Doğu Avrupa ile Orta Avrupa’yı birbirinden ayıran noktada yer alan ve 2004 yılından bu yana Avrupa Birliği (AB) üyesi olan Macaristan’da bir süredir oldukça ilginç gelişmeler yaşanıyor. Soğuk Savaş sonrası dönemde, liberaller ve sosyal demokratların kontrolünde demokratik kurum ve kuralları içselleştirmeye başlamış olan bu eski Doğu Bloku ülkesi, parlamentonun içerisine sürüklendiği siyasal çıkmaz ve uzunca bir süredir ülkenin üzerine karabasan gibi çökmüş olan ekonomik krizin de etkisiyle, son parlamento seçimlerinin ardından milliyetçi-muhafazakâr temelde politikalar yürüten iki partinin kontrolüne girmiştir. Buraya kadar her şey normal gibi görünmesine karşın, iktidarı devralmış olan bu partilerin ortaya koyduğu politikalar, söylemler ve geçtiğimiz günlerde gerçekleştirmeyi başardıkları geniş çaplı anayasa değişikliği sonrası tüm Avrupa bu ülkeye karşı ayağa kalkmış durumdadır. Zira mevcut Macar Hükümeti’nin uygulamaya çalıştığı politikalar ve benimsediği söylemler, Avrupalılara unutmak istedikleri ama bilinçaltlarında yer etmiş bulunan eski bir tarihsel gerçekliği hatırlatmaktadır.
Siyasal istikrarsızlık ve ekonomik krizin pençesine düşmüş ülkelerde, milliyetçi söylemler ve ekonomik korumacılığın söylem ve eylem bazında harekete geçme olasılığının oldukça yüksek olduğu birçok siyaset bilimci tarafından kabul gören bir gerçekliktir. Soğuk Savaş sonrası dönemde benimsediği ekonomi politikaları ile hızlı bir büyüme sürecine girmiş ve 2004 yılında AB’ye katılan eski Doğu Bloğu ülkeleri içerisinde Çek Cumhuriyeti ile birlikte en parlak performansı gösteren ülke olan Macaristan, AB üyeliğinin ardından gelen süreçte bir türlü durulamamıştır. Bunun en önemli nedenleri, önce küresel ekonomik kriz ve ardından tüm Avrupa’yı saran borç krizinin Macar Ekonomisi’nin işleyişini de oldukça kötü yönde etkilemesi ve kötü gidişin parlamentoda yer alan ve siyasal statükonun devamını arzulayan tüm partileri olumsuz yönde etkilemesidir. Hem ekonominin hem de siyasetin içerisine sürüklendiği açmaz, birçok örnekte de görüldüğü üzere, radikal söylemler benimseyen, yabancı düşmanlığı ve ekonomik korumacılık odaklı politikalar izleyen ve muhalefeti sindirmeyi amaçlayan aşırı sağcı bir siyasal ittifakın Macaristan’da iktidar olmasını sağlamıştır.
Yıllardan bu yana merkez sağda konumlanmış olan FIDESZ ve son seçimlere onunla birlikte ittifak yaparak katılan Hıristiyan Demokratların oluşturduğu bugünkü Macar Hükümeti, milliyetçi ve din temelli söylemler, politikalar ve dış politika tedbirleri aldıktan sonra geçtiğimiz günlerde geniş çaplı bir anayasa değişikliği gerçekleştirmiş ve AB’nin çok büyük tepkisini çekmiştir. Üstelik bu tepki sadece AB ile sınırlı kalmamış ve ABD de, bu küçük Orta Avrupa ülkesinin siyasal işleyişini yakından izleyeceğini açıklayarak, anayasa değişikliğinden memnun kalmadığını belirtmiştir. Bugün itibarıyla Macar Parlamentosu’nun üçte ikisini elinde tutan Viktor Orban’ın liderliğindeki mevcut Macar Hükümeti’nin gerçekleştirdiği anayasa değişikliğinin içeriği ise AB’nin temsil ettiği değerlerin hemen hiçbiriyle uyumlaşmayan ve Macaristan’ı siyasal faşizmin kıyılarına sürükleyen bir yapıya sahiptir. Nitekim gerçekleştirilen anayasa değişikliğinin hemen ardından, AB yetkilileri, Macar Hükümeti’ni oldukça yakından izlemeye başlamış ve uluslararası kredi derecelendirme şirketleri de, bu ülkenin kredi notunu düşürmüşlerdir. Macaristan’daki siyasal değişimin AB ve ABD tarafından bu kadar yakından izlenmesinin ve tepkiyle karşılanmasının en önemli nedeni, 2004 yılında AB üyesi olmuş bir ülkede gerçekleşen bu gelişmelerin AB üyesi ya da AB’ye aday olan eski Doğu Bloğu ülkelerine bir örneklik teşkil etmesinden ve mevcut ekonomik kriz ortamında artan siyasal hoşnutsuzluğun Avrupa çapında bir faşist dalgalanmaya yol açmasından çekinilmesidir. Bunun yanı sıra, Macaristan’da yaşanan gelişmelerin, Avrupa’yı II. Dünya Savaşı’na sürükleyen siyasal değişim sürecinin bir benzerinin yaşanmasına neden olabileceği korkusu da önemli bir faktördür. Üçüncü önemli neden ise, AB’nin karşı karşıya olduğu siyasal ve ekonomik kriz ortamında, Macaristan’ın, AB’nin yumuşak gücünü zedeleyerek birliğin dağılmasına neden olacak kapıyı açmasından korkulmasıdır. Uluslararası sisteme hakim olan statükonun devamının sağlanması noktasında AB ile yaptığı siyasal ittifaka çok büyük önem veren ABD de, bu nedenle Macaristan’daki gelişmeleri yakından izlemektedir.
Gerçekleştirilen anayasa değişikliği sonrası, Macaristan’ın resmi ismi değişmiş ve ülkenin “Macar Cumhuriyeti” olan adı “Macaristan” olmuştur. Değişiklik bağlamında parlamentodaki milletvekili sayısı düşürülürken, seçimler de tek turlu ve çoğunluk esasına dayalı bir hale indirgenmiştir. Yurt dışında yaşayan Macar asıllılara seçme hakkı verilerek, Macaristan dışında yaşayan ve milliyetçi hasletleri güçlü olan kişilerin desteği garanti altına alınmıştır. Macaristan vatandaşı olmayan Macar asıllıları da kapsayan bu madde ile Romanya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti gibi komşu ülkelerde yaşayan ve “azınlık” konumunda olan Macarların siyasal desteği alınmaya çalışılmıştır. Ne var ki, bu madde topraklarında Macar azınlık barındıran ülkeler ile Macaristan’ın arasının açılmasına neden olabilir. Etnik kökene dayalı indirgemeci bir yaklaşımın ifadesi olan bu değişiklik, anayasal vatandaşlığı ikinci plana itmekte ve Macar milliyetçiliğine dayalı revizyonizmin kapılarını ardında kadar açmaktadır. Atanmış bürokratların görev sürelerinin 12 yıla yükseltilmesi ve bu bürokratların hükümet değişikliklerinden etkilenmelerinin önüne geçilmesi de siyasal emeller güden bir değişikliktir. Nitekim bu madde ile şimdiki hükümetin tercihlerine ve eğilimlerine uygun olarak atanan bürokratların, hükümet değişse dahi pozisyonlarına dokunulamayacağı ilkesinin getirildiğini ve devletin işleyişine ideoloji temelli siyasal tercihlerin eklemlenmesi sürecinin başlatıldığını görüyoruz. Hükümetin yazılı ve görsel basını kontrol edecek ve gerektiğinde sansür uygulayacak bir birim oluşturması ve anayasada dine yapılan atıf da önemli değişiklikler arasındadır. Sokakta yatan evsizleri hapis cezasına çarptıran, Macaristan genelinde çok yaygın olan eşcinsel evlilikleri ile kürtajı yasaklayan yeni anayasa, ülke içerisindeki tüm muhalif partiler tarafından tepkiyle karşılanmış ve özellikle sosyal demokratlar ile liberaller, Macaristan’ın faşizme doğru hızla yol aldığını kaydeden açıklamalar yaparak halkı sokaklara dökülmeye davet etmişlerdir. Parlamentoda azınlıkta kalan ve toplum nezdindeki meşruiyetlerini arttırabilmek için süreci doğru yönetmek zorunda kalan muhalefet partilerinin tek umudu AB’nin sürece müdahil olması ve halkın göstereceği geniş çaplı tepki gösterileridir. Nitekim muhalefet partilerinin çağrıları toplum nezdindeki karşılığını biraz olsun bulmuş gibidir. Macar halkının bir bölümünün hükümeti Nazi Almanya’sı ile kıyaslayan pankartlar taşıyarak sokaklara dökülmesi ve anayasa değişikliğini protesto etmesi, mevcut iktidarın gerçekleştirmek istediği dönüşümün o denli kolay gerçekleştirilemeyeceğini göstermektedir.
Macaristan, ekonomik kriz ve bu krizin doğurduğu siyasal kaosun toplumsal anlamda ne tür bir tepki ile karşılanabileceğini gösteren oldukça önemli bir örnektir. 2004 ve 2007 genişlemeleri ile Macaristan’a benzeyen ya da bu ülkeden çok daha kötü durumda olan pek çok Orta ve Doğu Avrupa ülkesini üyeliğe kabul eden AB’nin siyasal ve yönetimsel manada ne kadar ince bir çizgi üzerinde ilerlediği bu ülke nezdinde yaşanan siyasal değişim ile ortaya çıkmış durumdadır. AB’ye liderlik yapan Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkeler yaşanan ekonomik krize ve genişleme dalgaları sonrası AB organlarına yansıyan eşitlik ve hakça paylaşım odaklı sorunlara bir çözüm bulamadıkları sürece Macaristan’da yaşanan sürecin bir benzerinin birçok AB üyesinde tekrarlanması olasıdır.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi