Son birkaç yıldır daha evvelkinden çok farklı bir senaryo konmuş tezgâha Kıbrıs’ta.
2003, 2003 ve 2004 yılındakinden bayağı farklı bu.
O yıllarda da çok uğraşılmıştı Kıbrıs Türk’ünün kafasını çelmek için ve başarmışlardı da.
O dönemde ortaya mantar gibi çıkan Sivil Toplum Örgütlerine, hem Avrupa Birliği hem de ABD bayağı para dökmüştü, kendilerinin “Rüşvet” olarak tanımlamadıkları ve adını da “hibe, yardım, burs, komisyon, tüm masrafları ödenmiş seyahatler ve geri dönüşü istenmeyen kredi” koydukları parasal menfaatlerle.
En sonunda da 24 Nisan 2004’de yapılan Annan Planı Referandumunda kararsızların ve paragözlerin oylarını “Evet” yönüne çevirmeyi başarmışlardı.
Bu oylar mevcut “Evet”çilerin oyları ile birleşince de Kıbrıslı Türklerin güya kendi iradeleri ile %65 oranında Referandumda “Evet” dedikleri savını ortaya atmışlardı.
Allah’tan Rumlar “Hayır” dedi ve KKTC’yi tarihten silmek zorunda kalarak Egemenliğimiz ile Özgürlüğümüzü Rumlara teslim etmedik.
Şimdi o dönem mantar gibi biten Sivil Toplum Örgütlerinden eser yok. Paraların akıtıldığı o yıllarda her gün bir başka faaliyette bulunan bu örgütler şimdilerde buhar olup uçmuş durumdalar.
Aradan geçen yıllar içinde Kıbrıslı Türkler gerçeği gördüklerinden, aynı senaryoyu günümüzde tezgâha koyamıyorlar.
Şimdi aynı senaristler bir başka senaryo yazdılar.
Bu tezgâhın ana hedefi gene Kıbrıslı Türkleri Türkiye’den koparmak amaçlı ama bu sefer yöntem farklı.
Oyunun ana hedef kitlesi bu sefer Kıbrıslı Türkler değil, Anavatan da yaşayan Türk halkı.
Öyle eylemler yapılmalı ki, Anavatan Türkiye’de yaşayan Türkler, yavruvatan da yaşayan Kıbrıslı Türklerden nefret etmeli ve en sonunda da “verin Kıbrıs’ı kurtulalım bunlardan” diyebilecek duruma getirilmeli. Kısaca Kıbrıs Türkü ile anavatanda yaşayan kardeşlerimizin arasını açmak amaçlı bu tezgâh.
Çirkin bir senaryo, çirkin bir oyun bu.
Hedef belli.
Kıbrıs Türk’ünün anavatan ile olan bağları, diğer Türk devletleri ile olan bağları koparılacak, sonra da adayı yutmak için gerekli olan ne ise yapılacak.
Bu amaç doğrultusunda adına “Altıncı Kol” diyebileceğimiz ekip gerçekten de mükemmel örgütlenmiş ve aksamasız da çalışıyor.
1469-1527 yılları arasında yaşamış olan ve hayatının çoğunluğunu Floransa’da geçirmiş olan “Niccolo Machiavelli”nin orijinal adı (Prince of the Legend) olan ve Türkçemize de “Küçük Prens” veya “Efsane Prens” adı ile çevrilen kitabında yazdığı “all the means justify to the end” yani “başarıya giden her yol mubahtır” tanımı, tarihe mal olmuş ama hala daha da günümüzde geçerliliğini koruyan bir strateji ilkesi konumunda.
Bunu açık veya üstü kapalı olarak her yerde ve her eylemde görmekteyiz.
Anavatan Türkiye’ye karşı düzenlenen art niyetli mitingler, mitinglerde açılan çirkin pankartlar ve bu mitinglerde gözbebeğimiz polisimize karşı düzenlenen çirkin saldırılar.
Mitinglere ait görüntüler ve çirkin yazıların yer aldığı pankartlar, anavatan Türkiye’de o denli etkili oldu ki, Türk halkı, Kıbrıslı Türkler bizi artık istemiyor düşüncesine kapılmaya başladı.
Türkiye’ye, Türkiye’nin sevgisine, memuruna, askerine ve bizleri ayakta tutabilmek, yaşam nefesi verebilmek için elinden gelen her şeyi yapan anavatanımız Türkiye’ye her tür aşağılayıcı ve suçlayıcı lafları eden, Avrupa Birliğinin başkenti olan Brüksel’e gidip şikâyetler yapan, oradaki üç beş AP milletvekili ile toplantılar yapıp, kendi düşüncelerini Kıbrıs Türk’ünün düşünceleri imiş gibi lanse etmeye çalışan kişilerin arkasındaki kitleyi de evvelki gün yapılan genel kurulda gördük.
Boylarından büyük laflar eden, Türkiye karşıtı her tür eylemi göz kırpmadan yapan bu kişilerin arkasındaki kitle bin kişi bile değil.
Bırakın bunların Kıbrıs Türklerinin tümünü temsil ettikleri iddiasını, kendi meslektaşlarının tümünü bile temsil etmiyorlar.
İsrail Hükümetinin geçen hafta kabul ettiği vatandaşlık yasasının aynısını KKTC hükümetinin de aynen, noktasına ve virgülüne dokunmadan Meclisinden geçirmesinin zamanı geldi.
Prof. Dr. Ata ATUN