LATİN AMERİKA (veya Güney Amerika) kavramı
Güney Amerika kavramı tartışmaya açıktır. Nitekim aynı kıtadan bahsederken Latin Amerika kavramı da sıklıkla kullanılabilmektedir. Biz bu yazıda TC Dışişleri Bakanlığı’nın resmî sitesinde geçtiği üzere Latin Amerika terimine vurgu yapacağız. Amerika kıtasının bu bölgesi tarih boyunca çeşitli ülkelerce nüfuz altına alınmak istenmiş, gerek Atlantik gerek Pasifik Okyanusundan defalarca göç dalgalarına maruz kalmıştır. Kimi zaman burayı koloni hâline getirmek isteyen Batılı büyük devletler bölgeye akın etmiş, hatta geniş tarım alanları ile madenlerde çalıştırmak amacıyla Afrikalı işçileri de dönem dönem getirmeyi ihmal etmemişlerdir. Uzunca bir süre İspanyollar ile Portekizlilerin hüküm sürdüğü kıtada yerli nüfus bazı yerlerde savaşlarda tamamen yok edilmiş, bazı yerlerde ise beyaz Avrupa ırkıyla karışarak melez bir ırk doğmuştur. Yerli ırk dağlık yörelere kaçarken tarım alanları açısından verimli su kenarlarında çoğunlukla melezlerin yaşaması bu sebeptendir.
Amerikan İç Savaşı’nı fırsat bilen III. Napolyon, Meksika’dan başlayarak kıtada Fransız nüfuzu kurmak istiyordu. Anglo-sakson kültüre sahip Protestan ABD etkisini kırmak isteyen III. Napolyon, kıtanın “Latin Amerika” olarak adlandırılması fikrini ortaya attı ve pan-latinizmi yaymak istedi. Böylelikle Fransa hem Kıta Avrupa’sı geleneklerini Latin-Katolik değerleriyle beraber kıtaya yayabilecek, hem de bölgeyi kontrol altında tutabilecekti. Gerçekte ise her ne kadar ortak bir Avrupa mirasının bir şekilde var olduğunu iddia etmek mümkünse de hâlen Latin Amerika’da birlikten söz etmek çok zordur. Aslında tek bir Latin Amerika yoktur, âdeta Latin Amerika’lar vardır.
Jamaika ve Karayip Adalarında İİngilizce; Brezilya’da Portekizce; çoğu ülkede ise İspanyolcanın hâkim olmasına rağmen kıtada tahminen 500’den fazla yerli dil de konuşulmaktadır. Ayrıca din birliğinden de söz edemeyiz: Katolik geleneklerine sıkı sıkıya veya gevşek bir şekilde bağlı çoğunluğa rağmen Afrika kabilelerinin yerel dinî ayinleri de yapılmaktadır, Budizm ve üç büyük dinin çeşitli mezhepleri de mevcuttur. Coğrafî bakımdan ise 3’e ayırmak mümkündür: Karayipler (Küba, Bahamalar, Jamaika, Dominik Cumhuriyeti, Porto Riko, Haiti vb), Orta Amerika (Panama, Honduras, El Salvador, Belize, Nikaragua, Kosta Rika, Guatemala) ve son olarak Güney Amerika (Arjantin, Brezilya, Venezuela, Bolivya, Peru, Kolombiya, Uruguay, Paraguay, Ekvador vb). Meksika Kuzey Amerika kıtasında yer almasına rağmen Orta Amerika’da kabul edilir.
Kıtanın bir bölümünde ABD yanlısı rejimler varken, bir bölümünde ABD’ye sert bir şekilde karşı çıkan devlet adamlarının varlığı bu kıtadaki çelişkilerden sadece bir tanesidir. Günümüzde dünya nüfusunun 1/10’unu teşkil eden (yaklaşık 600 milyon kişi) kıtada en solcu öğrenci ayaklanmalarından en sağcı askerî darbelere kadar pek çok hareket meydana gelmiştir ve gelmeye devam edeceğini varsaymak çok da şaşırtıcı olmaz. Latin Amerika dünya kamuoyunda bazen uyuşturucu ve suç yuvası, bazen de diktatörleriyle meşhur ama sürekli değişen bir yer olarak manşetlere geçmiş olsa bile kıtayı bütün hâlinde ele almak olduğu kadar darbe veya suç merkezi gözüyle bakmak da pek sağlıklı olmayacaktır. Demokratikleşme süreci kimi ülkelerde gelişmiş bir durumda olabilmekte, kıtayla ilgili genellemeler her ülkeye uymayabilmektedir. Tüm ülkelerde ortak olan bir özellik ise özellikle ekonomik açıdan dışa bağımlılığın olmasıdır.
TÜRKİYE – LATİN AMERİKA İLİŞKİLERİNE KISA BİR BAKIŞ
Türkiye-Latin Amerika ilişkileri çok eskiye dayanmaktadır. 19. yüzyılda yazımızın başında belirttiğimiz göç dalgalarından bir kısmı da Osmanlı Devleti’ne ait Arap topraklarından olmuştur. Bu sebeple bu göçmenler “El Turco” diye anılmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda bölgede pek çok temsilcilik açmıştır, ancak Soğuk Savaş döneminde ayrı bir kutupta -Batı Bloğunda- kalan Türkiye bölgeyle daha mesafeli olmak durumunda kalmıştır. Soğuk Savaş döneminin sona ermesi süreciyle birlikte bölgeye ilgisini artıran Türkiye, Amerika Devletler Örgütü’nün toplantılarına 1998’den beri, Karayip Devletleri Birliği’ne ise 2000’den beri daimi gözlemci statüsüyle katılmış, bu örgütlere düzenli olarak katkıda bulunmuştur. Hatta 2006 yılı “Latin Amerika ve Karayipler Yılı” olarak ilân edilmiştir. Her ne kadar doğrudan bir uluslar arası komisyon mevcut değilse de, pek çok ülkeyle TBMM’de dostluk grupları oluşturulmuştur.
İlişkilerde hayal kırıklığına uğratan bir gelişme Uruguay, Arjantin, Şili ve Venezuela gibi bazı Latin Amerika ülkelerinin sözde Ermeni soykırımını resmen tanımış olmalarıdır. Buna karşın, Küba Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki üyeliğini destekleyen ülkeler arasında başlarda yer almıştı. Nikaragua geçtiğimiz yıl Mavi Marmara saldırısı karşısında İsrail’le diplomatik ilişkilerini durdurmuştu. Siyasî anlamda henüz AB ile ABD ile kurulan stratejik ortaklıklar dışında Türkiye’nin bölge ile doğrudan bir ortaklığı mevcut olmamasına rağmen Türk diplomatlar, bölge ülkelerinin üye olduğu MERCOSUR ve CARICOM gibi kuruluşlarla ilişkileri kurumsallaştırmak için çaba sarf etmektedirler. Ticarette en ön sıralarda olmasa bile Türkiye’nin bölge ülkeleriyle dış ticaret hacmi on yıl öncesine nazaran büyük bir miktarda artış göstermiştir. Türkiye 2000’li yıllarda istikrarlı bir şekilde büyüyen bölge ülkeleriyle az çok benzer dış ticaret rakamları ve millî hasılasına sahiptir.
2009 yılında Ankara Üniversitesinde Latin Amerika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin açılmış olması ve çeşitli stratejik araştırma merkezlerinde son yıllarda bölgeyle ilgili makalelerin artması da bu kıtanın cazibesinin göze çarpar bir hâle geldiğinin göstergelerinden biridir. Sosyal ve kültürel ilişkilerin hızlanmasına Türkiye’de sayısı artan İspanyolca ve Portekizce kurslarının da katkıda bulunduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Ayrıca Türkiye-Latin Amerika ilişkileri karşılıklı verilen eğitim bursları çerçevesinde de ilerlemektedir. Türkiye’de bölgeye dair duyarlılık ve bilinçlendirme yolu izlenirken Latin Amerika’da da Türkçe öğretimi teşvik edilmekte, pek çok iş forumunda Türk firmalar etkin bir şekilde boy göstermektedir.
Türkiye’nin böylesine geniş bir coğrafyada yeni dostlar edinmemesi ve dünyanın ücra köşelerine açılmaması için hiçbir sebep yoktur. Aksine bunu yapması için pek çok sebebi vardır. Artık dışa açılmış ve bunun için yeterli potansiyele sahip olduğunun bilincine varmış Türkiye’nin ticarî, akademik, kültürel, siyasî ve stratejik bakımdan Latin Amerika ülkeleriyle de etkileşim kurması ve bunu sürdürmeye çalışma çabası kaçınılmazdır.
Gökçe Hubar
Galatasaray Üniversitesi
Siyaset Bilimi IV. Sınıf öğrencisi