin olarak bilinebilmesi için kadın tamamen erkeğin hakimiyetine bırakılmıştır (Köse, 2012).

Erkeğin mülkiyet hakkının ve aile içindeki ayrıcalığının korunması adına bir devlet mekanizması yine bu dönem geliştirilmiştir. Babaya ait olan çocuk üzerindeki bütün haklar devlet mekanizması tarafından güvence altına alınmıştır. Artık evliliğin feshi ise yalnızca erkeğin isteği doğrultusunda gerçekleşebilmektedir (Engels, 1884).

Bachofen’in “Analık Hukuku” olarak adlandırdığı dönem sonlanmıştır. Yine Bachofen, Analık Hukuku’ndan Babalık Hukuku’na geçişine örnek olarak Aiskhylos’un “Oresteia”sını göstermektedir. Klytemnestra, aşığı Aegisthus için Truva Savaşı’ndan dönen eşi Agemennanı’ın öldürmüştür. Oğlu Orestes bunun karşılığında babasını öldüren Klytemnestra’yı öldürerek annesinden intikam almıştır. Analık Hukuku’nun uygulandığı bu toplumda anneyi öldürmenin cezası çok ağır olacaktır. Oysaki Klytemnestra da onun kadar suçludur lakin yasalar katil ile maktulün aralarında kan bağı bulunmamasından ötürü bu cinayetle ilgilenmemiştir. Mahkemede Orestes’in suçlu bulunup bulunmamasına ilişkin oylar eşit çıkmıştır. Athena’nın Orestes’i suçsuz bulmasıyla artık ‘’Analık Hukuku’’ bitmiş, “Babalık Hukuku” başlamıştır” (Engels, 1884).

Artık mülkiyet kavramıyla beraber karşımıza çıkan “tek eşli aile” sistemi, o dönemki yasaklara karşın eski cinsel serbesti döneminin geleneği olan “Hetairizm” ve zina fuhuş adı altında gerçekleştirilmeye devam etmiştir. Kadının böyle bir durum içerisinde bulunması onu toplum nezdinde aşağılık bir konuma sokarken, erkeğin bu şekildeki birlikteliklerine göz yumulmuştur (Engels, 1884).

 

1.İlk Sınıfsal Çatışma Alanı Olarak Aile

 Tarım toplumunda insanlar bir arada yaşamak durumunda kalmış ve herkesin üstüne düşen sorumluluklar ayrılmıştır. O dönem çeşitli meslek grupları ortaya çıkmış, sınıfsal farklılıklar oluşmuştur. Ailenin bütünlüğünün korunması açısından da önemli bir yerde olan kadınlar, başarı sağladığı takdirde birçok mesleği gerçekleştirebildiği bilinmektedir. Lonca kayıtlarında kadın marangozlar, doğramacılar, eğerciler de görülmektedir.  Erkekler kadar beceri gerektiren işlerde çalışmaktadır ve erkeklerle aynı ücreti almaktadır. O dönemin çalışan kadınları ve çalışan erkeklerin eşleri soylu kadınlara göre bir nebze daha özgür durumdadır. Soylu kadınların çalışmak gibi bir lüksü olmadığından tamamen erkeğe bağımlı durumdadırlar. Mülkiyet yine tam anlamıyla erkeğin elindedir. Yasalar tamamen mülkiyetin erkekte olması adına şekillenmiştir. Kadınların statüsü topluma getirdiği ekonomik katkıyla ölçülmektedir (Maulenbelt, 1987).

Sanayi devrimi ile seri üretime geçilmiş, makineler insan gücünün yerini almıştır. Kapitalizmin hâkim olduğu yeni sınıfsal yapılar: bir üretim aygıtı olarak “fabrika” ya sahip olan burjuva sınıfı ve proletarya yani işçi sınıfı oluşmuştur. Yeni üretim aygıtları tarım toplumunda çalışacak insan ihtiyacını azaltmış aileyi giderek daraltmıştır. Bu kapitalist sistem ailede erkeğin fabrikalardaki ücretli emeği evine getirdiği, kadının ise ev işi yani ücretsiz emeği gerçekleştirdiği iş bölümünü oluşturmuştur (Köse, 2012).

Marx ilk sınıfsal çatışma temelinin uygar olarak nitelendirilmiş bu “tek eşli aile”lere dayandığını belirtmiştir. Marx’a göre ailedeki iş bölümü cinsiyet ve yaş gibi fizyolojik durumlardan kaynaklanan doğal bir iş bölümüdür. Aile içerisinde çocuk üzerinden şekillenen iş bölümündeki eşitsizlik erkeğin kadın üzerinde tahakküm kurduğu sürekli bir çatışma ortamını ortaya çıkarmıştır (Engels, 1884).

Kapitalizmin çıkışı, sanayi toplumundaki tek eşli evliliklerin akla geldiği üzere karşılıklı bir aşk temelinde değil çıkarlar nezdinde gerçekleştirilmiştir (Marx, Engels, Lenin, 2019). Ayrıca tek eşli evliliklerin aile yapısının toplumsal sınıf düzeylerinde farklı seyir etmiş olduğunu görmekteyiz. Proleter bir ailede kadın, burjuva aileye kıyasla görece daha özgürdür çünkü erkek hakimiyetini meşrulaştıracak ve miras bırakılacak bir mülkiyet proleter ailede bulunmamaktadır. Devlet tarafından konulmuş, erkek hegemonyasını besleyen, burjuvaziyi koruyan kanunlar yine burjuva aileler için geçerli olmuştur. Ayrıca kadının yasalar önündeki eşitsiz konumu onun ekonomik bağımlılığından kaynaklanmaktadır. Kadının yapmaya mecbur bırakıldığı ev işleri onu kamusal alandan da dışlamıştır. “Erkek burjuvazidir, karısı ise proletaryayı temsil eder” (Engels, 1884).

Marx ve Engels, “Alman İdeolojisi” kitabında kadının doğurgan olması gibi biyolojik nedenler aile içinde cinsiyete dayalı iş bölümünü oluşturduğunu söylemektedir. Bu da Marx ve Engels’in temel aldıkları noktanın biyolojik cinsiyet olup olmadığı tartışmalarına yol açmıştır. Doğurganlıktan kaynaklı farklılaşan iş bölümünü “doğallık”, zihin ve kol emeğindeki ayrışmayı toplumsal yönlü olarak nitelendirilmiş olması feministler tarafından eleştirilmiştir. Brown, Marx ve Engels’in zihin ve kol emeğine yönelmelerinin sebebinin, emek sömürüsünün toplumsal bir biçimi olmasından kaynaklandığını söylemektedir. Ayrıca Marx’ın bahsettiği doğallığın biyolojik temelli olmadığını, bir ürün ortaya koymak için emek veren işçiyle çocuğunu doğuran anne arasındaki ilişkinin farklılığına dikkat çekmektedir (Brown, 2012).

Marx ve Engels’in ilk sınıflı toplum yapısı olarak çözümlediği aile içerisindeki çatışmanın yansımalarının toplumsal boyuta ulaştığını söyler. Ailedeki iş bölümü kadının baskılanmasına zemin hazırlamıştır. Erkek hem mülkiyetin hem de çocukların denetimine sahiptir. Bu da sömürünün aile içerisinde başladığını bize göstermektedir (Brown, 2012).

 

2. Kapitalizm ve Kadın

Kapitalizm aile yapısında birçok değişiklik getirmiş, bu değişiklikler ataerkil sistemi güçlendiren unsurlar olarak karşımıza çıkmıştır. Kadınların işgücüne girmesiyle birlikte aile içerisinde egemenliklerini kaybetmek istemeyen erkekler tarafından kadının hareketleri kısıtlanmıştır. Kadının emek sonucunda aldığı ücret doğrudan erkeğe verilmiş, hangi işlerde çalışacağı yine erkekler tarafından belirlenmiştir. Ayrıca çalışma durumu yine ev içinde görevlerle belirlenmiştir (Bradley, 1994). Kadınların ayrıca ev işleri ve çocuk bakma yükümlüğü yine ücretsiz emek kapsamında ele alınmalıdır.

Ekonomideki kıt kaynaklardan biri olan zamanın kullanımı, aile içinde iş bölümlerine dayalı olarak değişmektedir. Erkeklerin ücretli, kadınların ise ücretsiz emeği gerçekleştiriyor oluşu, kadınların sadece ekonomik açıdan değil zaman açısından da yoksun kalmalarına sebep olmuştur (Gökmen, 2017).

Kadının evde yaptığı işler dikkate alınmamıştır. Kadınların ekonomiye olan katkıları da gözden kaçırılmıştır. Ücret olmaksızın yaptığı eş işleri ve çocuk bakımının yanında eşlerini de çalışma hayatına hazırlamış olduğu görülmektedir (Gökmen, 2017).

Kadınlar çalışma hayatına daha çok girmelerine ve çalışma hayatındaki rolünün etkinleşmesine rağmen halen aile içindeki ücretsiz emek kapsamındaki işlerinde erkeklere nazaran daha fazla vakit geçirmektedir. Kadınların hem ücretli emekte çalışması hem de ücretsiz emek yani karşılığında bir şey beklemedikleri ev işlerini ve çocuk bakımını gerçekleştirmesi durumu “çifte mesai” olarak da nitelendirilmiştir (Gökmen, 2017).

Kadınlar ücretli emek kapsamında çalıştıkları işlerde ucuz işgücü olarak görülmüş ve daha az ücret almasıyla birlikte sermaye birikimi artmaya, kapitalizm beslenmeye devam etmiştir (Walby, 2016).

Marx’ın öne sürdüğü yedek işgücü kavramı, işgücü talebinin sermaye birikimine orantılı olarak artmamasından kaynaklı işsizler ordusunun ortaya çıkmasını anlatmaktadır. Böylece işsizler ordusu ücretleri daha da aşağıya çekecek bu da istihdamdaki işçiler üzerindeki baskıyı daha da arttıracaktır. Marx’ın gizli, gezgin ve durgun olarak ayırdığı yedek işgücü ordusundaki gizli işgücü sadece ihtiyaç halinde başvurulan işgücüdür.  Gezgin mevsimlik işçileri, durgun işgücü sürekli işsizleri kapsamaktadır (German, 2006).

Beechey, Marx’ın “Yedek işgücü ordusu” nda herhangi bir cinsiyete atıfta bulunmamasına karşın, işçiler arasında cinsiyetten kaynaklanan bir ayrım olduğuna dikkat çekmiştir. Evli kadınlar bu gizli rezervin vazgeçilmez bir parçasıdır. Evli kadınlar, eşlerinin ücretleri tarafından desteklendiğinden daha düşük ücretlerle çalışabilmekte ve kolayca işten atılabilmektedir (Walby, 2016).

Bazı işlerde sadece erkekler çalışmalıdır anlayışı ve en kötü işlerde kadınların çalıştırılması, kadınların bunu kabullenmesi durumu, kadınların ailedekine benzer konumlarıyla ilişkilendirilmiştir (Walby, 2016). Barron aud Norris’e göre birincil ve ikincil işler vardır. İkincil sektör işleri istikrarsız, düşük ücretlidir. İki sektör arasında çok az hareketlilik vardır. Barron ve Norris, işverenlerin kadınların sahip olduğuna inandığı dağıtılabilirlik, açıkça görülebilen sosyal farklılıklar, eğitim almaya duyulan çok az ilgi ve dayanışma eksikliği gibi özellikleri nedeniyle kadınların öncelikle ikincil işçiler olduğunu öne sürmektedir. Bu özellikler kısmen bireyin iş gücü piyasası deneyiminin ve kısmen de sosyal yapının işgücü piyasası dışındaki yönlerinin sonucudur (Walby, 2016).

Craig, eşit olmayan ücretlerin açıklanmasına ilişkin, bu sektördeki ücretlerin çok daha düşük olmasına rağmen, birincil sektördekiler kadar beceri gerektirdiğine dikkat çekmiştir. Kadınların neden erkeklerden daha fazla olarak ikincil sektör işlerini işgal ettiğini kadınların ev işlerinden birinci derecede sorumlu kişi olmasının yani ailedeki konumunun, birincil ücret kazanma beklentilerinin azalmasına yol açtığını ve bu nedenle kadınların ikincil bir ücreti kabul etmeye erkeklerden daha hazırlıklı olmasıyla açıklamıştır. Bu nedenle, kadınların ailedeki konumlarının bir sonucu olarak sahip oldukları beklentiler nedeniyle kadınların arz fiyatının erkeklerinkinden daha düşük olduğunu savunmuşlardır (Walby, 2016). Walby, Craig’n bu yaklaşımına ilişkin kadınların beklentilerin yüksek veya düşük ücretli işleri kabul etmekle alakalı olmadığını asıl meselenin kadınlarla erkeklerle aynı ölçüde iş fırsatları sunulmaması olduğunu söylemektedir (Walby, 2016).

Hartmann, ataerkil yapının etkisiyle oluşmuş iş bölümlerinin kapitalizmin ortaya çıkışından çok daha önce var olduğu düşünmektedir. Bu iş bölümleri, endüstriyel kapitalizmdeki erkek işçiler tarafından sürdürülmüş ve kapitalist işverenler tarafından çıkarları nezdinde sömürülmüştür. Hartmann, erkek işçilerin aktif örgütlenmesinin kadın işçileri dışladığı görüşünü savunmuştur (Walby, 2016).

Toksöz, Hartmann ve Walby’nin kapitalist sistemin oluşturduğu ücretli ve ücretsiz iş ile alakalı iş bölümü farklılaşması varsayımına ilişkin, kadınların ücretsiz, erkeklerin ücretli işlerde yer aldığını açıklayamadığını söylemektedir. Bundandır ki Hartmann ve Walby, ataerkil sistemin bunda etkili olduğunu savunmuşlardır. Sınıfsal bir sömürüden öte bir ataerkillik vurgusu önemlidir (Sağlam, 2020).

Engels’e göre kadının, erkeğe karşı bağımsızlığını toplumsal üretim sürecine katılmaları ve sanayi sürecinin gelişmiş olmasıyla kazanabileceğini savunmuştur. Ayrıca ücretsiz emeklerinin de toplumsal sürece dahil edilmesi gerektiğinin altını çizmiştir (Feng, 2013). Birinci bölümde bahsettiğimiz ortak mülkiyetin hâkim olduğu toplum yapısında ev içi işler toplumsal süreç kapsamında yapılmıştır.

 

Sonuç

 İlkel aile yapılanmalarında kadının statüsü ekonomiye yaptığı katkıyla beraber güçlü bir durumdadır. Özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla beraber bu güç erkeğin lehine gelişmiştir. Kadının toplumdaki rolünün eş ve anne rolüyle sınırlı olduğu bir toplum oluşturulmuş, ataerkillik olağanlaştırılmıştır.

Günümüzde ataerkil sistem kadınların biyolojik kimlikleri üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Oysaki kadının biyolojik kimliğinden dolayı değil kadının aile içerisindeki iş bölümünün değişmesiyle birlikte bu ataerkil sistemin oluştuğu görülmektedir. Kapitalizm de aile içi eşitsizliğin pekiştirilmesine olanak sağlamıştır. Bu tartışma bizi toplumsal cinsiyet meselesine götürmektedir.

Vincent, “kadınların doğasının biyolojik olarak mı belirlendiği yoksa sosyal olarak mı inşa edildiği” konusunda “cinsiyetin sosyal olarak inşa edilmiş akıllıca bir düzenleme” olduğunu söylemektedir (Geçit, 2013). Kadın, doğadan bağımsız ona biçilmiş roller çerçevesinde hayatını sürdürmektedir. Kadının ona biçilmiş rolleri yine erkekler tarafından belirlenmiştir. Wollenstoncraft, kadınların erkekler tarafından kısıtlanmış ve ezinç görüldüğünü söylemiştir. Kadınlar, kadınlıktan öte insan olarak görülmelidirler (Geçit, 2013).

Kadının aile içerisindeki eşitsiz statüsü, ücretsiz emeğinin değersizleştirilmesi ve ataerkil yapı aile içi kadın şiddet sorununu da meydana getirmiştir (Baygal, 2012). “Fabrika onların bütün günlerini yutar, makineler kendilerine gereken gücü onların kaslarından emerdi… Evli erkekler evlerine döndükleri zaman sudan sebeplerle karılarıyla kavga eder, onları acımasızca döverlerdi… Ağır çalışmanın bitkin düşürdüğü bu adamlar kolayca sarhoş olur, içlerinde hastalıklı, tuhaf bir öfke gitgide büyüyerek kendine çıkar bir yol arardı.” (Gorki, 2003). Gorki’nin Ana kitabından aktardıkları bize proletaryanın burjuvaziye yani patrona duyduğu kin ve öfkenin, aile içerisinde erkek tarafından şiddet yoluyla doğrudan kadına kanalize edildiğini göstermektedir.

Modern anlamdaki evlilikler tam anlamıyla ataerkil olmasa da erkek baskınlığından halen kurtarılamamıştır. Günümüzde kadına yönelik şiddet ataerkil mirasa dayanarak fiziksel, psikolojik, ekonomik boyutlarıyla modern evliliklerde sürdürülmektedir (Baygal, 2012).

Kapitalizm aile içindeki cinsiyet ayrımını derinleştirmiştir, kadının ev içi emekle kısıtlanmasına olanak sağlamıştır. Marksist feminizmin temel hedefi bilincin yükselmesi ile beraber kadınların özgürleşmesinin yolunun açılmasıdır.

Kadının işgücüne katılımı toplumsal eşitsizliği düzeltme hususunda büyük gelişmeler yaşatsa da kadınların aile içerisindeki konumlarının yine iş hayatında olumsuz yansımaları görülmüştür. Kadınlar günümüzde halen aynı işte çalıştığı erkeklerle eşit ücret alamamak gibi birtakım ayrımcılıklara uğramaktadır. Bu ayrımcılıkların ortadan kalkması hususunda halen feministler tarafından mücadele verilmektedir.

 

ESRA DERYAL

Feminizm Okumaları Staj Programı

 

KAYNAKÇA

Baygal, A. (2012). Aileye İlişkin Kuramsal Yaklaşımlar. Nurşen Adak (Der.), Değişen Toplumda Değişen Aile (65-90). Ankara: Siyasal Kitabevi.

Bradley, H. (1994). Gendered Jobs and Social Inequality (ch 14) in The Polity Reader Gender Studies, Polity Press, (pp. 150-159).

Brown, H. (2016). Marx’ta Toplumsal Cinsiyet ve Aile, (çev. Gamze Rastgeldi), Ankara: Dipnot Yayınları (s. 66-68).

Donovan, J. (2020). Feminist Teori, (çev. Aksu Bora, Meltem Ağduk Gevrek, Fevziye Sayılan), İstanbul: İletişim Yayıncılık (s. 133-177).

Engels F. (1884). Ailenin, Özel Mülkiyetinin ve Devletin Kökeni, (çev. Ersin Cengiz), İzmir: Olympia Yayınları (s. 37-105).

Feng, Y. (2013). Kadının Özgür ve Bütünsel Gelişimi Feminizm ve Marksist Hümanizmin Diyalektiği, (çev. Deniz Kızılçeç). İstanbul: Canut Yayınevi (s. 263).

Geçit, B. (2013). John Stuart Mill’de Kadının Toplumsal Konumu. Beytulhikmet An International Journal of Philosophy, 3. 2

German, L. (2006). Cinsiyet Sınıf ve Sosyalizm, (çev. Yıldız Önen), İstanbul: Babil Yayınları (s. 116-117)

Gorki, M. (2003). Ana. İstanbul: Bordo Siyah Klasik Yayınları (s. 8).

Gökmen, Ç. E. (2017). Toplumsal Cinsiyet ve Zaman Yoksulluğu: Hane içi Ücretli ve Ücretsiz Emek Sunumu. Çalışma ve Toplum : Ekonomi ve Hukuk Dergisi, 55, 1967-1999

Güçlü, S. (2012). Şiddetin Aile İçi Görünümleri. Nurşen Adak (Der.), Değişen Toplumda Değişen Aile (177-198). Ankara: Siyasal Kitabevi.

Köse, B. (2012). Geçmişten Günümüze Aile. Nurşen Adak (Der.), Değişen Toplumda Değişen Aile (s. 15-37). Ankara: Siyasal Kitabevi.

Lee-Keo, K (2011). Feminism In R. Devetak, A Bucke & J. George (Eds.), An Introduction to International Relations (pp. 76-90). Cambridge: Cambridge University Press.

Marx K., Engels F., Lenin V. (2019). Kadın ve Aile, (çev. Arif Gelen). Ankara: Sol Yayınları.

Maulenbelt, A. (1987). Feminizm ve Sosyalizm, (çev. Erman Demirci). İstanbul: Yazın Yayımcılık.

Sağlam, M. A. (2020). Feminist Kuram’da Kadının Politik Ekonomisi ve Dönüşümü. Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, 46 (s. 394-412).

Topakkaya, A. (2008). Tarihsel Materyalizm Bağlamında Marx’ı Yeniden Okumak. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. 1. 3 (s. 378-395)

Walby, S. (1986) Theories of Women and Paid Work in Patriarchy at Work Patriarchal and Capitalist Relations in Employment. Polity Press, (pp. 70-89).

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...

Küresel Göç Yönetiminde Sivil Toplumun Etkisi: Sivil Toplumun Katkısı ve Sınırları

Kaancan Koçak  Sivil Toplum Çalışmaları O-Staj Programı Özet Göç insanlık tarihinin en...