Şubat 2011’de Magrib Ülkelerinde başlayan sivil itaatsizlik veya halk hareketleri, sırasıyla Tunus, Mısır, Bahreyn, Libya, Yemen, Fas, Umman ve en son olarak da Suudi Arabistan’ı sarstı.[1] Tunus Devlet Başkanı’nın ülke dışına çıkması, Mısır Devlet Başkanı’nın haklarından feragat etmesi bu ülkelerdeki krizlerin bir alt seviyeye inmesini sağlamış olmakla birlikte, Arap Halkları Yeni Hareketi bütün hızıyla devam etmektedir. Bahse konu ülkelerden en farklı gelişim Libya’da cereyan etmektedir. Dünya kamuoyu Libya’ya karşı diğer ülkelerden farklı bir reaksiyon göstermektedir. Gerçi Libya krizi, özellikle suni olarak petrol fiyatlarına etkisi, ülkede bulunan yaklaşık bir milyon[2] göçmen işçinin tahliyesi gibi sebeplerle dünya kamuoyunu daha fazla etkilemiş gözükmektedir. Buna bağlı olarak, başta ABD olmak üzere, İngiltere, Fransa ve AB, Libya’ya karşı reflekslerini Mısır ve Tunus’a göre oldukça farklı sergilemişlerdir.
Libya, ilk günden itibaren yukarıda bahse konu dominant devletlerin doğrudan ve dolaylı tehdidine maruz kalmıştır. Hatta Fransa, Libya’nın gerçek devlet temsilcisi olarak muhalif güçleri tanıdığını beyan etmiştir. Dominant devletlerin muhalif güçlerle daha ilk günden temasa geçtiği bilinmektedir. Uluslararası toplumun, dünyadaki krizlere karşı duyarlı olması ve ihtimal dâhilindeki karışıklıkların sonuçları ve yine olası insan haklarının ihlaline karşı tepki göstermesi Libya krizinde olduğu gibi anlaşılabilir bir durumdur. Ancak uluslararası toplumun daha ilk günden “Uçuşa Yasak Bölge” ilan edilmesi gibi seçenekleri zikretmesi dâhil olmak üzere Libya’ya karşı reaksiyonlarının ne ölçüde anlamlı olduğunu söylemek mümkün değil.
Her şeyden önce Libya halk hareketi ve karşılığındaki bastırma hareketi, Libya’nın sınırları içinde vuku bulan, göçmen işçilerin tahliyesi haricinde bir başka devlet ile ilişkili olmayan, kendi ülkesinin içinde, hükümet güçleri ile isyancılar arasında cereyan eden bir iç silahlı çatışmadır. Bu tespite binaen; üçüncü taraflar, uluslararası barışın muhafazası ve insan haklarının ihlal edilmesini önlemek maksadıyla başta Devlet Başkanı’na olmak üzere tavsiyelerde bulunabilirler ve BM Güvenlik Konseyini göreve çağırabilirler. Ancak BM Kurucu Andlaşması (BMA)[3] gereğince, doğrudan iç çatışma meselesine dâhil olarak ne şekilde olursa olsun herhangi bir müdahalede ve özellikle silahlı bir müdahalede kesinlikle bulunamazlar.[4]
BM Güvenlik Konseyi, Libya’nın eski BM Daimi temsilcisinin talebi üzerine[5], Libya konusunda bir karar vermiştir.[6] Libya’da ”sivil halka karşı kullanılan yaygın ve sistematik saldırıların, insanlığa karşı suç teşkil edebileceği’‘ kaydedilen kararda, bu saldırıları düzenleyenlerin yaptıklarından sorumlu tutulması gereği vurgulanarak BMA 7. Bölümünün 41. maddesi çerçevesinde; ”-Şiddetin derhal sona ermesi ve nüfusun meşru taleplerinin yerine getirilmesi, Libya’dan ayrılmak isteyen tüm yabancıların tahliyesinde BM’ye üye tüm ülkelerin işbirliğinde bulunması, 15 Şubat’tan beri Libya’da meydana gelen şiddet olaylarının Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) havale edilmesi ve UCM’nin savcısının 2 ay içerisinde Konsey’e bu konuda bilgi vermesi, ardından her 6 ayda bir gelişmelerden Konsey’i haberdar etmesi, tüm üye ülkelerin Libya’ya doğrudan ya da dolaylı silah, mühimmat, askeri araç ya da yedek parçası tedariğini, satışını veya transferini durduracak önlemler alması, Libya’nın tüm silah ve ilgili malzemelerin ihracatını durdurması, BM’ye üye ülkelerin, vatandaşlarının, Libya yetkililerinin insan hakları ihlallerine katkıda bulunacak faaliyetlere katılmak üzere Libya’ya seyahat etmelerinin önüne geçmeleri ifade edilmiştir.
Kararın eklerinde uluslararası seyahat yasağı getirilen toplam 16 kişi arasında Muammer Kaddafi başta olmak üzere Kaddafi’nin ailesi ve yakın çevresinden kişiler bulunmakta ve malvarlıkları dondurulan 6 kişi Kaddafi, kızı ve 4 oğlundan oluşmaktadır.
Kararın bir diğer önemli özelliği de Konsey’in, Sudan’ın Darfur bölgesindeki çatışmaları Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) havale etmesinin ardından tarihinde ikinci kez Libya’daki şiddet olaylarını UCM’ye taşıma kararı alması ve bu kararı ilk kez ”oybirliğiyle” alması olmuştur. Libya’nın tamamıyla kendi sınırları dâhilinde ve tam egemenlik alanında cereyan eden, isyan krizinin, uluslararası sistemde yönetimi tamamıyla BM Güvenlik Konseyinin uhdesindedir. BM Güvenlik Konseyi aldığı karar haricinde, her ne kadar BMA 7. bölüme atıfta bulunsa da, mevcut durumda Libya’ya müdahaleyi haklı gösterecek, “Uçuşa Yasak Bölge” ilan ettirecek bir haklı gerekçenin oluştuğunu teyit etmemiştir. BM Güvenlik Konseyi bu aşamada, herhangi bir müdahaleden bahsetmediği gibi herhangi bir gücü, organizasyonu veya bir başka devleti de görevlendirmemiştir. Buna rağmen NATO, Libya hava sahasını gözetlediğini ve Akdeniz’de hava gözetleme devriyesini artırdığını deklere etmiştir. NATO durumdan vazife çıkarmıştır. NATO’nun icra ettiği Etkin Çaba Harekâtı çerçevesinde kullanmış olduğu hava vasıtalarını Libya açısından da kullandığını deklere etmesi, BM tarafından görevlendirilmeyen çok uluslu örgütün kendi kendini dolaylı olarak vazifelendirmesi dikkat çekici bir inisiyatiftir.
Tam bu noktada, durumun kısmi hukuki tahlilini bir sonraki safhaya bırakarak, siyasi tahlile geçecek olursak; ABD başta olmak üzere İngiltere ve Fransa dâhil dominant hiçbir devlet Kaddafi’ye tahammül edememektedir ve Kaddafisiz bir Libya’nın şekillendirilmesi için bundan daha uygun bir zaman da şu ana kadar bu derecede iyi şartlar altında oluşmamıştır. Diğer taraftan, Kaddafi kendi geleceği için ülkesindeki krizi bastırmak zorundadır. Tek seçeneği bu gözükmektedir. Bu arada dış dünyanın, Libya vatandaşlarının selameti (?), özgürlük ve güvenliği için müdahale de bulunabilirliği kapasitesi muallaktadır.
Libya halkı dışarıdan herhangi bir müdahale istemediklerinin açık sinyalini, muhalif hareketin temsilcileri dâhil ilan etmiştir. Libya halkı yeniden sömürgeleştirilmek istemediğini ve kendi meselesini kendisinin halletmek istediğini beyan etmiştir. Hal böyle olunca, “uçuşa yasak bölge” ilanından tutun, karadan ve denizden müdahale dâhil bir seçenek nasıl gündeme alınabilir? Arkasında BM Güvenlik Konseyi kararı bulunmayan her türlü irade, müdahale eyleminin sonrasındaki kaosla hesaplaşmak zorunda kaldığını göze alıyor demektir.
Hâlihazırda dominantların gündeminde bulunan askeri harekât seçeneği dikkate alındığında, Irak ve Afganistan’ın ardından bir başka yüksek tempolu gerilimi taşıyacak uluslararası bir örgüt veya ülke veya kurumun varlığından söz edilememektedir. Her ne kadar NATO ismi telaffuz edilse ve NATO durumdan vazife çıkarmaya çalışsa dahi, bu fiili fiilen gerçekleştirecek olan büyük güç ABD’dir.
Bu sebepledir ki; uluslararası sistem otomatik olarak Libya’nın sorumluluğunu yine ABD’nin omuzlarına yüklemiştir. Aslında bu durum son yirmi yılda ilk defa tekerrür etmediği gibi uluslararası sistemin şu anki mevcut tek kutuplu yapısından da kaynaklanıyor. ABD’nin imkânları dâhilinde buradaki pozisyonu kompanse etmesi ve bir dengeye oturtması, Arap Dünyasındaki müteakip dönem konumunu doğrudan etkileyeceğinden mümkün görülmemektedir. Uluslararası sistemdeki bir deformasyonu düzeltmek için müdahale etme zorunluluğu ve sonrasındaki geniş çaplı reaksiyonları karşılama mücadelesi ve buna harcanacak enerjinin yerini doldurabilme kapasitesi zorlu bir dengeyi oluşturmaktadır. Bu büyük imtihan sebebiyle, standart hegemon güç uygulaması olarak doğrudan silahlı müdahale ile Amerikan karşıtlığının yükselmesi riski ve müdahale etmeme durumunda karizmatik gücün değerini yitirmesi ikilemi arasında kalan ABD’nin durumu Libya’dan daha kritik bir hal sergilemektedir.
BM yapısı şimdilik elinden gelenin en iyisini kozmetik olarak yapmıştır. Seyahat yasağı ve İnsan Hakları Konseyinden Libya’nın üyeliğinin askıya alınması tamamıyla sembolik bir reflekstir. Ancak şu aşamada yapılabilecek yegâne yaptırım aracı olarak görülmektedir. Kaddafi rejimi yıllardır Libya’da hüküm sürmekteydi ve herhangi bir yaptırım, özel durumlar hariç, Libya’ya karşı uygulanmamıştı. Libya’nın iç meselesi olarak ortaya çıkan bu yeni durumun, sadece insan haklarını ihlal açısından silahlı bir müdahaleye zemin oluşturduğu gerekçesiyle, BM tarafından ele alınması geçmiş BM Güvenlik Konseyi kararlarına göre gerçekçi görülmemektedir. Öyle olsa dahi, bu arada en önemli ayrıntı ABD kamuoyunun yeni bir çatışmayı kaldırabilecek durumda olup olmadığıdır ki, genel kanı olmadığı şeklinde gözlemlenmektedir.[7]
Bu noktada, konunun hukuki yönüne tekrar bir geçiş yapacak olursak; dünya kamuoyu Libya’ya kuvvet kullanımını, sanki meşru ve ABD’nin doğal hakkı gibi bir muameleye tabi tutmaktadır. Bu nedenle, ABD veya ABD ağırlıklı NATO, Libya’ya insanı maksatlarla nasıl müdahale edebilirin peşinde koşmaktadır.[8] Hukukilik perspektifinden bir bakışa ihtiyaç duyulmadığı gibi yapılabilirliği konusu da sadece politik olarak tetkike tabi tutulmaktadır. Uluslararası hukukta kuvvet kullanımının geldiği yer açısından daha öncede ifade edildiği gibi yine tehlikeli bir noktaya ulaştığımızı bu vesile ile rahatlıkla söyleyebiliriz.
Eylül 1999’da Kosova’da meydana gelen olaylar BM gündemine alındığında BM Genel Kurulunda bazı devlet temsilcilerinin ciddi reaksiyonuyla karşılaşılmıştı. Herhangi bir devletin içişlerine müdahale edilmesinin uluslararası sistemin geleceği açısından uygun olmadığının kritik edilmesine rağmen, Kosova’ya NATO müdahale etmiş ve neticesinde Kosova bugün bağımsız bir devlet konumuna gelmiştir. “Devletin bağımsızlığı” kutsal ilkesinin, insani müdahaleye tercihi veya tersi konusundaki uluslararası davranış ikileminin çözülememiş olması ve teamüli ortak bir yaklaşımın yerleşmemiş olması mevcut durumun hukuki açmazını hala devam ettirmektedir. Bu konuda ortak uluslararası aklın çalışabileceğini düşünmek zor olsa gerek. Hukuktan ziyade, daha önce Kosova’da olduğu gibi, öncelikle ilk planda ABD ve parçalanmış görüşlere sahip AB’nin politik duruşunun etkilerine göre bir yaklaşım sergilenmesi beklenmektedir.
ABD, Libya ordusunun veya Kaddafi milislerinin sivil halka veya isyancılara zarar vermemesi maksadıyla “Uçuşa Yasak Bölge” ilan edilebileceğini daha krizin ilk gününden itibaren konuşmaya başlamıştır. Güvenlik Konseyi’nde Çin ve Rusya’nın herhangi bir “Uçuşa Yasak Bölge” ilanını bloke edeceği mutlak görülmekle birlikte, Körfez İşbirliği Ülkeleri, İslam Konferansı Örgütü ve Arab Ligi’nin “Uçuşa Yasak Bölge” ilan edilmesi deklarasyonunun olası bir “Uçuşa Yasak Bölge” harekâtı için meşruluk kazandırabileceği ve doğrudan ABD’nin NATO’yu da kullanarak müdahalede bulunabileceği ihtimal dâhilindedir.[9]
BMA 2(7)’inci maddesine göre BM herhangi bir devletin içişlerine müdahale edemeyeceği gibi, kendi iç meseleleri üzerinde yorum yapma ve bağlayıcı kararlar alma türünden zorlamalarda bulunamaz, ta ki barışın tehdidi, bozulması ve saldırı eylemi durumunda alınacak önlemler kapsamında öngörülen zorlayıcı önlemlerin uygulanması durumu söz konusu oluncaya kadardır.
BMA hiçbir yerinde insani müdahale maksadı dâhil olmak üzere bir devletin içişlerine karışılması durumu mevzu bahis edilmemiştir.[10] Uluslararası barış ve güvenliğin bozulması durumu bu değerlendirmenin dışındadır. BM’nin mevcut BMA ve ilkelerine aykırı olarak kuvvet kullanılmasını mazur gördüğü durumların olması, hâlihazırda Libya’ya müdahale edilmesini haklı kılamaz.
Libya’da meydana iç karışıklık bölgedeki barış ve güvenliği tehdit eder hale gelmesi durumuna kadar, uluslararası toplumun yapabileceği hususlar, insani yardım sağlanması ve Güvenlik Konseyi kararlarına göre iç karışıklığı engellemeye matuf tedbirler olabilir. Aksi takdirde yapılabilecek herhangi bir silahlı müdahale mevcut hukuki çerçevenin dışında bir zorlama olabilir ki, hizmet edeceği amacın barıştan ziyade ilave yan tesirlerinin olabileceği söylenebilir.
Kaddafi rejiminin devrilerek yerine muhaliflerin getirtilmesi operasyonu, BM Güvenlik Konseyi’nin üzerinde karar alabileceği bir durum değildir. Güvenlik Konseyinin bu yönde almış olduğu kararların hiçbirisi yönetim şekli ne olursa olsun, bağımsız bir devlete müdahale anlamına gelir ki, şu aşamada kısmi bir müdahale zaten yapılmıştır. Uluslararası toplum Libya’nın iç işlerinde meydana gelen büyük bir insani felaketi seyretmek zorunda değildir ancak Güvenlik Konseyinin yetkilendirebileceği organizasyonlar veya kendisinin oluşturacağı bir kurul durumu inceleyerek, soruşturarak bir harekete başlamalıdır. Bu açılardan baktığımızda, Libya krizinin başından beri ABD ve AB Ülkeleri tarafından, belki kasıtlı olarak, ciddi yorum yanlışlarının yapıldığını ve uluslararası kamuoyunun yanlış yönlendirildiğini söyleyebiliriz.
Libya’daki mevcut karışıklığın dış dünyaya yansımalarına bakarak “Libya nereye gidiyor?” sorusunu soracak olursak; Libya’nın petrol üretiminin ABD başta olmak üzere Avrupa ülkelerini hiçbir şekilde etkilemeyeceği, Libya’nın El-Kaide başta olmak üzere uluslararası terör örgütleriyle bir ilişkisinin bulunmadığı ve kitle imha silahlarına sahip olmadığı tespitleriyle başlayalım. Bu kısa özet çerçevesinde Libya, ticari olarak dış dünyanın girdilerine çok fazla katkısı olmayan ekonomik sosyal alt yapısı ile çok fazla ciddiye alınacak bir duruş sergilememektedir. Dolayısıyla, Libya’ya olabilecek herhangi bir müdahalenin askeri gerekliliklerini (hukuki değil) sağlayacak ekopolitik bir durum da söz konusu olmamaktadır. Libya’nın durumunun sadece insan hakları mülahazalarıyla değerlendirilmesi gereken bir durum olduğu vazıhtır.
Burada yeni bir gelişmeden esinlenerek, insani mülahazalarla bir ülkeye yapılabilecek müdahalenin hukuki alt yapısının oluşup oluşmadığına ilişkin bir değerlendirmemiz olacak. Bundan birkaç yıl önce, “Koruma Sorumluluğu (Responsibility to Protect) (R2P)” adı altında yeni bir doktrin, Dünya Federal Hareketi adındaki bir kurumun çatısı altında farklı insani yardım Sivil Toplum Örgütlerinin (STK-NGO) dâhil olmasıyla teşkil edilmiştir. Bu bağımsız insani yardım organizasyonu “Uluslararası Koruma Sorumluluğu Koalisyonu (International Coalition for Responsibility to Protect-ICRtoP)(KoS)[11]” adıyla “eğer bir halk, bir iç savaş, isyan, devletin baskıcı rejimi sonucunda ciddi şekilde insani haklardan mahrum olduğundan şikâyetçi ve sorumlu devlet bunu durdurma niyetinde değilse uluslararası koruma sorumluluğu, bir devletin içişlerine müdahil olmama prensibinin üstüne çıkar” konseptini ortaya koymuştur.[12]
Söz konusu kuruluşun konsepti, 2009 yılında yayınlanmış olmasına rağmen, BM 2005 Dünya Zirvesinde aslında benzer bir KoS konsepti ortaya konulmuştur. Zirveye iştirak eden üye devletler, “Barışçıl çabalar ve araçlar yetersiz kaldığı ve milli otoriteler halklarını soykırımı, savaş suçları, etnik kıyım ve insanlığa karşı suçlara karşı koruyamadığı takdirde zamanında ve kararlı bir tarzda, Güvenlik Konseyi aracılığıyla, BMA uygun olarak 7. bölümde ifade edildiği üzere, uygun olduğu taktirde ilgili bölgesel organizasyonlarla aşama aşama işbirliğiyle, müşterek hareket edilmesi” konusunda mutabakat sağlamışlardır.
Eğer bu yeni yaklaşımı bir tedbir olarak ciddiye alacak olursak, uluslararası toplumun Libya konusunda Güvenlik Konseyi aracılığıyla ilave bir inisiyatif alması da beklenebilir. Bu vesile ile KoS konsepti de denenmiş olur. Ancak KoS konseptinin sadece üyesi STK’lar dışında devletler bazında saygı gördüğü 2005 deklarasyonu hariç test edilmemiştir ve bu konuda teamül oluşacak bir ortamda olmamıştır. Ayrıca, bu aşamaya gelene kadar hâlihazırda bazı devletlerin başta Rusya olmak üzere herhangi bir askeri müdahaleye karşı çıkması KoS’un devreye girmesini engelleyecektir.
Son tahlilde; Libya’daki durum Kosova’dan tamamıyla farklı olmasına rağmen, ABD’nin zorlamasıyla NATO veya askeri alanda rüştünü ispat etmek için bir fırsat olarak gördüğü taktirde AB’nin daha fazla inisiyatif alması da küçük bir ihtimal olsa dahi düşünülebilir, fakat NATO veya AB’nin müdahalesi, Arap Dünyası’ndaki algılamalar açısından ciddi bir açmazı bulunmaktadır.
Uluslararası hukuk açısından Libya’ya müdahale edilemezlik aşikar olmakla birlikte, ABD’nin halihazır icra ettiği harekatlar ve Ortadoğu’daki dengeleri, her ne kadar gemilerini olası krizlere müdahil olmak maksadıyla Akdeniz’de toplamasına rağmen, Arap Halklarının negatif algısına neden olabilecek herhangi bir girişimde bulunmasını büyük bir ihtimalle engelleyecektir. ABD için sadece kaynayan kazandaki en basit aş durumundaki Libya’yı düşünerek hareket etmenin bedeli Körfez’deki varlığının tehlikeye girmesi şeklinde tezahür edebilir. Bu nedenle, askeri müdahale yerine, uzaktan insani yardım şeklinde bir yöntem izlenebileceği gözlemlenmektedir.[13] Libya’ya müdahale seçeneği aslında ABD’nin karizmasının devamı seçeneği gibi gözükmektedir ve burada kritik durumda bulunan Libya değil de ABD’dir.
Dr. Mustafa CEMİL
Bibliyografya
[1] Arap Halk Hareketleri olarak bir genelleme yanlış olmakla birlikte, konunun genelinin vurgulanması maksadıyla böyle genel bir isimlendirmenin uygun olabileceği yaklaşımında bulunulmuştur. Gerçekte, Arap Halkları Hareketleri, çıkış yaptıkları ülkenin bünyesine göre farklı gerekçelere ve farklı tahrik sebeplerine dayanmaktadır. Tunus ile Fas’ı tetikleyen sebepler birbirinden ne kadar farklı ise, Cezayir’in tetiklenme gerekçesi de bir o kadar farklıdır, Körfez Ülkelerinin durumu daha bir ayrı kategoride değerlendirilmelidir. Libya’nın durumu da tamamıyla kendine mahsus bir düzlemde cereyan etmektedir. Konumuz Arap Halkları Hareketlerinin sebepleri olmadığından hareketle sadece bu açıklamaya ihtiyaç duyulmuştur ilave detaylara girilmemiştir.
[2] Libya’da bulunan göçmen işçilerin sayısı konusunda muhtelif rakamlar verilmekle birlikte Uluslararası Göç Örgütü (International Organisation of Migration-IOM), Cenevre bürosu sözcüsü Jemini Pandya 7 Mart 2011’de yaptığı açıklamada, Libya’dan 213 binden fazla işçinin kaçtığını, yüzbinlercesinin de ülkeden çıkmaya çalıştığını belirterek, isyan başlamadan önce Libya’da 1 buçuk milyon göçmen işçinin bulunduğunu ifade etmiştir. IOM rakamlarına göre devletlerin kendi imkanlarıyla tahliye ettiği göçmen işçiler haricinde, 280,614 kişi Tunus, Nijerja, Mısır ve Cezayir’e geçmiştir.
[3] BM Kurucu Andlaşması’ndan bundan sonra BMA olarak bahsedilecektir.
[4] Mevcut Uluslararası Sistem düzenin korunmasından yanadır. Anarşiye geçit veremez. Bir devlet, diğer bir devletin silahlı saldırısına veya içerden ayaklanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ise bir başka devletten kendi iradesi ile yardım isteyebilir. Ancak hiçbir devlet içerideki isyancılara destek olamaz. Uluslararası sistem ayaklananlara yardımda bulunamaz. Ayaklanmanın nedeni, insan hakları ihlallerini önlemek için olsa bile, ülkesel bütünlüğün tehlikeye atılması ve isyancıların hareketi maruz gösterilemez. Buradaki ince çizgi 1998 yılında NATO’nun Kosova’ya müdahale sonrasında Yugoslavya Cumhuriyetinin Uluslararası Adalet Divanına başvurusu sonrasında da açıklığa kavuşturulamamıştır. Bkz: Kuvvet Kullanmanın Hukukiliği Davası (Yugoslavya ile ABD arasında), Case Conserning Legality Of Use of Force (Yugoslavya v. United States of America), http://www.icj-cij.org/docket/files/114/14129.pdf , ss.122-123.
Bu mesele uluslararası barış ve güvenliğin korunması ile insanlığın zulme uğraması arasındaki denge durumunun gözetilmesine bağlıdır. Eziyet gören ve baskı altında yaşayan halkların Kaddafi gibi zalim yöneticilerin şiddetine terk edileceği anlamına gelmez. Ancak böyle bir duruma cevaz verebilecek bir kesin hüküm halihazırdaki uluslararası sistemde mevcut değildir.
“Uluslararası sistem baskıcı rejimleri devirmek için münferiden kuvvet kullanılmasına izin vermemektedir. Bununla beraber, bazı klasikler, devletlerin, baskıcı rejimlerin, soykırım ya da kitlesel siyasal sürgünler gibi ağır insan hakları ihlalleri işlemelerini önlemek için ya da bu rejimlerin iştirakiyle hayati tehlike karşısında kalan vatandaşlarını kurtarmak için, münferiden kuvvet kullanarak müdahalelerinin hukuka uygun olduğuna inanmaktadırlar . Uygulamada bir başka ülkede soykırım ya da kitlesel siyasal sürgünleri önlemek için kuvvet kullanılmasının haklı bulunması az bir olasılıktır. Teorik olarak da durum böyledir.” Sertaç Hami Başeren, Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmasının Sınırları, Ankara, 1997, ss.15-16.
[5] Libya BM Daimi Temsilcisi bu talebi yaptıktan sonra istifa etmiştir ve daha sonra Libya hükümeti tarafından BM’e yeni bir temsilci atanmıştır.
[6] Güvenlik Konseyinin 26 Şubat 2011 tarihli 1970 sayılı kararı. (Resolution 1970 (2011), Adopted by the Security Council at its 6491st meeting, on 26 February 2011)
[7] Stephen M. Walt, “What should we do about Libya?”, Foreign Policy, 8 Mart 2011, bkz: http://walt.foreignpolicy.com/posts/2011/03/08/what_should_we_do_about_libya; Richard N. Haass, “The United States Should Keep Out of Libya”, Wall Street Journal, 8 Mart 2011; Leslie H. Gelb, “Don’t Use U.S. Force in Libya!”, The Daily Beast, 8 Mart 2011.
[8] Steven Simon, “Should the U.S. Move Against Qaddafi? What are the dangers for the U.S. and the international community in intervening in Libya? First, Define the Goals”, The Newyork Times, 2 Mart 2011; James M. Lindsay, “ 7 Ugly Options for the United States in Libya”, 9 Mart 2011, cnn.com., http://www.cfr.org/libya/7-ugly-options-united-states-libya/p24333, http://globalpublicsquare.blogs.cnn.com/2011/03/09/7-ugly-options-for-the-u-s-in-libya/
[9] James Traub, “Stepping In Libya doesn’t meet any of the criteria for a humanitarian intervention. We should do it anyway.”, Foreign Policy, 11 Mart 2011.
[10] Zeynep Manavoğlu, “NATO’nun Kosova’ya müdahalesinin Uluslar arası Hukuk Açısından Geçerliliği”, Uluslar arası Hukuk ve Politika, Cilt 4, No:14, ss.33-35, 2008.
[11] Koruma Sorumluluğundan bundan sonra KoS olarak bahsedilecektir.
[12] Bkz. “Learn About the International Coalition for the Responsibility to Protect”, http://www.responsibilitytoprotect.org/index.php/about-coalition/founding-purposes
[13] Steven Simon, “First, Define the Goals”, The New York Times, 2 Mart 2011.