Elimizden Kaçıp Giden Dünya

Kitap: Anthony Giddens, Elimizden Kaçıp Giden Dünya, Çeviri: Osman Akınhay, İstanbul, Ocak 2000, Alfa Yayıncılık, 110 s. ISBN: 975-316-326-6

Özet

Bu çalışma, Yapılandırma Kuramı ve modern toplumlar üzerindeki bütünsel fikirleriyle tanınan, sosyoloji alanındaki en önemli isimlerden biri olan Anthony Giddens’in Elimizden Kaçıp Giden Dünya kitabının incelemesidir. Eser, aynı başlıklı BBC Reith Konferanslarının kitaplaştırılmış halidir. Giddens bu konferansların ve kitabın adını Elimizden Kaçıp Giden Dünya koymasının sebebi olarak; bu ifadenin birçoğumuzun hızla değişen bir dünyada yaşamaktan dolayı hissettiği duyguları çok iyi yansıtması olarak aktarmıştır. Eser, küreselleşme sonucu dünya çapında muazzam noktalara varan değişimlere ve bu değişimlerin kontrol edilemez bir aşamaya geldiğine değinmektedir. Fakat yazar geleceğe yönelik umutsuz ve çaresiz değildir, elimizden kaçıp giden dünyayı yerinde tutacak yollar bulabileceğimizi ve bulmamız gerektiğini savunmaktadır. Yazarın hitap ettiği sınırlı bir kitle yoktur. Alana ilgi duyan herkesin anlayacağı şekilde sade bir dil ile küreselleşme sonucu meydana gelen değişimleri ve ortaya çıkan yeni riskleri değerlendirmektedir. Aynı zamanda 20. yüzyılın son Reith Konferansçısı olan Giddens, bu kitabında küreselleşme sonucu yaşanan değişimleri sırasıyla; küreselleşme, risk, gelenek, aile ve demokrasi olmak üzere farklı beş kategoride ele almıştır.

Anahtar Kelimeler: Giddens, Küreselleşme, Değişim, Risk, Küresel.

Anthony Giddens, Elimizden Kaçıp Giden Dünya kitabında, küreselleşmenin etkisi ve yaşanan değişimlerin sonucunda dünyanın elimizden kaçıp gittiğini örneklerle ortaya koymaktadır. Yazarın amacı, yaşanan değişimi örneklerle gözler önüne sermek ve küreselleşmenin yarattığı yeni risklere dikkat çekmektir. Giddens, gelecek konusunda umutsuz ve aciz olmadığımızı tam tersine, elimizden kaçıp giden dünyayı yakalamak için yollar bulabileceğimizi ve bulmamız gerektiğini savunur ve kitap boyunca bu yollar konusunda önerilerde bulunur. Küreselleşme sonucu ortaya çıkan değişimlerin sadece dünya çapındaki olayları etkilemediğini aynı zamanda gündelik yaşamı da derinden etkilediğini iddia eder. Bu nedenle kitapta aile, cinsellik ve gelenek gibi konulara geniş yer verir. Kitabı okuduktan sonra daha da iyi anlaşılacağı üzere Giddens’ın yüksek bir öngörüye sahip olduğu söylenebilir ki bahsettiği çoğu konuda haklı çıkmıştır. Bu sebeplerden ötürü bu Giddens’ın bu eseri de incelenmeye değerdir. 

Giddens’ın bu kitapta temel argümanlarından birisi, bilimsel ilerlemenin istikrar ve düzen getirip getirmediği üzerinedir. Bilim ve teknolojinin daha fazla gelişmesiyle dünyanın daha istikrarlı ve düzenli bir hale geleceğine inanmamaktadır. Ona göre dünya denetimimiz altına girmiyor aksine, giderek daha da fazla denetimimizden çıkmaktadır. Tarihte daha önce karşılaşılmamış riskli koşullarla yüz yüze olduğumuza dikkat çekmektedir. Giddens bu risklerin ve belirsizliklerin istisnasız tüm insanlığı etkileyeceğini savunur. Bu sorunların küreselleşme ile olan ilgisini vurgular. Yazar, küreselleşmenin dünya çapında meydana gelen olayları etkilemesinin yanı sıra gündelik yaşamı da etkilediğinin altını çizer. Kitapta cinsellik, evlilik ve ailenin geniş bir açıdan ele alınarak tartışılmasının nedeni budur. Giddens küreselleşmenin sonucunda yeni risklerle nasıl karşı karşıya kalındığını tartışır.

Yazar hakkında bilgi vermek gerekirse; Anthony Giddens 18 Ocak 1938 yılında Londra’da doğmuştur. Bir katibin oğlu orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak büyümüştür. Ailesinde üniversiteye giden ilk kişidir. Lisans derecesini Hull Üniversitesinden 1959’da almış, daha sonra Londra Ekonomi Okulu’ndan yüksek lisans derecesini almıştır, bunu 1974’te Cambridge Üniversitesi’nden alınan doktora derecesi takip etmiştir. 1961’de toplum psikolojisi öğrettiği Leicester Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştır. 1969’da İktisat Fakültesi’nin bir alt bölümü olacak Toplumsal ve Siyasal Bilimler Komitesi’nin oluşumuna yardım edeceği bir pozisyona atanmıştır. Yapılandırma kuramı ve modern toplumlar üzerindeki bütünsel görüşleriyle tanınmaktadır. Sosyoloji alanındaki en önemli modern bilimcilerden biridir. 29 dilde yayınlanan 34’ten fazla kitabı ile, yılda birden fazla kitap yayınlamış bir yazardır. Sosyoloji (2009), Modernliğin Sonuçları (1994), Tarihsel Materyalizmin Çağdaş Eleştirisi (2009), Sağ ve Solun Ötesinde (2002); yazarın eserlerinden bazılarıdır (Yıldırım 2019). 

Giddens kitabının önsözünde; Elimizden Kaçıp Giden Dünya başlıklı BBC Reith Konferansları’nın sonradan kitaplaştırıldığı aktarılmıştır. Kitaba ve konferansa neden bu ismi verdiğine değinmiştir. Açılış konferansı ile son konferans Londra’da verilirken; risk, gelenek ve aile konulu olanlar Hong Kong, Delhi ve Washington’da kaydedilmiştir (Giddens, 2000). Konferansların büyük tartışmalar yarattığına ve dünyanın dört bir yanında ilgi çektiğine değinilmiştir. Yazar hedef kitlesini oldukça geniş tutmuştur. Kitabın hedef kitlesinin sadece akademik camia olmaması olumlu bir detaydır. Yazarın sade ve gayet anlaşılır bir dil kullanması, eserin herkes tarafından anlaşılabilir olmasını sağlamıştır. Kitapta yer alan bilgiler, okuyan insanların beklentilerini karşılamaktadır. Kendi içinde tutarlı argümanlarını, destekleyici örneklerle savunan Giddens’ı günümüz koşullarında okuduğumuzda hemen hemen her konuda haklı çıktığını görürüz. Öngörü konusunda ciddi anlamda başarılı olan yazar, sadece sorunları ortaya koymayıp onlara bir de kendince çözüm önerileri sunmuştur. Bu ise kitaba dair olumlu en önemli detaylardan biridir. 

Elimizden Kaçıp Giden Dünya hakkında bilgi vermek gerekirse, kitap öncelikle sosyoloji alanında verilmiş bir eserdir. Yazar kitapta genel olarak örneklerle düşüncelerini desteklemiş, olayların tarihsel oluşumlarına da bazı kısımlarda yer vermiş ve yeri geldiğinde düşüncelerini istatistik veriler ile aktarmıştır. Giddens kendi görüşlerini ifade ederken olgu ve olaylar açısından somut örneklere de yer vererek tutarlı bir yaklaşım benimsemiştir. Aynı zamanda Giddens, kitabında olaylara ilişkin durum tespiti yapmış ve küreselleşme sonucu karşılaşılan sorunlara ilişkin çözüm önerilerini sunmuştur. Kitabın bazı yerlerinde objektiflik unsurunun göz ardı edilmesi kitabın olumsuz ve zayıf yönünü oluşturmaktadır. Göze çarpan bir diğer zayıf nokta ise; Giddens’ın sunduğu çözüm önerilerini yeterince detaylandırmamasıdır.

Yazarın etkilendiği sosyal, politik, ekonomik değişkenlerden bahsedecek olursak bu değişkenlerin kitaba yön verdiği eserde açıkça anlaşılmaktadır. Küreselleşme sonucu yaşanan köklü değişimler ve insanların daha önce karşılaşılmayan risklerle yüz yüze olması yazarı etkilemiştir. Giddens modernliğin krizi ve postmodernite tartışmalarının yaşandığı dönemin düşünürüdür. Yaşadığı dönemi eserlerine yansıttığı söylenebilir.

Kitabın bölümlerini tek tek incelemek gerekirse, Küreselleşme başlıklı ilk bölümde yazar küreselleşmenin tek bir süreç olmadığını, karmaşık süreçlerin bir araya geldiği bir olgular kümesi olduğunu, ayrıca çelişkili veya birbirine zıt etkenlerin devreye girdiği bir proses olduğunu savunmuştur. Giddens, sonucu iyi veya kötü yönde olsun, hiç kimsenin tam anlamadığı ama etkisini hepimiz üzerinde hissettiren bir küresel düzene doğru sürüklendiğimizi belirtmiştir. Küreselleşmeye olan bakış açıları ile farklılaşan iki tarafı birbirinden ayırıp; bir tarafı “şüpheciler” olarak diğer tarafı ise “radikaller” olarak kategorize etmiştir. Şüphecilere göre küreselleşmenin sağladığı faydalar ve getirdiği olumsuzluklara rağmen, dünya büyük ölçüde eskisi gibi dönmektedir. Küreselleşmenin şüphecilere göre önceki dönemlerde var olan ekonomiden özellikle farklı bir şey olmadığını aktarmış yazar. Şüphecilerin ekonomik alışverişin küresel çapta yapılmadığını, yakın bölgeler arasında gerçekleştiğini savunduklarını belirtmiştir. Bu görüşün tam karşısında olan radikallere göre ise; küreselleşme tamamen gerçektir ve sonuçları istisnasız her yerde hissedilir. Yazar bu iki görüş arasından radikalleri haklı bulmaktadır. Ne var ki yazar bu iki tarafı da sadece ekonomik bir bakış açısına sahip oldukları için eleştirmektedir. Zira yazara göre küreselleşme sadece ekonomik boyutu ile ele alınmamalıdır. Giddens, küreselleşmenin ekonomik olduğu kadar siyasal, teknolojik ve kültürel boyutlarda bir olgu olduğunun üzerinde ısrarla durmuştur. 

Bu bölümde yazar temel argümanlarından birini sunmuştur. Bu da küreselleşmenin sadece bireylerden uzak olan şeyleri değil, aynı zamanda yaşamlarımızın kişisel ve mahrem yönlerini de etkilediğidir. Giddens, bu iddiasını desteklemek için geleneksel aile yapısının değiştiğini, daha önce karşılaşılmayan risklerle karşılaşıldığını ve kadınların hak talep etmeleri sonucu geleneksel aile yapısının köklü bir değişimden geçtiğini vurgulamaktadır. Yazar ayrıca küreselleşmenin tarafsız bir şekilde ilerlemediğini kabul etmektedir. Avrupa’nın ve Kuzey Amerika’nın dışında yaşayanlar için küreselleşmenin rahatsız edici derecede Batılılaştırma olarak görüldüğünü aktarmaktadır. Giddens, Amerika’nın sahip olduğu kültürel, ekonomik ve askeri konumdan dolayı bu Batılılaşmaya “Amerikalılaştırma” da diyebileceğimizden bahsetmektedir. Küreselleşmenin eşitsizlik yarattığı ve beraberinde riskler getirdiğini de belirtmekte fakat “ters yönlü sömürgeleştirme” eğiliminden de bahsetmektedir. Ters yönlü sömürgeleştirme; Batı olmayan ülkelerin Batı’daki gelişmeleri etkilemesi demektir. Yazar ters sömürgeleştirme olarak bahsettiği Batı dışı ülkelerin, batıyı etkilediği argümanını savunmaktadır. Yazar bu kavramı, Hindistan’ın küresel yönelimli bir teknoloji ile küresel sistemde ön plana çıkması ve Los Angeles’in Latinleşmesi kanıtları ile desteklemektedir. Yazar bu değişikliklerin evrensel kozmopolit bir toplum yarattığını ve bu toplumun dış çizgilerinin bulanık olduğunu iddia etmektedir. Yaşanan değişimlerin karışıklık yarattığını, anarşik ve gelişigüzel bir süreç halinde devam ettiğini aktarmaktadır. Bu bölümün sonunda Giddens, “Kendimizi bu güçlere yeniden empoze edebilir miyiz?”, sorusuna cevap arar ve sonuç olarak edebileceğimize inandığını belirtmektedir. Yaşanılanların acizlik veya kişisel başarısızlıkların bir göstergesi olmadığını; kurumların yeteneksizliğini yansıttığını savunmaktadır. Giddens, sahip olduğumuz kurumları yeniden düzenlemek ya da yenilerini yaratmak zorunda olduğumuzu belirtmektedir. 

Risk başlığı altındaki ikinci bölümde Giddens riski; gelecekteki olasılıklar düşünülerek etkin biçimde değerlendirilen tehlikeler olarak kavramsallaştırmaktadır. Yaşanan küresel ısınmayı, artan hortum ve kasırga felaketlerini riskle ilişkilendirmiş ve küresel endüstriyel gelişmenin sonucunda yeryüzünün birçok alışkanlığına zarar vermiş olabileceğimizi aktarmaktadır. Giddens riskin olumlu ve olumsuz etkilerinin modern sanayi toplumunun ilk günlerinden beri kendisini gösterdiğini söylemektedir. Giddens’a göre küresel bir çağda yaşamak çok çeşitli yeni risk durumlarıyla boğuşmak demektir. Riskin, değişime eğilimli bir toplumun harekete geçirici dinamiği olduğunu savunmaktadır. Yazar, doğanın doğa olmaktan çıktığını ve yaşanan teknolojik ilerlemenin aynı zamanda doğaya zarar verdiğini düşünmektedir. Çernobil kazasını ve asit yağmurlarını buna örnek olarak vermektedir. Giddens bu noktada kendince bir çözüm sunmaktadır. Teknolojik değişimleri ülke ve dünya çapında izleyecek kurumlardan yoksun olduğumuzu belirtmektedir. Teknolojik değişimler ve onların tartışmalı sonuçları hakkında kamusal bir diyalog zemini yaratılmasının önemine değinmektedir. Giddens, bilim ve teknoloji ile ilgilenecek daha fazla kamusal araç olmasının, bu sürecin daha zararlı sonuçlarının bir kısmını azaltmamızı sağlayabileceğine inanmaktadır.

Geleneklerin ele alındığı üçüncü bölümde yazar; geleneksel olduğunu sandığımız şeylerin önemli bir kısmının aslında son birkaç yüzyılın hatta daha yakın zamanların eseri olduğunu savunmaktadır. Gelenek fikrinin kendisinin de modernliğin bir yaratıcısı olduğuna değinmektedir. Geleneklerin bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde her zaman iktidarla iç içe geçtiğini belirtmektedir. Geleneklerin zaman içinde evrim geçirdiğini ve ani değişimlerin veya köklü dönüşümlerin de mümkün olduğunu savunan Giddens’a göre; gelenekler icat edilmektedir. Giddens bu bölümde hiçbir kutsalın olmadığı bir dünyada yaşayabilir miyiz sorusuna hayır cevabını vermektedir. Geleneklerin gerekli olduğunu, uğruna ölünecek bir şeyimiz olmazsa hiçbirimizin gözünde yaşamın anlamının kalmayacağını belirtmektedir.

Aile kavramını ele aldığı dördüncü kısımda Giddens, kişisel ve duygusal alanları etkileyen köklü dönüşümlerin, belli bir ülkenin sınırlarını aşan boyutta olduğunu öne sürmektedir. Giddens aileyi; gelenek ile modernlik arasındaki mücadelelerin geçtiği zemin olarak tanımlamaktadır. Geleneksel ailenin son derece birleştirici bir kategori olduğunu belirten Giddens; aile kavramına özel bir önem yüklemektedir. Bu bölümde, önceleri ekonomik bir birim olan geleneksel ailenin değişim geçirdiğini vurgulamaktadır. Giddens; iyi bir ilişki, tarafların eşit hak ve yükümlülüklerinin olduğu bir eşitler ilişkisidir der. Böyle bir ilişkide iki taraf da diğerine saygı duymaktadır. Bunlara ek olarak iyi bir ilişkinin keyfi güç kullanma, baskı ya da şiddetten arınmış bir ilişki olduğunu söylemektedir. Bu noktada Giddens çok başarılı bir saptama yapar: ona göre bu niteliklere sahip herkes, demokratik politikanın değerlerine uyum da sağlayacaktır. Demokrasinin unsurlarını gündelik yaşama uyarladığımız zaman, “duygular demokrasisi” olarak adlandırdığı durumun ortaya çıkma ihtimalinden bahsetmektedir. Giddens’a göre duygular demokrasisi, kamusal demokrasi kadar önemlidir.

Giddens, son bölümde demokrasi kavramını değerlendirmektedir. Demokrasiyi; iktidara gelmek isteyen siyasal partiler arasındaki fiili rekabetin yaşandığı bir sistem olarak tanımlamaktadır. Küreselleşme sonucu demokrasinin diğer ülkelere yayıldığını ve demokratikleşmenin farklı biçimlerde ve düzeylerde olabileceğini söylemektedir. Yazara göre demokrasi en iyisidir fakat demokrasi paradoksu dediği bir düğümün çözülmesi gerektiğinden de bahsetmektedir. Demokrasi paradoksunu; demokrasinin tüm dünyaya yayılması ama yine de dünyanın diğer ülkelerinin taklit etmelerinin beklendiği olgun demokrasilerde, demokratik süreçlerden yaygın bir hayal kırıklığı yaşanması olarak tanımlar. Giddens; demokratik ülkelerde yaşayan insanların demokratik yönetimden hayal kırıklığına uğrarken, demokrasinin diğer ülkelere yayılmaya devam etmesini nasıl açıklayabiliriz sorusuna yanıt olarak iletişim devrimine işaret etmektedir. Giddens’a göre iletişim devrimi eskisinden daha aktif ve düşünerek tepki veren yurttaşlar üretmiştir. Giddens, aynı zamanda uzun süredir yerleşik demokrasilerde kayıtsızlık doğuran da bu gelişmelerdir diye de eklemektedir. Yazar demokrasinin demokratikleşmesi argümanını savunmaktadır. Ona göre demokrasinin derinleştirilmesi gereklidir çünkü yurttaşların iktidardakilerle aynı bilgi ortamlarında yaşadığı bir toplumda eski yönetim mekanizmaları işlemez. Giddens kitabının bu noktasında, medyanın demokrasi ile ilişkisine de değinmektedir. Ona göre bir yanda küresel bir enformasyon toplumunun ortaya çıkışı güçlü bir demokratikleştirici güç işlevi görürken; öbür yanda televizyon ve diğer kitle iletişim araçları, açtıkları kamusal diyalog zeminini, politik sorunları bayağılaştırıp kişiselleştirerek kendi elleriyle yok etme eğilimindedir.

Kitabın son sayfalarına doğru Giddens çok yerinde bir benzetme yaparak; “demokrasiyi kolayca ezilen narin bir çiçek olarak düşünmek yerine ona çorak topraklarda bile büyüyebilecek sağlam bir bitki gözüyle bakmalıyız” diye belirtmektedir. Giddens demokrasinin her düzeyde ilerletilmesini, uğrunda mücadele etmeye değer, ulaşılabilecek bir hedef olarak gördüğünü söylemektedir ve Giddens’a göre mücadele olmazsa hiçbir şey elde edilemez. Yazar kitabının son cümlesinde ise elimizden kaçıp giden dünyanın daha az değil daha çok yönetilmeye ihtiyacı olduğunu belirtmekte ve bunu sadece demokratik kurumların sağlayabileceği argümanıyla kitabını sonlandırmaktadır. 

Neriman Gürpınar 

Kaynakça: 

Giddens, A. (2000). Elimizden kaçıp giden dünya, (Çev: Akınhay, O.). Alfa Yayıncılık.

Yıldırım, Ö. (2019). Anthony Giddens kimdir? Erişim Adresi: https://www.felsefe.gen.tr/anthony-giddens-kimdir/ ​​(Erişim Tarihi: 25.05.2020).

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...