Libya Müdahalesi ve Yol Açtığı Güvenlik İkilemi

 

Güvenlik İkilemi, uluslararası ilişkiler disiplini literatürüne “John H. Herz” tarafından yazılan Politik Realizm ve Politik İdealizm kitabı ile girmiştir. En temel anlamı ile iki devletten birinin, diğer devleti tehdit olarak algılayıp savunma amaçlı silahlanması sonucu diğer devletin de bu savunma amaçlı olarak yapılan silahlanmayı tehdit olarak algılayıp silahlanmasını ifade eder. Somut bir anlatımla; A ve B olarak isimlendirilen iki devletten A devletinin, B devletinin hal ve hareketlerini kendisine yönelik bir tehdit olarak algılaması ile başlayan bir süreci ifade eder. Sürecin devamında ise “savunma amaçlı” girişimlerde bulunan A devletinin hal ve hareketlerini bu sefer B devleti kendisine yönelil bir tehdit olarak algılar ve karşı girişimlerde bulunmaya başlar. Sürecin sonunda ise “yanlış algılama” üzerine inşa edilen savunmalar sonucunda güvensizlik yerine güvenlik açığı ortaya çıkar. Benzer bir durum koalisyon güçlerinin Libya müdahalesi içinde geçerlidir.

19 Mart Cumartesi Günü, içinde Amerika’nın da bulunduğu ama başını çekmediği koalisyon güçleri, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 1073 sayılı kararın kendilerine verdikleri güç ile Libya’daki insanlık dramına bir son vermek için söz konusu ülkeye müdahale etmişlerdir. Meşruluğu her ne kadar tartışılır olsa da, müdahale hukuki açıdan yasaldı. Çünkü müdahale, Güvenlik Konseyi’nin izni ile BM Antlaşması’nın 51. maddesine göre uluslararası güvenlik ve istikrarın yeniden tesis etmek için gerçekleştirilmişti. Kimileri ise müdahaleyi, insanların bir diktatör tarafından öldürülmesinin engellenecek olmasından dolayı “insani müdahale” olarak nitelendiriyordu. Müdahalenin adı ve niteliği ne olursa olsun sağlanan ne güvenlik ne de istikrardı.

Müdahale iç çatışmaların önlenmesi, insan kaçakçılığının engellenmesi, yasa dışı gerçekleştirilen göçlerin sona ermesi, gayrimeşru yollardan gerçekleşen insan ölümlerinin sonlandırılması için yapılmıştı. Fakat neredeyse hiçbir amaç gerçekleştirilemedi. İç çatışmalar sona ermedi. NATO’nun müdahaleyi üstlenmesinden sonra Kaddafi aleyhine olan baskılar arttı. Ama Kaddafi her geçen yeni bir yeri daha ele geçirerek Bingazi’ye doğru hala ilerlemeye çalışmakta, insan kaçakçılığı ise her geçen gün artmaktadır. Bin Avro karşılığında küçük sandallar ile Akdeniz’in bir kıyısından diğerine geçirilen mülteciler şansları iyi haber giderse Avrupa kıyılarına ulaşabiliyor, iyi haber gitmezse Akdeniz’in derin sularına hapsoluyorlar. Birkaç gün kadar önce İtalya’nın Lampedusa adası yakınların 20 mültecinin denize düşen cesetlerinin bulunması, 130 kadar mülteciye ise yapılan araştırmalara rağmen ulaşılamaması bunun en somut kanıtıdır. Kısacası; yasa dışı göçler tüm hızı ile devam etmektedir.

Söz konusu göçler öncelikle kara yolu ile komşu ülkelere; bu mümkün değilse deniz yolu ile Avrupa kıyılarına yönelmektedir. Komşu ülkeler, yüksek işsizlik oranları nedeni ile bu kişileri kabul edememekte, bir insanlık dramı da sınırlarda yaşanmaktadır. Yakın bir zamanda Cezayir ve Mısır sınırlarından gelen bazı haberlere göre; uyarılara uymayıp sınırlardan zorla bu ülkelere girmeye çalışan Libya vatandaşlarından bazıları sınır görevlileri tarafından öldürülmektedir. Libya’daki zor durumun Libya vatandaşlarını bu tür davranışlara yönelttiğinin farkında olan çevre ülkeleri Rusya, İsrail ve Fransa’dan hafif silahlar ithal ederek sınır güvenlikleri her geçen gün biraz daha arttırmaktadır. Bu ise Libya müdahalesinin yol açtığı güvenlik ikilemini gözler önüne seren diğer bir somut göstergedir. Ülke içinde istikrar ve güvenliğin sağlanması için yapılan müdahale sonucunda çevre ülkeleri baskı altında kalmış ve silahlanmaya başlamışlardır.

Benzer bir güvenlik ikilemi çevre ülkelerin iç politikalarında da gözlemlenmektedir. Fas, Tunus ve Cezayir’de başlayan halk hareketleri domino etkisi ile çevre ülkelere yayılmış, bunun farkına varan bazı bölge liderleri ise benzer olayların kendi yönetimleri altında olan halklar içinde yaşanmasına engel olmak için halk üzerine olan baskılarını arttırmıştır. Suriye ve İran buna en somut örnektir. Bazı bölge ülkeleri ise kendi gücü yetmediği için isyancıların bastırılmasında komşu ülkelerin ulusal güçlerinden faydalanmışlardır. Bahreyn ise bu tür ülkelere en somut örnektir[1]. Kısacası; koalisyon güçleri tarafından düzenlenen Libya müdahalesi Libya’ya istikrar ve barış getirmemiş; tam tersine Libya’daki istikrarsızlığı çevre ülkelere taşımıştır.

BM ya da NATO çatısı altında düzenlenen müdahaleler genelde baskıcı rejimleri değiştirmeyi, toplumların bu baskı altından kurtarılıp özgür kılınmasını amaçlamaktadır. Deyimi yerindeyse insan hakları ve demokrasi araçları üzerine inşa edilen liberal söylemlerle hareket edilmektedir. Buna karşın müdahaleye maruz kalan ülkeler ya da bu ülkenin komşuları olan ülkeler, bu liberal söylemleri realist söylemler haline dönüştürmekte ve kendi lehleri kullanmaktadırlar. Örneğin, daha önce kararsız kalan ama Kaddafi çevrelerince dışlanan halk kitleleri muhaliflerin yanında yer alırken; müdahale sonra Kaddafi’nin yaptığı “Batı karşıtı” konuşmalar sonucunda Kaddafi tarafında yer almaya başlamışlardır. Bunun en büyük sebebi Kaddafi’nin yaptığı konuşmanın insan zihninin bir köşesine tarihler boyunca kazınmış olan emperyalizm ve sömürgeleşme imgelerini ortaya çıkarmasıydı. Çünkü müdahale eden güçler az da olsa halka verilen petrol gelirlerinin tamamını ele geçirecek, halk sahibi olmadığı bir toprak üzerinde kiracı olarak yaşayacak, hatta yoksulluk nedeniyle köleliğin yasak olduğu bir dünyada “modern köle” olacaktı. Kaddafi’ye katlanılabilirdi ama yabancı güçlere asla. Çünkü bir Müslüman için kendi topraklarında bir yabancı tarafından yönetilmek kadar utanç verici bir şey daha olamazdı. Bu sebeple, her ne kadar Libya’ya uygulanan yaptırımlar artsa da; müdahale sonrası Kaddafi güçleri kararsızların da kendi tarafına katılması ile daha da güçlenmiştir. Benzer bir söylem İran ve Suriye tarafından da, söz konusu ülkeler içinde vuk’u bulan ayaklanmalar için “yabancı güçlerin oyunu” olarak nitelendirilerek belirtilmiş ve içeride, muhalefet olsa da, bir bütünlük sağlanmıştır. Kısacası, Libya’daki baskıcı rejimin değiştirilip yerine daha modern ve ılımlı bir rejimin geçirilmesi için yapılan müdahale çevre ülkelerin daha tutucu ve baskıcı olmasına sebep olmuştur.

Libya müdahalesinin güvenlik ikilemine yönelik bölge dışındaki etkisi ise Rusya üzerinde olmuştur. Her ne kadar müdahaleyi başlatan Fransa olsa da; harekâtın her sahasında ABD’nin olmasından dolayı ABD’yi ağır bir şekilde eleştiren Rusya Başbakanı Vladimir Putin, “Rusya’nın bundan anlaması gereken savunmasını daha da güçlendirmesidir.” diyerek önemli bir diplomatik çıkarsama yapmıştır. Çünkü Putin’e göre başka ülkelerin iç işlerine karışmak Amerikan dış politikasında genel bir eğilim haline gelmiştir. Bununla yetinmeyen Rusya, Başbakan’ın bu çıkışından iki gün sonra, “2013’ten itibaren Rusya’nın sahip olduğu stratejik ve taktik füzelerin iki katına çıkarılacağını” belirterek, Rusya’nın hava savunma birliklerine yerden havaya füze fırlatan S- 400 füzeleriyle takviye yapılacağını eklemiştir.

Kısacası; BM’nin izni ile yürütülen ve bu açıdan yasal olan Libya müdahalesinde şuan için amaçlanan gerçekleştirilememiştir. Libya’daki taraflar arasındaki çatışmalar tüm hızı ile devam etmektedir. Yasa dışı göçler yakın bir süre zarfında AB’nin başını daha da ağrıtacağa benzemektedir. AB için FRONTEX üzerine gerçekleştirilen üst düzey toplantılar bunun en bariz örnekleridir. Libya’nın megalomani lideri Kaddafi’nin al aşağı edilmesi ya da ehlileştirilmesi için çıkılan yolda çevre ülkeler sivrilmiş, diğer bölge ülkelerindeki rejimlerin baskıcı tarafları artmıştır. Güvenlik ve istikrar için çıkılan bu yolda güvenlik boşluğu oluşmuş, Libya daha içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. “Libya bir Irak veya bir Afganistan’a döner mi?” sorusunun cevabını vermek şuan için pek mümkün olmasa da, Libya’nın Libya olmaktan çıktığı kesindir. Bölgede barış ve istikrar havzasının oluşması içinse daha bekleyeceğiz gibi gözükmektedir. “Her şeyin ilacı olan zaman Libya halkının çektiği acıların ilacı olacak mı?” bunu zaman gösterecek!

 

 

Deniz Tören

Hacettepe Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü


[1] Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan tankları Bahreyn’deki isyanı bastırmak için Bahreyn kralının isteği üzerine Bahreyn’e girmiştir.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...