Latin Amerika Yol Ayrımında, Roberto Regalado, 2010, Akademi Yayın, Sayfa Sayısı:256
Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi üyelerinden Roberto Regalado’nun yazmış olduğu bu kitap, Latin Amerika’da sol hareketlerin kat ettiği yolu ve geleceklerini, tarihi unsurlar ve derinlemesine yapılan analizler ile ele almıştır. Latin Amerika Yol Ayrımında kitabı Latin Amerika solunun yaşamış olduğu gelişmeleri, siyasi partilerin durumunu, izledikleri yolu ve dönemin tartışmalarını inceleyen bir kitaptır. Ayrıca yazar tüm bunları okuyucuya gerekli olan tarihsel arka plan ile birlikte sunmuştur. Bu sayede son derece akıcı ve anlaşılır bir içeriğe sahiptir. Konular incelenirken yazar ile birlikte okuyucu da kitaba hâkim olmaktadır. Kitabın ilk bölümünde Latin Amerika’yı incelemeye geçmeden önce bölgede yaşanan gelişmelerin kolaylıkla anlaşılmasını sağlayacak birtakım konular ele alınmıştır. Bu bölüm kapitalizmin ekonomi politiği, burjuva demokrasisi tarihi, reformist ve devrimci sol akım örnekleri gibi konuları içermektedir. Burada daha çok tarihsel arka planın okuyucuya aktarılması hedeflenmiştir. Gerçekten de ilk bölümde ele alınan konulara yabancı olmamak, ikinci bölümü kavramak için fayda sağlamıştır. Kitabın ikinci bölümünde Latin Amerika’nın sömürgesel ve yeni sömürgesel tahakküm anlayışlarında yaşanan gelişimler ve bölgenin özgürleşmesi için verilmiş mücadeleler incelenmiştir. Yazara göre son iki başlık ise kitabın özünü oluşturmaktadır. Bu iki başlık “Yeni Dünya Düzeninde Latin Amerika” ve “İki Yüzyılın Arasındaki Latin Amerika” olarak karşımıza çıkmaktadır. Kitabın ilk sayfalarında bulunan “Yazarın Notu” başlığında yazar giriş bölümü niteliğinde kitabın içeriğine dair bilgilendirici bir yazı yazmıştır. Kapitalizmin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşadığı gelişme kitap için bir odak noktasıdır. ABD’nin savaş sonrasında Batı Avrupa’nın yeniden inşasına katılımı, emperyalist güçlerin ekonomilerinin birleşmesini izlemiştir. Ek olarak Soğuk Savaş boyunca, Sovyetler Birliği’ne karşı yürütülen siyasi ve askeri ittifak, kapitalizmin gelişimindeki süreci desteklemiştir. Böylece emperyalistler birlikte barış içinde yaşama ve iş birliğine odaklı bir ilişki içerisine girmiştir. Latin Amerika solunun içerisinde bulunduğu duruma göre izlemesi gereken yol ise kitabın bir diğer odak noktası olmuştur. İzlenmesi gereken yolun ilerici toplumsal reformlar mı yoksa devrimci bir dönüşüm mü olması gerektiği yazarın cevaplandırmaya çalıştığı bir soru olmuştur. Toplumsal reform anlayışı emperyalizmin de eğilim gösterdiği bir seçim olmakla birlikte Amerikan müdahalelerinin örneklerine bakıldığında bu örnekler ilerici toplumsal reform anlayışı ile zıtlık içerisinde görülmüştür. Yazara göre sosyal demokrasi yolu tükenmiştir. Yazar, ‘Reform mu devrim mi?’ sorusunu tarihten örnekler ile reformların çözüm olmayacağını, devrimin zorunlu olduğunu belirterek cevaplamıştır.
Kitabın ilk bölümünün başlığı “Reform mu Devrim mi” bize ilk bölüm ile ilgili ana fikri sunmaktadır. Burada kapitalizmin gelişiminin tarihi süreci işlenmiş, bu gelişim ise tekel öncesi aşama ve tekelci kapitalizm yani emperyalizm olarak ikiye ayrılmıştır. Emperyalizmin ise üç aşamadan geçerek geliştiğine değinilmiştir: Şekillenmemiş tekelci kapitalizm, Devlet-Tekelci kapitalizme geçiş, çokuluslu tekelci kapitalizme geçiş. Yazar bu gelişimleri okuyucuya oldukça yalın ve tarihi süreç içerisinde anlatmıştır ki bu da gelişimlerin anlaşılmasını ve konunun insan zihninde şekillenmesini kolaylaştıran bir faktör olmuştur. Kitap içerisinde geçen kavramların içerikleri, ne anlam ifade ettikleri de detaylıca işlenmiştir. Yazar daha sonra kapitalizmin gelişiminin de diğer her şey gibi doğup büyüyüp öldüğü yani son bulacağı bir döngüde olduğunu belirterek bu döngüde kapitalizmin yaşlanmasında etkili olan çelişkilerden bahsetmiştir. Bu çelişkilerden biri olan üretim ile tüketim arasındaki çelişkiyi de nasıl ortaya çıktığı ile birlikte anlatmıştır. Sonrasında ise tarihi süreçte ortaya çıkan kapitalist krizleri ortaya çıkış nedenleri ile birlikte okuyucuya aktarmıştır.
Kapitalist gelişimin döngülerine yönelik verilen bu bilgilendirici yazıya “16. ve 19. Yüzyıllar Arasında Devlet, Siyasal iktidar ve Kapitalist Birikim” başlığı ile devam edilmiştir. Burada feodalizmden kapitalizme olan geçiş dönemi, geçişin etkileri ve bu süreçteki siyasal iktidarlar ele alınmıştır. Hemen sonrasında ise burjuva demokrasisinin nasıl bir yönetim biçimi olduğu anlatılmış, kapitalist toplum içerisinde nasıl yer aldığı, bunun ülkelerde nasıl sirayet ettiği aktarılmıştır. Burada sistemin işleyişinden oldukça açık bir şekilde bahsedilmiştir. Ayrıca siyasi partilerin gelişimine dair önemli bilgileri de bu kısım içermektedir. Ek olarak işçi hareketi ve sosyalist hareketlerin amaçlarının ve varlıklarının gelişimi yine burada incelenmiştir. Sosyalist hareketlerin ortaya çıkışı bir sonraki başlık altında incelenmiş ve Fransa sosyalist hareketlerin doğuş yeri olarak ele alınmıştır, İnsan Hakları ve Yurttaşlık Bildirgesi ve 1789 Devrimi bu sonuçta etkili görülmüştür. Burada tarih içerisinde görülen sosyalist akımlar ve önemleri okuyucuya aktarılmıştır. Yazar aktardığı tarihi sürece “1970’lere Kadar Olan Süreçte Reform ve Devrim” başlığı ile devam etmiştir ve birinci bölümdeki akıcılığın devamlılığı bozulmamıştır. Fransa, İngiltere ve Almanya başta olmak üzere Batı Avrupa’da yaşanan reform hareketlerinin tarihi arka planı ile birlikte süreçte nasıl yol aldığı bu başlık altında gözlemlenmiştir. Yaşanan siyasi gelişmeler ile reform hareketleri birlikte incelenmiştir. Bu toplumsal hareketlerin nedenleri, kökleri, ABD ve Batı Avrupa’daki yansımaları da aktarılmıştır. Görülen protesto hareketleri emek-sermaye çelişkisi dışında olanlar ile ilgili olsa da kapitalist toplumun gelişiminin bir ürünü olarak değerlendirilmiştir. Marx ve Engels’in öngörüleri ile yaşanan sosyalist devrimler ve ulusal kurtuluş hareketleri de burada Rusya ve Doğu Avrupa örnekleri ile incelenmiştir. Güney’de yaşanan ulusal kurtuluş hareketleri de 1970’ler ve 1980’lerde önemli gelişmeler olarak görülmüş ve ülke örnekleriyle anlatılmıştır.
Yaşanan bu gelişmeler sonrasında ‘ABD Emperyalizminin Karşı Saldırısı’ başlığı ile ABD’nin tavrı, politikaları ve emperyalizmin gelişimi ele alınmıştır. Richard Nixon, Gerald Ford, Jimmy Carter ve Ronald Reagen’ın başkanlık dönemleri ve yürüttükleri dış politikalar oldukça detaylı ve açık bir şekilde işlenmiştir. Hemen sonrasında ise Sovyetler Birliği’nin çöküşünün sonuçları değerlendirilmiştir. Neo-liberalizmin ortaya çıkışı, dünyada uygulanma şekilleri, liberalizm ile ayrılan noktaları, küresel anlamda sirayeti ‘ABD ve Batı Avrupa’ da Neo-liberalizm’ başlığında değinilen konular olmuştur. İlk bölüm “Post-Neo-Liberal” “Sosyal Demokrasi”, “Üçüncü Yol ve Küresel ilerleme Doktrinleri” başlığı ile son bulmuştur. Üçüncü yol kavramının ne anlama geldiği Tony Blair ve Anthony Giddens’ın görüşleri ile okuyucuya aktarılmıştır. Küresel İlerleme Vakfı’nın tartışmaları ve Üçüncü Yol ile arasındaki farklar da burada detaylıca incelenmiştir.
Kitapta 2. bölüm “Latin Amerika’da Tahakküm, Kriz ve Halk Direnişi” başlığı altındaki yazılardan oluşmaktadır. Burada yazar Latin Amerika’da tahakküme yönelik tarihsel süreci aktarmış, gelişmelere yönelik incelemeler ve değerlendirmeler yapmıştır. Bölgenin sömürgeci tarzda işgal edilişi ile kapitalizmin gelişme sürecine dahil olduğu belirtilmiştir. Bu süreç keşif seyahatleri, Meso-Amerikan ve Andean medeniyetlerinin fethi, marjinal toprakların kontrolünün sağlanmasıyla oluşmuştur. Burada öne çıkan konu bölgedeki fetih ve sömürgecilik hareketlerinin tarihsel gelişimi olmuştur. Sömürgeler ile ülkelerin ekonomik ilişkileri, bölgedeki ekonomik faaliyetleri, kaynak kullanımı da bilgilendirici bir içerikle ele alınmıştır. Yazar bu bilgiler ışığında Latin Amerika’da bağımsızlık mücadelelerinin gelişim sürecine geçmiştir ve İspanyol sömürge imparatorluğu döneminin sona ermesi anlatılmıştır. ‘Sömürgecilikten Yeni Sömürgeciliğe’ başlığı altında bu yeni sömürgecilik anlayışının eskisi ile farkı, siyasi ve ekonomik bağımlılığın üzerini örtecek resmi kurumsal bağımsızlığın bulunması olarak belirtilmiştir. Bağımsızlık mücadelesinin bitimi ile bölgede İngiltere ve ABD güçlerinin yeni sömürgesel egemenliği görülmüş ve yapılan müdahaleler detaylarıyla okuyucuya aktarılmıştır. Ancak sonuçta ABD emperyalizmi, İngiliz yeni sömürgeci sisteminin çökmesi üzerine çalışmıştır ve Büyük Buhran, İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş burada etkili olmuştur. ABD emperyalizmi bölgede hâkim konuma gelmiştir. Bu bölümde ortaya çıkan ana mesele ABD emperyalizminin bölgedeki etkinliğinin geldiği konum olmuştur ve yazar akıcı tarihsel arka plan ile bunu başarılı bir şekilde işlemiştir.
“Kalkınmacılık ve Sonuçları” başlığına geçildiğinde, 1870 sonrası Latin Amerika ülkelerinin benimsediği modelin kalkınmacılık olduğu belirtilmiş ve bu modelin neyi ifade ettiği, bir devlet kapitalizmi şekli olduğu ve bu modelin süreç içerisinde nasıl yol aldığı anlatılmıştır. Ek olarak kalkınmacılığın toplumsal sınıfların yapısına olan etkisi de burada işlenmiştir. Bu süreçte ortaya çıkan ulusalcılık, anti-emperyalizm, devrimci-ulusalcılık gibi akımlar dönemde önemli bir yer edinmiştir. Bu akımların ortak sonucu olarak, kalkınmacı dönemde toplumsal ve siyasi ittifakların halkçılık temeli üzerinde kurulduğu sonucuna ulaşılmıştır. Kitaba 1960’larda “Devrim ve Karşı Devrim” başlığı ile devam edilmiştir. Burada Küba Devrimi sonrasında Latin Amerika’da yaşanan hareketlilikler öne çıkarılmıştır, John F. Kennedy ve özellikle Lyndon B. Johnson hükümetinin bölgedeki politikaları incelenmiştir. Yazar daha sonra Nixon ve Carter döneminin incelemelerine geçmiştir. 1970’lerde Latin Amerika’da etkili olan ulusalcı ve devrimci akımların artışına karşı Nixon başkanlığı politikasını, ABD’nin ulusal çıkarları için tehdit olarak gördüğü hükümetleri istikrarsızlaştırmak ve devirmek olarak ilerletmiştir. Carter döneminde ise Linowitz Komisyonu tarafından önerilen Latin Amerika politikasının başarılı bir şekilde uygulanamadığı görülmüştür.
“Ronald Reagan’ın Güç Stratejisi” başlığında ise Linowitz Komisyonunun aşırı sağ karşılığı olan Santa Fe Komitesi belgesi, bu dönemin Latin Amerika politikasında temel taşı olarak görülmüştür. Komitenin istekleri, halk ayaklanmalarına karşı askeri harekâtların artırılması, ABD’nin askeri varlığını artırması için uyuşturucu ile mücadele bahanesinin uygulanması, neo-liberal yapılanma için baskı kullanımı gibi konulardan oluşmaktadır. Bu dönemde ABD emperyalizmi ve Latin Amerika hükümetleri arasındaki çelişkilere dikkat çekilmiştir. Nikaragua’da ve Grenada’da yaşanan müdahaleler bütün detaylarıyla bu bölümde yer almıştır. Yazar 1989-2005 arası yılları “Yeni Dünya Düzeni’nde Latin Amerika” başlığında incelemiştir. Burada son üç ABD başkanının izledikleri politikaları, yürüttükleri etkinlikleri yazar tüm yanlarıyla açıkça okuyucuya sunmuştur. Bu üç başkan: George H. Bush, Bill Clinton, George W. Bush’tur. George H. Bush yönetiminde Reagan’ın dayatmış olduğu değişimlerin meşrulaştırma amacına yönelik çalışmaların bu yönetime kalmış olduğu ve Amerikalar arası sistemin reformuna yönelik çalışmalar görülmektedir. Ancak Clinton yönetimine geçildiğinde Amerikalar arası sistemin yeniden yapılandırılması konusunda var olan engeller ve krizler görülmüştür. Clinton’un ikinci başkanlık döneminde ise artan halk mücadelelerinin üzerinde durulmuştur. George W. Bush döneminde solun seçim zaferlerine karşın ABD cephesinin artan emperyalist saldırganlığı 2001-2005 gelişmeleriyle aktarılmıştır. Latin Amerika’daki sol alternatiflere ilişkin derinlemesine incelemeler yapılmıştır. Hugo Chavez’in, Luiz Inacio Lula de Silva’nın, Tabare Vazquez’in ve Evo Morales’in seçim sonuçları burada örnek olarak verilmiştir. Ülke örnekleriyle bu süreç oldukça detaylı bir şekilde okuyucuya aktarılmıştır.
Kitapta “İki Yüzyılın Arasında Latin Amerika” başlığında, 1989-2005 yıllarında Latin Amerika’da yaşanan süreç dört aşamada anlatılmıştır. Bu süreci dört farklı başlık ile incelenmesi konunun çözümlenmesinde ve anlaşılmasında oldukça yararlı olmuştur. Bu dört başlık ilk olarak bölgenin dünya ve kıta çapındaki bir tahakküm sistemine tabi hale gelmesi süreci ve tahakküm sistemiyle oluşan ekonomik, politik, siyasi kriz sürecini içermektedir. Sonrasında ise neo-liberalizm karşıtı halk hareketlerinin yükselişi ve bu toplumsal mücadelelerin yükselişi ile sol siyasi partilerin mevcut duruma yönelik yeniden formüle edilmeleri incelenmiştir. Yazar, Latin Amerika solunun geldiği noktada yürüttüğü politikayı bir nevi kapitalizmi cilalama politikası olarak değerlendirmiştir. Yazara göre, Latin Amerika’nın sorunları için çözüm, devrimci toplumsal dönüşümün sağlanması ile mümkündür.
Yazar kitabı “Sonuç Yerine Bazı Notlar” başlığı ile tamamlamıştır. Mücadele biçimleri ile ilgili gelişmelerin ileride netleşeceğini düşündüğünü söylemiştir. Solun ilerici toplumsal reformlar için uğraşını takdir etse de bölgedeki sol alternatiflerin mücadelesinin devrim üzerine kurulu olması gerektiğini belirtmiş ve bu noktada da devrimci şiddetin biçimlerinin varlığını kaçınılmaz olarak görmüştür. Latin Amerika Yol Ayrımında kitabı Latin Amerika’da yaşanmış ve yaşanan sol hareketlerin gelişimlerini analiz edebilmek için çok önemli bir kaynak olarak görülebilir. Toplumsal mücadelelerin, siyasi partilerin, siyasi aktörlerin eylemlerinin tek başına incelenemeyeceği, bugün yaşanan her şeyin tarihin bir sonucu olduğu görülmektedir. Yazarın tarihsel süreci bu kadar detaylı ve açık bir şekilde işlemesi, yakın tarihteki gelişmelerin anlaşılmasına büyük bir katkı sağlamıştır. Kitap, Latin Amerika solunun gelişimini ve geleceğini merak eden ve araştırmak, öğrenmek isteyenler için son derece yararlı bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır.
EVRİM DİLHAN YİĞİT
Latam Staj Programı