ABD’nin çekilmesinden bugüne Irak’ta siyasi, ekonomik ve sosyal krizler tırmanarak devam etmektedir. Irak’ta taraflar arasında yaşanan sorunların geldiği nokta bu sorunların biteceği yönünde bir görüntü sergilememektedir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi Başbakan Nuri El-Maliki’nin, ABD askerlerinin çekilmesinin ardından iç ve dış politikada yaptığı hatalardır.
Siyasi unsurların Bağdat yönetimi üzerinde hâkimiyet alanını genişletme isteği, Irak’taki tüm siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarının yolunu tıkamaktadır. Irak işgalinin ardından Bağdat’ta kurgulanan siyasi haritanın etnik ve mezhepsel bir yapı üzerinde oturtulması da bugünkü krizin temel sebeplerinden birisidir. Bu çalışmada Irak’taki son olaylar, halk gösterileri, Maliki’nin izlediği iç siyasetin rotası ve Washington ile Tahran’ın Maliki’ye verdiği destek analiz edilecektir.
Irak’ta Yaşanan Son Gelişmeler ve Maliki
Irak’ta 2011 yılının Aralık ayından beri ciddi bir güvenlik bunalımı yaşanmaktadır. İlk etapta Irak Cumhurbaşkanı eski Yardımcısı Tarık El-Haşimi hakkında çıkan tutuklama kararı ve Haşimi’nin beş kez idam cezasına çaptırılmasıyla başlayan bir siyasi kriz süreci vardır. Bununla beraber Bağdat-Erbil yönetimi arasındaki tartışmalı bölgeler (Kerkük, Musul, Selahattin ve Diyale), petrol anlaşmazlığı, Peşmerge gücüne Irak İçişleri Bakanlığı tarafından bütçe tahsis edilmesi, Kürt yönetimine Irak gelirinden verilen %17’lik pay ve tartışmalı bölgelerin güvenliğini sağlama konusunda anlaşmazlıklar siyasi gerilimin tırmanmasına yol açmaktadır. Öte yandan taraflar arasındaki rekabet, Irak halkının problemlerini de artırmaktadır. Maliki başkanlığında Aralık 2010’da kurulan Irak hükümetinde varolan siyasi çekişmelerin getirdiği sorunlar şiddeti, etnik ve mezhepsel gerilimi de tetiklemiştir. Şu hususa dikkat çekmekte fayda vardır ki 2010 yılında kurulan Irak hükümetindeki çıkar çatışmalarından dolayı Maliki hükümeti halen bir bütünlük sağlayamamaktadır. Dahası ülkenin güvenliği bakımından en önemli bakanlıklarından İçişleri, Savunma ve Milli Güvenlik bakanlıkları Maliki’nin bizzat atadığı kişilerce vekâleten yönetilmektedir. Bunun temel nedeni, taraflar arasında bu tür kritik bakanlıkların Şii-Sünni ve Kürt grupları arasında siyasi anlaşmazlık konusu olmasıdır. Çünkü 2003 yılından bu yana Irak’ta kurulan tüm siyasi oluşumların etnik ve mezhepsel bir yapı üzerine oturtulması yanlış sonuçları beraberinde getirmiştir.
Bu çerçeveden bakıldığında Maliki’nin izlediği iç ve dış politikanın tutarsızlığı, Irak’ın, bugünkü siyasi krizinin ve istikrarsızlığının diğer etkenlerinden birisidir. Maliki’nin iç politikadaki hedefleri şu şekilde özetlenebilir;
1. Sünni Arap politikacıları Bağdat yönetiminden uzaklaştırmak ve Şiilerin etkisini kıracak olası bir Sünni Arap askeri darbesini önlemek. (Bunun temel nedeni Saddam döneminde Sünnilerin Irak ordusunu komuta etmesinden dolayı tecrübeli ve köklü bir askeri yapıya sahip olmalarıdır.)
2. Kuzey Irak Kürt yönetimine karşı tartışmalı bölgelerde (Kerkük, Musul, Selahaddin ve Diyale) ve daha pek çok konuda siyasi, ekonomik ve askeri anlamda kriz yaşayan, Kürt yetkili ve güvenlik güçlerinden rahatsız olan Türkmen ve Sünni Arapları kendi tarafına çekmek.
3. Lideri olduğu Dava Partisi’ni diğer Şii siyasi parti ve gruplar arasında etkili konuma getirerek devletin tüm organlarına hâkim kılmak. Maliki bu hedefi Washington ve Tahran’ın desteğini alarak aşamalı bir şekilde gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Böylece Dava Partisi’nin Irak’ın yeni Baas Partisi konumunu almaya başladığı görülmektedir. 17 Aralık 2012 tarihinde sağlık durumunun kötüleşmesi nedeniyle Almanya’da tedavi görmeye başlayan Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, cumhurbaşkanlığı görevini muhtemelen artık yürütemeyecektir. Talabani’nin yerine vekâleten geçen Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hudayr El-Huzai ise Dava Partisi’nin yetkili isimlerinden biridir. Bu çerçevede Dava Partisi, Bağdat’ın siyasi denkleminde hem Cumhurbaşkanlığı hem de Başbakanlık (yani Irak Hükümeti) görevini ele geçirmiş durumdadır.
Maliki’nin iç siyasette takip ettiği politikalar neticesinde Irak siyasetini tamamen kendi kontrolü altına aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Aslında Maliki’nin iç siyaseti dikkatlice okunduğunda izlediği stratejinin sadece Sünni Arap ve Kürtleri etkisiz hale getirmeye yönelik olmadığı görülecektir. Maliki, aynı zamanda kendisi ile rekabet eden Şii siyasetçileri de devre dışı bırakmaya dönük orta ve uzun vadeli bir strateji izlemektedir. Nitekim Irak’ın 2003 yılından sonraki Şii ağırlıklı yönetimlerine bakıldığında Maliki, ilk etapta Şiiler içerisindeki rakiplerini saf dışı bırakmıştır. Bu duruma Irak Eski Başbakanı İbrahim El-Caferi ve Sadr Akımı lideri Mukteda El-Sadr örnek olarak verilebilir. Maliki, 2006 Haziran ayında Başbakan olduktan sonra aldığı tavrın neticesinde Caferi Dava Partisi’nden ayrılarak 31 Mayıs 2008 tarihinde Tayyar El-Islah El-Vatani (Milli Reform Hareketini) kurduğunu ilan etmişti.(1) Bunun ardından Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu da Maliki’nin baskıları sonucunda Ağustos 2007’de önce ateşkes ilan etmiş ardından da 2008 yılının Şubat ayında da silah bırakmak zorunda kalmıştır. Diğer taraftan Irak Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı ve Irak Yüksek İslami Konseyi’nin önemli isimlerinden Adil Abdulmehdi, Irak’taki siyasi krizin süreklilik kazanmasından dolayı ve Cumhurbaşkanı’na ait üç yardımcı olmasının gereksiz olduğunu düşünerek istifa etmiştir.(2)
Maliki’nin iç politikası yalnızca Sünnileri veya Kürtleri rahatsız etmemektedir. Aynı zaman ciddi bir Şii kesim de Maliki’nin siyasi tavırlarından olumsuz etkilenmektedir. Ancak Şii politikacılar, Maliki’nin siyasetinden rahatsız olsa dahi İran’ın ve Şii Mercaiyelerin etkisinden kurtulamamakta ve Şii birliğini yok edecek herhangi bir adım at(a)mamaktadırlar. Bu nedenle Maliki’nin, Sünni siyasetçileri tasfiye etmeden önce kendi çevresindeki Şii rakiplerini Irak’ın siyasi sahnesinden uzaklaştırmaya dönük bir politika izlediği söylenebilir. Maliki’nin bu adımları atarak hem kendini hem de lideri olduğu Dava Partisi’ni ön plana çıkarmaya çalıştığı bir realitedir. Tabi burada Maliki’nin izlediği siyasete Washington ve Tahran’ın verdiği desteği de göz ardı etmemek gerekir. Maliki’nin bu noktaya gelmesinde çeşitli etkenler vardır. Bunlardan en önemlisi de 26 Ağustos 2009 tarihinde Irak’ın önde gelen Şii liderlerinden Irak İslami Yüksek Konseyi (IİYK) Başkanı Abdülaziz El-Hekim’in akciğer kanseri tedavisi gördüğü Tahran’da hayatını kaybetmesidir. İki siyasi aktör arasındaki benzerlikler de Maliki’nin El-Hekim sonrası Irak hükümetinin başında iki dönem üst üste kalmasını kolaylaştırmıştır. Abdülaziz El-Hekim’in, hem İran’ın ve ABD’nin Irak’taki nüfuzunu dengeleyici işlevi hem de Bağdat yönetimi üzerinde Şii-Kürt ittifakında önemli rolü vardı. Hatta Kasım 2008’de Bağdat-Washington arasında imzalanan “Stratejik Güvenlik Antlaşması”na (SOFA) ciddi destek vermiştir.(3) Bu sebeple IİYK Başkanı Abdülaziz El-Hekim hayatını kaybettikten sonra Bağdat’ta, Tahran ve Washington yönetimi ile çalışabilen ve iki tarafın da isteğine uygun davranabilen Maliki, önemli bir Şii aktör haline gelmiştir.
Haşimi ve İsavi Olayları Karşısında Maliki’nin Tutumu
Irak’ın 2011 yılından beri yaşadığı siyasi krizlerin herhangi bir uzlaşmaya veya çözüme kavuşmamasındaki sebeplerin politik taraflar arasında güvensizlik ve iç rekabet ile bölgesel ve küresel gelişmelerin gidişatındaki sorunlar olduğunu söylemek gerekir. Irak’ta 2010 yılından beri kurulu olan hükümetin, kendi içindeki sorunları aşmadan ülkedeki siyasi gerilimi düşürmesi söz konusu değildir. ABD askeri güçlerinin çekildiği 2011 yılının Aralık ayından bu yana Irak, siyaset ve güvenlik bağlamında bir çıkmaz sokağa girmiştir. Bu süreçte 20 Aralık 2012 tarihinde Başbakan Maliki’nin talimatı üzerine El-Irakiye koalisyonunun yetkilisi ve Maliye Bakanı Rafi El-İsavi’nin Bağdat Yeşil bölgedeki evine güvenlik güçleri tarafından baskın düzenlenmiştir. Baskında, İsavi’nin korumaları terör örgütü kurmak ve yönetmek gerekçesi ile tutuklanmıştır. Bu çerçevede Maliye Bakanı İsavi’nin korumalarına yönelik çıkarılan tutuklama kararına tepki olarak Irak’ın Anbar vilayetinde Sünni Araplar gösteriler düzenlemeye başlamıştır. 21 Aralık 2012 tarihinde Anbar vilayetinde başlayan gösteriler Musul, Kerkük, Diyale ve Felluce’ye kadar yayılmıştır.(4)
Bu noktada “Irak’taki gösteriler Sünni Arapların gösterisi mi, yoksa belli başlı aşiret ve aşiret reislerinin tepkisi mi?” sorusuna cevap aramak gerekmektedir. Hatta bu soru bir başka şekilde daha sorulabilir: “Maliye Bakanı İsavi olayında Maliki’ye tepki gösteren Sünni Araplar neden Haşimi meselesinde sessiz kaldılar?”. Bu sorulara verilecek cevapları şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Anbar ve Irak’ın diğer kentlerindeki protestolar Sünni Arap kesiminin tepkisinden ziyade bazı Arap aşiretlerine ait bir eylem olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Maliki’nin Maliye Bakanı Rafi İsavi’nin korumalarıyla ilgili tutuklama kararı çıkarmasıyla Sünni kentlerde başlayan gösteriler, İsavi’nin Sünni bir lider olmasından ötürü değildir. Bunun sebebi, İsavi’nin Sünni bir Arap aşireti olan Duleyim aşiretinin ferdi olmasıdır.
2. İsavi’nin, evine yapılan baskın neticesinde korumalarının gözaltına alınmasına karşın Bağdat’ı veya Irak’ı terk edip kuzeye veya yurt dışına kaçmayı tercih etmemesi, Sünni Arapların desteğini almasındaki en büyük etkenlerden biridir. Cumhurbaşkanı eski Yardımcısı Tarık El-Haşimi eğer Bağdat’ı terk edip kuzeye ve ardından da Türkiye’ye yerleşmeseydi, Anbar’daki Sünni Arap gösterilerinin benzerleri Haşimi lehinde de ortaya çıkabilirdi. Dolaylı olarak Maliki’nin etkisi altındaki Irak yargısı tarafından dışlanan veya hakkında tutuklama kararı çıkartılan her siyasetçinin Bağdat’ı terk edip kaçması, Irak kamuoyunda ciddi bir güvensizliği beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla İsavi’nin ne Bağdat’ı ne de Irak’ı terk etmesi halk nezdinde de kendisine olan güveni artırmıştır.
3. Aşiretlerin Irak’taki protestoların başını çekmesi Sünni Arapların tamamının protestolara destek vermemesine de sebep olmaktadır. Sünni aşiretler arasındaki çıkar çatışması sebebiyle Sünnilerin bir bütün olarak belli bir siyasi aktöre veya eyleme destek vermesi mümkün değildir. Bazı Sünni Araplar, tartışmalı bölgelerde Kürtlere karşı uygulamaya koyduğu politikalardan memnun oldukları için Maliki’yi desteklemektedirler. Ancak şu hususu belirtmekte fayda vardır ki Maliki Sünni politikacılara yönelik izlediği dışlayıcı siyasetin dozajını artırdığı takdirde Sünni Arapların tepkisini çekebilir. Bu bağlamda Maliki’nin, terörle mücadele kapsamında uyguladığı politikaları, Sünni Arapların tamamının tepkisine yol açmadan gerçekleştirmesinde fayda vardır.
Gelinen noktada Maliki’nin Haşimi olayında Sünni Arapların büyük bir kısmını inandırmakta başarılı olduğu ifade etmek mümkündür. Başka bir tabirle, Haşimi’nin Irak’ı terk edip yurtdışına kaçmasının Sünni Araplarda şüphe uyandırdığı görülmektedir. Haşimi’ye yönelik suçlamaların bir benzerini Maliye Bakanı Rafi El-İsavi’ye de yapılması, Sünni Arapları endişeye sevk etmektedir. Maliki’nin sürekli Sünni Arap politikacıları hedef tahtası haline getirmesi ve dışlamaya devam etmesi durumunda ülkeyi kaotik bir ortama sürüklemesi kaçınılmazdır. Çünkü Maliki hükümetinin Sünni politikacıları tecrit etme girişiminin sonucunda sadece etnik ve mezhepsel (Şii-Sünni) gerilim tırmanmayacaktır. Aynı zamanda Irak’ta yeni bir çatışma olarak aşiretler arası gerilim de olası gelişmelerden birisi haline gelecektir. Bu durum Irak’ın ikinci bir Libya olmasına sebep olabilir.
Irak’taki Siyasi Krizin ve Güvenlik Problemlerinin Türkmenlere Yansıması
ABD’nin Irak’ı işgalinden bu yana Türkmenler, Irak’ta ve bölgede yaşanan siyasi gelişmelere ve olaylara ayak uydurmakta zorluk çekmektedir. Türkmenler hem Irak’taki siyasi dengelerden uzaklaştırılmakta hem de kendi içlerinde çok önemli sorunlar yaşamaktadır. Özellikle ABD’nin Irak’ı işgal etmesi sürecinde Iraklı muhalif grupların toplantılarına katılsalar da Türkmenlerin yaşanan gelişmelere hazırlıksız yakalandıkları ifade edilebilir. Çünkü Irak’taki siyasi ve askeri gelişmelerle baş edebilecek bir politik organizasyona sahip ol(a)mamaları nedeniyle günümüzde pekçok sorunla karşı karşıya kalmışlardır. Irak’taki tartışmalı bölgeler ve kriz alanlarının hemen hemen tamamı Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerdir. Irak’ta gerçek anlamda bir Türkmen gücünün olmaması siyasi arenada Türkmenlerin etkisinin zayıf olmasını da beraberinde getirmektedir. Siyasi tecrübenin eksikliği ve uluslararası kamuoyundan destek alınamaması da Türkmenlerin bölgede bir güç olmasının önünde engeldir. Türkmenlerin yaşadıkları sorunlara örnek verecek olunursa, Kerkük ve Selahaddin vilayetlerine bağlı bir Türkmen ilçesi olan Tuzhurmatu’da Türkmen vatandaşlarına ve yetkililerine yönelik suikastlar, saldırılar ve kaçırma eylemleri hız kazanmıştır. Tuzhurmatu ilçesindeki Ahmet Asker isimli bir Türkmen gencinin uğradığı silahlı saldırı sonucunda öldürülmesinin ardından 23 Ocak 2013 tarihinde düzenlenen cenaze töreninde gerçekleşen canlı bomba saldırısında yaralanan ve hayatını kaybeden 100’e yakın Türkmen bulunmaktadır. Diğer yandan 3 Şubat’ta Kerkük’te Polis Müdürlüğü’nü hedef alan patlamada 33 kişi ölmüş ve 70 kişi de yaralanmıştır. Türkmen bölgelerine yönelik şiddet ve saldırıların temel nedenleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Türkmenlerin Irak’ta yaşanan siyasi krizlerde tarafsız kalması ve tüm siyasi unsurlara mesafeli durarak Bağdat’tan kopmaması bu saldırıların altında yatan temel sebeplerden biridir. Ayrıca Türkmenler, Bağdat-Erbil ilişkilerindeki tartışmalı bölgeler hususunda haklı olarak Bağdat’ı muhatap almaktadır. Irak’ta yaşanan sorunların neticesinde olası bir bölünme durumunda ise, Türkmenlerin taraf belirlemesi gerekebilir. Irak’ta siyasi unsurlar arasında güç mücadelesi devam ettikçe başta Kerkük olmak üzere Türkmenlerin yoğun ve etkili olduğu bölgelerde yukarıda belirtilen nitelikte olaylar artacaktır. Türkmenler son bir yıldır oldukça kritik bir süreçten geçmektedir. Eğer Türkmen siyasetinin karar mekanizmaları bu tür senaryoların önüne geçemezse, Türkmen bölgeleri ileride hedef haline gelebilir. Şu noktaya değinmek gerekir ki Irak’taki son gelişmelere dönük siyasi bir yol haritası oluşturmamaları Türkmenlerin Bağdat-Erbil/Bağdat-Anbar ekseninde sıkışmalarına sebep olabilir. Irak etnik bir yapıdan ziyade mezhepsel yapıya dayalı bölündüğü takdirde de bundan en çok zarar gören Türkmenler olacaktır.
2. Türkmen bölgelerinin hedef alınması, Türkmenleri ekonomik olarak da zayıflatmaktadır. Türk şirketlerinin kuzey Irak’taki bütün alt yapı işlerindeki (inşaat, petrol arama ve çıkarma gibi) faaliyetleri de Türkmenlere karşı yapılan saldırıların artmasındaki nedenlerden biri olabilir. Kuzey Irak’taki alt yapı işlerinin bitmesiyle birlikte bu şirketlerin Türkmen bölgelerine (Kerkük, Musul, Selahaddin ve Diyale) yönelmesi söz konusudur. Bu şirketlerin Türkmen bölgelerinde faaliyet göstermesi demek, Türkmen iş adamlarının ve vatandaşlarının kalkınması demektir. Çünkü Türkmenlerin yoğun olduğu bölgelerde muhtemelen tüm projeler Türkmen ortaklığıyla gerçekleşecektir. Böylece orta ve uzun vadede Türkmen bölgelerinde gerçekleşen kalkınma ve alt yapı işlerinin Türkmenleri ekonomik olarak yükseltmesi beklenebilir. Bu açıdan Türkmen bölgelerinde güvenlik sorununu canlı tutmak, saldırılarla şiddet ve kaos ortamı oluşturmak ve herhangi bir yerli/yabancı şirketin söz konusu bölgelerde yatırım yapmasını engellemek de Türkmenlerin güç kazanmaması için gerçekleştirilen faaliyetler arasındadır.
3. Bir diğer sebep ise, ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle birlikte 1990’lı yıllarda kuzey Irak’ta kurulan Irak Türkmen Cephesi’ne (ITC) bağlı güvenlik gücünün feshedilmesidir. Aslında Türkmenlerin en çok askeri güce ihtiyacı olduğu bir dönemde böylesi bir girişimde bulunulması düşündürücüdür. Türkmenlerin, ABD sonrası Irak’ta askeri gücü olmadan kendi bölgelerini korumaya çalışması mümkün görünmemektedir. Hemen hemen tüm Türkmen bölgeleri baskı ve şiddete maruz kalmaktadır. ABD’nin Irak’tan askerlerini çekmesinin ardından ülkede yaşanan siyasi anlaşmazlık ve güvenlik sorunlarından en çok Türkmen bölgeleri zarar görmektedir. Bu bağlamda Bağdat Merkezi Hükümeti tarafından Türkmen bölgelerinde Türkmen askeri gücünün kurulması artık kaçınılmazdır. Aksi takdirde Türkmen bölgelerindeki saldırıların engellenmesi pek de mümkün görünmemektedir. Burada şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır, Türkmenler de artık aktif bir şekilde Irak’ın güvenlik güçleri içerisinde yer almak için çaba harcamalıdır. Dolayısıyla tüm Türkmen siyasi parti, örgüt ve oluşumları Irak’ın güvenlik gücünde yer almak üzere Türkmen gençlerini teşvik etmeleri gerekmektedir.
Türkmenlerin Irak’ta yeni bir siyasi ve askeri yol haritası oluşturması gerekmektedir. Bağdat Merkezi Hükümeti’nden izin alarak yasal yollarla kendi bölgelerini korumak amacıyla bir Türkmen Güvenlik Gücü’nün kurulmasının şart olduğu ortadadır. Irak’ta yaşanan siyasi kriz sürecinde politik olarak Türkmenler bazı kazançlar elde etse de, güvenlik ve kalkınma bakımından Türkmen bölgeleri tehdit altındadır. Bu sebeple Türkmen bölgelerinin korunması konusunda sadece Bağdat Hükümeti’nden Türkmen güvenlik gücünün kurulması için bir talepte bulunulmamalıdır. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve ABD’ye de bu tür taleplerin iletilmesinde fayda vardır. Öte yandan Türkmenler, Irak ve bölgedeki gelişmeleri takip ederek, Türkmen siyasetini bölgeselleştirmelidir. Buna ek olarak Türkmenlerin, Irak’ın tüm kesimiyle ilişkilerini güçlendirmesi ve Türkmen sorununu anlatması da önemli bir diğer husustur. Ayrıca Irak’ta 20 Nisan 2013 tarihinde yapılacak yerel seçimlerde Türkmenler hazırlıklı olmalıdır. Irak’ta yerel seçimlerden sonra siyasi dengelerin değişmesi beklenmektedir. Bu nedenle Türkmenler, Irak’ta beklenen yeni siyasi denklemde etkin bir biçimde rol alma fırsatını dikkatlice takip etmeli ve hazırlıklı olmalıdır.
Washington-Tahran ve Ankara Ekseninde Maliki Faktörü
ABD’nin Irak’ı işgali sürecinde ve sonrasında bölgesel olarak İran’ın kazançlı çıktığı görülmektedir. Çünkü bölgedeki baş düşmanı olarak kabul edilen Sünni Saddam Hüseyin yönetiminin devrilmesi, Tahran’a karşı bölgesel bir tehdidin kalkması anlamına gelmektedir. Her ne kadar Saddam devrilse de ve İran, ABD ile komşu olsa da aslında her iki ülkenin Irak’taki siyasi gelişmeler sürecinde dolaylı/doğrudan müttefik olarak hareket ettikleri de ifade edilebilir. Özellikle 2005 yılının Ocak ayında yapılan Irak seçimlerinden beri Irak’taki politik süreci Washington ve Tahran birlikte yürütmektedir. ABD’nin zaman zaman İran’ın Irak’taki nüfuzuna sessiz kalması veya üstü örtülü destek vermesi, Tahran yönetiminin Şii siyasi liderleri kontrol edebilmesiyle bağlantılıdır. ABD, Irak’taki Şii nüfusunu tek başına kontrol edemediğini bilmekte ve bu sebeple Tahran’ın Bağdat üzerindeki nüfuzuna göz yummaktadır.
Öte yandan ABD sonrası Irak’ta siyaset, büyük ölçüde İran’ın kurdurttuğu veya yönlendirdiği parti, örgüt ve kişiler tarafından tasarlanmaktadır. Bu sebeple Irak’ın siyasal ve demografik yapısı değişmediği müddetçe İran’ın nüfuzu devam edebilir. Şu noktayı belirtmek gerekir ki İran, Irak’ta kendisine alternatif olabilecek bir Şii devletinin kurulmasını desteklememekte ancak Bağdat yönetiminin Şiilerin etkisinde olmasını istemektedir. ABD ile belki de anlaştığı konulardan biri de sözü edilen Şii devletinin kurulmasını desteklememe konusudur. Bu nedenle ABD, askerlerini Irak’tan çektikten sonra Irak’ta hem kendisinin hem de İran’ın kontrol edebileceği bir yönetimi Bağdat’ta bırakmanın hesabını yapmış gibi bir görüntü vermektedir. ABD’nin bu sebeple Maliki’nin izlediği iç ve dış politikaya karşı herhangi bir adım atmadığı ve sessiz kaldığı ifade edilebilir. 7 Mart 2010 tarihinde yapılan Irak genel seçimlerinde, Irak konusunda Washington-Ankara ve Tahran üçlüsünün stratejilerinin uyuşmadığı ortaya çıkmıştır. Ankara, Irak eski Başbakanı laik Şii Arap Eyad Allavi başkanlığındaki El-Irakiye listesini desteklerken, Tahran Irak Başbakanı Maliki’nin kurduğu Kanun Devleti listesini desteklemiştir. Washington ise, Irak’ta uzlaşı hükümetinin kurulması adı altında Tahran’ın olumlu baktığı Maliki’ye destek vermiştir. Dolayısıyla Tahran ve Washington Maliki üzerinde anlaşarak ve Iraklı siyasi unsurları uzlaşmaya zorlayarak Erbil anlaşması ile Bağdat Hükümeti’nin kurulmasını sağlamıştır. Maliki üzerinde varılan görüş birliğinin sebepleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Maliki, 2006 yılında Başbakan olmasıyla beraber Irak’ta işgale karşı Şii direnişi olarak bilinen Mukteda El-Sadr’a bağlı Mehdi ordusunu Tahran’ın desteğiyle bastırabildi. Maliki, buna ek olarak El-Sahva’yı El-Kaide ve terör örgüleriyle mücadele hedefiyle kurarak bazı Sünni bölgelerde aşiretlerin desteğini almıştır.
2. Bağdat-Washington arasında 2008 yılında imzalanan anlaşmada Maliki, Tahran’ın da desteğini alarak kilit bir rol oynamıştır. Bunun sonucunda Washington’ın Maliki’ye desteği artmıştır. Maliki, bu tür girişimleri sonucunda Washington ve Tahran için güvenilir bir Şii politikacı konumuna gelmiştir. Başka bir ifadeyle Maliki, Şii politikacılar içinde İran-ABD arasında önemli bir denge unsuru olarak durmaktadır. Çünkü Maliki, Irak-İran-ABD üçgeninde önemli bir faktör olarak ön plana çıkmaktadır.
Sözü edilen tüm nedenler göz önünde bulundurulduğunda, Maliki’nin iç ve dış politikada Tahran ve Washington’un desteğini alarak bir takım kararlar aldığını ifade etmek mümkündür. Bilhassa 2009 yılında vefat eden Irak İslami Yüksek Konseyi Başkanı Abdülaziz El-Hekim’den sonra İran-ABD arasında Irak’ta dengeyi koruyacak Şii bir politikacının bulunması şart olmuştur. Dolayısıyla Maliki’nin hem İran’la hem ABD ile anlaşan tek Şii aktör olduğu unutulmamalıdır. Fakat Tahran ve ABD’nin desteğine rağmen 26 Ocak 2013 tarihinde Irak Parlamentosu, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakanlık görev süresini iki dönemle sınırlamıştı. Söz konusu görev süresiyle ilgili yasa tasarısı için yapılan oylamada 170 milletvekili olumlu oy kullanmıştır.(5) Bu açıdan bakıldığında ABD’nin askerlerini çektikten sonra Irak’ta Kürtlerden çok Şii akımlarına destek vermeye başlamasını, Bağdat yönetimindeki siyasi krizlerde ve Bağdat’ın Kuzey Irak Kürt yönetimi ile yaşadığı anlaşmazlıklarda sessiz kalmasını da bu sebeple açıklanabilir.
Sonuç
Orta Doğu bölgesinde yaşanan değişim süreci ve Arap uyanışı ile birlikte Irak da yeni bir siyasi dönemece girmiştir. Bir taraftan Maliki’nin, iç politika çerçevesinde Sünni Arapların Irak’ın siyasi sahnesinden uzaklaştırmaya devam edeceği, diğer taraftan da ülkede her geçen gün artan şiddet ve saldırıların etkisini uzun süre koruyacağı görünmektedir. Maliki’nin uygulamaya koyduğu iç politika doğrultusundaki yanlış strateji sadece Bağdat yönetimi içerisinde Şii-Sünni gerginliğini körüklememektedir. Aynı zamanda Şii-Şii çekişmesini de önümüzdeki dönemde meydana getirebilir. Aslında Şii din adamları ve politikacılarının önemli bir kısmı Maliki’nin uyguladığı politikalardan rahatsızdır. Ancak Irak’taki Şiiler de Kürtler gibi işgal sonrası elde ettikleri imtiyazları ve stratejik önemlerini kaybetmekten çekindikleri için Maliki’ye karşı sessiz kalmaktadır. Dahası İran’ın Maliki’yi desteklemesi diğer Şii kitleleri üzerinde ciddi bir etkendir. Irak’ta yaşanan siyasi krizden bu yana, Maliki’nin lideri olduğu Kanun Devleti’nin de içinde bulunduğu Irak Ulusal İttifakı (Şii) içerisinde kopmalar ve tartışmaların yaşandığı pek basına yansımasa da hissedilmeye başlanmaktadır. Bu durum 2014 yılındaki genel seçimlerde Şii ittifakının rotasını değiştirebilir. Şu etkene değinmekte yarar vardır: Şiiler Şii politikacısına tepkili olabilirler, ancak Şiilerin Bağdat yönetimindeki Şii etkisine zarar verecek bir eylemde bulunmaları zor görünmektedir.
Diğer yandan Irak üzerinde yaşanan bölgesel güç mücadelesinin bu gelişmelerdeki tesiri büyüktür. ABD’nin askerlerini çekmesiyle birlikte Irak’ta doğan boşluğu doldurmak için İran-Türkiye ve Körfez ülkeleri arasında bir rekabet ortaya çıkmıştır. Bu durumun Irak’ı artık bölge ülkeleri arasında paylaşılamaz bir konuma taşıdığı ifade edilebilir. Bu güç mücadelesi ve hesaplaşmalar Irak’ı siyasi açıdan ve güvenlik anlamında kaosa sürüklemektedir. Bu bağlamda bölgesel bir aktör olarak Türkiye, Irak’ta denge unsuru olmalıdır. Çünkü Irak’ta Arapların, Kürtlerin ve Türkmenlerin, Türkiye’yi bölgesel bir denge unsuru olarak gördüğünü ifade etmek mümkündür.
Özetlemek gerekirse, Irak’taki siyasi haritanın etnik ve mezhepsel temeller üzerinde kurulmasından dolayı ülkedeki siyasi birlikteliğin sağlanması zordur. Irak’ın ciddi bir toplumsal, sosyal ve siyasal uzlaşıya ihtiyacı vardır. Araplar, Kürtler ve Türkmenlerden oluşan çoğulcu bir hükümetin kurulması ülkede istikrarın sağlanabilmesi için önkoşul haline gelmiştir.
Ali Semin
BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı