13 Ekim 1925 Grantham, Lincolnshire doğumlu, Britanya siyasi tarihinin en uzun süre iktidarda kalan ve tek kadın başbakanı olan Margaret H. Thatcher’ı 8 Nisan 2013 günü kaybettik.
Dünya siyasi tarihinde adından çokça bahsettiren Thatcher, İngiltere’de yaşayan küçük ve protestan bir aileden gelmekteydi. Mütevazı bir yaşantısı olan Roberts ailesi, baba Alfred’in işlettiği bakkal dükkânının üstünde yaşıyordu. Politikaya meraklı bir girişimci olan babası tarafından sıkı birer metodist Hıristiyan ve anti sosyalist-muhafazakar görüşe bağlı yetiştirildi.
Huntingtower Road İlkokulu’na gitti, ilerleyen yıllarda Kesteven and Grantham Kız Okulu’na burs kazandı. Okul kayıtlarına göre çalışkan ve sürekli kendisini geliştiren bir öğrenci idi. Dersler dışında piyano, hokey, şiir okuma, yüzme ve yürüyüşle ilgilendi. 1942-1943 arasında öğrenci başı oldu.
Altıncı sınıfta Oxford Üniversitesi’ne bağlı Somerville Koleji’nde kimya okumak için burs başvurusu yaptı. Önce reddedildi, ancak başka bir adayın çekilmesi üzerine kabul edildi. Oxford’a 1943’te geldi. Okuldaki ilk sömestrinde Oxford Muhafazakarlar Birliği’ne kayıt yaptırdı. 1946’da bu birliğin başkanı oldu ve tavizsiz muhafazakar bakış açısıyla okulda dikkat çekti.
Okul arkadaşları tarafından espri anlayışından uzak, sert ve ciddi tavırlı biri olduğu gerekçesiyle zaman zaman dışlandı. Daha sonraki yıllarda milletvekili ve bakan olarak yürüttüğü özel eğitim karşıtı kampanyalar yüzünden sık sık okul yönetiminden eleştiri alacak, 1985’te ise Oxford Üniversitesi, eğitim bütçesinde kısıntı yapması nedeniyle, Oxford mezunu başbakanlara geleneksel olarak verilen fahri doktora unvanını kendisine vermeyi reddedecekti. Thatcher’in bu hareketi pek de önemsemediğini varsaymak yanlış olmaz. Genel olarak solcu politik görüşü benimseyen okul yönetimi ve İngiltere’nin asil ve zengin ailelerinden gelen okul arkadaşları arasında kendisini yalnız hisseden Margaret Roberts, 1947 yılında onur derecesiyle okulu bitirdiğinde rahat bir nefes aldı ve politik kariyerini geliştirmek üzere kafasındaki planları uygulamaya koydu. Bu dönemde okuduğu Friedrich Von Hayek’in ”Kölelik Yolu” adlı kitabından etkilenecek ve bu felsefeyi kendisine yol edinecekti.
Mezun olduktan sonra kimya sektöründe çalışmak üzere Essex’te Colchester’e yerleşti. Burada yerel Muhafazakârlar Derneği’ne katıldı, Llundadno’daki Muhafazakâr Parti kongresinde derneği temsil etti. Oxford’daki arkadaşlarından biri onu Kent’teki Dartford Muhafazakârlar Derneği başkanıyla tanıştırdı. Dernek yöneticileri o sırada milletvekili aday adayları arıyorlardı, ondan o kadar etkilendiler ki, Muhafazakâr Parti’nin onayladığı listede bulunmamasına rağmen Ocak 1951’de onu aday seçtiler.
Resmen Muhafazakâr Parti Dartford adayı ilan edilmesinin ardından verilen bir akşam yemeğinde eşinden boşanmış varlıklı bir işadamı olan müstakbel eşi Denis Thatcher ile tanıştı. Seçimlere daha iyi hazırlanmak için evini Dartford’a taşıdı. Burada kimya sektöründe çalışmayı sürdürdü, Dondurmanın erimeden saklanmasını sağlayan teknolojiyi geliştiren ekibin üyesiydi.
Bundan sonra tam anlamıyla siyasi hayatına adım attığını kabul ederek, detaylı bir şekilde başbakan oluş sürecine ve başbakan olduğu 11 yıl 6 ay süre zarfında uyguladığı politikalara geçersek, Margaret Thatcher, 1950- 1951 seçimlerinde Muhafazakar Parti’nin en genç adayı olarak katıldı. Bu süreç zarfında, 1951 yılında Dennis Thatcher ile evlendi. Aynı zamanda hem hukuk okudu hem de çalıştı. 1953 yılında Hukuk Fakültesi’ni bitirerek, ”vergi hukuku uzmanı” olarak baroya girdi ve aynı yıl ikiz çocukları oldu. Bu süreden sonra 1959 yılına kadar çocuklarıyla ilgilenen Thatcher, 1959 yılında, Finchley’den milletvekili seçilerek, parlamentoya girdi.
O dönemde parlamentoda 350 erkek milletvekiline karşın 12 kişi olan kadın milletvekillerinden birisiydi. Yanlış bildiği şeylerde, kendi partisinin kararlarına uymayarak, doğru bildiğini okuyan yapısı bu dönemde kendisini göstermeye başlamış, 1961’de partisine karşı çıkarak, sopanın bir ceza aracı olarak kullanılmaması gerektiğini savunmuş ve bunu destekleyici oy kullanmıştır.
O dönemde İngiltere’de çok gündeme gelen ”Erkek eşcinselliğini serbestleştirme, kürtaja izin verilmesi, boşanmanın kolaylaştırılması” gibi konuları destekleyen az sayıda milletvekillerinden birisi olmuş, idam cezasının kaldırılmasına ise karşı çıkmıştır. İşçi Partisi ile çokça mücadele etmiş, vergi siyaseti konusunda derin araştırmaları ve başarılı konuşmasıyla takdir kazanmıştır.
Sivri dili, düşündüğünü kıvırmadan söyleyebilmesi ve İşçi Partisi’ne yönelttiği acımasız eleştirileriyle kuvvetli bir medya figürü haline gelen Thatcher ile bir imaj tasarımı gerektiğinde yakın arkadaşı Airey Neave ve televizyon prodüktörü Gordon Reece, öncelikle etkileyici bir hatip için fazla tiz olan ve heyecanlığında çatlayan sesini kontrol altına alması konusunda çalışmaya başladılar. Daha sonra kendisine uygun saç stili, kıyafetleri ve vücut dilini doğru kullanmak üzerine dersler aldı. Konuşmalarının metinlerini yazar Roland Miller yazmaya başladı. Bütün bu sistemin arkasında elbette eşi Denis vardı.
1970 yılında Muhafazakar Parti’nin seçimleri kazanmasıyla Thatcher’a bakanlık yolu açılmış ve yeni kabinenin ”Eğitim ve Bilim Bakanı” olmuştur. O dönemde ekonomik kriz içinde olan İngiltere için çeşitli ekonomik tasarruf önlemleri alabilmek için okullara süt dağıtımını kaldırmış, kütüphane ücretlerini arttırmış, okul yemeklerinin fiyatlarını tepki almayacağı ölçütte arttırmıştır. Süt dağıtımını kaldırmasıyla gelen yoğun tepkiler almış, işçi ağırlıklı yörelerde “margaret thatcher, milk snatcher” şeklinde protestolara uğramış, ufak bir geri adımla anaokulu çocuklarını bu kesintiden hariç tutmuş ve sadece 7-11 yaş aralığını kapsatmıştır.
Muhafazakar olmasına rağmen, zaman zaman sol görüşe yakın çıkışlarda bulunan Thatcher, bir kararla sınavlı ortaokulların kaldırılması, eşit eğitim veren liselerin yaygınlaşması için çalıştı. Ayrıca Birleşik Krallık’ta açık öğretim yapan ve tasarruf amacıyla kapatılması düşünülen Açık Üniversite’yi kapanmaktan kurtardı. Thatcher, bunun genç yaşta üniversite eğitimi fırsatını kaçırmış fakat kendisini geliştirmek isteyen yetişkinler için ucuz bir imkân olduğunu düşünüyordu.
1974 seçimlerinde Muhafazakar Parti’nin yenilgisinden sonra gölge kabineye atanarak, ”Çevre ve İskan Bakanı” oldu. Bu konumdayken, yerel yönetimlere gelir sağlayan oransal vergi sistemini kaldırıp kelle vergisine geçişi savunan siyasetini oluşturmaya başladı. Muhalefet partisi olan Muhafazakar Parti’den bir çok vekilde bu siyaseti desteklediler.
Daha sonra Heath hükümetinin mali politikalarda ipin ucunu kaçırdığını savunan Keith Joseph’i destekledi. Heath’in 1974’te ikinci kez seçim kaybetmesi üzerine, Joseph ona karşı aday olmaya karar verdi, fakat sonra vazgeçti. Bunun üzerine Thatcher, Heath’a rakip olmaya karar verdi ve Muhafazakâr Parti Başkanlığına adaylığını koydu. İlk turda beklenmedik şekilde Heath’tan fazla oy alan Thatcher, 11 Şubat 1975’te yapılan ikinci turda gerekli oy çoğunluğunu sağlayarak başkan oldu. Heath’ın kendisine selef olarak seçtiği William Whitelaw’ı başkan yardımcılığına getirdi.
1975 yılında, o artık muhalefet partisinin lideriydi. O dönemde Rusların dünya hakimi olmak istenen Thatcher, Rusya’ya karşı çok sert bir tutum sergiledi. Buna cevap olarak, Sovyet Savunma Bakanlığı gazetesi Krasnaya Zvezda, ”Iron Lady” lakabını taktı. Doğru bildiğini savunan ve asla vazgeçmeyen sert karakter Thatcher, bu lakabı benimsedi.
Kurduğu gölge kabinede Heath taraftarlarına da yer verdi ve Muhafazakâr Parti içindeki farklı görüşlerin temsil edilmesine gayret etti. Monetarist maliye görüşlerini Parti’ye kabul ettirmek için dikkatli davranmak zorundaydı. Heath hükümetinin adem-i merkeziyetçi İskoçya siyasetine son verdi. Ocak 1978’de Granada Televizyonu’na verdiği bir mülakatta “İnsanlar bu ülkenin başka bir kültürün insanları tarafından işgal edileceğinden ciddi endişe duyuyor.” demesi, kamuoyunda tartışma başlattı. %43 seviyesindeki Muhafazakâr Parti halk desteği, mülakattan hemen sonra %49’a fırladı.
1979 genel seçimlerinden önce yapılan anketler, çoğunluğun Muhafazakâr Parti’yi desteklemekle birlikte, İşçi Partisi başkanı James Callaghan’ın başbakan olmasını tercih ettiğini gösteriyordu. İşçi Partisi, 1978-79 kışında sanayi kesimindeki anlaşmazlıklar, grevler, yüksek işsizlik oranı ve kamu hizmetlerindeki gerilemeler nedeniyle yıprandı. Muhafazakârlar, “İşçi Partisi çalışmıyor” gibi sloganlarla rekor düzeydeki işsizliği ve hükümetin işgücü pazarına aşırı müdahalesini eleştirdiler.
Callaghan hükümeti, güvenoyu alamaması üzerine 1979 ilkbaharında düştü. Genel seçimler sonucunda Muhafazakâr Parti Avam Kamarası’nda 43 sandalyelik bir çoğunluk yakaladı ve Margaret Thatcher başbakan seçildi. O artık Avrupa’nın ve Britanya’nın ilk kadın başbakanıydı.
Seçildikten sonra başbakanlık konutuna geçen Thatcher, Eşi Denis ve kendisinin pek fazla şeye ihtiyaç duymadığı fikrinden yola çıkarak taşınır taşınmaz ilk tasarrufu başbakanlık konutunun gereksiz bulduğu servislerini iptal etmekle yaptı: “Çok fazla çarşafa gerek yok, sadece iki kişiyiz,” ya da “Yeni ütü masası almak lüzumsuz, ben kendi ütü masamı getiririm,” gibi cümleleri 2012 yılında halka açıklanan devlet kayıtlarında yer alıyordu. Ciddi manada tasarruf sevdiği özel hayatında da açık seçik ortadadır.
Thatcher başbakan olduğunda, yüzde 22’lik bir enflasyon, yüksek vergi oranları, ülkenin yer yerinden, her kesiminden yükselen grev çığlıkları ve geri kalmış endüstri yatırımlarıyla karşı karşıya kaldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan diğer ülkeler kadar yara almayan İngiltere’de endüstri, ülkelerini savaş sonrası yeni yapılanmalara sokan diğer Avrupa ülkelerinin gerisinde kalmıştı.
Savaşı Winston Churchill başkanlığında kazanmasına rağmen İngiliz halkı, savaş biter bitmez Muhafazakar Parti yerine İşçi Partisi’ne görev verdi. Dünyada özgürlükçü/eşitlikçi bir anlayış olarak yayılan ve yandaş kazanan sosyalizmin etkisiyle özel sektör öldürüldü, tüm büyük işlevli fabrikalar devletleştirildi. Ustası kabul ettiği Winston Churchill’in 4 Haziran 1945 tarihli konuşması, Margaret Thatcher’ın düşünceleriyle bire bir örtüşüyordu. “Sosyalizm, İngiltere’nin özgürlük anlayışına hitap eden bir sistem değil. Bu rejimde herkesin itaat etmesi beklenen bir devlet var. Normal bir vatandaş ya da Kral’ın sadık bir hizmetkarı; kime nerede çalışacağını, ne iş yapacağını, nereye gideceğini, neyi söyleyip neyi söyleyemeyeceğini, neyi sahiplenebileceğini söyleyecek ve çocuklarının nasıl bir eğitim alacağına onlar adına karar verecek bu sisteme karşı çıkabilecek mi? Sosyalist bir devlet karşıt görüşleri kaldıramaz. Politik polis olmadan asla sosyalist bir sistem yaratılamaz. İşçi Partisi üyeleri gelecekte bir çeşit Gestapo’ya dönüşmekten kendilerini kurtaramayacaklar.”
Churchill’in uyarılarına rağmen, içine kapalı bir ekonomiye dönen ülke, kısa zamanda darboğazla, işsizlikle ve enflasyonla mücadele etmeye başladı. Aynı politikalar sebebiyle dış politikadaki hakimiyeti de düşen ülkede eski parlak günleri özleyen muhafazakarlar ve onların görüşleri güç kazanmaya başladı. Başa geçen Thatcher ve ekibi ise, ülkedeki açıkları belirleyip, planlar dahilinde çalışmalara başladı.
Thatcher öncelikle kendisinden önceki sosyalist parti rejimlerinin hedeflediği Sosyal Refah Ülkesi kavramına savaş açtı. Bunu rekabetçi pazar ve özelleştirme atılımlarıyla destekledi. 1980’ler Türkiye’sinde de Özal eliyle bire bir uygulanacak olan politik-ekonomik stratejileriyle kendi ülkesinde de çok tartışılan, bazı kesimler tarafından çok sevilen, diğerlerinin nefret ettiği bir lider haline geldi. Özellikle hükümetleri her fırsatta grevlerle tehdit eden ve ülkeyi sarsan sendikaların elindeki gücü kırmak, devleti güçlendirmek üzerine bir politika yürüttü. Bu sebeple işçi kesiminin büyük tepkisini çekerken, grevlerden yılmış hizmet alan kesim bu uygulamaları destekledi. Yeni teknolojik yatırımlar yapması için özel sektörü desteklese de her şeyi devletten bekleyenlerin sayısı da az değildi. Özelleştirilen kurumlardaki yenilenme çalışmalarının yavaş ilerlemesi sebebiyle ülkenin üretim seviyesi 1982’de yaklaşık yüzde 30 düşmüş, işsizlik 3 milyonu bulmuştu. Thatcher’ın politikaları 1978’de İşçi Partisi’nden devraldığı ülkeyi daha büyük bir kaosa sürüklemişti.
İktisat alanında, Thatcher, öncelikli sorun olarak özel sektör yatırımları önündeki en büyük engel olarak değerlendirdiği ve 1980’de %21’e ulaşan enflasyonu görüyordu. Ona göre enflasyonu artıran başlıca etkenler aşırı kamu harcamaları ve borçlanmaydı. Bu sorunu çözmek için para arzını kontrol altına aldı; borçlanmayı azaltmak için faizleri arttırdı. Thatcher iktidara geldiğinde %14 olan faiz oranları 6 ay içinde %17’ye yükselmişti. Gelir üzerinden vergi almaktansa dolaylı vergiyi tercih ettiğinden, KDV oranlarını aniden %15’e çıkarttı, bunun sonucu olarak enflasyon da hızla arttı.
Bu siyasetin neden olduğu iktisadi durgunluk yüzünden işsizlik 1979’da İşçi Partisi iktidarının son günlerindeki 1,3 milyon kişiden 1981’de iki buçuk milyon kişiye yükseldi. Hızla artan işsizliğin bir diğer nedeni, sanayi sektörünün yeniden yapılanmasıydı. Thatcher, İşçi Partisi’nin aksine, gerilemekte olan sektörleri sübvanse etmiyordu. İşsizlik, Thatcher dönemi iktisadının en önemli sorunlarından biri olacaktı.
Siyasetçiler Thatcher’ın bu siyasetten U dönüşü yapmasını beklerken, o 1980 parti kongresinde siyasetini savundu:”Nefesini tutup medyatik deyimiyle U dönüşü yapmamı bekleyenlere tek bir sözüm var: İsterseniz siz dönün, Leydi dönmeyecek.” Bu sözler 1981 bütçesiyle teyit edildi: 364 ünlü iktisatçıdan gelen açık mektupta dile getirilen endişelere rağmen, hükümet, durgunluğun tam ortasında vergi oranlarını artırıyordu. Ocak 1982’de enflasyon yeniden tek haneli rakamlara düştü ve faizler de düşürülmeye serbest bırakıldı. İşsizlik artmaya devam etti ve Ocak 1982’de 3 milyonu geçti. İşsizlik tanımında yapılan değişiklik yüzünden resmi rakamların düşük olduğunu söyleyen yorumcular ise gerçek işsizliğin beş milyona ulaştığını tahmin ediyordu. Ancak Thatcher hükümeti önce işsizlik sigortası hakkı kazanmayı zorlaştırdı, sonra Çalışma Bakanı Norman Tebbit işsiz sayısının belirlenmesi kurallarını değiştirip sadece işsizlik sigortası alanların sayılmasını sağladı. Böylece işsiz sayısı yapay bir şekilde düşürülmüş oluyordu.
1983’te Birleşik Krallık’ın sanayi üretimi, 1978’deki düzeye göre %30 gerilemişti.
Aynı yıllarda Britanya’nın kabusu haline gelen IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) ile de problemler ortaya çıkıyordu. 20 Mayıs 1980’de İrlanda Başbakanı Charles Haughey ile Kuzey İrlanda sorunu hakkında görüşmeden bir gün önce Avam Kamarası’nda “Kuzey İrlanda’nın anayasal sorunları sadece Kuzey İrlanda halkını, bu hükümeti, bu parlamentoyu ilgilendirir ve başka hiç kimseyi ilgilendirmez!” dedi.
1981’de Kuzey İrlanda’daki Maze Hapishanesi’nde bulunan İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) ve İrlanda Ulusal Özgürlük Ordusu mahkûmları, beş yıl önce ellerinden alınan siyasi mahkûm konumunu tekrar kazanmak için açlık grevine başladılar. Thatcher önceleri “Suç suçtur, siyaset değil” diyerek mahkûmlarla uzlaşmayı reddetti. Ancak on mahkûmun ölümüyle grevin sona ermesinin ve kamuoyundaki huzursuzluğun giderek artmasının ardından siyasi mahkûmlara verilen bazı haklar yeniden tanındı.
Thatcher, diğer yandan önceki İşçi Partisi hükümetinin Kuzey İrlanda’nın güvenlik işlerini yerel güçlere bırakma anlamına gelen “Ulsterleştirme” siyasetini sürdürdü. Thatcher’a göre, Birleşik Krallık’la birliği savunan Kuzey İrlanda, IRA’ya karşı kendini savunmalıydı. Bu durum, Britanyalı askerlerin Kuzey İrlanda’da ölmesi sonucu kamuoyunda meydana gelen tepkileri ve ordunun üzerindeki yükü azaltacaktı.
Falkland Savaşı
1983’te yapılacak genel seçimlerinde kazanma şansı çok düşük görünen Margaret Thatcher’a yardım, çok uzaklardan, Güney Atlantik’ten geldi. Arjantin’in güneydoğu kıyıları ve Macellan Boğazı’na 500 km. uzaklıktaki Falkland Adaları, stratejik konumu sebebiyle Arjantin’in üzerinde hak iddia ettiği bir Birleşik Krallık sömürge devletiydi. 80’lerin başında burada petrol bulunması iki devlet arasındaki gerginliği kızıştırdı. 1982 yılı başında kendisini İngiliz vatandaşı addeden adalarda yerleşik 1800 kişi, 2 Nisan sabahı Arjantin cunda yönetiminin başı General Galtieri önderliğindeki işgalle uyandılar. Aynı sabah haberi alan Margaret Thatcher kendi deyimiyle “hayatının en kötü anını yaşadı.
Danışmanlarının tavsiyesi, asla zamanında oraya ulaşamayacakları, muhtemel bir savaşı bu kadar uzaktan yürütecek maddi manevi güçlerinin olmadığı ve bu sebeple işi oluruna bırakması yönündeydi. Fakat dış politika için harcadığı zaman ve çabaların ölmesine izin vermeyen; İngiltere’nin bu işgale yanıt vermemesi durumunda tüm dünyaya yayılan İngiliz topraklarını (İngiliz Milletler Topluluğu) sadece kağıt üzerinde elinde tuttuğu, hiçbir askeri gücünün olmadığı algısını yaratacağına inanan Thatcher, çok büyük bir risk alarak adalara askeri güç gönderme kararı aldı. Birleşmiş Milletler’in istilayı kınamasının ve iyi ilişkiler kurduğu Ronald Reagan hükümetinin eliyle ABD’nin desteğini açıklamasının hemen ardından yola çıkan İngiliz Deniz Kuvvetleri 20 gün sonra Falkland Adaları’na ulaşıp Arjantin askerlerini adadan çıkardığında Thatcher, asla kendisini yanıltmayan içgüdülerine güveni artarak ve güçlenerek ayağa kalktı.
Haziran ortasına kadar süren savaşta kamuoyunun desteğini alan ama her kayıpta üzerine biraz daha yük binen Thatcher, savaşta ölen 255 İngiliz askerinin aileleriyle özel olarak ilgilendi. Savaş İngiltere lehine sonuçlansa da iki taraftan verilen kayıplar uzun süre basını meşgul etti. Arjantin tarafında da 655 kişinin ölümüyle sonuçlanan savaş sonunda General Galtieri ülkesinde tutuklanırken, Thatcher bir sonraki seçimlerde iktidarı garantiledi ve ikinci kez başbakanlığa seçildi.
İkinci dönemine de Thatcher, sendikaların gücünü kırmaya kararlı bir şekilde başlamıştı ama Heath hükümetinin aksine, bunu tek bir kanunla zorlamak yerine yavaş yavaş gerçekleştirmeyi tercih etti. Çeşitli sendikalar, Thatcher’ı yıpratmayı hedefleyen grevler düzenledi. Bunlardan en önemlisi, 1984-85’te Millî Madenciler Sendikası’nın düzenlediği grevdi.
Thatcher, önceden kömür stoklayarak greve hazırlanmıştı, böylece 1972’dekinin aksine hiç elektrik kesintisi olmadı. Grev sırasında polisin uyguladığı yöntemler, insan hakları savunucularının tepkisini çekse de, grevci işçilerin greve katılmayanların çalışmasını önlemek için şiddet kullandığını gösteren fotoğrafların basında yer alması, kamuoyunun grevcilere karşı dönmesini sağladı. Madencilerin grevi bir yıl sürdü ve sendikalar herhangi bir kazanım elde etmeden grevi sona erdirmek zorunda kaldılar. Thatcher, bunun üzerine 15’i hariç tüm ocakları kapattı ve kalanlar da 1994’te özelleştirildi.
Kaçakçıların, Birleşmiş Milletler’in silah ambargosu altındaki Güney Afrika Cumhuriyeti apartheid yönetimine Birleşik Krallık’tan silah kaçırdığının ortaya çıkması üzerine, Thatcher, Birleşik Krallık’ın önemli yatırımları bulunan ve gitgide Birleşmiş Milletler’in iktisadi yaptırımlarıyla karşılaşma ihtimali artan bu ülkenin Başkanı P.W. Botha ve Dışişleri Bakanı Pik Botha’yı Birleşik Krallık’a çağırdı. Thatcher, Botha’yı apartheid siyasetini sona erdirmesi, Nelson Mandela’yı serbest bırakması, siyahların özgürlüğünü savunanları kovuşturmaktan vazgeçmesi, komşu ülkelerdeki Afrika Ulusal Kongresi (ANC) üslerini bombalamaktan vazgeçmesi, Namibya’dan çekilmesi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına uyması konusunda uyardı. Ancak Botha bu uyarıları dikkate almadı. Haziran 1986’da Guardian gazetesine verdiği bir mülakatta Thatcher, Güney Afrika Cumhuriyeti’ne iktisadi yaptırım uygulamanın ahlaki olmadığını, zira bu yaptırımların milyonlarca siyahın işsiz kalmasına neden olacağını söyledi.
12 Ekim 1984 sabahı, 59. yaş gününden bir gün önce, Thatcher, Muhafazakâr Parti kongresi için kalmakta olduğu Brighton Oteli’ne IRA tarafından konulan bombanın patlamasından kıl payı kurtuldu. Patlamada beş kişi öldü. Thatcher, eğer banyoya girmesi biraz gecikmiş olmasaydı, patlamadan etkilenecekti. Thatcher’ın kongrenin ertesi gün programa uygun olarak toplanmasını istemesi ve bombacılara rağmen konuşmasını yapması, siyasi çevrelerde takdir topladı.
Thatcher’ın siyasi ve iktisadi felsefesi, serbest pazar ve girişimcilik üzerine kuruluydu. İktidara geldiğinde, deneysel mahiyette, küçük bir kamu işletmesini işçilerine satmış ve çok olumlu tepkiler almıştı. 1983 seçimlerinden sonra hükümet daha cesur hareket etti ve British Telecom’dan başlayarak 1940’lardan beri kamu mülkiyetinde olan pek çok büyük işletmeyi elden çıkarttı. Halkın yaygın bir kesimi satılan hisseleri aldı, ne var ki çoğu kişi kısa sürede kâr gerçekleştirmek için hisselerini sattı. Ve hisselerin tabana yayılması, buna ”Halk Kapitalizmi” denilmesine sebep oldu.
Soğuk Savaşta Thatcher, Reagan’ın caydırma siyasetini destekledi. Bu, 1970’lerde Batı’nın yürüttüğü yumuşama siyasetine karşıttı ve yumuşamaya bağlı müttefiklerle sürtüşmeye neden oldu. Thatcher, ABD’nin nükleer seyir (cruise) füzelerinin Birleşik Krallık adalarında konuşlanmasına izin vererek Nükleer Silahsızlanma Hareketi’nin tepkisini çekti. Fakat başa henüz geçen Rus lideri Gorbaçov’dan da destek aldı.
1986’da diğer NATO müttefiklerinin protestolarına karşın, ABD’nin Birleşik Krallık’taki üslerden Libya’yı bombalamasına destek verdi. Savunma alanında ABD ile işbirliği yapmayı tercih ettiğinden, Britanyalı helikopter üreticisi Westland’ın İtalyan Augusta şirketi yerine ABD’li Sikorsky şirketiyle ortak olmasını sağladı. Augusta ile çoktan anlaşmış olan Savunma Bakanı Michael Heseltine, Thatcher’ın bu kararını ve yönetim tarzını protesto etmek için istifa etti. Heseltine, daha sonra da parti içinde Thatcher’la rekabet etti ve 1990’da iktidardan düşmesini sağlayanlardan biri oldu.
1984’teki Çin ziyaretinde, Deng Şiaoping ile Çin-Birleşik Krallık Ortak Deklerasyonu’nu imzaladı. Buna göre, Çin, Hong Kong’a “Özel Yönetim Bölgesi” statüsü tanıyacak, 1 Haziran 1997’de yönetimini ele aldıktan sonra dahi “tek ülke, çift sistem” ilkesi gereğince elli yıl daha iktisadi durumunu değiştiremeyecekti.
Kasım 1979’da Dublin’de toplanan Avrupa Konseyi’nde, Thatcher, Birleşik Krallık’ın Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) verdiklerinin aldıklarından çok daha fazla olduğunu iddia etmişti. Zirvede “Topluluktan veya başka herhangi birisinden para istemiyoruz. Sadece kendi paramızı geri istiyoruz.” demişti. Thatcher’ın savları kabul gördü ve Haziran 1984’te Fontainebleau Zirvesi’nde AET, Birleşik Krallık’ın katkılarıyla kazanımlarının arasındaki farkın %66’sını yıllık taksitler halinde iade etmeyi kabul etti. Bu antlaşma hala yürürlüktedir ve Avrupa Birliği üyeleri arasında zaman zaman tartışmalara neden olmuştur.
3.kez İktidar
İktisadi patlama ve İşçi Partisi’nin tek taraflı nükleer silahsızlanmayı savunması sonucu 1987 seçimlerini 102 sandalye farkla kazanan Thatcher, Lord Liverpool’dan beri en uzun süre görevde kalan ve Lord Palmerstone’dan beri ilk defa üç seçimi üst üste kazanan başbakan oldu.
Haziran 1988’de Madrid’deki Avrupa Topluluğu zirvesi öncesi yapılan bir toplantıda, Lawson ve Dışişleri Bakanı Geoffrey Howe, Thatcher’ı parasal birliğin hazırlık aşaması olan Döviz Kuru Mekanizması’na katılmak için gerekli koşulları kabul etmeye zorladı. Toplantıda ikisi de Thatcher’ın koşulları kabul etmemesi halinde istifa edeceklerini söylediler.Thatcher, buna Howe’u azlederek ve iktisadi konularda daha çok danışmanı Alan Waters’a danışarak karşılık verdi. Lawson, Thatcher’ın kariyerinin altını oyduğunu düşünerek Ekim 1989’da istifa etti. Ancak Howe ve Lawson gibi tecrübeli siyasetçilerin ayrılmaları, Thatcher’ın ekibini zayıflattı. Bu durum, ayrıca, Thatcher’ın farklı görüşlere müsamaha gösteremeyen bir başbakan olduğu imajını güçlendirdi.
İktidara Veda
Thatcher’ın siyasetten uzaklaştırılması, Alan Clark’a göre Britanya siyasi tarihinin en dramatik olaylarından biridir. Uzun süre iktidarda kalan, seçimlerde mağlup edilemeyen bir başbakanın parti içi oylamayla azledilmesi ilk bakışta inanılmaz gözükmektedir. Mamafih, 1990’a gelindiğinde, Thatcher’ın yerel yönetim vergi politikası, hükümetinin iktisadı kötü yönettiğine ilişkin kamuoyunda yayılan görüş (özellikle %15 mertebesine ulaşan yüksek faiz oranları, evsahipleri ve işadamlarının desteğinin aşınmasına yol açtı) ve Avrupa ile bütünleşme konusunda Muhafazakâr Parti içinde ortaya çıkan bölünmeler, hem kendisinin hem de partisinin siyasi alanda giderek zayıfladığını gösteriyordu.
1 Kasım 1990’da, Thatcher’ın en eski ve sadık müttefiklerinden Geoffrey Howe, Thatcher’ın Avrupa siyasetini protesto etmek için Başbakan Yardımcılığı görevinden istifa etti. Eski rakibi Michael Heseltine, parti liderliği için kendisine meydan okudu ve ilk turda oylamayı ikinci tura taşıyacak kadar fazla oy elde etti. Önceleri ikinci turda da yarışmak istediğini söylemekle birlikte, Thatcher, kabine üyelerine danıştıktan sonra seçimden çekilmeye karar verdi. 22 Kasım günü saat sabah 09:30’da Kabine’ye ikinci turda aday olmayacağını açıkladı. Hemen ardından, kamuoyuna istifasıyla ilgili bir açıklama yapıldı.
Selefi olarak John Major’ı destekledi ve o da liderlik yarışını kazandı. İstifasının ardından yapılan bir ankette, Britanya halkının %52’si “son kertede Thatcher’ın ülkeye yararlı olduğunu” söylerken, %48’i “kötü” olduğunu söyledi. 1991’de Parti’nin yıllık kongresine girdiğinde daha önce görülmemiş şekilde dakikalarca ayakta alkışlanarak karşılandı, ancak konuşma yapması için yapılan çağrıları reddetti. Mamafih, Başbakanlıktan istifa ettikten sonra zaman zaman Avam Kamarası’nda konuştu. 1992 seçimlerinden sonra parlamentodan ayrıldı.
1992’de barones ünvanı aldı. Bu sayede Lordlar Kamarası’na girme imkânı elde etti. Ağustos 1992’de NATO’ya Gorajde ve Saraybosna’daki Sırp saldırısını durdurması ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti’ni koruması için çağrıda bulundu. Bosna’daki olayların “Nazilerin en kötü azgınlıklarını hatırlattığını” söyledi. Aynı yılın Aralık ayında Bosna’da bir soykırım olabileceğini söyledi. Nisan 1993’te, Srebrenica’daki ilk katliamın ardından Thatcher bunun “Avrupa’da bir daha asla görmeyeceğimizi düşündüğü türden bir ölüm tarlası” olduğunu söyledi.
1990’da Başbakanlıktan istifa ettikten kısa süre sonra Kraliçe tarafından Birleşik Krallık ‘nin en büyük nişanlarından Liyakat Nişanı ile ödüllendilmişti. Ayrıca, eşi Denis Thatcher’a 1991’de baronetlik verildi (böylece oğulları Mark, bir soyluluk ünvanı devralabilecekti).Bu, 1965’ten beri baronetlik ünvanının ilk verilişiydi.
Haziran 1992’de tütün devi Philip Morris şirketine yılda 250.000$ maaş ve vakfına yıllık 250.000$ bağış karşılığı, jeopolitik danışman oldu. Daha sonraları, 1993’ten 2000’e kadar, 1693 kraliyet beratıyla kurulan Virjinya, ABD’deki William ve Mary Koleji’nde rektörlük yaptı. Ayrıca Birleşik Krallık’ın tek özel üniversitesi olan Buckingham Üniversitesi’nin rektörlüğünü yürüttü. Bu işinden 1998’de emekliye ayrıldı.1995’te Thatcher’a, Birleşik Krallık ‘ın en yüksek şövalyelik örgütü olan Garter Örgütü üyeliği verildi. 1997’de ise Ronald Reagan Özgürlük Ödülü’nü eski ABD first lady’si Nancy Reagan’dan aldı.
26 Temmuz 2003′ te eşini kaybeden Thatcher, 2008 yılında hastaneye kaldırıldı ve kendisine ”Alzeimer” teşhisi konuldu. Bu devreden sonra sürekli bakım görerek yaşayan Thatcher, Alzeimer sebebiyle, halen başbakan olduğunu zannediyordu. Ve bunun için çocukları, her gün ona başbakanmış gibi davranan, toplantılar yapan, gündem sunan bir ekip kurmuşlardır. Ve Margaret Thatcher, 8 Nisan 2013’te hayata gözlerini yummuştur.
Halk, basın ve siyasilerin, Margaret Thatcher hakkındaki düşünceleri ise çeşitli sebeplerle büyük değişiklikler göstermektedir. Bir kesim İngiltere ekonomisinin çok kötü bir döneminde, ülkesini ayağa kaldırdığını savunurken, diğer kesim alt sınıfı tamamen çiğneyip geçen bir diktatör olduğunu savunmaktadırlar. Yurtdışındaki görüşler de bunlara paraleldir. Sol kesimde Thatcher, halk hareketlerini ezmek için güç kullanan, işçi sınıfının çıkarlarına karşı sosyal reformlar yapan ve orta sınıflarla işadamları gibi varlıklı kesimleri destekleyen bir lider olarak görülür.
Payeler, ödüller
Asil Dizbağı Nişanı Örgütü leydisi
Liyakat Nişanı
Majestelerinin Privy Konseyi üyesi
Kraliyet Derneği üyesi
Carlton Klübünün onursal üyesi, klübün tüm üyelik hakları tanınan tek kadın üyesi
Başkanlık Özgürlük Madalyası (ABD)
Cumhuriyetçi Senatoryal Özgürlük Madalyası (ABD)
Ronald Reagan Özgürlük Ödülü (ABD)
(TUİÇ Akademi, Milli Gazete, BBC)
Serap Merve DOĞAN
TUİÇ Stakyeri