Batı Afrika’nın denize kıyısı olmayan ülkelerinden biri olan ve nüfusunun yaklaşık %95’lik bölümünü Müslümanların oluşturduğu Mali’de yaşanan iç savaş tüm dünyanın dikkatinin bir anda bu ülkeye yönelmesine neden oldu. Zira bu ülkede merkezi hükümete karşı ayaklanmış olan kesimi İslamcı gruplar oluşturmaktadır. Bu grupların temel hedefi ise, Mali’deki batı etkinliğine son vermek, yıllardır Mali’nin kaynaklarını sömüren başta Fransa olmak üzere dış aktörlere ciddi bir mesaj vermek ve ülkede İslami hassasiyetleri gözeten bir yönetim oluşturmaktır.
Afrika’nın 7. en büyük ülkesi olan ve yaklaşık 15 milyonluk bir nüfusa sahip olan Mali, sosyo-kültürel anlamda Berberi ve Tuareg halklarının oluşturduğu kuzey ile Bambara etnik grubundan gelen siyahların çoğunluğu oluşturduğu güney arasında bir bölünmüşlük yaşamaktadır. Mali’nin en önemli dinsel gerçekliği ise İslam’dır. Ne var ki, ülkenin Cezayir, Moritanya ve Nijer’e sınır oluşturan kesimlerinde yaşayan Tuareg halkı dinsel manada çok daha muhafazakârdır. Zaten bugün Mali Hükümeti’ne karşı isyan bayrağını açan ve Fransızlar ile mücadele içerisinde olan en önemli grup da Tuareglerdir. Tuareglerin en önemli özelliği, bu halkın Mali, Moritanya, Cezayir, Nijer, Senegal gibi ülkelerde dağınık olarak yaşamaları ve kendi ulusal kimlikleri üzerine kurgulayacakları bir devletlerinin olmayışıdır. Ulusal özlemlerine uygun olarak oluşturdukları örgütsel çabalardan sonuç alamamış olan Tuaregler, dinsel muhafazakârlık çerçevesinde özümseyebildikleri radikal örgütlenmeler eliyle kendilerini göstermeyi tercih etmişlerdir. Bu nedenle Mali’nin kuzeyinde konumlanmış ve iç savaşın taraflarından biri olan Ensar Ed Din örgütü daha çok Tuaregler ve onlarla müttefik olan Berberiler ve yerel halklardan oluşmaktadır. Ensar Ed Din, mevcut Mali hükümetinin darbe ile işbaşına gelmiş oluşu, ülkenin sosyo-ekonomik ihtiyaçlarına cevap verememesi, laik yönetim anlayışı ve Fransa başta olmak üzere yabancı güçler ile kurduğu müttefiklik ilişkilerinden rahatsız olarak aylar önce silahlı mücadeleye başlamıştır. El Kaide ve onun Batı Afrika’daki kolu Tevhid ve Cihad Hareketi ile işbirliği içerisinde olan Ensar Ed Din, Mali’de yönetimi ele geçirmek ve ülkeyi İslam şeriatına uygun olarak yönetmek niyetindedir.
Mali, Güney Afrika ve Gana’nın ardından Afrika’nın altın madenleri açısından en zengin üçüncü ülkesi konumundadır. Bunun yanı sıra, isyankâr Tuareg halkının konumlandığı ve Sahra Çölü’nün önemli bir bölümünü de içeren Kuzey Mali topraklarında geniş uranyum yatakları vardır. Bu uranyum yatakları ise Fransa tarafından işletilmektedir. Mali, sahip olduğu bu zenginliğe karşın Afrika’nın en fakir ülkelerinden biridir. Bu durum, Mali halkında ciddi bir tepki yaratmaktadır. İsyana liderlik eden Ensar Ed Din ise, Mali’nin yeraltı kaynaklarının sömürüldüğünü ve Mali halkının yönetim tarafından fakirliğe mahkûm edildiğini kaydederek halk arasındaki meşruiyetini arttırmıştır. Zaten Fransa’nın Mali’ye müdahale noktasında bu kadar istekli olmasının nedeni de, Kuzey Mali’deki uranyum yataklarının ve yatırımlarının tehlikeye düşmesi ve kendisiyle işbirliği içerisindeki Mali Hükümeti’nin İslamcı militanlarca devrilmesinden çekinmesidir. Fransa, gerek ekonomik gerekse de sosyo-kültürel ve siyasal anlamda Mali’ye etki etmeyi sürdürmektedir. Eski bir Fransız sömürgesi olan Mali’de resmi dil dahi Fransızcadır.
Hükümeti devirmeyi amaçlayan El Kaide yanlısı Ensar Ed Din Örgütü militanlarının ülkenin doğusunda yer alan mevzileri Kidal, Gao ve Tumbuktu gibi şehirlerden hareket ederek başkent Bamako yakınlarına kadar gelmeleri Fransa’yı Mali’ye asker göndermeye itmiştir. Kuzey Mali’deki uranyum yataklarının kontrolünün yitirilmesi ve eski bir Fransız sömürgesinin sosyo-kültürel, ekonomik ve tabii ki siyasal anlamda kaybedilmesi endişesi, Fransa’nın 3 bin kadar askerini Mali’ye göndermesini beraberinde getirmiştir. Mali’deki iç savaşın Cezayir’e olan yansıması sonucunda, bu ülkede de tedhiş eylemlerinin baş göstermesi Fransa’nın işine yaramıştır. Cezayir’deki kanlı rehine krizinin ardından, Fransa, Mali’nin komşusu olan Burkina Faso, Senegal, Cezayir ve Nijer gibi ülkeleri de Mali’ye askeri destek verme noktasında ikna etmiş durumdadır. Fransa’nın Mali konusunda bu kadar endişeli olmasının nedenlerinden biri de Mali’deki Çin etkinliğidir. Mali’deki yatırımlarını arttıran, bu ülkenin ihracatında önemli bir paya sahip olan (%26) ve ülkedeki enerji kaynaklarını kendisine çekmeyi arzulayan Çin’in, Mali hükümeti nezdindeki siyasal etkinliğini kullanarak soruna müdahil olması Fransa’nın istemeyeceği bir şeydir. Fransa, bu ülke üzerindeki nüfuzunu kaybetmek anlamına gelecek böyle bir hareketi kabullenemezdi. Fransa’nın Libya operasyonunun ardından Mali’de de aktif bir tavır takınması, bu ülkenin Afrika’da yeni bir emperyalist plan kurguladığını ve meselenin Sarkozy ya da François Hollande’ın politikaları ile sınırlanamayacağını göstermektedir. Enerji kaynaklarının kontrolü, ticari bağımlılık ilişkisi yaratabilme ve dil-kültür entegrasyonu bu politikanın en önemli dayanak noktalarıdır.
Aslında Afrika’daki yeni sömürgecilik hareketi yalnızca Fransa ile sınırlı değildir. Bu süreci başlatan en önemli aktör Çin olmuştur. 2013 yılı itibarıyla Afrika’nın tamamı ile olan ticaret hacmi 200 milyar doları aşacak olan Çin, geçtiğimiz yıl itibarıyla Afrika ticaretindeki payını %20’ye yükseltmiştir. Bu çok büyük bir gelişimdir ve Çin’in ekonomi odaklı büyümesini açık bir şekilde yansıtmaktadır. Afrika’da özellikle petrol yatırımlarına hız vermiş olan Çin, Mali’deki uranyum yatakları ve altın ile de yakından ilgilenmektedir. Afrika’nın tamamında müthiş bir altyapı yatırımı yapan Çin, sahip olduğu firmalar eliyle karayollarından, madenciliğe fabrikalardan, tarımsal plantasyonlara kadar birçok alanda ve ülkede aktif olarak çalışmaktadır. Ekonomi odaklı nüfuz girişimlerini, Afrika ülkelerinde kurduğu eğitim kurumları aracılığıyla taçlandırmaya çalışan Çin, Çince öğreten ve Çin kültürünü yayan birçok okul ve kurum oluşturmuş durumdadır.
Çin’in Afrika bağlamındaki etkinliğinin giderek arttığının bilincinde olan ABD de, bölge ülkeleri ile olan müttefiklik ilişkilerini geliştirmenin yanı sıra, AFRICOM (Birleşik Devletler Afrika Komutanlığı)’un etkinliğini arttıracak yeni uygulamaları yürürlüğe sokmaktadır. ABD, Afrika’da kendisinin istemeyeceği siyasal ve askeri gelişmelere anında müdahale edecek küçük ve etkin tugaylar kurmayı kararlaştırmıştır. Bu tugaylar, sorun yaşayan Afrika ülkelerine yardım etmek amacıyla meşrulaştırılmaktadır. Ancak ABD’nin bu tugayları Afrika bağlamında kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyeceği ortadadır. Asıl hedef Afrika’nın koruyucusu ve jandarması rolünü üstlenmek ve özellikle Çin’e gözdağı verebilmektir. Çin, Afrika bağlamında yumuşak güç uygulamalarını devreye sokarken, ABD buna sert güç ile cevap vermeyi yeğlemektedir.
Mali Krizi, Afrika’nın uluslar arası sistem bağlamında artan öneminin altını çizen ve bu kıta içerisinde yaşanacak hiçbir gelişmenin tesadüfen gerçekleşmeyeceğini gösteren önemli bir örnektir. Fransa, Çin ve ABD’nin ardından önümüzdeki dönemde Rusya, Hindistan, Almanya ve İngiltere’yi de bu kıtada daha aktif olarak görebiliriz. Bu minvalde, Türkiye’nin son dönemde ortaya koyduğu Afrika’ya açılım politikasının ne denli önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye, bölgesinde etkin bir aktör olduğunu ispatlamak ve büyüyen ekonomisine hammadde ve pazar yaratabilmek için Afrika’ya açılmaya mecburdur.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü