KKTC İçin Önce Tayvan Sonra Kosova Modeli

Kıbrıs’ta Türk ve Rum tarafları arasındaki müzakerelerde son durum itibariyle çözüme ulaşmak oldukça zor gözükmektedir. Bugüne kadar çözüme ulaşılamaması noktasında her iki taraf birbirlerini suçlamaktadır. Ancak tarafların mevcut talepleri arasındaki büyük farklılıktan dolayı bir çözüm çıkması da mümkün değildir.

1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından beri adada üç farklı dönem yaşanmıştır. İlk dönem Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinden 1974 yılındaki Türkiye’nin müdahalesine kadar geçen süreçtir. 14 yıllık bu süreçte adada çoğunluğa sahip olan Rumlar, kurucu anayasada Kıbrıs Türk toplumuna tanınan hakları birer birer alarak Türkleri azınlık konumuna itmeye çalışmıştır. Kıbrıslı Rumların bu politikası büyük ölçüde başarılı olmuş ve Kıbrıslı Türkler devlet kuruluşlarından dışlanmışlardır. Kıbrıs’ta artan etnik çatışma olayları da Türk toplumu Türkiye’ye göçe zorlanmıştır.

İkinci dönem Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunduğu 1974’ten Annan Planı’nın referanduma götürüldüğü 2004 yılına kadar uzanan 20 yıllık bir süreyi kapsamaktadır. 1974 askeri müdahalesi sonrasında adanın değişik yerlerinde dağınık olarak yaşayan Türkler, Türkiye’nin kontrolündeki Kuzey’e göç ederlerken, Kuzey’de yaşayan Rumlar da Güney’e göç etmişlerdir. Böylece Kıbrıs’ta Türkler ve Rumlar arasında toprak temelli bir bölünme ortaya çıkmıştır. Rumların azınlık olarak gördüğü Kıbrıslı Türkler ada topraklarının üçte birine sahip kuzey kesiminde müstakil bir toprağa kavuşmuşlardır. Bu durum Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini tayin hakkını kullanarak 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ilan etmeleriyle birlikte yeni bir niteliğe bürünmüştür. Böylece Kıbrıslı Türkler, Rumlarla birlikte yaşamanın tek seçenek olmadığını ve bağımsızlığın da bir alternatif olduğunu uluslararası kamuoyuna ilan etmişlerdir.

1974-2004 arası dönemde müzakereler dalgalı bir seyir takip etmiş ve Kıbrıs’ta nihai çözüme ulaşmak mümkün olmamıştır. Bu süreçte uluslararası camia tarafında çözümsüzlüğün en büyük sorumlusu olarak Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye gösterilmiştir. Ankara’nın “çözümsüzlük de çözümdür” yaklaşımıyla mevcut statükoyu sürdürmeye çalışması, uluslararası kamuoyunda Türkiye’yi suçlayan çevrelerin tezlerini güçlendirmiştir.

Kıbrıs’ta üçüncü döneme 2004 Annan Planı ile girilmiştir. Bu dönemde Türkiye’nin AB üyelik sürecini hızlandırmak isteyen AK Parti Hükümeti, Kıbrıs’ta çözüme ulaşmak için inisiyatif almıştır. Bu durum Türkiye’nin geleneksel Kıbrıs politikasının değişmesi anlamına geliyordu. BM Genel Sekreteri Kofi Annan liderliğinde hazırlanan ve müzakereler sonucunda kabul edilen barış planı Nisan 2004’te referanduma sunulmuştur. Kıbrıs sorununu nihai olarak çözecek bu plan, Kuzey Kıbrıs’taki Türkler tarafından % 65 oranında kabul gördüğü halde, Kıbrıs Rum tarafında % 76 gibi ezici bir çoğunlukla reddedildiği için yürürlüğe girememiştir. Bu referandumdan ne sonuç çıkarsa çıksın Rum kesiminin “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla tüm adayı temsilen AB’ye girecek olması, Rumların Annan Planını reddetmelerinin en önemli gerekçesidir. Açıkçası Güney Kıbrıs, adadaki egemenlik yetkilerini Türklerle paylaşmak istememiştir. Türkiye’nin AB’ye tam üye olmak istediği bir zeminde Güney Kıbrıs’ın ve Yunanistan’ın Ankara’dan daha fazla taviz koparması o zaman için makul gözüküyordu.

Annan Planı referandumu uluslararası kamuoyunda Kıbrıs sorununda uzlaşmaz tarafın Türk tarafı değil Rum tarafı olduğu tezlerini güçlendirmiştir. Kuzey Kıbrıs ve Türkiye’de ise referandum, Rum tarafının kesinlikle iki toplumlu ve iki kesimli bir federasyon istemediği fikrini güçlendirmiştir.

Şimdi halen Güney Kıbrıs ve Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanları arasında müzakereler devam etmektedir. Ancak Dimitris Hristofyas ve Derviş Eroğlu arasında yapılan müzakereler sırasında Güney Kıbrıs’ın Eylül 2011’de Akdeniz’deki doğalgaz yataklarını işletmeye karar vermesi, müzakere sürecini baltalamak istediğinin bir göstergesi olarak yorumlanmaktadır. Buna göre Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama çalışmalarından dolayı Türkiye ile gerilimin çıkması durumunda, Güney Kıbrıs müzakere sürecini akamete uğratmak için bir fırsat yakalayacaktır. 2012’nin ikinci yarısında AB dönem başkanı olacak Güney Kıbrıs, sorunu zamana bırakarak Annan Planından daha iyi bir müzakere pozisyonu yakalamaya çalışmaktadır.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1960’tan günümüze kadar olan sürece bakıldığında Kıbrıs Rum tarafının temel tavrında çok fazla bir değişiklik olmamıştır. Kıbrıs Rum tarafı Türkleri kurucu bir ortak olarak değil, sadece azınlık olarak görmekte ve devleti Türklerle paylaşmak istememektedir. Rum tarafı, uluslararası kamuoyunun baskısıyla oluşturulacak bir çözüm formülünde de Türkiye’yi Kıbrıs’tan mümkün olduğunca uzak tutmak istemektedirler. Türkiye’nin desteğinden mahrum kalan Kıbrıslı Türkleri, Kıbrıs adasında ve Yunanistan’ın da dâhil olduğu AB içerisinde etkisizleştirme politikası izlemek kolaylaşacaktır.

Mevcut şartlar altında Güney Kıbrıs’tan çözüm için adım atmasını beklemek mantıklı gözükmemektedir. Bu durumda Türkiye’nin Güney Kıbrıs’ı çözüme ikna edecek bazı ileri adımları atması gerekmektedir. Türkiye, Güney Kıbrıs’ın makul bir süre içerisinde çözüme yanaşmaması durumunda alternatif politikanın Kuzey Kıbrıs’ın bağımsızlığı olacağını vurgulamalıdır.

Tayvan Modeli

Alternatif bir politika olarak Ankara, Kuzey Kıbrıs için önce Tayvan modelini uygulamaya koyabilir. 1949–1971 yılları arasında “Çin Cumhuriyeti” adı altında Tayvan, BM’de tüm Çin’i temsil etmiştir. 1971 yılında ise Tayvan üyelikten çıkartılırken yerine Kıta Çin’indeki “Çin Halk Cumhuriyeti” tüm Çin’i temsilen BM’de temsil yetkisine kavuşmuştur. ÇHC, Tayvan’ı bağımsız bir devlet olarak tanıyan ülkelerle ilişkilerini kesme tehdidinde bulunmaktadır. Bu yüzden dünyada 22 küçük devlet dışındaki tüm ülkeler hukuki olarak Tayvan’ı Çin’in bir parçası olarak görmektedir. Bununla birlikte dünyanın öndegelen pek çok ülkesi Tayvan ile ancak bağımsız bir devletle yürütülecek her türlü ilişkiyi yürütmektedir. Karşılıklı temsilciliklerin adı büyükelçilik yerine ticaret ve kültür ataşeliği olarak nitelendirilmektedir. Yine Tayvan dünyanın her yeriyle serbest ticaret yapabilmekte ve Başkent Taypeh’ten pek çok noktaya doğrudan uçuş yapılabilmektedir.

Türkiye de bu süreçte KKTC için benzer yol izleyebilir. Her ne kadar Kuzey Kıbrıs ekonomisi Tayvan’ın yanında cılız kalsa da en azından Akdeniz havzasındaki devletlerle fiili ilişkiler kurulabilir. Kuzey Kıbrıs’ın Tayvan’a göre en büyük sorunu tecrit uygulamasıdır. Türkiye dışında hiçbir ülkenin gemisi ve uçağı Kuzey Kıbrıs’ın limanlarını kullanamamaktadır. Bu anlamda Tayvan Modelinin uygulamasında başarıya ulaşıldığı zaman Kuzey Kıbrıs’a yönelik tecrit de kırılmış olacaktır. Sadece Türkiye tarafından resmen tanınan KKTC’de halen ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Avustralya, Katar, Suudi Arabistan, Avrupa Birliği ve Azerbaycan Nahçivan Özerk Bölgesi’nin çeşitli statülerde temsilcilikleri bulunmaktadır. Türkiye bu politikanın takipçisi olması halinde, rahatlıkla 50’den fazla devletin Kuzey Kıbrıs’ta temsilcilik açması sağlanabilir. Ayrıca Türkiye dışında üçüncü ülkelerle KKTC’nin doğrudan ticaret yapması ve karşılıklı uçak seferi koyması temin edilebilir. Kuzey Kıbrıs açısından Tayvan modelinin başarıya ulaşması halinde Güney Kıbrıs’ın mevcut müzakere pozisyonu zayıflayacak ve Rumlar Kıbrıslı Türkleri azınlıktan çok bir ortak olarak görmeye başlayacaktır.

Kosova Modeli

Eğer Tayvan modeli Güney Kıbrıs’ın müzakere pozisyonunda bir esnemeye yol açmazsa, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs artık nihai tercihini 1983 yılında ilan edilen bağımsızlığın dünyaya kabul ettirilmesi şeklinde kullanabilir. KKTC’nin bağımsızlığının kabul ettirilmesinde Kosova modeli uygulanabilir. 2008 yılında bağımsızlığını ilan eden Kosova’yı şimdiye kadar 83 ülke tanımıştır. Rusya ve Çin’in vetosu dolayısıyla Kosova, BM’ye üye olamasa da uluslararası alanda bağımsız bir devlet olarak büyük bir meşruiyet kazanmıştır.

BM’ye üyelik için BM Güvenlik Konseyi’nin de onayı gerekmektedir. Mevcut şartlarda beş daimi üyenin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) Kuzey Kıbrıs’ın bağımsızlığına sıcak bakmadıkları bilinmektedir. Ancak Türkiye tıpkı Kosova’da olduğu gibi KKTC’nin mümkün olduğunca çok sayıda devlet tarafından bağımsız bir devlet olarak tanınması için girişimlerde bulunabilir. Çin’in açık tehdidine rağmen Tayvan’ı 22 kadar ülke bağımsız bir devlet olarak tanıyorsa, Türkiye’nin desteklediği KKTC’yi daha fazla sayıda devlet tanıyabilir. Dünyanın 16. büyük ekonomisi konumunda bulunan ve uluslararası alanda ağırlığı artmakta olan Türkiye, 100 civarında ülkenin KKTC’yi bağımsız olarak tanımasını sağlayabilir.

Güney Sudan ve Doğu Timor’un bağımsız olduğu bir dünyada Kuzey Kıbrıs da elbette referandumla kendi kaderini tayin hakkını seçebilir.

Yazının İngilizcesi için tıklayınız…

 

Selçuk Çolakoğlu

USAK Uzmanı

Adnan Menderes Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

Kaynak: USAK

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...