Yıllardan beri süre gelen tartışmaların ışığında hala aydınlanamayan ve kitleler tarafından anlamlarının içeriği üzerinde tam bir görüş birliğine varılamamış olan iki kelime: laiklik ve sekülerlik. Birçok kimse söyleşilerde, konferanslarda ve hatta derslerde bu kelimeleri eş anlamlı olarak defalarca kullanır. Aslına bakacak olursak laiklik ve sekülerlik özünde “dünyevileştirme” bilincinden gelse de toplum içinde farklı şekilde algılanması gereken olaylar ve olgular arasında çeşitli şekillerde farklılık gösterirler.
Laiklik kelimesi ülkeler içerisinde devlet politikası olarak nitelendirilirken, sekülerlik kelimesi toplumun bir özelliğini belirtir. Laik deyimi Yunanca “laikos” halka ilişkin olan sözcüğünden geliyor. Seküler ise; Latince’de dünya anlamına gelen “seculum” kelimesinden türemiştir. Laiklik kelimesi bize Fransızca’dan “laic” ya da “laique” sözcüğünden gelmiştir. Ayrıntılı tanımının yanı sıra bu iki kelimeye baktığımız zaman diyebiliriz ki, laiklik ve sekülerlik, farklılıklara karşılık yine de aynı gerçeği, devlet işlerinin ve kamu alanının ladiniliğini( din dışılığını) ifade eder. Buradaki ladini sözcüğü, din karşıtı bir tavrı değil, dine karşı nötr din dışı bir tavrı esas almıştır.
Din; tarımla uğraşan ve genellikle kapalı tarzda kültürlenen toplumlarda bir tutunum ideolojisi olarak algılanmıştır. Hala feodal toplum yapısını taşıyan ülkelerde din ve devlet ilişkileri tam anlamıyla birbirinden bağımsız olmamakla birlikte tehlikeli yönde bir kaymaya doğru gitmektedir. Laiklik; bu tip toplumlarda bir kalkan gibi çalışmaktadır. Bu tip toplumların en net örneği Türkiye’dir. Örnek vermek gerekirse; eğer bir ülkede laikliğe ihtiyaç duyuluyorsa ve olması gerekiyorsa bunun anlamı o ülkede bazı zihniyetler hala; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Ulema olgusunu aynı yerde tutmakta, dini bireylerin toplum olabilmesi için gereken en büyük şart hatta “çimento” olarak görmekte ya da dini kıyafetlerle parlamentoya girmeye çalışmaktadır. Konu ile ilgili olarak; kamuoyunda yer alan yorumlar devlet bünyesinde ve bürokraside görev alan kişilerin söylemlerinden yola çıkılarak, oluşturulmuş tespitlerdir. Ülkemizde laik bir devlet politikasının gerekliliğini anlamamız ve bu politikaya sıkı sıkıya bağlanmamız için gerekli olan nedenler üzerinde cumhuriyet tarihi içerisinde çokça durulmaktadır.
Laiklik; bizim gibi ülkelerde dini sürekli ve güçlü bir biçimde kontrol altında tutarak ülkenin iman’a dayanan şeriat’a değil, akla ve bilime dayanan ilkelerle yönetilmesini sağlamaya çalışır. Fransız Devrimi ile gündeme gelen Laiklik, yukarıdan aşağıya doğru gerçekleştirilen siyasal bir devrim sonucunda kurumsallaştırılmıştır. Ancak, siyasal olan bu kurumun toplumsallaşmasında önemli dirençlerle karşılaşılabilir. Günümüz Fransa ve Türkiye’sindeki türban sorunu karşısında ortaya çıkan toplumsal direnç odakları bunun göstergesidir. Laiklik, bir ideoloji olarak Tanrıyı ibadet yerinde tutan, vatandaşı da okulda yetiştiren bir anlayışı sergiler. ‘Laik’ sıfatı siyasallık içerdiğinden devlet için kullanılabilirken, ‘seküler’ sıfatı ise kültürel ve toplumsal bir nitelik içerdiğinden toplum için kullanılabilir: “laik devlet” ve “seküler toplum” gibi…
Sekülerlik ise çağcılıktır. Bu ideolojiyi benimseyen ülkelerde devletin laiklik politikası izlemesine gerek yoktur. Çünkü dinsel ilkelere dayanan kuramlar ve oluşumlar uzun zamanlar önce alt yapı devrimleriyle çökertilmiştir. Yani; bu toplumlar sekülerleşmiştir. İngiltere ve 1905’ten sonra Fransa bu tip toplumlara örnek gösterilebilir. Bu ülkeler önce laiklik politikası uygulamışlardır ve daha sonra seküler bir yapıya sahip olmuşlardır. Sekülerizmin daha çok hatta tamamıyla bati toplumlarında benimsenmesinin en önemli nedeni Özellikle modern zamanlarda, seküler devlet anlayışını savunan Hristiyan birey ve topluluklar Hristiyanlığın esasta seküler devlet anlayışını benimsediğini öne sürmektedirler. Bu konuda İncil öğretilerinden çeşitli destekleyici unsurlar ortaya korlar ki bunların en belirgini Luka İncili, 20. bölüm, 25. ayettir. Bu ayette vergiler üzerine bir soruya İsa’nın verdiği cevap yer alır, ayetin Türkçe karşılığı şöyledir: O da, “Öyleyse Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin” dedi. Bu sözün kabaca bir tür sekülarizmi önerdiği ve desteklediği düşünülmüştür. Hatta reformun baş tetikleyicisi olan Martin Luther’in 95 maddelik tezinde de belirttiği gibi kilisenin bozulan çehresini düzeltmek ve kurtuluşun kilise içerisinden mümkün olacağını düşünerek, kilisenin dünyevi işlerden uzaklaşması gerektiğini anlatmaktadır. Bu öğreti de aslında sekülarizmin direk kendisidir.
Konuyu belli bir çerçeve içerisinde sonlandırmak gerekirse; laiklik politikasının görevleri ve özgür ortam içerisinde din- devlet ilişkilerinde doğal sınırlar getirmesi gerekmektedir. Çünkü laiklik politikasının amacından yani demokrasiden önce gideceği son nokta sekülerliktir. Laikliğe başlayan bir toplum eninde sonunda sekülerlik sıfatını elde etmelidir. Seküler toplum demek; demokrasiyi tam anlamıyla yaşayan ve onun nimetlerinden en iyi şekilde yararlanan toplum demektir. Bu bilinçle ilerleyen ülkelerde ne ramazan ayında lokantalarda yemek yiyen insanlara taş atılır ne de devlet tarafından istenilen yerlerde içki yasaklanır. Laik devlet- Seküler toplum ilişkileri içerisinde belli bir zümre ya da inanç sahibi kişiler değil, sadece insan olduğu için hakları olan kişiler yaşarlar. O bakımdan tartışılan ve tartışılmakta olan konularla ilgili yorumlar yapılırken önce kavram kargaşasından kurtulunmalı daha sonra neyin ne olduğu ilgililerce tespit edilmelidir. Bazen en ufak bir hata çok büyük çöküşlere ve kırılmalara neden olabilir.
Selma BARDAKCI
Bahçeşehir Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler