Küreselleşmenin Diğer Yüzü

Küreselleşme kavramı dünya çapında bir benzeşmeye, aynîleşmeye vurgu yapan bir kavram. Samir Amin’in doğru biçimde tespit ettiği üzere küreselleşme “genel olarak çağdaş toplumların dünya ölçeğindeki karşılıklı bağımlılığı olgusunu” belirtmek amacıyla (Amin, 1997: 25) kullanılmaktadır.

1648 Vestfalya ile ortaya çıkan, 1789 Fransız devrimi ile varlığını kabul ettiren ulus devletler toplumsal refah düzeyine ulaştıkları andan itibaren savaş ganimetleriyle değil, imal ettikleri sanayi ürünlerini paraya dönüştürerek kazanmaya başlamışlardı. Bu ürünlerin paraya dönüşümü elbette ki ulus-aşırı olmalıydı. Bu durum sanayi ürünü satan bir ülkenin, bir başka ülkeden tarım ürünü almasını gerektirdi. Bu durum siyaset bilimcilerin deyişiyle karşılıklı bağımlılığı ortaya çıkardı. Fakat bu karşılıklı bağımlılıkta iki taraf eşit ölçüde kazanmamaktadır ki böyle bir durum söz konusu olsa hiçbir devlet sınırları dışına çıkmazdı. Ekonomik kazanç amaçlı ortaya çıkan uluslararası ticaret, ulus devletlerin sınırlarının aşındırılması sonucunu doğurdu. Aşınan sınırlar ekonomik girdi ya da çıktı sağlamamaktaydı sadece. Sınırlar aşındıkça gümrük kapısından ülke sınırlarının içine ticari malların yanında, kültür ve siyasette girmeye başlayınca, bu durumun yeni adı küreselleşme oldu.

Karşılıklı bağımlılıkla ortaya çıkan küreselleşme, sanayi ürünü imal ve ihraç eden ülkeyi parasal yönden geliştirmiş, parasal gelişim refahı arttırmış ve ilerlemesini hızlandırmıştır. Böylece ekonomik, siyasi ve askeri bir güç haline gelmiştir. Buna karşılık sanayi ürünlerinden geriye kalan tarım ve tekstil ürünlerini imal edip ihraç eden ülkeler ise yapılan her ticarette negatif etkiye maruz kalmışlardır. Oluşan ekonomik siyasi askeri güç farklılıkları bir tarafın elini kolunu bağlarken, muhtaç bırakırken diğer tarafı cesaretlendirmiştir küçük gördüğü ülkelerin tüm politikalarına etki eder hale getirmiştir.

Bilinmelidir ki küreselleşme yatırım yapabilen, kaynak aktarabilen ülkenin çıkarınadır, yatırım yapılabilen ülkenin değil. Günümüzde küreselleşme sadece bir ekonomik çıkar mecburiyeti olmaktan çıkmış, siyasi etki aracı haline gelmiştir. Küresel güç sıfatını alan ülkeler ki dünya düzenini sağlamakta ve varlıklarının devamı doğrultusunda herhangi bir tehlike oluşumuna fırsat vermemektedirler. Sahip oldukları gücü paylaşmamakta, bu gücü bir şemsiye olarak sunup, bu şemsiyenin altında korunma gereği duyan ülkeleri çıkarları doğrultusunda yönlendirmekte ve hatta yönetmektedirler.

BM (Birleşmiş Milletler), NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü), WTO (Dünya Ticaret Örgütü), IMF (Uluslar arası Para Fonu), WB (Dünya Bankası) gibi uluslararası örgütlerle bu durumu sağlamaktadırlar. Güvenlik kaygısı olan bir ülke NATO’ya üye olmakta ve kurucu ülkelerin emir ve buyruklarını milli çıkarlarına aykırı olsa da gerçekleştirmek zorunda kalmaktadır. Ekonomisi geri kalmış ülkeler parasal sorunlarını çözmek için daha öncesinde sanayi ürünleri karşılığında verdiği paraları borç olarak almakta ve ödemesi mümkün olmayan bu borçlar karşılığında tüm ekonomi politikalarını yabancı güçlerin eline bırakmaktadır.

Bu durum öyle bir hal almıştır ki, küreselleşmeye ayak uyduramamak uluslararası medya ile geri kalmış gösterilmekte, kabile hayatı yaşarcasına sembolize edilmektedir. Devlet olarak ekonomik askeri ve siyasi yönden çok üstün olan bu küresel güçlerin dünya üzerinde ki hâkimiyetlerini pekiştirmek maksadıyla küreselleşmeye aykırı davranan, adeta kafa tutan kimi ülkelerin varlığına tahammülleri bulunmamaktadır.

Varlığın sürdürülmesi sadece ulusal sınırlar içinde kendi kendine yetebilme erkine sahip bulunulduğunda mümkündür. Küreselleşmeyi savunan ve devam etmesini sağlayan küresel güçler, küreselleşmeyi dikte ettikleri ülkelerden çok daha ulusaldırlar. Milli çıkarları söz konusu olduğunda hiçbir küresel etkinin ya da kurum ve kuruluşların etkisinde kalmadan bildiklerini okumaktadırlar ki buna güçleri yetmektedir.

Küreselleşme sürecini devam ettiren ve her geçen gün yeni güçsüz ülkelerde bu olguyu empoze eden büyük güçlerin asıl maksadı “Tek Dünya Devleti”ni oluşturma planlarıdır. Öyle ki kendi sözlerinin geçersiz olduğu tek bir ülke kalmamalı, onlara aykırı hareket edecek, sorun ve pürüzler çıkaracak ülkeler küreselleşme yoluyla içten içe saydamlaştırılmalıdır.

Küreselleşme devletler çapında güçsüz ve geri kalmış ülkelerin, güçlü ülkelere olan mecburi bağımlılığı halini almıştır. Tek dünya düzeninin kurulması tek bir güç merkezi etrafında toplanılması halinde olacaktır fakat güç tek bir merkezde değil birkaç farklı merkezde toplanınca küreselleşmeye aykırı hareket eden devletler kaçınılmazdır. 1991’de SSCB’nin dağılımının ardından aradan geçen 21 yılda tek güç merkezi ABD gibi görünse de hiçe sayılamayacak derecede bir Sovyet mirasçısı Rusya vardı. Günümüzde ise yeni atılımlar peşinde koşan ve Sovyetlerin acısını ve hıncını taze tutan bir Rusya Federasyonu, ABD ve Avrupa devlet tahvillerini elinde bulunduran bir Çin, Kore savaşından bu yana dünyaya kapalı ve gözü kara, durmaksızın silahlanan bir Kuzey Kore, İslam devriminden bu yana çağın gerektirdiği silah donanımına ulaşmak isteyen İran. Bu ülkeler küreselleşmenin amacı olan tek dünya düzenini kabul etmeyen ve etmeyecek olan ülkelerdir.

Bireysel açıdan küreselleşmenin etkisine baktığımızda ise, ülkeleri oluşturan ana yapı olan uluslara yani bireylere bakmamız gerekmektedir. Bu birey topluluklarını birbirinden ayıran en temel özellik kültürdür. Bu kültür kavramının içine dil, din, ırk, yaşam biçimi, giyim kuşam, yeme-içme, aile ve toplum yapısına kadar birçok temel özelliği koyabiliriz. Küreselleşme sürecinin amacı ise; tüm bu farklı zenginliği yok sayıp tek tip kültür oluşturmaktır. Devletlerin temel yapı taşı olan halklar birbirlerine benzer ise devletlerde ister istemez birbirine benzeyecek ve tek dünya düzeni oluşturulmuş olacaktır. Tabi dünya üzerinde ki tüm bu kültür farklılıklarının hepsinin birbirine benzeyip tek tip haline gelmesi pek mümkün görülmeyen bir durumdur. Yönetim şekli ya da kendi halk kültürü olarak baskı altında yaşayan ve yönetilen kimi halklar, bu baskıdan bunalmış bir hal alıp daha özgür ve rahat yaşam alanlarına sahip bir düzende yaşamak isteyebilmektedirler ki bu isteklerinin karşılığının küresel etkileşimde olduğuna inanıp ya da inandırılıp ayaklanmalar gerçekleştirebilir ve gerçekleştirmektedir. Tüm bu kargaşa devlet yönetimin yıkılmasından ordunun yok olmasına kadar etkiye sahip olmaktadır. Sonuç olarak ulusal sınırlar ortadan kalkar, günlük yaşantı ve düzen alt üst ve hatta savaş halini alır, ekonomi ve istikrar ortadan kaybolur, toplum düzeni bozulur ve suç oranları ve güvensizlik ortamı artar. Küreselleşmeden umduğunu bulamayan bu halklar insanlık dışı bir yaşama mecbur bırakılırlar.

Sefa GÜNGÖR

Atatürk Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...