Balkanlar’ı kan gölüne çevirme potansiyeline sahip çok önemli bir husus olan Kosova’nın siyasal statüsü ve geleceğine ilişkin hareketli günler yaşanıyor. Sırp ve Arnavut etnik kimliklerinin tarihsel çatışma merkezi olarak bilinen ve özellikle Yugoslavya’nın dağılması sonrası toplumsal ayrım çizgilerinin kanla çizildiği Kosova, 2008’de ilan ettiği bağımsızlığın ardından, yeni hedefini BM’ye üye olabilmek ve AB perspektifine eklemlenmek olarak belirlemiştir. Sırbistan ve Kosova başbakanları arasında geçtiğimiz günlerde Brüksel’de imzalanan antlaşma ise hem Kosova’nın statüsü ve siyasal geleceği hem Sırbistan’ın AB perspektifi hem de AB’nin Batı Balkanlar açılımının geleceği açısından çok önemlidir.
Kosova ile Sırbistan arasında Kosova Sorunu’na bir çözüm bulabilmek amacıyla AB Dışişleri Yüksek Komseri Catherine Ashton’ın gözetiminde uzunca bir süredir müzakereler yürütülüyordu. Öyle ki, Nisan sonunda imzalanan antlaşma 10.müzakere turunun sonucunda gelmiştir. İki taraf arasında sorun yaratan en önemli meseleler ise Kuzey Kosova’da yaşayan Sırpların siyasal geleceği ve statüsü konusunda yaşanan anlaşmazlık ve Sırbistan’ın hiçbir koşul altında Kosova’nın bağımsızlığını tanımak istememesi olarak görülmelidir. AB’nin baskısıyla NATO’nun garantörlüğünde imzalanan bu antlaşmanın, meselenin özüne, yani Kosova’nın bağımsızlığının Sırbistan tarafından tanınmasına ilişkin herhangi bir açılıma yer vermediğini belirtmemiz gerekir. Ne Sırp halkı ne de Sırp Hükümeti, kendi kimliklerinin kurucu bir parçası olarak gördükleri Kosova’yı Arnavut çoğunluğun kontrolüne bırakmaya yanaşmamaktadır. Kosova’nın bağımsızlık ilanının üzerinden henüz 5 yıl geçmiş olması ve özellikle Sırp Ortodoks Kilisesi ve nüfusun önemli bir bölümünü saflarında barındıran Radikal Parti ile Sırbistan Demokrat Partisi’nin Kosova’nın bağımsızlığını kabullenmemeleri, Devlet Başkanı Tomislav Nikolic ile Başbakan Ivica Dacic’in sürece ilişkin “şahin” bir tutum sergilemelerini beraberinde getirmektedir. Nikolic ile Dacic’in Sırp milliyetçiliğine yakın isimler olduklarını da bu noktada unutmamak gerekmektedir.
Sırbistan’ın Kosova’nın bağımsızlığına ilişkin bu denli katı bir tutum ortaya koymuş olmasının nedenlerinden biri de Dayton Antlaşması ile Bosna-Hersek’te elde edilmiş olan kazanımların bir benzerinin Kosova’da da elde edilebileceği beklentisidir. Bilindiği gibi Bosna-Hersek topraklarının %49’u anayasal anlamda federe ancak “de facto” bağımsız bir devlet olan Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin elindedir. Sırbistan, Kuzey Kosova’ya ilişkin olarak böyle bir yapının oluşabileceğini düşünmektedir. Bu nedenle de Kosova’nın statüsüne ilişkin sürecin uzamasından memnundur. Sırbistan’ın Kosova’ya ilişkin katı tutumunun arkasında yatan bir diğer önemli neden ise, AB üyelerinden bazıları ile Rusya ve Çin’in Kosova’nın bağımsızlığına karşı çıkmaları ve Kosova’nın “bağımsız bir devlet olarak” BM’ye üye olmasını veto etmeleridir. Ne var ki, özellikle son dönemde Sırbistan’ın Kosova’ya ilişkin tutumunda bir nebze de olsa değişim olduğu görülmektedir. Bunun nedeni ise, Batı Balkanlar açılımı çerçevesinde AB’ye üye olma fırsatını kaçırmak istemeyen Sırp Hükümeti’nin tutumudur. Hırvatistan’ın Temmuz 2013 itibarıyla AB üyesi olacak olması, Sırbistan’ın bu yöndeki istekliliğini tetiklemiştir. Ne var ki, AB, Kosova Sorunu’nun çözümünü üyelik ön koşulu olarak görmektedir. Sırbistan, AB’nin direncini kırabilmek için Kosova konusunda birtakım adımlar atması gerektiğini görmektedir. İşte bu antlaşma da Kosova Meselesi’ne ciddi bir çözüm üretmiyor olmasına karşın, Sırbistan’ın üyelik sürecine olumlu olarak yansıyabilecektir. Sırbistan Devlet Başkanı Tomislav Nikolic’in geçtiğimiz günlerde Srebrenica Katliamı nedeniyle Boşnaklardan dilediği özür de bu ülkenin AB üyeliği hedefi bağlamında anlamlandırılmalıdır.
Nisan sonunda Brüksel’de yapılan antlaşmanın maddeleri açık bir şekilde ortaya konmamasına karşın, Sırp ve Arnavut medyalarına yansıyan haberlerden antlaşmanın içeriği hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Buna göre, Kosova’nın kuzeyinde Sırp nüfusun çoğunlukta olduğu belediyeler (Kuzey Mitrovica, Zvecan, Zubin Potok ve Leposavici) bir “belediyeler birliği” oluşturacaktır. Tüzük ile kurulacak olan bu birlik, ancak üyeler isterse kapatılabilecek. Bu birliğin ve belediyelerin hukuki statüsü anayasal güvence altına alınacaktır. Sırp çoğunluğun oluşturduğu belediyeler birliğinin bir başkanı, başkan yardımcısı, meclisi ve yürütme konseyi olacaktır. Bu birlik, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Kosova yasalarına uygun olarak ekonomi, eğitim, sağlık, kentsel ve kırsal planlama alanlarında yetkili olacaktır. Belediyeler Birliği, Kosova Hükümeti’nde “gözlemci” statüsüyle temsil edilecektir. Antlaşmanın Kosova’nın siyasal meşruiyeti açısından en önemli artısı, ülkede tek bir polis teşkilatının oluşturulmasını öngörmesidir. Yani Sırp çoğunluğun bulunduğu şehirlerdeki polis yetkilileri de Kosova Polisi’nin bir parçası olacak ve maaşları ile yetkileri merkezi hükümetçe belirlenecektir. Ancak Sırp çoğunluğun yaşadığı 4 belediyede görev yapacak polisler Sırp kökenli olacaktır. Sırp belediyelerinde görev yapan polislerin amiri de Kosova İçişleri Bakanlığı tarafından seçilen ve atanan Sırp kökenli bir Kosovalı olacaktır. Böylece polis teşkilatının bölgesel/toplumsal meşruiyeti de sağlanmak istenmiştir. Zira iç güvenliğin sağlanması Kosova’nın en önemli meselelerinden biri haline gelmiş durumdadır. İmzalanan antlaşmaya göre, Kosova’nın kuzeyindeki yargı organları da ülkedeki yargı sistemine entegre edilecek ve ülke çapında tek bir yargı sistemi egemen olacaktır.
Brüksel Antlaşması’nın Kosova’nın siyasal geleceği açısından en önemli sonuçları, iç güvenlik, yargı ve sınır kontrolü konularında Kosova merkezi hükümetini yetkilendirmesidir. Bunun yanı sıra antlaşmanın 14. Maddesi ile taraflar birbirlerinin “AB üyeliği” yolunda herhangi bir engel teşkil etmeyeceklerini de kaydetmektedirler. Esasında bu maddenin içeriği, Kosova’nın BM üyeliğinin kabul edilmesi ile Sırbistan’ın AB üyelik sürecini birbirine bağlayacak şekilde düzenlenmek istemiştir. Ancak Sırp tarafının itirazı ve masadan kalkma yönünde emareler göstermesi üzerine, Fransa ile Rusya’nın da isteğiyle, 14. Madde oldukça muğlak bir şekilde düzenlenmiş ve aslında yalnızca Sırbistan’ın AB üyelik sürecine atıf yapar hale bürünmüştür.
Brüksel Antlaşması ile Sırbistan’ın ve Sırpların Kosova’nın kuzeyine ilişkin talepleri “yerel yönetim” düzeyinde karşılık bulmakta ve bu bölgede yaşayan Sırplar “belediyeler birliği” aracılığıyla toplumsal bütünlüklerini vurgulama alanı bulmaktadırlar. Ne var ki, özellikle polis teşkilatı, yargı ve sınırlar konusunda Kosova Hükümeti’nin tek otorite olarak yetkilendirilmesi, Dayton Antlaşması’nın Bosna’da yarattığı yönetimsel krizin önüne geçilmek istendiğini gösteriyor. Antlaşma ile Sırpların varlığı ve yönetimsel talepleri anayasal bir güvenceye kavuşturulurken, Kosovalı Arnavutlar ile Sırplar arasına, Bosna-Hersek’te görüldüğü üzere anayasal ve yönetimsel sınırlar konmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Böylece uzun vadede Arnavutlar ile Sırpların Kosova vatandaşlığında birleşmelerini sağlamak hedeflenmiştir. Ne var ki, gerek Kosovalı Sırplar gerekse de Sırbistan muhalefetinin yoğun itirazları ve Kosovalı Arnavutların, özellikle de Ramush Haradinay liderliğindeki Arnavut milliyetçilerinin yoğun itirazları, Brüksel Antlaşması’nın uygulanabilmesinin önünde çok büyük bir engel oluşturmaktadır. Önümüzdeki dönemde, Sırpları uygulama noktasında ikna edebilmek için AB ve Rusya; Arnavutları ikna edebilmek için de ABD/NATO’nun sürece müdahale etmesi beklenebilir.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü