Bundan 6 gün önce Libya’ya askeri bir müdahalenin uluslararası hukuk çerçevesinde ancak BM Güvenlik Konseyi (BMGK) kararına istinaden olabileceğini yazmıştım ve BMGK’dan vetosuz bir karar çıkacağına hiç ama hiç ihtimal vermemiştim. Bu durumda, Türk Dışişleri dahil, bizi ters köşeye yatıran Rusya ve Çin’in durumunu veya Avrupa Birliğinin bölünmüşlüğü içinde Fransa’nın Kuzey Afrika’da yeni bir inisiyatif geliştirmesini veya ABD’nin sırf karizmatik liderliğinin idamesi için askeri müdahale seçeneğinin BMGK’dan geçmesinin akabinde müdahale etmesini irdelemeden önce ciddi bir hukuk tahlilinin yapılmasına ihtiyaç vardır.
BMGK’nin 17 Mart 2011 tarihinde 10 evete karşılık 5 çekimser oy ile almış olduğu 1973 sayılı yaptırım kararı, BMGK kararlarının pek çoğu tarihi karar kapsamında olmasına rağmen, çok farklı bir tarihi karar olarak tezahür etmiştir. Her şeyden önce devletlerin egemenliği ilkesinde ciddi bir uygulama değişikliğine imza atılmıştır[1]. Burada irdelenecek en önemli husus aslında, 1648’de Westphalia Antlaşması ile kurulan ve 1815’de teyit edilen devletlerin egemenliği ilkesi gibi en sarsılmaz bir “ilke”, 1973 sayılı BMGK kararı ile çok ciddi bir değişikliğe uğramıştır. Uluslararası sistemde bu kadar değişik bir modele geçiş, eğer müttefiklerin 19. yüzyılın sonlarında Hıristiyan tebanın haklarının korunmadığı gerekçesiyle Osmanlı İmparatorluğuna müdahalelerini uluslararası sistemin henüz tam anlamıyla oluşmadığı gerekçesiyle saymazsak, bir ilktir[2].
BMA (Birleşmiş Milletler Kurucu Antlaşması) 7. kısmına göre Askeri müdahaleyi gerektirecek hususlar çok açıktır. BMGK, kurucu antlaşmanın 39. maddesine göre “barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu ya da bir saldırı eylemi olduğunu saptar ve uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için” lüzumlu tedbirleri yine antlaşmanın 41. (silahlı müdahale hariç) ve 42. (silahlı müdahale dahil her türlü) maddelerine göre almakla mükelleftir.
Libya’daki durumun BMA’da geçen müşahhas durumlarla doğrudan ilgili olduğunu söylemek mümkün değildir. Dolaylı olarak uluslararası barış ve güvenlik ihlal edilmiştir ve bölgenin huzuru etkilenmiştir şeklinde değerlendirme yapılabilir mi? “Libya, uluslararası barış ve güvenliği dolaylı yoldan etkilemiştir” gerekçesinden ziyade kendi egemenlik alanında, kendi vatandaşlarına reva gördüğü insanlık dışı muamele neticesinde müdahaleye maruz kalmıştır.
Uluslararası sistem 17 Mart 2011 tarihi itibarıyla vatandaşı üzerinde egemenlik yetkisi olan devleti vatandaşından tecrit etmiştir. Bu durum, insanların dünya genelinde eşitliği ve hakların muhafazası açısından çok olumlu bir gelişme olarak kabul edilebileceği gibi, devletin vatandaşından tecrit edilmesi hususunun devletin egemenliğine olan etkilerinin bir takım zafiyetleri olabileceği endişesi, gelecekteki politik yansımaları şimdiden tespit edemeyeceğimiz için ihtiyatlı yaklaşmaya zorlamaktadır. Globalleşmenin dünya sistemini bu şekilde değişime zorladı yaklaşımı biraz safdillik olur ancak yazının kapsamı dahilinde böyle bir tartışmaya girilmeyecektir.[3] Uluslararası politikanın mevcut atmosferi ve devletlerin iç ve dış politik pozisyonları ile devletlerin ekonomi-politik değerlendirmelerine göre müteakip dönem amaçları bu noktayı gelinmesinde çevresel etkilerdir. Zaten uluslararası hukukun değişimini gerektiren en önemli girdi, devletlerin uygulamaları ve bunun hukuk sistemine yansımaları değil midir? Rusya ve Çin’in BMGK’de ilk kez bu kadar büyük bir sürprize imza atmaları bu sebeple değil midir?
Bugüne kadar BMGK’nin meşruiyeti konusunda yapılan tartışmaların ana eksenini oluşturan kararların politikliği konusu bambaşka bir tartışma konusudur. Ancak uluslararası sistemi değiştiren büyük dönüşümü tartışmalı pozisyondaki aktörler tesis etmektedir. Nasıl bugüne kadar, 1999’daki NATO’nun Kosova’ya müdahalesinin meşruiyetini sorguladıysak, 2004 yılında Koalisyon Güçlerinin Irak’a müdahalesinin meşruiyetini sorguladıysak, artık BMGK’nın 1973 sayılı kararına göre yeni koalisyon güçlerinin Libya’ya müdahalesinin meşruiyeti sorgulanmayacaktır. BM mekanizması çalışmış ve kendi egemenlik alanında kendi vatandaşlarına zulmettiği, katliam yaptığı iddia edilen bir devlete BMA 42. maddesine uygun olarak müdahalede bulunulmuş ve uluslararası sistemde bugüne kadar teamülü olarak yerleşmemiş bir hukuki soruna çözüm bulunmuştur.
Devletler, yeni sistemde eğer bir başka devlet kendi vatandaşlarına karşı insan haklarını ihlal ediyor ise görmezlikten gelemeyecekler ve BMGK kararına göre gerektiğinde müdahalede bulunabileceklerdir. BMGK kararının alınamayacağı benzer durumlarda sistemin nasıl bir anarşiye sürüklenebileceği göz ardı edilmemekle birlikte şu an için ulaştığımız noktadaki mesele devletin egemenlik kutsalının aleyhine çözülmüştür. Burada hala çözemediğim ciddi bir nokta var ki, neorealistlerin mi yoksa klasiklerin mi kazandıkları henüz tespit edilememiştir.[4]
Klasik anlayış için buradaki kuvvet kullanma durumu BMGK kararına göre meşrudur ve sistem içinde yapılan bir uygulama meşrudur ancak devletin egemenliğinin törpülenmesi mevzusu, klasik anlayışı zorlayabilir mi? Bu soru uzun vadede ciddi araştırılması gereken bir özel incelemeye gebedir.[5] Kısa vadede ise, neorealistlerin zaten her hal ve karda BMGK tasarrufunu sorgulamadan dahi müşahhas durumu haklı hukuki pozisyona çevirecek kapasiteye sahip olduğunu kabul edersek, o zaman burada yine neorealistlerin ezici bir üstünlüğü olduğunu, klasiklerin sisteme bağlılık açısından burada aynı sonuca varacaklarına rağmen söyleyebiliriz.
Bağımsız bir kural olarak, hiçbir zaman uluslararası hukukun kapsamına alınmamış insani müdahale maksatlı kuvvet kullanmayı nereye konumlandıracağımızı BMGK kararının mevcudiyetine rağmen konumlandırmakta hala zorluk çekildiği ifade edilebilir. Maalesef cevabını veremediğimiz soru şudur. Libya için verilen karar, Libya devletinin gerçekten uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiğinden mi yoksa Libya’ya insani bir müdahalenin zorunlu olduğundan mı alınmıştır?
1973 sayılı karar her ikisini de ihtiva ediyor fakat BMGK’nin meşruiyeti konusundaki takıntıdan mı nedir bilinmez hala sistem değişikliğinin mevcut realiteye rağmen ciddi tartışmaları çağrıştıracağını bekleyebiliriz. Çünkü tespit edilebildiği kadarıyla, BMA’da insan haklarına atfen yapılan düzenlemelerin ulusal değil uluslararası anlamda dahil edildiği görülmektedir. Libya’daki durum ulusal bir durumdur.
Akla gelen bir soru daha var. BMGK, 1973 ile göstermiş olduğu yeni yaklaşımı, Sudan’da, Uganda’da, Chad veya Demokratik Kongo Cumhuriyeti için niçin göstermemiştir?[6]
Sonuç olarak; 1973 sayılı BMGK kararı ile insani amaçlarla bir devletin içişlerine karışmanın tartışmalı olduğu bir alan, BM’in meşruiyeti ölçüsünde şimdilik meşru ve yeni bir uygulama olarak uluslararası sistemi tam neorealist çizgiye getirmiştir.
Dr. Mustafa KOÇ
[1] Güvenlik Konseyinin 17 Mart 2011 tarihli 1973 sayılı kararı. (Resolution 1973 (2011), Adopted by the Security Council at its 6498th meeting, on 17 March 2011).
[2] Bruce Jones, “On Libya, the Contours of the International Semi-Order”, Brookings, 19 Mart 2011, http://www.brookings.edu/opinions/2011/0318_un_libya_jones.aspx; 5 Nisan 1991 tarihli 688 sayılı BMGK kararı “Körfez Savaşı” sonrası başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa ve diğer devletlerin Irak’ın 36. paralelin kuzeyindeki bölgeye karışmaları ile sonuçlanmıştır ki, bu kararda 7nci bölüme atıfta bulunulmamıştır.
[3] Prof. Dr. A.Nuri Yurdusev, “Egemenlik mi insani müdahale mi?”, Yorum, Zaman Gazetesi, 18 Mart 2011.
[4] Sertaç Hami Başeren, Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmasının Sınırları, Ankara, 1997, ss.6-9.
[5] Sertaç H. Başeren, age., s.13.
[6] Devletlerin BMGK kararı olmaksızın müdahaleleri dikkate alınmamıştır. 1999 Kosova gibi.