Bilal Karabulut tarafından kaleme alınan eser, güvenlik olgusunun, Soğuk Savaş sonrasında küreselleşme sürecinin ivme kazanmasıyla beraber geleneksel anlamından uzaklaştığı ve bu nedenle yeni güvenlik anlayışı çerçevesinde analiz edilmesi gerektiği savı etrafında şekillenmektedir.Yazar, savını gerekçelendirmek için geleneksel tehditlere yönelik mücadele yöntemlerinin, küreselleşme süreciyle birlikte yetersiz kaldığı ve bu nedenle yeni güvenlik tanımlamasına ek olarak, yeni mücadele araçlarının da devreye sokulması gerekliliğini öne sürmektedir.
Savı ve gerekçelendirmesi sonucunda yazar, çalışmasını üç ana bölüme ayırmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde güvenlik olgusunun tarihsel ve tanımsal kısmı ele alınmaktadır. Yazar, geleneksel ve yeni güvenlik anlayışını uluslararası ilişkiler teorileri çerçevesinde ele alıp idealizm, realizm ve neo-realizm gibi geleneksel akımların yanında eleştirel, yapılandırmacı, post-modern ve feminist teorilere de yer vermektedir.
Çalışmanın ikinci bölümünde, ‘güvenlik‘ kavramının değişmesi ve dönüşmesinin sebebi olarak görülen ‘küreselleşme‘ kavramının, tanımı ve tarihsel süreci ele alınmaktadır. Ardından yazar, bölümle ilişkili olarak, küreselleşme sürecinde ortaya çıkan yeni tehditlere ve yeni güvenlik alanlarına değinerek, açıklamalarıyla bizleri geleneksel güvenlik anlayışını yeniden düşündürmeye davet etmektedir.
Çalışmanın son bölümünde ise eleştirel bir bakış ile yeni güvenlik anlayışı ele alınmaktadır. Yazar, ilk iki bölümde ele aldığı eski ve yeni güvenlik anlayışını bu bölümde karşılaştırarak okuyucuya sunmakta ve bölüm kapsamında ve çalışmanın amacı doğrultusunda, küreselleşmenin güvenlik alanında yaptığı değişimlerin somut yansımaları olarak gördüğü devlet ve uluslararası örgütlere yer vermektedir. Verdiği örneklerde yazar, BM ve ABD örneklerini seçerek okuyucuya, savını kanıtlama ve gerekçelerini somutlaştırarak sunma niyetinde olduğunu göstermektedir.
Yazar, eserde geleneksel güvenlikten yeni güvenliğe geçiş sürecine ve küreselleşmeyle ortaya çıkan yeni güvenlik tanımı ihtiyacına yer vererek, güvenliğin değişen boyutlarına dikkat çekmektedir.İlk bölümde yazar, geleneksel güvenlikten yeni güvenliğe geçiş süreci ile küreselleşmenin ortaya çıkardığı güvensiz uluslararası toplumun, neden güvenliği yeniden düşünmeye çalıştığını göstermek için zemin oluşturmaktadır. Ardından yeni güvenlik-küreselleşme ilişkisi ele alınarak çalışmanın hipotezine ulaşılmak amaçlanmıştır.
Eserin literatüre katkısı, kitabın ikinci bölümünde ön plana çıkarılmaktadır. “Küreselleşme ile güvenlik arasındaki ilişkileri ele alan çalışmalar sosyal bilimlerin diğer temel kavramlarına göre yeterli düzeyde değildir. Örneğin küreselleşme sürecinin ekonomi ile ilişkisi, küreselleşmenin güvenlikle ilişkisine nazaran daha fazla ilgi duyulmuş bir konudur. Benzer şekilde küreselleşme sürecinin politik ve kültürel alanlarla olan etkileşimi konusunda daha fazla çalışma yapıldığı görülmektedir.” Karabulut’un eserde yer verdiği bu ifadeden de anlaşılacağı üzere, bu eserle literatürdeki güvenlik-küreselleşme ilişkisi eksikliğinin giderilmesi amaçlamaktadır.
Son olarak, eserin genel özetine geçmeden önce, yazarın kullandığı üslup ve örneklemeler üzerinde durmak yerinde olacaktır.Eserde kullanılan örnekler, konunun daha iyi anlaşılır olmasına ve özümsenmesine yardımcı olacak niteliktedir. Ek olarak, kitabın dili açık, sade ve anlaşılırdır. Kullanılan ifadeler, her okuyucunun kolayca anlayacağı bir şekilde sunulmuştur.
Statik bir kavram olması ve nereden, hangi koşullarda bakıldığına bağlı olarak değişen ve ortak bir tanımı yapılamayan güvenlik kavramı, genel olarak, tehditlerden, korkulardan ve tehlikelerden uzak olma durumu olarak ifade edilmektedir. Bu açıdan bir aktörün güvende olabilmesi için, bir tehdidin olmaması ve bir tehdit varsa bile bunu savurma kapasitesine sahip olması gerekmektedir. Güvenlik, fiili/görünür bir tehdidin olmaması ya da aktörlerin kendilerini güvende hissetmeleri, tehdit algılamamaları açısından ikili bir özellik göstermektedir.
Güvenlik kavramı, genel olarak tehdit, caydırıcılık, şiddet, çatışma, savunma ve emniyet gibi temel kavramları bünyesinde barındırmaktadır. Diğer yandan güvenlik, genel olarak tehditler etrafında şekillenmekte ve tanımlanmaktadır. Bu nedenle tehditlerin değişmesi ya da çeşitlenmesi, güvenlik kavramının yalnızca tanımını değil, kapsamını da değiştirmektedir.
Güvenlik kavramının tarihsel gelişimine bakıldığında, ilk insana değin bir tarihi olduğu görülmektedir. Bu tarihsel gelişim, genel olarak tarihteki önemli kırılma noktaları etrafında ele alınmaktadır. Bu önemli kırılma noktaları ise; savaş teknolojisindeki gelişmeler, dini nitelikli savaşların yaşanması (Haçlı Savaşları ve günümüzde varlığını sürdüren radikal örgütler gibi), Batı dünyasının yükselişe geçmesi, milliyetçilik ve ideolojilerin ortaya çıkması ve silahlanma yarışı gibi gelişmelerdir.
Güvenlik çalışmalarının tarihsel gelişimine bakıldığında ise özerk bir alan olarak I. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıktığı ve genellikle askeri çevreler tarafından ele alındığı görülmektedir. II. Dünya Savaşı sonrası, bu durum değişmiş ve çalışmalar sivilleşmiştir. Ancak 1960-1980 arası yılları kapsayan yumuşama dönemi, güvenlik çalışmalarının yavaşlamasına ve ilginin ekonomi politiğe kaymasına yol açmıştır. Son olarak, yumuşama döneminin sona ermesiyle ilgi yeniden canlanmış ve güvenlik, akademik yazılarda da kendini göstermeye başlamıştır.
Güvenliğe olan ilginin artması, uluslararası ilişkiler teorilerinin de bu kavrama çalışmalarında yer vermesine zemin oluşturmuştur. Böylece, uluslararası ilişkiler alanında güvenlikle ilgili tartışmalarda, geleneksel güvenlik savunucuları ve yeni güvenlik savunucuları olmak üzere iki taraf oluşmuştur.
Geleneksel güvenlik anlayışının temelinde “Westfalya Barışı” yatmaktadır. Bu anlayışta, güvenlik denilince akla devlet gelmekte ve devletin güvenliği öncelikli olmaktadır. Ayrıca savaş, barış ve güç etrafında şekillenmiştir. Geleneksel güvenlik, devleti öncelediği gibi askeri gücü ve güvenliği de öncelemektedir. Bu anlayışta, aslolan devlet güvenliğidir ve devlet yöneticisi bunu sağlamak için her yolu deneyebilir ve her politikayı uygulayabilir.
1970’lerden itibaren geleneksel güvenlik anlayışına yönelik eleştiriler baş göstermiştir. Bu kavramın yeniden düşünülmesine sebep olan iki etken bulunmaktadır. Bu etkenlerden ilki, Soğuk Savaş’ın sona ermesidir. İkinci etken ise küreselleşmenin, uluslararası ilişkilerin hemen her alanını etkisi altına almasıdır. Bu etkenler etrafında düşünülmeye başlanan yeni güvenlik anlayışı, geleneksel güvenliğin bazı argümanlarını eleştirmektedir. Örneğin; geleneksel güvenlik anlayışı, askeri güvenliğe ve devlet güvenliğine önem vermeleri nedeniyle eleştirilmiştir. Bunun aksini savunan yeni güvenlik anlayışı, askeri alan dışındaki ekonomik, toplumsal vs. alanların da güvenliğe dahil olması gerektiğine ve devletlerin değil, asıl önemli olanın birey güvenliği olduğuna dikkat çekmiştir. Özellikle, Soğuk Savaşın sona ermesinin ardından, etnik çatışmalar, kimlik sorunları, çevre, salgın hastalıklar gibi birçok alan yeni güvenlik çalışmalarında yerini almıştır.
Ekonomiden siyasete, teknolojiden kültüre hemen hemen her alanda yaşanan değişimleri açıklamak için kullanılan, kimi zaman dünyayı daha yaşanılabilir bir hale getiren, kimi zamanda emperyalizmin şekil değiştirmiş hali olarak görülen küreselleşme, etkisini güvenlik alanında da göstermiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve küreselleşme sürecinin ivme kazanmasıyla beraber, donmuş çatışmalar ya da tehditler gün yüzüne çıkarken, yalnızca askeri alanla kısıtlı kalmayan yeni tehditler de görünür hale gelmiştir. Bahsedilen iki etken, birbirini tetikleyerek ve etkileyerek güvenlik alanında yeni bir bakışın doğmasına yol açmıştır. Öyle ki uluslararası arenadaki sorunları çözmede, geleneksel güvenlik politikaları yetersiz kalmaya başlamış ve yeni tehditlerle mücadele edebilmek için yeni güvenlik tanımı, politikası ve araçlarına ihtiyaç duyulmuştur.
Tarihteki kırılma noktaları ve önemli gelişmeler neticesinde ortaya çıkan yeni güvenlik anlayışı, birey güvenliği, ekonomik güvenlik, çevre güvenliği, sağlık güvenliği, enerji güvenliği, yasa dışı göç, silahlanma gibi birçok alanı bünyesine dahil etmiş ve giderek genişlemiştir. Diğer yandan, yaşanacak yeni gelişmelerin güvenlik kavramını değiştirmeye devam edeceği, hem kavramın statik olmayan doğasından hem de tehditlerin çeşitlenme olasılığından kaynaklanmaktadır.
Küreselleşme sürecinde yaşanan değişimler güvenliğin genişlemesi ve derinleşmesini zorunlu bir hale soksa da bu durum, yeni güvenlik anlayışının eksiksiz ve kusursuz olduğu anlamına gelmemektedir. Yeni güvenlik anlayışı da çeşitli yönlerden eleştirilmiştir. İlk olarak, yeni güvenlik anlayışını savunan kimi yazarlar geleneksel güvenlik anlayışını yok saydıkları için eleştirilmiştir. Günümüzde devletin, güvenliği temin eden en önemli aktör olma konumunun devam etmesi ve askeri tehditlerin günümüzde de var olması, geleneksel güvenlik anlayışının ortadan kalmadığını, bu nedenle yok sayılamayacağını göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, geleneksel güvenlik anlayışının yerine yeni güvenlik anlayışı ikame edilmemiş, aslında her iki güvenlik anlayışı birbirini tamamlamıştır. İkinci olarak, hemen hemen her şeyin güvenlik alanına dahil edilmesinin kavramı genişletmediği, bilimsellikten uzaklaştırdığı savunulmaktadır. Öyle ki kimi zaman yeni güvenlik tehdidi olarak görülen şeyler, aslında yalnızca birer sorundur. Üçüncü olarak, yeni güvenlik anlayışını savunan yazarlar, güvenliği diğer tüm kavramların üzerinde görmekle eleştirilmişlerdir. Son olarak, yeni güvenlik anlayışının savunucuları, yalnızca bilim insanları değil politikacılar, askerler, gazeteciler olduğu için, bu grup kimi zaman kavramı, kurumların veya devletlerin menfaatleri doğrultusunda kullanmaktadır. Ayrıca yeni tehditlerle mücadele yöntemleri ya da tanımlanan yeni tehditlerin hemen hemen hepsi Batı, özellikle de Amerikan bakış açısına göre şekillendirilmektedir.
“Küreselleşme ile güvenlik arasındaki ilişkileri ele alan çalışmalar sosyal bilimlerin diğer temel kavramlarına göre yeterli düzeyde değildir. Örneğin küreselleşme sürecinin ekonomi ile ilişkisi, küreselleşmenin güvenlikle ilişkisine nazaran daha fazla ilgi duyulmuş bir konudur. Benzer şekilde küreselleşme sürecinin politik ve kültürel alanlarla olan etkileşimi konusunda daha fazla çalışma yapıldığı görülmektedir.”
Yukarıda ele alınan geleneksel güvenlik ve yeni güvenlik anlayışları karşılaştırmalı olarak analiz edildiğinde, birtakım farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Bu farklılıklar: geleneksel güvenlik anlayışı askeri tehditlere ve ulusal güce odaklanırken; yeni güvenlik anlayışı ise askeri tehditler dışında da tehditlerin ele alınması gerektiği üzerinde durmaktadır. Geleneksel anlayışa göre tehditler, genellikle diğer devletlerden gelirken; yeni anlayışa göre devletlere yönelik başlıca tehditler, diğer devletlerden ziyade gerilla ya da terörist gruplar gibi oluşumlardan gelmektedir. Geleneksel güvenlik savunucuları dış tehditlere odaklanırken; yeni güvenliği savunanlar ise dış tehditlerden ziyade iç tehditlerin belirleyici olduğunu varsaymaktadır. Eski dönemde tehditler kolaylıkla tanımlanabilirken, yeni güvenlik anlayışına göre yeni dönemde tehditlerin tanımlanması, algılanması, nereden geldiğinin saptanması zordur. Çünkü tehditler, çok yönlü ve yoğun bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Geleneksel anlayış, tehditlerin genellikle askeri yapıda olmasından dolayı mücadele araçlarının da askeri temelli olmasını savunurken; yeni güvenlik anlayışı, tehditler çoğaldığı ve çeşitlendiği için yalnızca askeri önlemlerin yetersiz kalacağını savunmaktadır.
Yeni güvenlik anlayışı, sadece akademik alanı değil, devletler ve uluslararası örgütleri de etkisi altına almaya başlamış ve BM, NATO, AGİT ve AB gibi örgütler yeni anlayış çerçevesinde politikalar, stratejiler belirlemiştir. Diğer yandan devletler özelinde, yeni güvenlik anlayışının etkisinin analiz edilebilmesi için ABD’nin değişen güvenlik anlayışına bakılabilir. Esasen, ABD’nin güvenlik anlayışında değişim ve dönüşümün nedenleri şu başlıklar altında toplanmaktadır; Soğuk Savaş sonrası yeni bir uluslararası yapının ortaya çıkması, küreselleşme sonrası yeni tehditlerin ortaya çıkması, 11 Eylül saldırıları, ABD’nin iç yapısındaki değişiklikler ve güvenlik çalışmalarının etkisi. ABD’nin tarihsel süreçte yaşadığı deneyimlere bakıldığında, kendi güvenliğine yönelik tehditleri yine kendisinin oluşturduğu görülmektedir.vÖrneğin, ABD’nin Soğuk Savaş dönemindeki en büyük tehdidini (Sosyalizm), oluşturduğu algı sebebiyle kendisi meydana getirmiştir. Diğer bir örnek olarak, Irak ve Afganistan’da görüldüğü üzere, ABD bu ülkelere önce askeri, ekonomik ve politik destekler sağlamış, ancak bu ülkelerin istediği çizgiden çıkması üzerine tehdit kategorisine sokmuştur. Ek olarak, terörizmin en büyük tehdit olarak meydana gelmesinin sebebi de ABD’nin geçmiş dönemlerde bu örgütlere verdiği destektir.
Ülkelerin kendi sorunlarını ortadan kaldırmak için ortaya attıkları çözümler, bir süre sonra küresel bir tehdit olarak ortaya çıkmaktadır. Önümüzdeki yıllarda bu tehditlerin artması beklenmektedir. Özetle, tehditlerin çeşitlenmesi, geleneksel açıdan bakılan güvenliğin yeni bir boyut kazanmasına yol açarak devletler ve uluslararası örgütleri tek başlarına tehditlerle mücadele edemez bir hale getirmiştir.
Yazar, eserin sonuç bölümünde küreselleşme sürecinde güvenliğin yeniden düşünülmesi konusunda atılacak adımları ve önerileri okuyucuya sunmaktadır. Bu adımlar: kavramın tanımının yapılması, devlet merkezli ve askeri tehdit odaklı geleneksel bakış açısının terk edilmesi, tehditler arası hiyerarşinin düşünülmesi, güvenlik ve diğer disiplinler arası etkileşimin sağlanması ve kavramsal açıdan bilimsel çerçevesinin çizilmesidir. Son olarak, küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı imkanlar, ayrıştırıcı ya da ötekileştirici olarak kullanılmamalı, bunun yerine daha barışçıl bir dünya fikri üzerinde durulmalıdır.
Esere genel olarak bakıldığında, giriş kısmında sunulan hipotezin, başarıyla savunulduğu görülmektedir.Yazar, kitaba adını da veren “küreselleşmeyi yeniden düşünmek” temasını okuyucuya, kitabın genel özetinde de bahsedilen argümanlarla beraber verebilmesi başarmıştır.Genel manada eser, “güvenlik nedir” , “geleneksel ve yeni güvenlik anlayışı nedir ve hangi argümanları savunmaktır” , “küreselleşme ile güvenlik arasındaki ilgi nedir” soruları üzerine yoğunlaşarak, güvenliğin temelleri ve günümüzde ne şekilde karşımıza çıktığını anlamak açısından hazırlanmış ve okuyucuyla buluşturulmuştur.
Melike ATLIĞ
TUİÇ Güvenlik ve Strateji Çalışmaları Staj Programı