Dinyester nehrinin doğusunda kalan ve Moldova-Ukrayna sınırını oluşturan, nüfusunun yarısından fazlasını da Rus ve Ukrayna kökenlilerin oluşturduğu bir bölge olarak bilinen Transdinyester, 1992’de yaşanan iç savaşın ardından fiilen Moldova’dan bağımsız hareket etmeye başlamıştır. Transdinyester Cumhuriyeti adını alarak “de facto” bağımsız bir devlet haline gelmiş olan, ancak hiçbir BM üyesi ülke tarafından “devlet” olarak tanınmayan Transdinyester, bugün yalnızca Abhazya, Güney Osetya ve Dağlık Karabağ gibi siyasal statü bakımından kendisine eşdeğer olduğunu söyleyebileceğimiz “de facto” bölgeler tarafından tanınmaktadır. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi sonrası, yine bu devlet tarafından bir dış politika aracı olarak kullanılan “donmuş çatışma bölgelerinin” statüsü ve geleceğine dair tartışmaların yeniden alevlenmesi, Moldova’da yer alan ve öteden beri Rusya ile birleşmek ya da en azından bağımsızlığını kabul ettirmek isteyen Transdinyester’de ciddi bir hareketliliğin başlamasına yol açmıştır.
Transdinyester, SSCB dönemine ait bir toplumsal/siyasal yaratı olan Moldovalı kimliğinin ilk ortaya çıktığı bölge olarak bilinmektedir. Bugün Moldova olarak bilinen ülkenin toprakları Dinyester ile Prut nehirleri arasında kalan Besarabya ile Dinyester’in doğusunda kalan bir toprak şeridinden ibaret olduğunu söyleyebileceğimiz Transdinyester’den oluşmaktadır. Besarabya, tarihsel anlamda daha çok Rumen dili ve kültürü üzerinden ifade edilirken, SSCB döneminde yaratılan Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin ilk kurulduğu toprak parçası olarak bilinen Transdinyester ise genel itibarıyla Slav (Rus ve Ukraynalı) dili ve kültürü üzerinden tanımlanmaktadır. Besarabya ile Transdinyester, II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adı altında birleştirilince, bugünkü Moldova toprakları ve Moldovalı ulusal kimliği konjonktürel görünümüne büründürülmüştür. Moldova, Rumen ve Slav (Rus ve Ukraynalı) etnik/toplumsal kimliklerinin ortaklığına dayanmasına karşın, SSCB döneminde, Moldovalı kimliğinin genel itibarıyla Rus dili, kültürü ve siyasal anlayışı çerçevesinde şekillendirildiğini görüyoruz. Soğuk Savaş’ın bitişi ve Moldova’nın bağımsız olmasıyla birlikte, nüfusun çoğunluğunu oluşturan Rumen kökenlilerin, Moldovalı kimliğini Rumen dili ve kültürü üzerinden yeniden tanımlama girişimleri ve Moldova’nın yüzünü Rusya’ya değil de AB’ye çevirmesi, Dinyester’in doğusunda kalan ve nüfusun çoğunluğunu Ruslar ile Ukraynalıların oluşturduğu Transdinyester’in, Moldova’dan ayrılmak ve kendi bağımsız devletlerini kurmak istemelerine neden olmuştur. Transdinyester’in 1991’de ilan ettiği bağımsızlık hiçbir BM üyesi tarafından tanınmamış ve Moldova ile Transdinyester arasında binden fazla insanın hayatını kaybettiği bir iç savaş yaşanmıştır. Bu iç savaş, Rusya’nın müdahalesi ile sonuçlanmış ve bir ateşkes imzalanmıştır. Bu ateşkese uygun olarak, Dinyester ırmağı kıyısına Rus, Moldovalı ve Transdinyesterli askerlerden oluşan bir barış gücü yerleştirilmiş ve Moldova, siyasal anlamda fiilen ikiye bölünmüştür. İç savaşın Rusya’nın müdahalesi ile sona ermesi ve Transdinyester’in yüzünü tamamıyla Rusya’ya dönmüş olması, bölge nüfusunun bağımsızlıktan çok Rusya’ya bağlanma talepleri ile bir arada düşünüldüğünde, Moskova’nın, Transdinyester Meselesi ekseninde “anahtar ülke” olduğunu açıkça göstermektedir.
Transdinyester, bugün itibarıyla 550 bin civarında bir nüfusa sahiptir ve merkezi Tiraspol’dür. Rusların çoğunluğu oluşturduğu bölgede Ukraynalılar ve Rumenler de çok ciddi bir nüfusa sahiptir. Bölge yönetiminde söz sahibi olan isimlere baktığımızda, genel olarak SSCB döneminde bölgeye gönderilen profesyonellerin, eski Kızıl Ordu mensuplarının, KGB ajanlarının ve SSCB Komünist Partisi mensuplarının etkin olduğunu görüyoruz. Barış gücü adı altında bölgede konuşlu olan Rus askerleri de siyasal/yönetimsel işleyişte söz sahibidir. Ekonomik anlamda neredeyse tamamen Rusya’ya bağımlı olan bölgede, Rusça, Rumence ve Ukraynaca “resmi diller” olarak ilan edilmiştir. Ne var ki, daha çok Rusça konuşulur. Hissedarlarının/sahiplerinin kim olduğu tam olarak bilinmese de, eski KGB ajanları ve Kızıl Ordu mensuplarının kontrolünde faaliyet gösterdiği düşünülen Sheriff, Transdinyester’deki ekonomik işleyişe egemen olan “monopol” bir şirkettir.
Transdinyester Meselesi’nin yeniden gündeme gelmesinin en önemli nedeni, Rusya’nın, Ukrayna’daki halk ayaklanması ve yönetimin değişmesi sonrası Kırım’ı ilhak etmesi olmuştur. 1992 yılından bu yana Moldova’dan “de facto” bağımsız olan ve Rusya’nın desteğiyle ayakta kalan Transdinyester, Kırım’ın Rusya’ya bağlanması sonrası hareketlenmiş ve bu bölgede de Rusya yanlısı sokak gösterileri yapılmaya başlanmıştır. Hatta bölgedeki kıpırdanma, Putin Doktrini’ne uygun olarak, bir sonraki adresin Transdinyester olacağına dair bir beklentinin de doğmasına yol açmıştır. Putin Doktrini, Rusya’nın aleyhine bir dış politika çizgisi izleyen ve özellikle AB/NATO ile yakınlaşan eski Sovyet cumhuriyetlerinin, “donmuş çatışma bölgeleri” üzerinden toprak bütünlüğüne yöneltilecek bir tehdit eliyle geri adım atmak zorunda bırakılmasıdır. Rusya, bu doktrini önce Gürcistan’da kullanmış ve bu ülkeyi cezalandırarak Abhazya ile Güney Osetya’yı “bağımsız devlet” olarak ilan etmiştir. Şimdi ise aynı doktrinin Ukrayna özelinde yürürlüğe konduğunu ve Kırım’ın ilhak edilmesiyle ve Ukrayna’nın doğusuna ilişkin ilhak tehdidi de gündemde tutularak bu ülkenin ve tabii ki Batılı aktörlerin cezalandırıldığını görüyoruz. Bu doktrinin bir şantaj girişimi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak Rusya’nın eline bu silahı verenlerin de özellikle ABD ve Batılı aktörler olduğunu söylememiz gerekir. Zira Kosova’nın hukuki ve siyasal anlamda oldukça tartışmalı olduğunu söyleyebileceğimiz bağımsızlık ilanının Batılı aktörler tarafından tanınmış olması, Rusya’ya da, oldukça avantajlı olduğu Avrasya coğrafyasında ve müdahil olduğu donmuş çatışma bölgeleri bağlamında istediği an kullanabileceği bir dış politika silahı vermiştir. Putin Doktrini’nin oluşumuna ve işletilmesine kapıyı aralayan, Kosova’nın Şubat 2008’deki bağımsızlık ilanıdır.
Transdinyester Meselesi, AB için oldukça önemlidir. Zira AB, doğuya doğru genişleme stratejisi bağlamında Moldova’yı kendisine entegre etmeye çalışmaktadır. Hatta son dönemde, özellikle Almanya’nın inisiyatif almasıyla, Transdinyester Meselesi’ne federal temelde işleyecek bir siyasal çözüm bulunabilmesi ve böylece Moldova’nın toprak bütünlüğünün sağlanabilmesi yolunda görüşmeler de yapılmaktaydı. Moldova’nın Batı yanlısı hükümeti bu görüşmelere çok ciddi bir önem atfetmektedir. Ne var ki, Transdinyester Yönetimi’nin temel hedefi, Moldova’yı Avrasya Birliği içerisinde Rusya yanlısı bir devlet olarak görebilmektir. Rusya’nın da bu istekliliğin oluşumunda büyük bir payı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Rusya’nın, Kırım’ı ilhak ederek Ukrayna’yı cezalandırdığı ve başta ABD olmak üzere Batılı aktörlerin çok da fazla ses çıkarmadıkları ortadayken, 1992’den bu yana “de facto” bağımsız olan ve şimdi tıpkı Kırım gibi Rusya’ya bağlanmayı arzulayan ya da bağımsızlığının tanınmasını isteyen Transdinyester’in talebinin reddedilmesi, ertelenmesi ya da bu bölgenin federal bir çözüm çerçevesinde Moldova’ya bağlı tutulabilmesi çok zor olacaktır. Bu nedenle, Moldova’nın atacağı adımlara bağlı olarak, Putin Doktrini’nin işletileceği bir sonraki adresin Transdinyester olması hiç de sürpriz olmayacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU,
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü