Making War and Building Peace: United Nations Peace Operations (Savaş Yapmak ve Barışı İnşa Etmek: Birleşmiş Milletlerin Barış Operasyonları), Michael W. Doyle, Nicholas Sambanis, 2006 Princeton Üniversitesi Yayınları, Sayfa Sayısı: 421 (e-kitap)
Sunuş
Kitap asıl olarak 2000 yılında American Political Science Review dergisinin 94. sayısında “Uluslararası Barış İnşası: Teorik ve Nicel Bir Analiz” adlı çalışmanın genişletilmiş versiyonudur. Yazarlar bahsi geçen dergi makalesindeki tezlerini bu kitapta örnekler üzerinden incelemiş ve argümanlarını güçlendirmişlerdir. Yazarlar BM”nin savaş ve barış misyonlarını tartışmaya açmışlardır. Özellikle barış yapma konusundaki başarılarına atıf yapılmasına rağmen BM”nin daha verimli ve çok fonksiyonlu müdahalelerinin nasıl olabileceği/olması gerektiği araştırılmıştır. İçeriğin ağır olmasına rağmen yazarlar sade bir dil ile konuyu işleyebilmişlerdir. Yazarların tecrübelerinden hareketle sık sık örneklere atıfta bulunması da kitabın teori odaklı, sıkıcı ve okunması güç bir kaynak haline gelmesini engellemiştir. Barış İnşa Etme Üçgeni teorisinin ve parametrelerinin örnekler üzerinde test edilmesi de okuyucunun odağının dağılmasını engellediği söylenebilir. Ek olarak, konuların eklektik bir biçimde kitabın ana temasını beslemesi de okunması kolay bir çalışmanın ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Kitabın dikkat çeken yönlerinden birisi yazarlardan M. W. Doyle”un BM”de Asistan Sekreter ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan”a özel danışmanlık görevleri yapmış olmasıdır. Her ne kadar yazarların iddiası araştırmaların bu görevlerden önce tamamlandığı yönünde olsa bile, yazarın deneyimleri kitapta kendisini hissettirmektedir. Öncelikle sunulan tezler öyle ya da böyle bir örneğe dayandırılabilmiştir. Bu örneklerin hem ulusal hem bölgesel hem de uluslararası ölçekte detay bilgiler içermesi ve birinci gözden gözlemleri kapsaması yazarın tecrübelerinden tamamıyla bağımsız olmadığını düşündürmektedir. Yazarlardan Doyle ise kitabın “BM”nin resmi görüşlerini yansıtmadığının” altını çizmiştir. Öte yandan, BM”nin savaş ve barış misyonlarında görev alan yerel görevlilerin, BM tarafından görevlendirilen askerlerin/sivillerin ve bölge vatandaşlarının kendi kavrayış ve paylaştıkları bilgileri içerdiği de kabul edilmektedir. Özetle yazarın deneyimleri kitabı aynı konuda diğer yapılan çalışmalardan farklılaştırmaktadır.
Kitabın bir diğer önemli özelliği ise, kitap her ne kadar BM”nin resmi görüşlerini yansıtmasa bile, BM”nin perspektifinden de argümanlar sunulmuştur. BM”nin başarı veya başarısızlıkları hem “içeriden” gelen bir özeleştiri hem de “dışarıdan” bir eleştiri ile incelendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Eleştirilere ek olarak yazarlar BM için yeni öneriler ve barış ve savaş misyonları için yeni projeksiyonlar ortaya koymuşlardır.
Yazarlara göre kitap üç kesime hitap etmektedir: politika yapıcılar, siyaset bilimciler ve öğrenciler. Kitabın profesyonellerin ve birçok akademisyenin de görüşlerini içermesi dolayısıyla yine aynı iki kesime hitap etmesi kaçınılmazdır. Öte yandan, kitabın, BM”yi, savaş ve barış kavramlarını inceleyerek başlaması ve ardından yazarların tezlerini incelemesi öğrenciler için de kitabın bir kaynak olarak kullanılmasını ve anlaşılabilmesini sağlayabilmiştir.
Yazarlar problematik bir bakış ile konuları incelemişlerdir. Öncelikle teorilerden yola çıkarak iç savaş kavramı incelenmiş ardından BM”nin iç savaşlara müdahalelerinin bir araştırması yapılmıştır. Daha sonra barışın tesisi ve sürdürülmesi için argümanlar ortaya atılmıştır. Bunu takiben örnekler üzerinden argümanların incelenmesi ile hem eleştiri hem de öneriler sentezlenmiştir. Ana temanın barış operasyonları üzerinden projeksiyonu sunulmasına rağmen öncelikle iç savaşın neden ve nasıl olduğunun anlaşılması barış operasyonlarının niceliksel olarak geliştirilmesinde önemli bir faktör olarak anlaşılmaktadır.
Birinci bölümde yeni yapısalcı teoriden yola çıkarak bir başlangıç yapılmıştır. BM”nin operasyonların şekillenmesindeki süreç incelenmiş ardından da kitabın genel bir planına yer verilmiştir. İkinci bölüm ile iç savaş teorileri verilmiş, ardından BM müdahalelerine etkilerine değinilmiştir. Bu bölümde son olarak “Barış İnşa Etme Üçgeni” tezine yer verilmiştir. Üçüncü bölüm ile birlikte barış inşa etmede stratejilerin “test edilmesi” aşamasına geçilmiştir. Dördüncü bölümde ise BM”nin savaş operasyonlarının incelenmesi yer almıştır. Beşinci bölüm ile kitabın asıl iddiası olan BM”nin barış operasyonları incelenmeye başlanmıştır. Zira yazarlara göre BM”nin savaş yapmak konusunda birçok eksiklikleri bulunmaktadır. İlk olarak “başarılı” operasyonlara yer verilmiştir. Bu bölümde asıl olarak BM”nin barışı sağlama ve sürdürülmesindeki etkileri incelenmiştir. Altıncı bölümde ise başarısız barış misyonları incelenmiş ve sebeplerine yer verilmiştir. Yedinci bölümde ise geçiş stratejileri ile birlikte barışın sürdürülmesi ve demokratik kurumların tesisi için önemi haiz olan “geçiş hükümeti” üzerinde durulmuştur. Sekizinci bölümde ise kitabın genel bir incelemesi yapılarak, “7 Adımlı Plan” incelenmiştir. Yine bu bölümde çok sık eleştiriye maruz kalan bir soru cevaplanmaya çalışılmıştır: BM operasyonların ardından bölgede kalmalı mı yoksa çekilmeli mi? Son olarak ise alternatiflerin ne olabileceği ile kitap sonlandırılmıştır.
Ahmet Can Yıldıztekin (Editör)
Editör Notları
İncelemeye konu olan kitabın Türkçe çevirisi halen yapılmamıştır. Daha önce de herhangi bir kitap analizine konu edilmemiştir. Bu sebeple kitabın incelenmesine katkıda bulunan stajyerler ile bu incelemeyi uluslararası ilişkiler literatürüne kazandıran TUİÇ Akademi ekibine teşekkür ederim.
Bölüm 1: Savaş Yapma, Barışın İnşası ve Birleşmiş Milletler
“Bizim işimiz müdahale etmek: Çatışmayı yapabildiğimiz yerde önlemek, patlak verdiğinde durdurmak veya bunların hiçbiri mümkün olmadığında en azından onu kontrol altına almak ve yayılmasını önlemek.” (Annan, 1999: 4)
Kitabın ilk bölümü olan giriş bölümü Birleşmiş Milletlerin kuruluş yılından itibaren Soğuk Savaş sonrası dönem başlıca olmak üzere günümüze kadarki süreçte yaşanan çatışmaları ve bu çatışmaların barışın inşası için hangi yollarla çözüldüğünü, barışın sürekliliği ve kalıcılığı için hangi yollarla çözülmesi gerektiğini, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere uluslararası toplumun barış inşa sürecinde üstlendiği rol ve sorumluluk ile kolektif barışın önemine vurgu yaparken kitabın tamamına dair geniş bir bakış açısı sunuyor.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Birleşmiş Milletler (BM) üye devletleri, devlet egemenliğinin meşru alanı ile meşru uluslararası müdahale arasındaki ilişkiyi tanımlayarak gündemlerini genişletti. Üye devletler böylece dünya çapında bir dizi etnik ve iç savaş patlak verirken toplu müdahale kapsamında radikal bir genişlemeyi onayladılar. Yazarların da eleştirdiği gibi, kuruluşundan Soğuk Savaş dönemine kadar olan dönemde uluslararası toplumun dünyada yaşanan iç savaş gibi acil durumlara tepkileri, bazen büyük çabalara rağmen, en iyi ihtimalle meşru ve etkili bir hükümeti yeniden kurmada ara sıra elde edilen başarılar ve bunu yaparken karşılaşılan çarpıcı başarısızlıklardan oluşmaktaydı. Soğuk Savaş sonrası dönemde yaşanan Bosna ve Somali örnekleriyle bu başarısızlığın devam ettiğine dikkat çeken yazarlar, kitabın başından itibaren hiçbir iddialarının ya da eleştirilerinin temelsiz olmadığını okuyucuya kanıtlamaktadır. Yine bu örneklerden yola çıkarak yazarlar, Birleşmiş Milletlerin kuruluş yılı olan 1945″ten Soğuk Savaş dönemine kadar dünya üzerindeki çatışma dinamiklerinin devletlerarası savaşlardan iç savaşlara evirildiğini, çatışmaların barışla sonuçlandırılmasında tökezleyen noktanın da tam olarak bu olduğunu iddia ediyor.
Kitabın zaman çizelgesi Soğuk Savaş sonrası dönemde ilerlediğinde değerlendirilen tüm olaylar, sunulan argümanlar ve eleştiriler kaynağını bu dönemden alıyor. Bu durum kitabın günümüz çatışmalarına da ışık tutmasını sağlarken uzak bir dönemi işaret etmemesinin avantajıyla okuyucuya güncel bir bakış açısı sunuyor.
Giriş bölümünde bahsi geçen en çarpıcı noktalardan biri olan “Barış İnşa Etme Üçgeni (Peacebuilding Triangle)” teorisi kitabın bel kemiğidir. Yazarların en temel argümanlarından biri olan sürdürülebilir barışın başarılı barış inşasının ölçüsü olduğu iddiasını destekleyen bu önemli teori, iç savaşları çözmek için başarılı veya başarısız tüm çabaların, savaş sonrası iç barış ortamını karakterize eden üç temel faktörden etkilendiği iddiasına dayanmaktadır: “Düşmanlık ne kadar derin olursa, yerel kapasiteler ne kadar fazla yıkıma uğrarsa, istikrarlı bir barışın kurulmasında başarılı olmak için uluslararası yardıma o kadar çok ihtiyaç duyulur.” İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana çoğu iç savaşın askeri zaferle çözüldüğünü ve bir barış harekâtı yoluyla uygulanan kapsamlı bir barış anlaşmasının başarı oranının daha yüksek olduğuna dikkat çeken yazarlar buradan yola çıkarak kitapta Birleşmiş Milletlerin bunu neden başarması gerektiğini ve nasıl başarabileceğini açıklıyor. “Neden” sorusunu yanıtlarken yazarlar çok taraflı bir kuruluş olarak Birleşmiş Milletlerin gücü gerektiği kadar rasyonel bir şekilde yönetemeyeceğini, ancak meşru uluslararası yardıma aracılık etmek, harekete geçirmek ve yönetmek için çok uygun olduğunu savunuyorlar; “nasıl” sorusunu cevaplarken ise Birleşmiş Milletlerin barış inşası operasyonlarında yerleşik otoritenin karşılaştıkları koşullara göre nasıl uyarlanması gerektiğini açıklıyorlar.
1987 ile 1994 arasında çıkardığı kararların sayısını dört katına çıkaran Güvenlik Konseyi, yetkilendirdiği barışı koruma operasyonlarını üç katına, her yıl uyguladığı ekonomik yaptırım
sayısını yedi katına çıkardı. Barışı koruma operasyonlarında konuşlandırılan askeri kuvvetler 10.000’in altından 70.000’in üzerine çıktı. Yıllık barışı koruma bütçesi aynı dönemde 230 milyon dolardan 3,6 milyar dolara fırladı ve böylelikle BM’nin 1,2 milyar dolarlık normal işletme bütçesinin yaklaşık üç katına ulaştı (Boutros-Ghali, 1992). Bu istatistiklerden yola çıkan yazarlar, “önleyici diplomasi” kavramının uluslararası toplumda ne denli ön plana çıktığını ve devletlerin barışı koruma çabasında Birleşmiş Milletler ya da herhangi bir aktörün adım atıp kontrolü ele alması isteğine sahip oldukları iddiasını ortaya atıyorlar. Yine aynı noktadan yola çıkan başka bir iddiaya göre devletlerin Birleşmiş Milletlerin küresel bir parlamento ya da jüri rolünü oynamasını istemelerinin tek sebebi barışın muhafazası ya da uygulanması değil, müşterek ve tarafsız bir girişimle dürüst ve hilesiz bir biçimde ortak faydanın sağlanmasıdır. Bu açıklamadan yola çıkarak denilebilir ki kitabın en dikkat çekici yanlarından biri de yazarların kendi iddialarını tartışmalı bir biçimde okuyucuya sunmasıdır. Örneğin, yukarıda değinilen sürdürülebilir barışın sağlanması hususunda yazarların hem kendi iddialarını hem de uluslararası toplumun yerel nüfusun önemli bir çoğunluğunun desteğini alan ve insan haklarının temel ilkelerini somutlaştıran sürdürülebilir barışı teşvik etmenin bir yolunu bulmaya hâlâ ihtiyaç duyduğu iddiasını bir arada ele alması konuya olan tarafsız yaklaşımlarını destekler niteliktedir.
Birleşmiş Milletler Barış Operasyonlarının literatürde kabul görmüş üç jenerasyonunu ve sonradan ortaya çıkan dördüncü jenerasyonunu ele alan kitap, “An Agenda for Peace” raporunu temel alarak açıklıyor (Boutros-Ghali, 1992). Bu dört farklı nesil Barış Operasyonunun karakteristik özelliklerini, artı ve eksilerini, tarihteki örneklerini giriş niteliğinde özet olarak açıklayan yazarlar, bu operasyonlar sırasında Birleşmiş Milletlerin üstlendiği rolün tarafsızlığının (neutrality/impartiality) tercih edilen kelimeye göre aslında ne anlam ifade ettiğini açıklığa kavuşturur.
Kitabın giriş bölümünün “Barış Yapmanın Zorluğu” adlı son başlığında yazarlar bu başlığa dek ortaya koydukları iddiaların bir özetini sunuyorlar. Uluslararası toplumun Birleşmiş Milletler Barış Operasyonlarına olan eleştirileriyle birlikte kendi eleştirilerini de dile getiren yazarlar günümüze dek barışın sağlanması ve korunabilmesi için ortaya konulan tüm çabaları da göz ardı etmiyor. Birleşmiş Milletlerin başarılarının ve başarısızlıklarının barış operasyonlarında etkili olduğunu ve olmaya devam edebileceğini, bu zorlu görevde barışı ölçmenin karmaşık bir temel metodolojik mesele olduğunu da inkâr etmeyen yazarlar, son olarak kitabın ileriki bölümlerinde Birleşmiş Milletlerin savaş ve barış yapma konusundaki dört başarısızlık vakasına (Somali, Bosna, Ruanda ve Kıbrıs) ve altı başarı vakasına (Kongo, El Salvador, Kamboçya, Hırvatistan”da Doğu Slavonya, Kuzey Bosna’da Brcko ve Doğu Timor) odaklanacağını belirtiyor. Sonuç olarak, yazarlar giriş bölümünde barış operasyonlarının devam eden zorluklarını anlamak için geçmişten çıkarılacak dersleri vurgulayarak ideal bir perspektif sunmayı vadediyor.
Aybüke Beyza Kerimoğlu
Bölüm 2: Teorik Perspektifler
Kitabın ikinci bölümü olan “Teorik Perspektifler” başlığı altında yazarlar iç savaşların genel tanımı, açıklayıcı teorileri ve bu teorilerin Birleşmiş Milletler”in barışı koruma ve barış inşası operasyonlarında nasıl pratik bir şekilde hayata geçirildiğini açıklamaktadır. Michael Doyle ve Nicholas Sambanis”in bu konudaki hipotezleri ise “Barış İnşası Üçgeni” olarak adlandırdıkları, aslen yerel kapasiteler, uluslararası kapasiteler ve düşmanlıklar olarak ele aldıkları faktörlerin ölçümlerinin ve birbirleriyle olan etkileşim düzeylerinin sürdürülebilir barış için gerekli olan politik boşluklar yarattığına dayanmaktadır. Bu bölümün özeti ise, öne sürülen hipotezin, verilen örneklerin ve iç savaşın kendisini ve doğasını tanımlayan teorilerin eleştirel bir incelemesi olarak yapılacaktır.
Ayrıntılı bir incelemeden önce, yazarlar tarafından sıkça kullanılan ve vurgulanan genel konsept ver terimlerin ufak bir özetini yapmak faydalı olacaktır. Bu konsept ve terimlerden en çok öne çıkanlarsa giriş kısmında da belirtilen yerel kapasiteler, uluslararası kapasiteler ve düşmanlıklardır. Belirtilen terimlerin vurgulanmasını ve analizlerini bu denli önemli kılan sebep ise, yazarların sürdürülebilir barışı sağlamak için bu unsurların birbirleriyle olan etkileşimlerini ön plana çıkarmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu terimlerden ilki olan yerel kapasiteler, ülkenin sürdürülebilir barışa ulaşmak için elinde olan siyasi, ekonomik ve toplumsal kaynakları inceler. Uluslararası kapasite ise, içinde Birleşmiş Milletlerin, yerel veya global uluslararası örgütlerin ve sivil toplum kuruluşlarının da bulunduğu uluslararası toplumun reaksiyonunu ve barışın sağlanması için gerekli olan müzakerelere katılma istekliliğini inceler. Son terimimiz olan düşmanlıkların odak noktası ise, iç savaşın taraflarının çatıştıkları unsurları -etnik, ekonomik, dini vb.- ele almaktadır. Buradan hareketle, yazarların yoğunlaşmış oldukları araştırma sorusu “Yerel kapasite, uluslararası kapasite ve düşmanlıkların nitel ve nicel bir incelemesi yapıldığında, sürdürülebilir barışın inşası için uluslararası yardımın1 sınırları ve çerçevesi nasıl olmalıdır?” şeklinde özetlenebilir.
İç Savaş Teorilerinin Ekonomik ve Politik Boyutları
Araştırma sorusunu yanıtlamadan önce yazarlar, iç savaşın genel tanımını, iç savaş teorilerini ve bu teorilerin uluslararası kapasitelerine olan ilişkisini açıklamak istemiş ve bu teorileri ekonomik ve politik iç savaş teorileri olarak iki farklı kategoride ele almışlardır. İç savaşı ekonomik yönden ele alan teoriler, tarafların amaçlarının, devletin yıpranmış yapısını sömürerek kazançlarını maksimize etmek olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu amaç doğrultusunda şiddet ve ayaklanmayı tarafların kullandıkları bir araç olarak incelemişlerdir. Bahsedilen şiddet ve ayaklanma eylemleri, rasyonel bir karar olarak lanse edilmektedir. Bu açıdan bakıldığında ekonomik teoriler, ideoloji, etnisite ve din gibi politik ve toplumsal unsurları teorik çerçevelerinin dışında bırakmıştır. İç savaşı politik olarak ele alan teoriler ise, devlet rejiminin karakteristik özelliklerini ve politik istikrarsızlığı teorilerinin merkezine koyarlar. Doyle ve Sambanis bu iki farklı görüşten ekonomik teorileri “açgözlülük”, politik teorileri ise “kindarlık veya ihtilaf” olarak görmüşleridir. Yazarlar bu noktada Gurr ve Hegre”nin çalışmasına atıfta bulunarak, toplumsal ve politik olarak tarafların birbirlerine besledikleri “kindarlığın” ayaklanmaların ve şiddetin en önemli mimarı olduğunun altını çizmiş ve bir bakıma ekonomik teorilerin konunun dışında kaldığına işaret etmişlerdir (Gurr, 2000; Hegre vd., 2001). Buna bağlı olarak, politik teorilerin içinde bulunan etnik kimlik sorununu iç savaşlar özelinde öne çıkarıp incelemişlerdir.
Kitabın genel konusu, özellikle Birleşmiş Milletler operasyonları üzerinden uluslararası etkiyi iç savaşlar ekseninde tanımlamak üzerine yoğunlaşmış olduğundan, yazarların uluslararası ilişkiler teorilerine değinmeleri de sürpriz olmamıştır. Başlangıç noktalarını neorealizm ve neoliberalizm olarak alan Doyle ve Sambanis, bu iki ana görüşün iç savaşları açıklamakta eksikliklerini göz önüne sermiştir. Bu noktada yazarların neorealizme olan eleştirileri, bahsi geçen teorinin devleti uluslararası sahnede üniter bir birim olarak ele alması ve uluslararası sistemi makro yapılar üzerinden incelemesinin, iç savaşların ve iç politikanın dinamik yapısını açıklamakta yetersiz kaldığını öne sürmüştür. Buna ek olarak, iç savaşların oluşturduğu devlet içindeki anarşik yapının, neorealizmin temel taşlarından olan uluslararası anarşiye paralel olmasını da yerel anarşinin yapısal bir bütünlüğü olmaması ve sürekli değişime maruz kalmasından dolayı iç savaşları açıklamada yetersiz kalacağına vurgu yapmışlardır. Neoliberalizme baktığımızda da karşıt görüşünün kaderini paylaştığını söylemek mümkündür. Her ne kadar neoliberalizm, yerel kurumlara ve devlet dışı aktörlere verdiği önemle neorealizmden göreceli olarak iç savaşları anlamak adına daha açıklayıcı bir perspektif sunsa da iç savaşlarla birlikte gelen yerel kurumların değişimlerini, etnik çatışmalarda kullanılan şiddeti ve kurulan müttefiklik ilişkilerini anlamak hususunda eksik kalmıştır. Ancak yazarlar bu eksikliklerin yalnızca iç savaşları makro sistemik bir pencereden incelendiğinde eksiklik olarak değerlendirebileceğimizi de belirtmişlerdir. Ayrıca, uluslararası ilişkiler teorilerinin değerinin, daha dar ve bölgesel bağlamda incelendiği takdirde, iç savaşların nasıl uluslararası bir boyuta taşındığını daha somut deliller ortaya koyarak anlatmışlardır. Bu duruma örnek teşkil etmesi açısından “komşuluk” adlı örneği veren Doyle ve Sambanis, kullandıkları bu terimle iç savaşların şiddet içeren eylemlerinin, bir ülkeden komşu bir ülkeye rahatça sıçrayabileceğini ve bu durumun büyüklüğünün, bölge ülkelerin daha önce de bahsedilen “açgözlülük” ve “düşmanlık” oranlarıyla doğru orantılı olduğu vurgusu yapılmıştır.
Uluslararası Boyutta İç Savaşlar
Daha sonraki bölümde yazarlar, iç savaşların uzunluk, sona erme ve tekrar etme olasılıklarını Birleşmiş Milletlerin operasyonları üzerinden örneklendirmişlerdir. Teorilerini dayandırdıkları noktayı ise şu şekilde açıklamışlardır; “… bu teorinin temel prensibi ise uluslararası barış inşası operasyonlarının, taraflar arasındaki bilgi akışını sağlayarak aralarındaki uyuşmazlıkları ve karşılıklı güvensizliği çözmek, bununla beraber sürdürülebilir barış için ortam yaratıp iç savaş sonrası durumun yeni bir düşmanlık düzeni içine girmesini önlemektir.” Teorilerine destek olarak yazarlar, Birleşmiş Milletler barış operasyonlarının iç savaş bölgelerinde sürdürülebilir barış için olumlu bir siyasi ve toplumsal ortam yaratmaktaki işlevlerini ve bununla beraber Birleşmiş Milletler”in yetki alanı dışındaki bölgesel örgütlerin çok taraflı operasyonlarının çatışan taraflar üzerindeki baskıyı arttırıp, barışı riske atacak aksiyonların sonuçlarını ağırlaştırma bakımından yardımcı olacaklarını vurgulamışlardır. Doyle ve Sambanis”in bir başka örnekleri ise, belirtilen çok taraflı barış operasyonlarının barışa tehdit olarak algılanan agresif partilerin yeni aktörlerle dengeleneceğini5 öne sürmüştür.
İç Savaş Teorisi”nin Etkenleri ve Birleşmiş Milletler Müdahalesi
İç savaşa dair teorik açıklamaların ardından yazarlar, barış inşası sürecinin stratejilerinden ve sürecin nasıl gerçekleşmesi gerektiğinden bahsetmektedirler. Bu doğrultuda ilk soruları, barış operasyonlarını ve yapılacak müdahalenin stratejik altyapısını hazırlarken arabulucuların en önemli görevinin iç savaşın altında yatan nedenlerin doğru bir analizini yapmak olduğudur. Yazarlar bu paratik kaygının tam anlamıyla anlaşılabilmesi üç ana akım uluslararası ilişkiler teorilerinden-neorealizm, neoliberalizm ve yapısalcılık- yararlanmışlardır. İç savaşın taraflarını birer “rasyonel oyuncu” olarak gören neorealizm, iç savaşları, pratik alanda “güvenlik” ve “göreceli kazanç” konuları üzerinden işlerken, neoliberal teoriler pratik açıklamalarını realist bakış açısı olan güvenlik ikileminden kurtararak, tarafların mutlak kazançlarına odaklanır. Ancak bu noktada neoliberal teorilerin de çatışan tarafları rasyonel aktörler olarak gördüklerini vurgulamak yanlış olmayacaktır. Yapısalcı yaklaşımlar ise, iç savaşları oluşturan etkenlerin daha önceden belirli yapılar üzerinde kurulu olduğu hipotezini esneterek kimliklerin ve çıkarların daha dinamik sosyal ve politik temeller üzerinden oluştuğu görüşü ile neoliberal ve neorealist teorilerden ayrılır. Bu üç ana teorinin iç savaşların yapısı ve doğası hakkındaki çıkarımları, kitabın ileri bölümlerindeki vaka çalışmaları için de ayrıca önem teşkil etmektedir.
Yazarlar uluslararası aktörlerin operasyonlarında kullandıkları, ana akım uluslararası ilişkiler teorilerine dayanan gelenekselci yaklaşımlarından olan devlet içi eski aktörlerin değiştirilmesi, yeni aktörlerin siyasi sahnede öne çıkarılması ve kimlik inşası gibi faktörlerin önemi vurgulamak ile beraber, “koordinasyon” ve “işbirliği” kavramlarını da teorik alt yapıyı güçlendirmek için öne sürmüşlerdir. Basit anlamda bu iki kavramın iç savaşın dinamiklerini anlamada ve uluslararası müdahalenin stratejik olarak hazırlanmasında kilit rol oynadıklarını belirtmişlerdir. Bu bağlamda uluslararası ilişkiler teorilerinin, iç savaşın doğasını ve sebeplerini açıklayan, koordinasyon ve işbirliğini ise sahada uygulanacak olan pratikleri ve stratejileri belirleyen etkenler olarak tanımlamak doğru olacaktır.
Bu bağlamda Doyle ve Sambanis, iç savaşta yaşanan koordinasyon ve işbirliği problemlerinin, oyun teorisinin basit bir şekilde taraflar üzerine uygulanması ile çözülebileceğini öne sürmüşlerdir. İki problemi basit olarak açıklamak gerekirse, koordinasyon iç savaşın tarafları arasında karşılıklı bir çıkar ilişkisi oluşturarak, bir partinin tek taraflı olarak barış dengesini bozması şeklinde açıklanabilecek iken, iş birliği ise tarafların bir güvenlik ikilemine düşerek uzun vadeli kazanımlardan çok kısa vadeli çıkarları öne koyup barış sürecini olumsuz etkilemeleri olarak özetlenebilir. İki kavram arasındaki yapısal farklılıklar, farklı iç savaş vakalarında farklı müdahale stratejileri uygulanması gerektiği tezini de kanıtlar niteliktedir. Örnek olarak, iş birliği problemini çözebilmek için çok yönlü bir arabuluculuk ve uluslararası bir otoritenin yaptırım gücü olarak da tanımlanabilir dönüştürücü bir uluslararası müdahale stratejisi gerekirken, koordinasyon problemi için uluslararası gözlem ve geleneksel bir arabuluculuk stratejisi yeterli olacaktır.
Osman Ekin Cengiz
Bölüm 3: Barış İnşası Stratejilerinin Test Edilmesi
Yazarlara göre, iç savaşın meşru devlet otoritesinin başarısızlıkları ile alakalı olması gibi, barış da yine bu otoritelerin tekrardan başarılı bir inşası ile alakalıdır. Barış yapımı stratejisi ise bu sürecin ortasında yer almaktadır. Bu sebeple başarılı bir barış inşası için duruma uyacak stratejilerin tasarlanması gerekir. Kitabın bu bölümünde yerel düşmanlıklar, yerel kapasiteler ve uluslararası kapasiteler üçgeninin sürdürülebilir barışa olumlu ve olumsuz etkilerine değinilmiştir.
Kitabın bu bölümünün ana amacı, barış inşası üçgeninin mantığının ampirik kayıtlarla tutarlı olduğunu göstermektir. Bu sebeple yazarlar, bu bölümde üçgen teorisini birkaç farkı “sağlamlık” testine tabi tutmuşlardır. Böylelikle okuyucunun da tatmin edilmesi ve daha sonraki bölümlere bir hazırlık yapılması sağlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca, barış üçgeni teorisinin değişkenlerinin yanı sıra bu değişkenler arasındaki etkileşimin muhtemel çıktıklarını da gözler önüne sermek istemişlerdir. Bu bölümdeki tezlerin çoğu iç savaştan sonraki iki yıllık süreç içerisindeki sürece odaklanmıştır. Öte yandan BM misyonlarının uzun vadede etkilerinin bir analizi yapılmış ve ana bulgular özetlenmiştir. Ek olarak barışın tesisinin karmaşık bir süreç olması, öne sürülen üçgen teorisinin değişkenleri ile de okuyucuya anlatılmak istenmiştir.
Yazarlar, barış nirengi başlığı altında, modellerini üç kavram değişkeninin farklı ölçülerini kullanarak test etmişlerdir. Bu üç değişken: düşmanlık, yerel kapasiteler ve uluslararası kapasiteler. Bu bölümde he bu üç değişkenin üçgen teorisindeki etkileşimi ve bu etkileşimin barış üzerindeki olumlu veya olumsuz etkilerini incelemişler hem de her bir değişkenin ayrı ayrı neden ve nasıl bir etkide bulunacağına değinmişlerdir. Bir önceki bölümde iç savaş teorilerinin verilmiş olması da bu bölüm için bir temel atılmasına destek olmuştur. Yazarlar, kitabın tamamında da olduğu gibi her bir bölümü bir önceki bölümün devamı veya o bölümle ilişkili olarak ortaya koyduklarından ortaya atılan tezlerin taze tutulmasını sağlamışlardır.
Böylelikle ortaya atılan tezlerin bir teste tabi tutulması için okuyucuda bir zemin hazırlanması amaçlanmıştır. Yazarlara göre bir barışın başarıya ulaşma olasılığı, ülkenin barış kapasitesine, mevcut uluslararası yardıma ve savaşla ilgili düşmanlığın derinliğine bağlıdır.
Yazarların ortaya koyduğu argümana göre, barış inşa sürecini, genel hatlarıyla, “barış inşası üçgeni” şekli ile incelemek mümkündür. Bu şekil süreci incelemek için verimlidir çünkü ilk olarak yerel kapasiteleri, bu yerel kapasiteyi azaltın çatışan taraflar arasındaki düşmanlığın derinliği ve uluslararası kapasiteyi aynı anda gözler önünde sermektedir. Bahsi geçen üç faktör, rekabet- uluslararası ve ulusal kapasitelerin düşmanlığın derinliğine karşı- ve işbirliği -ulusal ve uluslararası kapasiteler arası- sonucunda barış için bir alan oluşturmak için etkileşimde bulunurlar. Bu noktada da barış inşası üçgeni görselleşmiş olmaktadır.
Yazarlara göre uluslararası kapasiteler ne kadar büyükse, düşmanlık ve yerel kapasiteler de göz önüne alındığında, barışın inşasında başarı olasılığı daha yüksek olmaktadır. Ek olarak yerel kapasiteler ne kadar büyükse, düşmanlığın derinliği ve uluslararası kapasite göz önünde tutularak, olasılık da o kadar büyük olmaktadır. Öte yandan düşmanlık ne kadar büyük ve derin olduğuna bağlı olarak, yerel ve uluslararası kapasiteler göz önünde bulundurularak, başarı şansı o kadar düşük olmaktadır.
Yazarların veri kümesi 1945 yılından 1999 yılının sonuna kadar meydana gelen iç savaş sonrası barış süreçlerini içermektedir. Bu süre zarfında meydana gelen 151 sivil savaşlardan 121 tanesi istatiksel analizde kullanılmıştır. Bağımlı değişken olarak barışı inşa etme başarısı kullanılmıştır. Başarının açıklanması ve ölçülmesi için çeşitli yollar bulunmasına rağmen, yazarlar, istatiksel analizlerinde kısa vadeli operasyonları esas almışlardır. Bu kısa vade ile kastedilen ise savaşın bitmesinden sonraki iki yıllık süreç olarak temellendirilmiştir. İç savaşın bitiminden iki yıl sonra kısa vadeli sonuçlar ikili değişkenle ifade edilmiştir: 1 (başarı) ve 0 (başarısızlık). Ayrıca kitabın bu bölümünde barış hem yumuşak, negatif –egemen barış tanımıyla, hem de pozitif, katı -katılımcı barış- tanımıyla incelenmiştir. Bu incelemenin önemi ise özellikle BM müdahalelerinin etkileri incelenirken göze çarpmaktadır. Egemen barış olumsuz bir barış standardıdır çünkü büyük ölçekli şiddetin yokluğuna odaklanır. Bu sebeple egemen barış, iç savaşın sonlanması, egemenliğin bölünmemesi, devlete meydan okuyan küçük veya orta ölçekli şiddetin ortadan kaldırılmış olması ve insan haklarının ihlal edilmemesi gibi pariteler barındırır. Katılımcı barış ise egemen barışa ek olarak düşük bir düzeyde de olsa politik açıklık gerektirir. Fakat unutulmamalıdır ki ülkenin demokratik olması gerekmez, onun yerine en baskıcı rejimlerin saf dışı bırakılması da yeterli sayılmıştır.
Yazarların barış inşa üçgeni teorisinin üç unsuru – yerel kapasite, uluslararası kapasite ve düşmanlık- “kavram” değişkenlerini de temsil etmektedir. Bu sebeple, teorinin ampirik olarak test edilmesi için ölçülebilir “vekil değişkenler” kullanılmıştır. Bu vekil değişkenler de ikinci bölümde yer alan iç savaş teorilerinden ve literatürdeki mevcut göstergelerden hareketle oluşturulmuştur. Düşmanlık düzeyi için birkaç vekil değişken kullanılması mümkündür. Bu sebeple yazarlar, ölen ve yerinden edilen insan sayısını anahtar değişken olarak kullanmışlardır. Ayrıca, savaşın türü de düşmanlık düzeyi için önemli bir gösterge olarak sunulmuştur. Özellikle etnik-dini savaşların çözümünün zorluğuna yer verilmiştir. Çünkü bu tür savaşlarda nefret ve kızgınlığın daha yoğun olabildiğine vurgu yapılmıştır. Düşmanlığın düzeyinin bir diğer göstergesi de çatışmaya doğrudan dahil olan fraksiyonların- uluslararası
aktörler de dahil edilmiştir- sayısıdır. Yazarların üçgen teorisine göre barış yapım sürecinin ekolojisi sürecin başarılı olmasında bir işleve sahip olduğu kabul edilmiştir. Yine ikinci bölüme atıfta bulunularak, fazla sayıda düşman fraksiyonların süreci daha zor bir duruma soktuğu yönünde bir sonuca ulaşılmıştır. Ek olarak bir ülkenin etnik fraksiyonları da etkili bir göstergedir. Bir başka gösterge ise savaşın sonucudur. Bir iç uzlaşma/anlaşma ile bitebileceği gibi bir tarafın askeri zaferi ile de sonuçlanmış olabilir. Son olarak savaşın süresi de düşmanlık düzeyi üzerinde bir etkide bulunmaktadır. Uzun süreli savaşların daha derin sorunlara yol açacağı yönünde bir tez ortaya atılmıştır.
Yerel kapasitelerin değişkenleri için ise ülke düzeyinde sosyo-ekonomik göstergelere yer verilmiştir. Gelişmişlik düzeyine bağlı olarak barışın tesis edilme olasılığı daha yüksektir. Bunun sebeplerinden en önemlisi gelişmiş ekonomilerde refah seviyesinin de aynı oranda gelişmiş olması gösterilmiştir. Yazarların öncelikle elektrik tüketiminin daha sonradan da kişi başına düşen geliri kullanarak açıklamaya çalışmaları oldukça dikkat çekicidir. Yazarların iddiasına göre kişi başına düşen elektrik tüketimi barışın tesisinde olumlu ve önemli sonuçlar yaratmıştır. Fakat yine de bunun tek bir gösterge olarak kabul edilemeyeceğini, bu sebeple, kişi başına düşen gelirin de önemine vurgu yapılmıştır. Bir diğer yerel kapasite değişkeni olarak doğal kaynak bağımlılığıdır. Doğal kaynakların kıt olması dolayısıyla savaşın tekrardan ateşlenmesi ihtimalinin daha yüksek olduğu çıkarımı yapılmıştır. Özetle, ekonomik faaliyetler için fırsatlar ne kadar büyük olursa, barış tesisi ve fraksiyonların savaş dönme ihtimalleri de o kadar düşük olacağı iddia edilmiştir.
Uluslararası kapasitelerin değişkenleri ise ekonomik transferler ve BM müdahaleleri olarak iki başlık altında incelenmiştir. Ekonomik yardımlar barış tesisinde önemli bir unsurdur. Bu yardımlar ne kadar yüksek olursa barışın tesisinde o kadar etkili oldukları gözlemlenmiştir. Kitabın ana teması olan BM, müdahaleleri ile çeşitli yollardan bu süreci etkilemektedir. Misyon gücünün görev süresi, teknik ve askeri yetenekleri, görev süresinin uzunluğu gibi faktörler bu çeşitliliği açıklamaktadır. BM barış operasyonları süreleri ile birbirlerinden farklılık göstermektedir. Fakat barış misyonunu süresinin tek başına etkili olmadığı iddia edilmiştir. Uzun veya kısa dönemli BM misyonları, müdahaleye sebep olan olayların altında yatan sebeplere veya burada misyonun görev türüne göre başarılı olabileceği iddia edilmiştir. Ayrıca, BM misyonlarında görev yapan personelin azlığı veya çokluğu, BM’nin uluslararası kapasite değişkeni olması için yeterli bir kaynak olarak görülmemiştir. Yazarların iddiasına göre en önemli etken BM’nin misyonunun kapsamı/içeriğidir. Öncelikle bu müdahale geleneksel bir müdahale mi yoksa çok fonksiyonlu ve manda yetkisini içeren bir misyon olduğu önem taşımaktadır. Çok fonksiyonlu misyonların kısa vadede –hatta uzun vadede- daha etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Barışın sürdürülebilir olması için gerekli kurumların da oluşabilmesi ve işlev kazanması gerekmektedir. Yani demokratikleştirme aşamasının da ancak BM’nin çok fonksiyonlu misyonları ile mümkün olabilmektedir. Fakat yine de çok fonksiyonel işlev kazanması için BM’nin manda yetkisi olması, gerektiği takdirde savaşan taraflara baskı kurabilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. BM’nin misyonlarındaki başarısı hem kısa vadede hem de uzun vadede etkili olabilmektedir. Öncelikle barışın sürdürülmesini sağlamak için çatışan grupların uzlaşmasının sağlanması ve demokratikleşme için gerekli kurumların oluşturulması ve bazı hallerde çatışmanın ana kaynağına yönelik çözüm çabaları uzun vadeli bir sürecinde başlangıcını oluşturmaktadır.
Yazarlar, sonuç olarak, barış üçgeni modelinin işlerliğine vurgu yapmışlardır. Bunu okuyucuya kanıtlamak için çeşitli testler kullanmışlar ve bunların her birini istatiksel analizler ve grafiklerle okuyucuya sunmuşlardır. Barış inşa teorisinin üç asıl değişkenin- düşmanlık düzeyi, yerel kapasiteler ve uluslararası kapasiteler- ve bu değişkenlere vekillik eden alt değişkenlerin başarılı bir barış sürecini nasıl etkilediklerinin istatiksel analizler ve ampirik gözlemler sunulması gelecek bölümlerde yer alan örnek misyonların başarılarının veya başarısızlıklarının nedenleri için bir temel atılmıştır.
Ahmet Can Yıldıztekin
Bölüm 4: Savaş Yapmak
İncelenen kitapta, 1945’ten günümüze kadar olan bütün iç savaşlar istatistiksel olarak analiz edilmiş, iç savaş sonrasında BM barışı koruma amaçlarının ne kadar iyi uygulandığı incelenmiştir. Ayrıca barış süreçleri için BM’nin katılım sağlayıp sağlamadığı zamanlar kıyaslanmıştır. Doyle ve Sambanis’in görüşüne göre her amaç çatışmaya uyum sağlayacak şekilde doğru ve yeterli kaynaklarla tasarlanmalıdır. BM amaçlarının etkili olabilmesi için barış hedefli aktörler desteklenmeli, barış anlaşmalarının uygulanması denetlenmeli ve yönetim kurumları kurulmalıdır. Bir çatışma, yağmacılar veya durumu berbat edenler liderliğinde kontrol ediliyorsa ya da taraflar barış sürecine hazır değilse, BM etkin bir yaptırım uygulayamaz. Bu yüzden BM, süregelen savaşlar için müdahale etme konusunda çok da iyi değildir. Ayrıca BM, bazı devletlerin sorumluluğunda olan yaptırım görevlerini izleyen çok boyutlu barışı koruma harekatlarındaki teknik uzmanlığını sergileyebilir. Savaşın bitiminden itibaren ilk birkaç yıl, BM amaçlarının en etkili olduğu zamandır ve uzun vadede ekonomik kalkınma, yeni savaş çıkma ihtimalini azaltacak en iyi yoldur. Buna ek olarak yazarlar iç savaş sonrası kalkınma projelerinin başlatmasında BM’nin rolünün genişletilmesi gerektiğini düşünmüşlerdir.
Dördüncü bölümde BM’nin savaşta başarısız olma eğiliminde olmasına karşın, Somali ve Bosna örneklerinden atıflarla mikro açıdan bir vaka analizi sunulmuş ve nedenler incelenmiştir. Ayrıca bu duruma istisna olarak BM’nin Kongo’da barışı sağlamayı başardığı, 1960-65 dönemindeki durumda tartışılmıştır.
Somali
Ortak bir dil, din ve etnik geçmişi olan göçebelerin oluşturduğu Somali halkı, Somali tarihini ve politikasını etkileyen önemli unsurlar olmuştur. Bariz sınırları çizilmemiş olan Somali ve halkının kabileleri tarih boyunca sömürgeciler tarafından politikalarında kullanılmıştır. II. Dünya Savaşından sonra bağımsızlığını kazanan Somali halkının oldukça büyük bir kısmı Etiyopya, Kenya ve Cibuti sınırlarının içerisinde bırakılmıştır ve bu devletler 1960 sonrası yıllarda Somali’nin iç sorunlarını daha da kötüleştirmişlerdir. Büyük bir Somali nüfusunun
yaşadığı Ogaden bölgesi, Etiyopya ile 1978’de çatışmaya neden olmuştur. Ancak Somali için bu savaş başarısız olmuştur. SSCB’nin düşmana yardımları ile ABD’ye yönelinmiş ve Barre rejimine tepkiler yağmıştır. Barre rejiminin de Soğuk Savaş etkilerine, batı için stratejik önemini yitiren Somali’den yardımların da kesilmesiyle ve askeri darbelere dayanamayıp 1991 yılında yıkılması ile Somali’nin içinde bulunduğu durum yıllar içerisinde insani boyutlar taşıyan bir sorun haline gelmiştir. Hatta 2011 yılında BM tarafından dünyanın en kötü insanlık krizi addedilmiştir. Yaşanan iç savaş ile devlet ile halk arasındaki bağlar kopmuş, dışarıdan alınan yardımlar ise ekonomiye daha çok zarar vermiş ve Somali’yi dışarıya bağımlı bir ülke haline getirmiştir. İç savaş haricinde tecavüzler, devlet kurumlarına işgaller yaşanmıştır. 1991 yılında dışarıdan müdahaleler başlamıştır. BM’nin ilk müdahalesi UNOSOM-I 1992 yılında başlamış, 1993 yılında UNOSOM-II olarak devam etmiştir. Başlangıçta ABD liderliğinde olan UNITAF ismi ile 30000 kişiden oluşan bir kuvvetin ülkenin güneyini etkileyen açlığa son vererek insani yardım yapmak amacıyla müdahale edilmiştir, ancak 1993 yılında operasyon BM’ye devredilmiştir. Müdahaleler ile silahlı çatışmalar duraklamış ve Adis Ababa Bildirisi imzalanmıştır, ancak General Aideed’in BM personellerini öldürmesi ile BM 1995 yılında Somali’yi anarşiye bırakarak bölgeden ayrılmıştır ve BM’nin müdahalesi başarısız olmuştur. Sodere ve Kahire Konferansı gibi bölgede uzlaşmayı sağlayacak birçok konferans düzenlenmiş, uzlaşma çabaları devam etmiştir. Bu müdahaleler ise ekonominin canlanmaya başlaması ve dolayısıyla çatışmaların süre içerisinde azalmaya başlaması gibi küçük bile olsa olumlu bir etki bırakabilmiştir. Dönemin ABD başkanı Bush ise müdahale etmesi göze daha zor görünen Yugoslavya sorunu yerine Somali’ye müdahale etmeyi tercih etmiştir. BM misyonlarının ilk başta Somali’de barışı arttırdığı düşünebilmektedir, ancak kitapta Barış Yaratma Üçgeni analizinde bunun tam tersi bir sonuç yer almıştır. Somali’de asıl ihtiyaç duyulan şeyin, siyasi kurumların yeniden inşa edilmesi ve bu geçiş sürecinde barışı korumak için barış antlaşmaları sağlanması olduğu ancak BM müdahalelerinin yüzeysel kaldığı açıklanmıştır. Somali’ye milyar dolarlık kaynaklar aktarılmış ancak yine de sömürgecilik, kabilecilik, uluslararası müdahaleler gibi birçok aktörün daha da kötüleştirdiği çok boyutlu ve köklü sorunlarını çözmeye yeterli olmamış, sürdürülebilir barışı sağlayamamıştır. Çünkü Somali’nin sorununın uzun dönemli yardımlar ile sağlanabileceği belirtilmiştir. Ayrıca uluslararası aktörler aralarında amaç birliği sağlayamadığı belirtilmiştir.
Eski Yugoslavya
1990’ların başında Tito’nun ölümü ile de dağılma sürecine giren Yugoslavya ve Bosna Hersek çatışması 2.Dünya Savaşından sonraki en kötü olay olarak anılmaktadır ve Sırpların kendilerinden yani Sırp olmayanlardan temizlenmiş bir Bosna yaratmayı amaçlayan “Büyük Sırbistan” hayaline balta vuran, Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığı sonrası Bosna Hersek bağımsızlığının alınması çatışmaya ve daha sonra soykırıma dönen bir felaket olmuştur. Somali’de yaşanan kriz ile aynı dönemde yani 1993 yılında Bosna Krizi daha da kötü hale gelmiştir. İlk müdahale Avrupa’nın bu sorunun kendi iç sorunu olduğunu ve kuvvet kullanmaya gerek olmadığını belirtmesi ancak daha sonra bu sorumluluğu BM’ye bırakması ile gelmiştir. BM de Avrupa gibi kuvvete gerek olmadığını düşünmüş ancak NATO’ya havadan müdahale yetkisi verilmiştir. İnsani yardım dağıtmak için ise UNPROFOR yani barış gücü
askerleri gönderilmiş, askerler kuvvet kullanma ile yetkilendirmiş, tüm Yugoslavya’da silah ambargosu uygulanması ve BM’nin Müslümanlar için güvenli bölge yaratması planlanmış ancak barış gücü askerleri yalnızca kendilerine karşı olan saldırılara müdahale etmiş, Güvenlik Konseyi kararları ile uçuş yasağı olan bölgelere Sırp uçakları girmiş, silah ambargosuna rağmen Sırplara silah yardımı gelmiş ve güvenli bölge ilan edilen bölgelere saldırılar düzenlenmiştir. Dolayısıyla ilk müdahalenin başarısız olduğu ve hatta başarısız şekilde uygulanan silah ambargosunun soykırıma yardımcı olduğu ve hukuken meşru müdafaa hakkının Müslüman Boşnakların elinden alındığı belirtilmiştir. 1995 yılının seyrinde ABD ise bu sırada Yugoslavya sorunu yerine Somali Krizi ile ilgilenmekte idi. Ta ki, 3 Amerikan diplomatı öldürülene kadar. Bu olaydan sonra NATO hava saldırısı planlanmıştır. Yugoslavya Krizi’nde asıl sorunun müdahalede ve korumada ikilemde kalınması olduğu söylenebilir. BM Genel Sekreteri Butros Butros Gali, bu krizin “zengin insanların savaşı” olarak görmesi, müdahalelerin ciddi ve etkili kararlar olmaması, NATO gibi yaptırım gücüne sahip bir örgütten tam olarak yararlanılamaması, ABD’nin müdahale için oldukça geç kalmış olması, Üç Bölgeli Planın kabul edilmemesi ile binlerce insan vefat etmiş ya da mülteci durumuna düşmüş, kriz çözülememiştir. Müdahalelerin de bu sonuçta bir sorumluluğu olmuştur; krizi önleyici ciddi planlar yapılmamış, kriz önemli görülmemiş, savaşı bitirecek politikalar uygulanmamış ve doğru tespitler yapılamamıştır. BM’nin, bu krizin başarısız ama en azından gayret gösteren bir aktörü olduğu belirtilmiştir. Bu krizin ve savaşın sonunu ise ABD önderliğinde yapılan 1995 Dayton Antlaşması getirilmiştir.
Kongo
1960 yılından bağımsızlığını kazanan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin içerisinde çatışmalar zengin doğal kaynaklarına dış ülkelerin müdahalesi, etnik yapısının karışıklığı, Afrika’nın tam ortasında büyük yüzölçümüne sahip olması, sömürgeden kalan askerlerin ülkede halen bulunması, eğitim oranının oldukça düşük olması gibi birçok nedenden dolayı hiçbir zaman bitmemiştir ve dönemin başbakanı Lumumba’nın talebiyle BM müdahaleleri gelmeye başlamıştır. Ancak BM müdahalesi, Sovyetlerin sosyalist rejim kurma talebi, Belçika’nın askeri gücünü çekmesi, ABD’nin komünizmin yayılmasını durdurma talebi, eski sömürgeci Belçika’nın komşu ülkelere bu sorunun yayılmasından korkması, Sovyetlerin Lumumba’yı desteklemesi, federalist Kasavubu ve Lumumba arasındaki çatışmalar sonrasında 1960 yılında Mobutu güçlerinin darbesi ile Lumumba’nın öldürülmesi ile Kongo Krizi uluslararası bir hale dönüşmüştür. Lumumba’nın ölümünden sonra Sovyetlerin bölgedeki gücünü kaybettiği, BM’nin müdahalesinin yetersiz olduğunu belirterek dönemin BM Genel Sekreteri olan Hammerskjöld’e suçu atması ile işlerin iyice kızıştığı belirtilmiştir. ABD ve Sovyetlerin bölge üzerinde yarattığı güç çatışmalarının henüz yeni bağımsızlığını ilan eden ve yönetimi zayıf olan Kongo’yu çatışmalara sürüklediği anlatılmıştır. İlk BM müdahalesinin barışı kontrol etme amacında olduğunu ancak çatışmaların devam ettiğini ve müdahalenin başarısız olduğu belirtilmiştir. Kongo Krizi’nin iç savaşa dönüştüğünü ancak yeteri kadar müdahalede bulunulmadığı gözlemlenmiştir. Kuvvet içeren müdahalelerin gerektiği görülmüştür. Kitapta yer alan Barış Yaratma Üçgeni analizinde ise eğer amaç ülkeyi bir arada tutmak olsaydı, BM uygulamalarının başarılı olduğunun söylenebileceği ancak Kongo’da sürdürülebilir bir barış sağlanamadığından bahsedilmiştir. Yine de Bosna ve Somali Krizlerine oranla Kongo’da az da olsa başarı sağlanabildiği belirtilmiştir.
Clausewitz ve Barış Koruma
Bu bölümde Somali ve Bosna operasyonlarının sürdürülebilir olmasa da birçok hayatı kurtardığını, UNITAF ve UNOSOM-II’nin olumlu etkilerinin olduğunu, müdahaleler olmasaydı Somali’de açlığın uzun yıllar daha devam edeceğini ve daha birçok insanın ölümüne neden olacağını söylemektedir. Kongo Krizi’nde müdahalelerin sınırlı bir başarıya ulaştığını söylemenin mümkün olduğu görülmektedir. BM müdahalelerinin Kongo’da siyasi bağımsızlığına katkıda bulunduğu görülmüştür. Srebrenitsa raporunda belirtildiği gibi çatışmalarda tarafların hareketleri ve sonuçları suçun büyük payını oluştursa da BM ve barış operasyonlarının yetersizliği de bu suçta paya sahip olduğu belirtilmiştir.
Fantastik boşluk bölümünde ise BM’nin bazı durumlarda suç ortağı olduğunu ve kuvvet kullanma konusunda yetersizliğini göstermesinden bahsedilmiştir. Taktikler bölümünde, BM güçlerinin ağır ekipmanlar konusunda yetersizliğini gözler önüne sermektedir. Strateji bölümünde ise, müdahalede komut ve kontrolün sağlanamaması, amaç birliğinin olmaması konusundan bahsedilmiştir. Büyük Strateji bölümünde ise, büyük ya da genel strateji adı ile anılan bu kavramın politik kararlar olduğundan ve BM’nin Güvenlik Konseyi ile sahadaki BM operasyonları arasındaki ayrımdan bahsedilmiştir. BM’nin savaş yapıcı olarak başarısızlığının derinliklerinde kendi içinde çok taraflı karakter barındırması olduğundan bahsedilmiştir.
Sonuç
Kitap, krizleri ve müdahaleleri detaylı şekilde işlerken aynı zamanda bu müdahalelerin yararlı olup olmadığını, hatta nerede ne kadar yararlı ve etkili olduğunu da tartışıyor. Uluslararası topluluğun artılarını ve eksilerini gözler önüne seriyor. Sadece tartışmak ile kalınmamış, vaka analizleri ile de desteklenmiş bilgilerin olmasının oldukça etkileyici olduğunu düşünüyorum. İlgilenenlerin kesinlikle okuması gereken bir kitap olduğunu ve detaylar içinde zevkle kaybolmasını tavsiye ettiğim bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Kitap zengin bir bilgiye ve anlatıya sahip.
Zeynep Üstkanat
Bölüm 5: Barış Yapmak: Başarılar
“Eğer insanlar melek olsaydı, hiçbir hükümete gerek kalmazdı. Eğer melekler insanları yönetecek olsaydı, hükümet üzerinde ne dış ne de iç kontroller gerekli olmazdı…” (Madison, 1788)
Michael Doyle ve Nicholas Sambanis, kitabın bu bölümünde Birleşmiş Milletlerin barış misyonlarının başarılarını, bu başarıya sebep oluşturan bölgesel ve uluslararası aktörleri ve faktörleri incelemişlerdir. Bu incelemeleri yaparken 3. bölümde yer verdikleri parametreleri kullanmışlardır. Yazarların iddiasına göre sürdürülebilir bir barış yapmak anayasa yapmaktan farklı değildir. BM, barış antlaşmalarının sürdürülebilir hale getiren; anayasal, iç ve dış kontrolleri sağlayabilmiştir. Bu iç kontroller güç paylaşımı, yargı reformu vb. denetim faaliyetlerini içerirken; dış kontroller ise demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi denetimleri içermektedir. Yazarlar, BM’nin savaş yapmada eksikliklerine rağmen, barış yapmak konusunda büyük ölçüde başarıya ulaşabildikleri sonucuna varmışlardır. BM hukuk, düzen ve insan haklarının yeniden tesis edilmesi için uzlaşmacı bir temelde müzakere ettiği operasyonlarda başarılara ulaşmıştır.
Çalışmada BM’nin operasyonları farklı fonksiyonları dolayısıyla üç ayrı nesil olarak belirtilmiştir. Yazarlara göre BM, Namibya (UNTAG), El Salvador (ONUSAL), Kamboçya (UNTAC), Mozambik (ONUMOZ) ve Doğu Slovenya, Hırvatistan (UNTAES) ve en son Doğu Timor (UNTAET) gibi ikinci nesil, çeşitli ve çok boyutlu barış koruma operasyonlarında övgüye değer bir başarı siciline sahiptir. Başarıların ilk sebepleri arasında, özellikle koordinasyon problemleri ile karşılaşıldığında, tarafların BM’nin çözümlerine rıza göstermesi olarak sunulmuştur. Ancak burada bahse konu rızanın niteliği ve amacı geleneksel barış korumadan farklılıklar barındırır. Rıza gösterecek grupların belirlenmesinde veya bu grupların genişletilmesinde BM belirleyici olabilmektedir. Bu operasyonlarda BM, istikrarlı ve meşru bir hükümet için uzun vadeli bir temel oluşturan ve sorunların kökenine çözüm bulmayı amaçlayan barışın sağlanmasında geçiş yetkisini kullanmaktadır. Buradan hareketle söyleyebiliriz ki yazarlar sadece barışın yapılması sürecinde değil, barışın korunması sürecinde de BM’nin rolünün devam edeceğine inanmaktadırlar. Bu sebeple barışın sağlandığı süreçte BM’nin güçlü ve etkin kurumların temellerinin atılmasında rol alması da gerekmektedir. Yazarlar bu savlarını Doğu Timor incelenirken kanıtlamaya çalışmışlardır.
Fakat yine de unutulmamalıdır ki her operasyonda rıza ve koordinasyon aynı şekilde veya aynı derecede sağlanamamaktadır. Bu sebeple, pratikte her ne kadar rıza bulunsa bile sahada atılan adımların tam olarak uyumlu olduklarını söylemek zordur. Yazarlar bu konu hakkında, “Rıza; güvenli ve kabul edilebilir olanı, tehlikeli ve gayrimeşru olandan ayıran basit bir ‘parlak çizgi’ değildir.” diyerek belirtmektedir. Bu noktada rıza ile baskının birlikte kullanılması gereği ortaya çıkmaktadır. Rıza, direniş ile karşılaşmamak ve BM’nin sahip olduğu kaynakları doğru kullanabilmesini sağlamak için zorunludur. Günümüzde barış operasyonlarının maliyetlerini üstlenecek büyük güçler bulmanın zorluğu dolayısıyla sınırlı kaynaklar akıllıca kullanılmak zorundadır. Öte yandan savaşın istikrarsızlığa sebep olması, tarafların acımasız davranış sergilemeleri ve barış yapmak istemedikleri durumlarda ise baskı yolunu kullanmak bir zorunluluk olarak belirtilmiştir.
Bu bölümde yazarlar BM’nin fonksiyonlarına da değinmişlerdir. BM’yi operasyonlarda taraflar arasında barışı kolaylaştıran, silahsızlandırmayı sağlayan ve bu süreci takip eden, geri dönmek isteyen mültecilerin dönüşünü gerçekleştiren ve geçici sivil otoriteleri denetleyen bir barış koruma görevlisi olarak tasvir etmişlerdir. Demokratik kurumların oluşturulması, insan haklarının garanti altına alınması ve hatta demokratik seçimlerin gerçekleştirilmesi gibi çeşitli fonksiyonlarından da bahsedilmiştir. Bu rollerin/fonksiyonların sonucu olarak ise BM’nin yetkilerinde yeni boyutların oluştuğu iddia edilmiştir. Zira “izleme ve kolaylaştırma” fonksiyonlarından “idari kontrol, yürütme yetkisi ve yarı egemen denetim yetkisi” gibi çeşitli roller de ortaya çıkmıştır.
El Salvador’da İzleme ve Kolaylaştırma
Bölümün bu alt başlığında öncelikle El Salvador’da ortaya çıkan karışıklığın ve daha sonra silahlanma ile gerçekleşen iç savaşın sebeplerinden bahsedilmiştir. Bunun sebebi BM’nin başarıya ulaşmasında rol alan iç ve dış faktörlerin anlaşılması amaçlanmıştır. 11 yıl süren iç savaşın aslen bir önceki yüzyıldan beri devam eden karışıklıkların eklektik bir sonucu olduğuna karar verilmiştir. Yazarların 3. bölümde değindikleri, “Barış Üçgeni” modeline göre iç savaşın sonlandırılması ve barışın tesisi mümkündür. Zira diğer operasyonlara göre El Salvador Operasyonu; ulusal ve uluslararası etkilerden dolayı, yüksek bir başarı olasılığına sahiptir. Öncelikle taraflar askeri bir zafere ulaşamamışlar ve uzlaşmak zorunda kalmışlardı. Bu sebeple BM ile iş birliği ve koordinasyon konusunda isteklilerdi. Ayrıca iç savaşın nedeni etnik gruplar veya din de değildi. Öte yandan BM çok fonksiyonlu ve katmanlı ONUSAL ile iç ve dış denetimi de sağlamıştı. BM, en son 16 Ocak 1992’de Mexico City’de imzalanan Chapultepec Anlaşması ile sonuçlanan, altı anlaşmanın hayata geçirilmesini kolaylaştırmıştı. Altı anlaşmanın kümülatif etkileri BM’nin arabuluculuk yapması ile sağlanan barış ve silahsızlandırma ve demokratik kurumların ve reformların hayat geçirilmesi olmuştur. Bu sebeplerden, ötürü yazarlara göre; ONUSAL Soğuk Savaşın ardından gerçekleştirilen en başarılı barış operasyonu olmuştur. Sosyal ve ekonomik reformlar tam anlamıyla gerçekleştirilememiş olmasına rağmen çatışmaların durdurulması ve barışın sürdürebilir olmasını sağladığına dikkat çekilmiştir.
Doğu Slovenya’da Barışın Yerine Getirilmesi
Her ne kadar BM’nin barışı tesis etmek konusunda verimliliği tartışılıyor olsa bile, yazarlara göre Dayton Anlaşması tam olarak BM’nin ne kadar başarılı olduğunu gösteren bir örnektir. Arka planda Dayton Anlaşması’nın oluşmasında büyük çaba sarf etmiş olan BM, bütün zor koşullara rağmen Doğu Slovenya’nın Hırvat bölgesinde barışı tesis edebilmiştir. Dahası, Doğu Slovenya’daki deneyim BM’nin travma geçirmiş mültecilerin geri dönüşünü nasıl sağlayabileceği ve savaştan zarar gören bir toplumdan barışçıl ve sivil bir topluma geçişin nasıl başarabileceği konusunda okuyucuya birkaç ipucu sunmaktadır. Doğu Slovenya, 1996-1998 yılları arasında BM’nin, “yürütme” yetkisini kullandığı bir bölgeydi. Bu bölge 1995’te Sırplar için bir sığınak haline gelmişti. Hırvatların rızası ile ve ABD’nin ısrarı sonucunda, BM, Sırp azınlıkların haklara sahip olduğu fakat Hırvatistan’ın egemenliği altında bulunan bir bölge oluşturulması görevini üstlendi O halde, yazarların, BM’nin değişen rolleri/fonksiyonları iddiasını bu başlık altında teoriden pratiğe yansıtmak istediklerini söyleyebiliriz.
Yazarların yine 3. Bölümde bahsettikleri “Barış Üçgeni” modeline göre, bölgede BM’nin başarıya ulaşma olasılığı yüksekti. Bunun ilk sebebi, 1991’deki ilk savaştan farklı olarak, yerel kapasitelerin iyi düzeyde olması gösterilmiştir. Hırvat otoritelerle ve Sırp azınlık liderleri ile koordineli çalışmak mümkün olmuştur. Dahası savaştan önce Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte “yerel ölçek” küçülmüştü bu sebeple yerel ölçek hesaplanırken daha dar bir alandaki kapasiteler göz önünde bulundurulmuş, taraflar ve kaynaklar verimli bir şekilde kullanılmıştır. Ek olarak, barışın uygulanması ve yürütülmesi sürecinde BM yürütme yetkisini üstlenmiştir. Bu sebeple kararlar ve uygulamaların uyumunu sağlamak kolay olmuştur. Öte yandan BM misyonuna ABD’nin de destek vermesi ile bir süper gücün kaynaklarının da kullanılması mümkün olmuştur. Hatta bölgedeki Amerikan delegesinin genel olarak denetlenmemesi ve bürokratik izin süreçlerine tabi tutulmaması da BM’nin işini kolaylaştırmıştır. Hem otoriteyi hem de koordinasyonu sağlayabilen BM, savaş suçlularının tutuklanması ve Sırplar’ın silahsızlandırılmasını sağlayabilmiştir. UNTAES hem barışın tesisinde hem de barışın korunması ile demokratik kurumların oluşturulması, insan haklarının tesisi ve azınlık haklarının işletilmesi gibi meselelerden dolayı başarılı olarak kabul edilmiştir.
Dayton’un Düello Yapan Görevleri ve Brcko—Dayton’un Denetleyici Dipnotu
Yazarlar bu başlık altında diğer başlıklardan farklı olarak başarılı bir BM barış misyonundan değil, başarılı bir misyonun eksikliklerine ve başarısızlıklarına değinmişlerdir. Dayton Anlaşması başarılıdır çünkü silahlı çatışmayı engellemiştir ama sürdürülebilir bir barışı sağlamak konusunda çeşitli eksiklikleri bulunmaktadır. Yazarlara göre; Dayton Anlaşması çerçevesinde barışı yönetmek zordur ve çok boyutlu ikinci nesil operasyonlara göre daha az tutarlı olmuştur. Buna sebep olarak, Dayton Anlaşması’nın görünüşünden farklı olarak tek değil, iki farklı barış anlaşmasını içeriyor olması gerekçe gösterilmiştir. İlk barış planı; çatışmaların engellenmesi ve askeri destek ile bölgenin istikrara kavuşmasıdır. İkinci plan ise, yazarlara göre; barış koruma planları arasından yeni bir Bosna Anayasası içermesi nedeniyle de en detaylı ve çok geniş fonksiyonlu olanıdır. İnsan haklarından demokratik kurumlara, mülkiyet anlaşmalarından polis kurumuna, tarihi eserlerin korunmasından otoyol yapımına kadar çok çeşitli politikalar içermektedir. Yazarlar ilk olarak, askeri müdahale planının uygulanması gerektiğini kabul etmektedirler. Öncelikli olarak çatışmaların engellenmesi barışın sürdürülebilir olması için gereklidir. Daha sonra sivil misyonun başlatılabilmesi için bir zemin yaratılmış olacaktır. Fakat ABD’nin bu dar askeri misyonu uluslararası kamuoyuna “satmaya” odaklanması barışın kalıcılığı için gerekli sivil misyonlara desteği azaltmaktaydı. Bir diğer sorun ise, Dayton Anlaşması’nda askeri ve sivil yetkililer arasında komuta ve kontrol arasında hiçbir bağlantıya yer verilmemesidir. Askeri yetkililer tamamıyla NATO komuta zincirine göre faaliyet gösteriyordu. Sivil uygulamalar ise BM ve AGİT’in iş birliği içerisinde atanacak olan Yüksek Temsilci tarafından üstlenilmiştir. Bu belirsiz komuta zinciri ve BM’nin rolünün dar bir anlamda tutulması yazarlar tarafından eleştirilmiştir. Bu bölüme yazalar, “Brcko’da Kısmi Barış” başlığı ile devam etmişlerdir. Bu başlık altında kısmi barışın sağlanmasının beklendiği gibi Sırpları ekonomik yaptırımlara uğratmak ile gelmediğinin altı çizilmiştir. Yazarlara göre buradaki kısmi barışın sağlanması yalnızca NATO, Yüksek Temsilci Ofisi (OHR) ve BM’nin bir araya gelmesiyle sağlanabilmiştir. Bu üç aktör de yakın ve koordineli ilişkiler kurarak barışın teminini sağlayabilmişlerdir.
Doğu Timor
Doğu Timor misyonu bu bölümün en dikkat çeken alt başlığı olmuştur. İstatiksel bir analiz mümkün olmamasına rağmen, yazarlara göre 3. bölümde ortaya attıkları model ile çok uyumlu bir misyon olarak sonuçlanmıştır. Doğu Timor’un bağımsız bir devlete giden sürecin tamamında BM aktif olarak görev yapmıştır. Yazarların iddiası da işte tam da BM’nin aktif ve geniş tanımlı bir görev misyonu olduğunda ne kadar başarılı olduğudur. İlk olarak BM, UNAMET misyonu ile, çatışmaların durdurulması ve tarafların uzlaşması için gerekli zemini hazırlamıştır. Çatışmaların tekrardan patlak vermesi ile BM görevlileri bölgede sıkışmıştı. Bu olaylara karşılık BMGK, Endonezya’nın da rızası ve BM anlaşmasının 7. kısmında gösterilen yetkilere dayanarak, “Gerekli tüm önlemleri almak” üzere BM personelinin kurtarılması, barışın ve güvenliğin tekrardan sağlanması ve insani müdahalelerin yapılması için çok fonksiyonlu INTERFET misyonunu başlatmıştır. Yazarların modeline göre, en başta Doğu Timor için barış olasılığı çok düşük gösterilmiştir. Fakat BM’nin Endonezya hükümetini de barış ve istikrar için ikna edebilmiş olması bu orana rağmen başarının kilidi olmuştur. Ek olarak yerel kapasiteler de çok düşüktür-ekonomik bir darboğaz vardı, sağlık sistemi neredeyse yoktur-. Bu durumda BM ve IMF iş birliği yapmış ve ekonomik olarak acil ihtiyaçların giderilmesi için plan hazırlanmıştı. Ayrıca yüksek düzeyde uluslararası ekonomik yardım ve transferler de bu operasyonun başarıya ulaşmasında etkili olmuştur. INTERFET’in başarısı, Güvenlik Konseyi’nin Doğu Timor’da (UNTAET) BM Geçiş Hükümeti’nin kurulmasına olanak verdi. UNTAET çok boyutlu bir barışı koruma operasyonu olarak tasarlandı. Tipik barışı koruma operasyonunun çok ötesinde bir yetkiyle, UNTAET, Doğu Timor resmen bağımsız hale gelene kadar Doğu Timor’daki yönetimin tüm yönlerinden sorumluydu. BM’nin planlama, yürütme, denetleme ve değerlendirme yetkilerinin tamamına sahip olduğunda barış operasyonlarının ne kadar verimli olabileceği gösterilmeye çalışılmıştır.
Ahmet Can Yıldıztekin
Bölüm 6: Barış Yapmak: Başarısızlıklar
Birleşmiş Milletler Barış Gücü, temel amacı savaşların getirmiş olduğu olumsuzluklara maruz kalmış yerlerde barışın ve huzurun kalıcı olarak sağlanması olan, Birleşmiş Milletler kuruluşu bir yapılanmadır. Çeşitli ülkelerin askeri birliklerinden oluşan barış gücü temel amaçlarından biri de ateşkes anlaşmasının yapılması ve sürdürülebilmesini sağlamaktır. Uluslararası barışı ve güvenliği sağlama misyonu ile hareket eden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi himayesinde ve kararlarıyla görev yapmaktadır. Günümüzde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bu doğrultuda vermiş olduğu kararlar sorgulanmaktadır. Bu bölümde ise barışı koruma misyonu doğrultusunda vermiş olduğu başarısız kararlar, örnekler üzerinden incelenecektir. Bunun yanında bir yerde barışı yapmak için bir barış anlaşması veya ateşkes yapılması tek başına yeterli değildir. Konu başlığının altında inceleyeceğimiz örnekler olan Kıbrıs ve Ruanda da yapılan barış müdahalelerine bakıldığında, askeri barışı koruma ve bazı sivil barış inşası içinde faaliyetlerde bulundular fakat bu iki operasyon içinde Birleşmiş Milletler’in başarısız olduğu söylenebilir. Bu başarısızlıkların en önemli sebeplerinden biri de operasyonların nasıl tasarlandığı, yönetildiği ve uygulanmasıyla ilgili temel sorunlardı. Barış operasyonlarının nasıl başarısız olduğunu anlamak bilim insanları içinde hayati önem taşıyan bilgi ve görevdir. Kıbrıs ve Ruanda örneğine baktığımızda genel olarak varılan kanı şu şekildedir ki; Kıbrıs’ta 2003’te yapılan Barış Anlaşması geçerliliğini koruyamadı ve başarısızlıkla sonuçlandı, bunun sonucunda uzun bir süre bölünmüş bir vatan içerisinde yaşandı. Ruanda örneğinde ise, durum çok daha içler acısı bir haldeydi. Birleşmiş Milletler yapmış olduğu müdahalelerde oldukça yetersiz kaldı ve tarihte Holocaust’tan sonra dünyanın görmüş olduğu en büyük soykırım yaşandı.
Kıbrıs
Kıbrıs örneğini incelediğimizde, 1960 yılında bağımsızlığını kazanana kadar, %80’i Rum, %20’sini Türklerin oluşturduğu bir İngiltere kolonisiydi. Bağımsızlığının kazanılmasından kısa bir süre sonra da bölgede etnik iç savaş patlak vermiştir. Rumların ve Kıbrıs Türklerini 1960″ta kurulan ortaklık devletinde istememesi, Ada”da birlikte yaşama ve adayı yönetme durumunu terk etmesiyle mesele haline gelmiş ve 1960″lar dan beri uluslararası toplumun gündeminde yer almaktadır.
Ortaklık devleti olan Kıbrıs Cumhuriyeti, Rumların 1963″te tek taraflı olarak güç kullanmasıyla anayasayı feshetmelerinden sonra ortadan kalkmıştır. Kıbrıslı Türklerin 1960 yıllarında kurulan devletin eşit ortakları olarak haklarını kullanamaması neden olan bu yasa dışı durumu hiçbir zaman kabul etmemiştir. Neticesinde, 1974 yılında düzenlenen Kıbrıs Askeri Harekâtı ile beraber bölge de sorunlar giderek artmaya devam etmiştir. Bölge de artan sorunlar nedeni ile uluslararası güvenliği ve barışı tehdit etmesi sonucuna varılarak, BM Güvenlik Konseyi adaya uluslararası barış gücü UNFICYP görevlendirilmiştir. Yapılan müzakereler kapsamlı bir anayasal ve bölgesel sorunların çözümüne yönelikti. Zaten sorunun temelini toprak meselesi ve güvenlik sorunu oluşturuyordu. Fakat yapılan müzakereler 6 yılın sonunda sonuçsuz kalmıştır. Yunanistan da yönetime yapılan askeri darbe yapılan müzakereleri sekteye uğratan bir diğer neden olmuştur. Yapılan müzakerelerin temel amaçlarından biri de siyasi eşitsizlik ve eşit statüde iki kurucu devlet odaklı yeni bir ortaklık kurulması amacıyla yürütülmüştür. Müzakereler genel olarak yerleşik BM parametreleri olan iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı ve iki kurucu devleti olan federal bir çözüme ulaşma öngörüsüyle yürütülmüştür. Temel konu başlıkları ise yönetim ve güç paylaşımı, Avrupa Birliği, güvenlik, ekonomi ve toprak düzenlemeleri olmuştur. BM tarafından yapılan önerilere olumlu bakan taraf Kıbrıs Türk tarafı olmuş, Rum tarafı anlaşmaya yanaşmaktan çekinmiş ve ortak bir geleceği paylaşmayı reddeden bir politika izlemiştir. Rum kesimi egemenliğini kuzeye yaymaya çalışan bir politika izlemiş ve müzakerelerde devlet yapısını bu amaca yönelik olarak şekillendirmeye çalışmıştır. Adanın yeniden entegrasyonu -son yıllarda Nisan 2003″te kararlaştırılan Kıbrıs”ın Avrupa Birliği entegrasyonuna ilişkin tartışmalar kapsamında yeniden canlanmış olsa da- şimdilik için imkânsız görünmektedir. 1968-73 uluslararası yapılmış görüşmeler, resmi bir barış anlaşması için en iyi belki de son fırsatı temsil ediyordu. Görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı ve görünüşte istikrarlı bir bölünmeye yol açtı, ancak bölünmüş egemenlik ve barış güçlerinin ilk konuşlandırılmasından bu yana neredeyse 30 yıl devam eden varlığı, Kıbrıs”ta barış inşasının başarısından bahsetmeyi mümkün kılmamaktadır.
İnceleme sonucunda, Kıbrıs”ta bir barış inşası başarısızlığını doğru bir şekilde ortaya koymuştur. Barış inşası alanı, kısmen yüksek düzeyde düşmanlığın bir sonucu ve kısmen de yetersiz uluslararası kapasitelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Kıbrıs meselesine bakıldığında, Yunanlılar ve Kıbrıs Türkler arasında süregelen etnik bir çatışmanın yaşandığı görülüyor. Özellikle, 1974″teki etnik savaş ve bölünmeden sonraki kitlesel mülteci hareketlerine bakıldığında. Düşmanlık seviyeleri, Kıbrıs”taki yerel kapasite seviyeleri ile en azından kısmen dengelenmeliydi. Bir bölgede süregelen bir etnik düşmanlık olması ve yönetimdeki kapasite yetersizliği bir iç savaşa yol açar, barış inşası da bu durumlar da etkin rol oynamalıdır fakat Kıbrıs örneğinde oldukça yetersiz kalmıştır.
Müzakerelerde Kıbrıs Türkleri adına kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş, 52 yıl süren görüşmelerin 36 yılında süreci yürüten kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Rum kesimin de ise müzakere süreçlerinde Makarious etkin rol oynamıştır. Müzakere süreçlerinde bazı dönemlerde atılan adımlar ve ortaya konulan çözümler anlaşmaya varılma umudunu arttırmıştır. Bunlardan biri de Annan planıdır. Annan Planı, olası bir çözüme ulaşmanın en yoğun yaşandığı dönemlerden biri olarak görülür. “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” belgesi ortaya konuldu BM genel sekreteri tarafından. Bu belge referanduma sunuldu ve kararı doğrudan iki topluma bırakıldı. Plandan, yeni ortaklığın iki kişi olacağı, iki tarafın birbirinden ayrı kimliği ve birbirlerinin bütünlüğünü tanıyacağı ve tarafların karşılıklı olarak kültüre, dini, siyasi kimliklerine saygı duyulacağı ibareleri yer almaktaydı. Denktaş, Kuzey Kıbrıs”ın sınırlarını açtı ve sınır ötesi ziyaretlere izin verdi, bu hareket entegrasyon umutlarını yeniden canlandırdı ve Annan Planı Kıbrıs”ın AB katılım anlaşmasına ek olarak ekleme çabalarını canlandırdı.Böylelikle Kıbrıs Sorunu çözülürse, ada ve adadaki insanlar AB”nin bir parçası olacaktı. 2004 yılında yapılan referandum sonuçlarıyla Rum kesimi referandumu reddederken Kıbrıs Türk kesimi referanduma evet dedi ve 2004 yılında adadaki diğer ortak yok sayılarak “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB” ye tam üye yapıldı. Birleşmiş Milletler ise Kıbrıs Cumhuriyeti’ni adanın tek hâkimi olarak kabul etmektedir ve Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye hariç hiçbir BM üyesi ülke tarafından tanınmamıştır çünkü yapılan müdahaleyi işgal olarak tanımlamışlardır. Bu tartışmaların hiçbir yerinde UNFICYP ön plana çıkılmadığı görülmektedir. UNFICYP”nin barışı koruma konusundaki başarısızlığı, almış olduğu kararların yetersizliği, zayıflığı ve aynı zamanda tarafsızlığı konusundaki tartışmalar konusunda bırakmış olduğu izlenim ile de bugün barışı katkısı konusunda daha çok sembolik bir değere sahip olduğu gözlemleniyor. Kıbrıs meselesinde eğer 1974″te yaşanan etnik savaştan önce daha etkin bir rol ve kararlar alsaydı, daha az hasara veya hiçbir hasara yol açılmayabilirdi. Fakat uluslararası arenadaki pasifliği barışa olumlu bir katkı sağlamasını engellemiştir. Birçok uluslararası topluluğu ilgisizlikle ve yetersizlikle bahsedildiği Kıbrıs meselesinin yanı sıra -ki nüfusun %30″u mülteci konumuna düşmüştür- diğer incelenecek olan Ruanda konusunda durum çok daha içler acısıdır ve daha büyük can, mal ve insanlık dramlarına sahne olmuştur.
Ruanda
Ruanda örneğini incelediğimizde, yaşanan soykırım Kıbrıs”ta barışı sağlamaktaki başarısızlıklara çok az benzemektedir. Fakat bazı özellikleri benzerlik göstermektedir. Bunlar;
yüksek düzeyde yaşanan etnik düşmanlık, yetersiz devlet otoritesi ve en önemlisi olayların sonucunda zayıf uygulamayla ortaya çıkan uluslararası kapasite ve uluslararası örgütlerin yetersizliğidir. Kıbrıs örneğinde gördüğümüz gibi Ruanda”da da iki etnik grubun hâkim olduğu düşmanca bir toplumu daha da kutuplaşmasını sağlayan etnik bir savaşa girmesiydi. Kutuplaşma iç savaş riskini arttıran bir unsurdur ve Ruanda etnik çatışmasında taraf olan Hutu ve Tutsi etnik grupları arasında süregelen bir kutuplaşma söz konusudur. Ruanda”nın tarihsel sürecine bakıldığında, yabancı misyonlar tarafından sömürge politikası ile yönetilmiştir. Sömürgecilik yıllarında toplumun etnik bölünmeler temelinde şekillenmesi Ruanda”yı felakete sürükleyen ana faktördü çünkü sömürge yönetimi Ruanda”ya bırakmış olduğu miras ayrılıkçı ve ırkçı siyasal anlayıştan başka bir şey değildi. Belçika sömürgesinin Tutsilere ayrıcalıklı haklar tanıması kanlı çatışmaların yolunu açmıştır. Etnik ayrım ve etnik sınıflandırma gibi ayrıcalıklı politikalar tarafları düşmanlaştırdı. Bütün olayların başlangıç noktası ise Ruanda devlet başkanının uçağının düşürülmesiyle Hutu”ların bu olayın sonucunda Tutsileri suçlamasıyla, bununla birlikte Tutsilere yapılan sistematik saldırılar başlamıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ile bölgede barışı, güvenliği sağlama ve iç savaş mağdurlarına insani yardım amacı ile UNAMIR kuruldu. Fakat UNAMIR”e verilen yetki çatışmayı ele almak ve görevleri yerine getirmek konusunda çok az şey yapmıştır. Taraflar bu doğrultuda, zayıf yönetilen barış gücü operasyonlarını yeniden toparlanma ve yeniden savaşı başlatma fırsatı olarak görmüşlerdir. Tarafların şiddet tercihlerinin yoğunluğu için çok daha güçlü bir müdahale gerekmekteydi.Ancak, Güvenlik Konseyi ve bölgede kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden Fransa bu konuda kayıtsız kalmıştır ve barış güçleri ellerinde bulunan tüm araçları kullanmamıştır. Ülkede çok sayıda kanlı olaylar yaşanırken barışı koruma misyonu ile hareket eden BM oldukça pasif bir tavır sergilemiştir ve Ruanda”yı kendi kaderine bıraktığı gözlemleniyor. BM ise yaklaşık 800 bin kişi yaşamını yitirdikten sonrasında gerekli müdahaleleri yaparak bölgedeki personel sayısını arttırdı. Uluslararası toplum, Ruanda”nın yeniden inşasına yardım ederek, soykırım sonra suçunu hafifletmek amacı doğrultusunda kalkınma yardımlarını arttırmıştır ve 1994 yılında Fransa kuvvetlerinin geri çekilmesiyle UNAMIR bölgede korumasını devam ettirmiştir.
BM Barış Operasyonları, uluslararası yetkiler yeterince sağlam olduğunda ve düşmanlığın, tutarlı organizasyon eksikliğinin, yoksulluğun ve savaştan barışa geçişte belirli bir ülkeyi karakterize eden kurumsal kapasiteye sahip olduğunda başarılı olur. Aynı zamanda ülkenin önemli kurumsal ve alt yapısal kapasitesine sahip olduğu durumlarda başarılı olur. Ruanda da olduğu gibi başarısız devlet, tutarsız ve etnik temelli çatışmalarla başa çıkmak için çok daha fazlasına ihtiyacı vardır. UNAMIR”in ağır basan başarısızlıkları, kaynakların yetersizliği ve taahhüt eksikliği konunun kötü anlaşmasıyla birleşti. Bütün bunlar, Ruanda’da birleşik bir barışı koruma ve barışı sağlama başarısızlıkları döngüsüne işaret ediyor. Başarısızlıklar planlama aşamasında başladı ve ciddi dış kısıtlamaları ortaya çıkardı ve barışı koruyanların gerçekçi bir şekilde başarabilecekleri işlevleri sınırladı. İş birliği yapmamanın kanıtları arttıkça yani soykırım nedeniyle ölümler arttıkça uluslararası toplum UNAMIR”deki hükümdarlığı daha da sıkılaştırdı ve gücün kapasitesini daha da azalttı. Kısıtlamaların ve barışı koruma davranışının bu dinamik evrimi, Ruanda’da barış inşasında başarısızlığı neredeyse kaçınılmaz hale getirdi. Sonuç olarak, Ruanda örneği 20. yüzyılın önemli derslerinden biridir. İnsan haklarının ihlali durumunda Birleşmiş Milletler”in barış operasyonu hareketlerinin yetersizliği Ruanda için de geçerlidir; ayrımcılık ve etnik siyasetin ne tür kanlı olaylara yol açabileceğinin en açık göstergesidir. Sömürgeciliğin tasarlamış olduğu etnik siyaset, küçük bir Afrika ülkesini kaosa sürüklerken, küresel aktörlerin ilgi göstermediği yerlerde insan hakları ihlallerinin sessiz kaldığını da bize gösterdi.
İrem Bilgin
7.Bölüm: Geçiş Stratejileri
Bu bölüm kapsamında Geçiş Stratejileri konusunu ele alan Amerikan asıllı Michael W. Doyle ve Nicholas Sambanis daimî barışın sağlanması ile ilgili olarak BM ve diğer barışı koruma operasyonlarının ilk olarak doğru yetkiye sahip olunup olunmadığına daha sonra ise bu yetkinin iyi uygulanıp uygulanmadığına bağlı olarak başarılı veya başarısız olma eğiliminde olduğunu belirtmiştir. Burada değinilen 4 strateji ise; “Peacemaking” “Peacebuilding Reconstruction” “Multidimensional Peacekeeping” “Peace Enforcing” olarak belirlemişlerdir. Bunları sırasıyla şu şekilde sıralayabiliriz: Barışı sağlama, barışın yeniden inşası, çok boyutlu barışın korunması ve barışın uygulanması şeklinde açıklanabilir.
Barışın sağlanmasında BM”nin yetkili olarak barışı güvenli şekilde sağlayabilmesi açısından hem devletlerin bu konuda istekli olmaları hem de yaşanacak kayıpların bilincinde olmaları gerektiği belirtilmiştir. Barışın inşasının çaba gerektirdiği kaçınılmaz bir durum olduğunu savunan yazarlarımız, BM”nin uzlaşmaya dayalı olarak geliştirdiği yeniliklerden bahsederken verdiği bir tanım mevcuttur, “Friends of the Secretary General” yani Genel Sekreterin Dostları mottosu ile birlikte bu durum BM”nin çok uluslu gücünü ortaya koyan bir terim olarak düşünülmüştür. BM beşlisi olarak adlandırılan Temas Grubu sayesinde Bosna için Dayton Antlaşmasının imzalanmasında etkili olduklarını dile getirmiş olmasının yanında etkisiz kaldığı konulardan örneğin Kıbrıs’ta Türkiye ve Yunanistan”ın 1970’lerin başlarında barış görüşmelerinin çöküşü ve henüz çözüm için sağlam ve güvenilir bir koalisyon kuramamaları yorumu ile aslında genel olarak olumlu yönünden baktığı gibi Kıbrıs örneğinde de eksi yönlerini de ekleyerek objektif baktığı söylenebilir. Fakat şu da bir gerçektir ki Dostlar”ın, tek bir BM arabulucusunun sağlayabileceğinden daha esnek iletişim kanalı açabileceği aşikârdır. Burada bu grupların görevinin ve amaçlarının barışın sağlanması olması ile hizmet ettikleri işlevleri; BM”nin sınırlı olan etkisi dostların diplomasi, finansman gibi desteğiyle kullanılabileceğini, meşrulaştırabileceğini, koordinasyon sağlanacağını ve son olarak dostlar mekanizmasının iç savaşların müzakere yoluyla çözümüne dengeli bir yaklaşım sağlayacağını söylemiş olsa da Birleşmiş Milletler’in Dostlara ihtiyacı olduğu kadar çok kolay bir şekilde riayet edebileceğini dile getirmiştir. Buna örnek olarak; Bosna, Somali ve Ruanda”da olduğu gibi BM”nin süper güçler tarafından suistimal edilmesi ile bu operasyonlar başarısız ya da geç kalınmış olabilir. Aslında anlatılmak istenen bui “Dostlar” mekanizması değerli olsa dahi Birleşmiş Milletlerin barışı sağlamada çabasını bozabileceği ve farklı amaçlarla kullanılabileceğidir.
“Çok boyutlu barışı korumanın çeşitliliği aynı zamanda barış olasılığını da artırmaktadır. Barışı koruma stratejisinin bir unsuru başarısız olabilir: silahsızlanma, seçimler, yargı reformu, polis veya askeri reform, başarısız olabilir. Ancak diğerlerinin önemli bir karışımı başarılı olursa, barış ilerlemeye devam edecektir.”
Genel olarak bakıldığında, Aslında Doyle ve Sambanis 1945’ten bu yana iç savaşları istatistiksel olarak bu kitapta anlattığı görülmüştür ve Birleşmiş Milletler “in katılımı dâhilinde olan barış süreçleri ile olmayanları kıyaslar nitelikte bir anlatım mevcut diyebiliriz. Tarafların barış için istekli olmaları dâhilinde BM”nin etkili bir görev yürüteceğini dile getirmiştir. Ama asıl önemli olanın BM”nin üstlendiği görevin sonraki dönemlerde meyvelerini vermesiyle birlikte önem kazanacağını yani savaşın sona ermesinden sonraki ilk birkaç yılda en etkili dönem olduğunu ve savaş riskini azaltmanın en önemli zaman olduğunu savunmuşlardır. Barışın yeniden inşasında da BM”nin barışa giden bu yolu tarafların tahammül edeceği şekilde tasarlaması gerektiği vurgulanmıştır. Burada bazı sorunlar çıkabilir;seçimler istikrarı bozabilir, demokratik geçişler sivil toplumu veya demokrasinin getirdiği yeni özgürlükleri yönetebilecek hiçbir kurumu olmayan ülkelerde iç savaşın başlama veya tekrarlama riskini artırabilir. UNTAC Başkanı Akashi”nin barışı kabul etmesinden itibaren 1992 yılının başlarında zaman geçtikçe Kamboçya halkının ve grupların beklentileri hayal kırıklığına uğradığında, otoritede büyük bir düşüş yaşaması örnek olarak verilebilir.
Yazarlar daha sonra geçiş yetkisinden bahsederler. “Bölgesel komşular ve diğer önemli uluslararası aktörler savaşı desteklemekten vazgeçip barışı desteklemeye başlamadıkça çok az barış inşası planı işe yarıyor ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi bu nedenle, 1990’ların başındaki barış inşası operasyonlarının patlaması için önemli bir ön koşuldu.“” Daha önce de değinilen barış inşasının çaba gerektiren bir durum olmasından kaynaklı bu yorumun yapılması çok yerinde olmuştur. Başarılı olunması için öncelikle geçiş otoritesinin çatışmanın koşullarını, nedenlerini, barış müzakereleri sırasındaki düzenlemenin kalitesini karşılaması gerektiği düşünülmüştür. Yani bu taraftan bakıldığında kurallara uygun şekilde tasarlanmamış bir yetkiden barış inşası için olumlu bir sonuç beklememek yerinde olacaktır.
Öte yandan bakıldığında, geçiş dönemi barış harekâtları genellikle bir uluslararası diğeri ise yerli olacak şekilde iki yetkiye ihtiyaç duymaktadırlar ve genellikle barışın korunmasında ve tesisini yöneten geçiş otoritesinin bunu duruma uygun olarak iyi tasarlaması gerektiğinden bahsedilmiştir. Aslında anlatılmak istenen etkili bir geçiş otoritesinin tarafların düşmanlık seviyelerini ve grupların kapasitelerini hesaba katarak stratejik şekilde hareket etmesi gerektiğidir. Otoritenin asıl amacı olarak istikrarsız gruplar üzerinde yoğunlaşarak bunları tutarlı ya da tutarsız, uyumlu ya da uyumsuz olduklarına göre ayırarak sınıflandırmasıyla birlikte bunlar üzerinde yoğunlaşmasıdır. Burada yazarlarımız bu grupları 5 tane farklı ekoloji olarak açıklamışlardır. Bir tanesine örnek verecek olursak, tarafların “az sayıda, düşmanca ve tutarlı” olduğu üçüncü bir barış inşası ekolojisinden bahsederler. Ya da beşinci ekoloji olan Somali”de de olduğu gibi, “çok sayıda, tutarsız ve düşmanca” grupların olması ile birlikte etkili bir barış inşası için olasılıkların daha zor göründüğü aşikardır. Yerel kapasitelerin düşük olması buna Kamboçya”yı örnek verebiliriz. Bu ekolojide barış inşasının başarı şansı çok düşük olmasından bahsedilmiştir. Bu nedenle kapsamlı uluslararası kapasiteler kullanılması gerektiği belirtilmiştir. Yazarlarımız her ekoloji için de farklı ya da aynı örneklerin devamı şeklinde açıklayıcı anlatımlarda bulunmuşlardır. Kamboçya, Somali ya da Bosna örnekleri ile orada olan sorunlara bu konular nezdinde değinilmiş ve açıklanmıştır.
Genel olarak bölümün analizinden sonra son olarak ise yazım diline bakıldığında anlatılan her bir konu başlığında örneklerle anlatımını desteklemiş ve özellikle BM için devletler nezdinde olması gerekenden bahsetmiştir. Anlatımı bu bağlamda akıcı sayılsa da çok fazla kısaltmalardan bahsettiğini görmekteyiz; UNTAC gibi. Bu okuyucunun o konuda merakını uyandıracağı gibi aksi şekilde kötü bir izlenim de bırakabilir. Ayrıca anlatımını tablolarlar ile görselleştirmiş olması değinilen konunun ilgi çekici olmasını sağlamıştır. Sonuç olarak sorunları konu dâhilinde ana hatlarıyla ele almaya çalışmış ve bunda başarılı olmuş diyebiliriz.
Ebru Akyol
Bölüm 8: Sonuç
Etkili bir barış inşası, iyi stratejiye ve yeterli kaynakların kullanılabilirliğine bağlıdır. Barış için bir çözüm yoktur, düzenli olarak yeniden ortaya çıkan zorluklar vardır. Sürdürülebilir barışın sağlanması için bunun üstesinden gelmek gerekir. Önemli olan yaşanan krizlerin çoğunluğunda ortaya çıkmıştır.
Micheal W. Doyle ve Nicholas Sambanis sonuç kısmı dört alt başlık altında (Barış İnşası Rekoru, 7 Adımlı Plan, Kursta Kalma Kalmama Maliyetleri ve Alternatifler) değerlendirilmiştir. Barış, güç ve güvenlik kavramlarının uluslararası ilişkilere yaklaşımları açısından karşılaştırmaktadır. Savaş ve barış kavramlarının birbirlerine karşı barındırdıkları zıtlıklar, sundukları sınırlı ve dar görüşler dolayısıyla güvenlik kavramına ihtiyaç duyulmaktadır. Sonuç kısmında Birleşmiş Milletler’in silahlanmanın zarar verme ve anarşi faktörlerini ne kadar dikkate alındığını, barışın inşasındaki başarısı ölçülmektedir.
Barış İnşası Rekoru
Herhangi bir barış inşası girişimini üç kritik durumu dikkate alarak değerlendirmiştir. Birincisi: BM’nin yararlanabileceği kaynaklar var mı? Bu kaynakları kalıcı barış inşa etmek için kullanılabilir mi? Ölümler yeniden devam edebilir mi? Barış yapmak için tutarsızlık var mı? Uzlaşmak için ülkede etnik, dini ve ideolojik olarak bölünmüş mü? Önceden demokratik anayasal yönetim deneyimine sahip mi? Düzen sağlayabilen meşru geleneksel otorite barış gücü ne zaman ayrıldı? Soruları etrafında değerlendirmiştir ve iç savaşın, yarattığı düzensizliği ortadan kaldırmak için barış görüşmesi yapmak, yoğun bir şekilde bölünmüş topraklarda barışı inşa etmenin daha zor olduğunu açıklamıştır.
İkinci olarak: Ülkenin kendi başına yetecek, sürdürecek endüstriyel bölge veya diğer ekonomik faaliyetler dış yardım olmadan devam edebilir mi? Ancak barışı koruma görevlileri ülkeden ayrıldığında ekonomik temellerin olduğu yerlerde barış inşa etmek daha kolaydır. Beşerî sermaye, ekonomik altyapı ve doğal kaynaklar, kiraların alımı önemlidir.
Üçüncü olarak: Uluslararası toplum arabuluculuk yapmak için yeterince çaba sarf etti mi? Barış antlaşması ve telafi etmek için yeterli uluslararası kapasite iç savaş sonrası ülkede birlik ve kapasite bakımından eksik olan nedir? Sivil ve askeri kurumsal ve ekonomik yardım, anlaşmanın uygulanabilir olmasına yardımcı olur mu? Soruları sorulmuştur, barış odaklı görüş devlet çıkarlarını önemsemediği için silahların kendilerinin uluslararası sistemde çatışmaya neden olduğunu söyleyebilecek kadar abartmaya meyillidir ve böylelikle çatışmanın kaynağı olarak politik anlaşmazlıkların derinliğini ve etkisini küçümsemektedir. Bu bakış açısı savaş korkusunun yenilme korkusundan ağır bastığını var saymaya ve bu nedenle bir taraftan silahlanmanın kontrolü ve silahsızlanma gibi uluslararası güvenlik önlemleri alarak sağlanabilecek asayişin kolaylığını abartırken diğer taraftan ulusal güvenlik ihtiyacını hafife alan siyasi öneriler sunmaya yönlendirmektedir.
Barış odaklı görüşe göre, silahlar savaşta öncü rol oynadıklarından ve savaşların bertaraf edilmesi barışın amaçlarının merkezinde yer aldığından silahsızlanma ve silahların kontrolü doğal olarak barış politikalarının temel özellikleridir. Barış politikaları bu tip süreçlerde toplu çıkarlara çok fazla önem vermekte ve devletin çıkarlarına gereken dikkati vermemektedir. Önemli olan BM misyonları çatışmanın pozitif barışı teşvik etmeye ve savaşın tekrarını önlemeye yardımcı olmalarıdır. Devletler kendi kendine sürdüren ekonomik büyümede hızlı bir başlangıç yapamazsa başarısız olurlar. Ekonomik büyüme ve daha yüksek kalkınma seviyeleri bu süreçte kritiktir. Barışı destekleme, sürdürülebilir demokrasi BM barış inşası için ekonomik reformun rolünü arttıran yararlanılan barış inşasının temel bir bileşenidir. Etnik olarak bölünmüş toplumların başka bir savaşı deneyimleme olasılığı daha yüksektir ve etnik ve dini savaşları çözmek ideolojik savaşlardan çok daha zordur. Ancak çok yüksek ölüm ve yerinden edilme seviyeleri savaş türü önemlidir. Kişi başına düşen gelir artış hızı uzlaşılmış bir başarı kolaylaştırır, özellikle iki taraf karşılıklı şiddetin en kötü biçimlerin kaçındıysalar. Ruanda’da ve Bosna’da gerçekleşen büyük cinayetler ve yerinden edilmelerde BM başarılı olamamıştır. Anlaşma olmadan BM misyonunun başarı olasılığı düşmektedir.
7 Adımlı Plan
Başarıya yönelik kısıtlamalar ve fırsatlar göz önüne alındığında; bir iç savaş toplumu, yönetimi ekonomi ve kültürü yok edebilir. Savaşçılar ve suçlular ekonomik saldırılarla belirli hiyerarşi yaratırlar. Bu nefret biçimlerini kendi kendine yeten bir barış inşası için tüm bunlar tersine çevrilmelidir. Eğer yoksa iç savaşın açık galibi veya Batı’dan uluslararası yardım veya BM çağrılacaksa, yönetimin katılımcı olması gerekir önce savaşta olan tarafların siyasi partilere dönüşmesi yeterlidir.
Birinci Adım: İç savaşın yol açtığı birçok ihlalin faillerini cezalandırarak onları ortadan kaldırılması gerekir. Masum sivillere yönelik şiddet durdurulmalıdır. Barış sağlandıktan sonra sürdürülebilirlik önemlidir. Ekonomik ve politik olarak yeniden yapılanma Kamboçya ve Bosna’da zaman almıştır.
İkinci Adım: Güvenilir bir ortam olmazsa olmazdır. İnsan hakları, yasalar demokrasi olması gerekir. Bosna’da süren isteksizlik ve etnik parçalanma uzun vadeli barış için önemlidir. Afganistan’daki sivil ölümler başka yerlerden yönetilen savaşlar barıştan uzak kalmıştır. Taliban’a karşı savaşta eğitimli ulusal bir orduyla hareket etmek için uluslararası ekonomi yardımcı olması gerekmektedir. Güvenlik insanların yeniden geri kalanını yeniden yapılandırmaya başlamasına izin veren şeydir. Bir devlet kurmanın ilk adımıdır. Saddam Hüseyin’in rejiminin düşüşünden sonra Irak’ta ulusal güvenlik tamamlanmalıdır.
Üçüncü Adım: Komşuların müdahaleyi bırakması barışın sağlanmasında önemli bir teşkildir. Devletler belirli bir mekanizmada ve barışı sağlamak için bölgesel iş birliğinin sağlanması gerekir. Yeni yönetimler güvenlik yardımından daha fazla ihtiyaç duydukları için tek başına kalıcı bir barış inşası başarısının temellerini atamadı.
Dördüncü Adım: Hukukun üstünlüğü anayasal rızanın temelidir, meşru bir devlet inşa etmek ve mahkemeler kurmak ve polisin karar vermesi için yerel ve ulusal meşru delegelere ihtiyaçlarının olmasıdır. Çünkü vatandaşların görevlerini yerine getirmesi aynı zamanda etkili bir yönetimi ve koalisyonu destekler.
Beşinci Adım: Yoksulların zenginden daha çok ihtiyaç duyduğu ve eksik olanları tamamlamak, pazar üretimin çeşitlendirilmesi için uzun vadede barışın sağlanabilir olması gerekmektedir. ABD’nin Irak’a karşı savaşta geçici rejime geçişte BM yardımcı olmuştur.
Altıncı Adım: Savaş suçluların yargılamaları yapıldıktan sonra uzlaşma komisyonları oluşturulması ve tüm çocukların eğitim alabileceği bir eğitim sistemi kurulması gerekmektedir. Her barış inşasının çabasının farklı olduğunu kabul ederken bile, ne kadar zor olduğunu küçümsemek zordur.
Yedinci Adım: Barış inşası çabalarında Irak, Afganistan, Kongo, Liberya ve Burundi çok zor aşamalardan geçmektedir. Bunun için uluslararası toplulukların ülkeleri yeniden inşa etmeye yardım etme kararlılığı önemlidir.
Kursta Kalma ve Kalmama Maliyetleri
El Salvador’da barış yapmanın maliyeti yaklaşık 111 milyon dolar tutmuştur. 1991-94 yılları arasında üç buçuk yıl için yılda 28,9 milyon dolar, personel için 35 milyon dolar 1993 yılı da dahildir. Kamboçya’da tahminler en az bir milyar dolarlık ek maliyetin oluşmuş olması ekonomik rehabilitasyon planları ise 1,5 milyar dolarlık resmi bütçe uygulanmıştır.
Nisan 1993 NATO tahminleri Bosna’da mutabık kalınan barış bir barışın uygulamanın maliyeti bir yılda 50.000 askere yılda 10 milyar dolar sivil barışın maliyetidir. Bosna’da bulunan BM konseyinde görevlendirilen NATO barış gücünün bir yıllık maliyeti 3,5 milyar dolardır. Açıkçası sürdürülebilir barış için daha fazlasına ihtiyaç vardır. Savaş sonrası yeniden yapılanma savaşçılar ve mağdurlar için ekonomik büyüme, güvenli demokrasi ve kalkınma birlikte ilerler.
BM ağırlıklı olarak iyi stratejiler belirlenmesinde barışı sağlamasında, siyasi analiz ve arabuluculuklarda diplomatlar önemli bir rol oynarlar. Barışın sürdürülebilir barış için BMGK ile IMF’nin koordineli bir şekilde hareket etmiştir. Barışı geliştirmek için barış inşası destek
ofisi hizmeti vermiştir. Barış inşasının gösterdiği yönetimi iyileştirmek ve daha iyi barış inşası için karşılaştırmalı perspektifle değerlendirilmelidir. ABD ulusal çıkarları açısından Kamboçya veya El Salvador Amerika’nın tarafında iken barışın sağlanması kalkınması daha kolay gerçekleşmiştir.
Alternatifler
BM barış müzakeresi yapamazsa, uluslararası toplum destekler mi? Irak’ın Kuveyt’i işgali saldırıları eylemleri veya 1992’de Bosna ve Somali’de ortaya çıkan insani felaketler veya 1994 baharında Ruanda mı? Sorusuna, BM’nin geleneksel sorunlarını çözmede (UNITAF) Birleşik Görev Gücü insani yardım çabalarını BM’ye devredene kadar ülkede güvenliği sağlıyor. Gürcistan’dan Rusya’ya, Ruanda’da Fransa’ya, Haiti’de ABD’ye ve Doğu Timor’daki Avustralya’ya BM katkıda bulanan devletlerin sayısı artmıştır. Fakat Somali’deki BM operasyonunda (UNOSOM II) ülkenin 1991’de iç savaşa girmesinden sonra 1993’de BM’nin Somali müdahalesinde barış inşası durduğu için başarısız kalmıştır. Bölgesel barışı korumada yük paylaşımında AGİT himayesi anlamında BM onayıyla 1995’te NATO hariç İtalya, Arnavutluk’taki geçiş için güvenliğin sağlanmasında önemli bir rol oynamıştır. NATO önemli bir sorun teşkil ettiği başarılı olamadığını açıklamıştır.
Tırmanan krizleri hızlı erken müdahale olsaydı Somali’de veya Ruanda’da barış daha belirleyici olurdu. Sudan’da insani yardım koridorları kurmak için çabalamak ve gerekli insani yardımları gerçekleştirmek için çaba göstermeleri gerekir. Sivil toplum kuruluşları anca denediği zaman değerli bir fark yaratabilir. Somali’de ve Bosna’da barışı koruma yeterince BM müzakere masasında yaşadığı zıtlıklar, etkinliler BM’nin algılanan başarısızlarını vurgulamıştır. Fakat, Soğuk Savaş sona ermesiyle birlikte abartılan güç ve kolektif savunma BM örgütünü aşırı derecede zorlamıştır.
1988 ile 2000 yılları arasında, dünyadaki her çatışmayı çözme acelesinde BMGK büyük bir hata yapmıştır. Somali’de barışın inşası için ABD’nin BM komutasından bağımsız olarak hareket etmesi çatışmayla sonuçlanan bir süreç gerçekleşmiştir. ABD’nin BM’nin belirli konularda zorluklar yaşadığının göstergesidir. Haiti’deki operasyonlarda demokratik yollarla seçilmiş devlet adamların geri dönüşüne yardımcı olunmuş fakat barışın derinleştirilmesinde yaşayabilir ekonomiye, tarafsız yargı ve polis gücünün yeniden yapılandırılmasında Haiti’yi başka bir darbe ile savunmasız bırakılmıştır. Bu başarısız operasyonlar, BM’nin en büyük sorunudur.
Sonuç olarak, BM kapasiteleri ve gelenekleri dahilinde 1992’deki stratejik belgesi ile yeni stratejiler geliştirmiştir. BM diplomasisini her yerde meşruluğunu devam ettirmek için kurumlarla iletişime geçmeyi sağlamalıdır. BM parçalanmış sosyal toplumlarla uzlaşmayı sağlamak teşvik etmeye çalışmak ve insan hakları ihlalini araştırarak, ulusal polis gücünü ve ekonomiyi kalkındırmak için daha çok çaba sarf etmelidir. BM’nin kusurları hakkında birkaç gerçek barışı korumaya yönelik asker göndermek istemiyorsa Ruanda veya kimse liderlik sağlamaya istekli değilse hiçbir şeyde başarılı olamaz. Sonuçta BM’nin bir ordusu yoktur. BMGK’de (İngiltere, Fransa, Çin, ABD ve Rusya) devletlerin herhangi biri BM’nin müdahale etmesine izin vermezse, hiçbir şey olmaz. Ancak bu beş ülke diplomasi yoluyla hareket etmezsebarışı çözemezler. BM barışın inşasında dünyanın her yerinde yeniden yapıcı rol oynaması gerekir. Tehlikeden kaçmak, silahlı dayatmanın yarattığı riskleri ters etki yaratması gerekir. Çok taraflı olarak BM, barış inşasında insan hakları ve siyasi katılımcılar için meşru araç olabilir.
Mert Özsen
Uluslarararası Örgütler Staj Programı
Kaynakça
Boutros-Ghali, B. (1992). An Agenda for Peace. Birleşmiş Milletler, New York.
Gurr, T. R. (2000). Peoples versus states: Minorities at risk in the new century. US Institute of Peace Press.
Hegre, H., Ellingsen, T., Gates, S., & Gleditsch, N. P. (2001). Toward a democratic civil peace? Democracy, political change, and civil war, 1816-1992. American political science review, ss. 33-48.
Kofi A. Annan (1999). “Reflections on Intervention,” Ditchley Park”ta yaptığı konuşma (the Ditchley Foundation), Oxfordshire, Birleşik Krallık, Haziran 26, 1998. The Question of Intervention: Statements by the Secretary-General (yeniden basım), Birleşmiş Milletler, ss. 4- 7.
Madison, J. (1788). Federalist no. 51. Lillian Goldman Law Library, New York.