Kırım, Karadeniz’in kuzeyinde yer alan ve Azak Denizi-Karadeniz bağlantısını sağlayan stratejik öneme haiz bir köprübaşı konumundadır. Ukrayna’ya bağlı özerk bir yönetim olan Kırım’ın kendisine ait bir parlamentosu ve yönetimi bulunmaktadır. Kırım, Rusya’nın Karadeniz stratejisinde çok önemli bir role sahiptir. 1997 yılında yapılan bir “kira sözleşmesi” ile SSCB döneminde Sivastopol’de kurulmuş olan deniz üssünün Rusya tarafından kullanılması karara bağlanmış, Turuncu Devrim döneminde beliren kira sözleşmesinin uzatılmayacağına dair açıklamalara karşın, 2010 yılında Yanukovic’in iktidara gelmesi sonrası Kırım’daki Rus varlığını hukukileştiren sözleşme 2044’e kadar uzatılmıştır.
Kırım’ın toplumsal yapısına göz gezdirdiğimizde ise, nüfusun %58’inin kendisini Rus olarak tanımladığını görüyoruz. Ukrayna asıllılar nüfusun %24’lük kesimini oluştururken, Kırım Tatarları’nın toplam nüfusa olan oranı yalnızca %12’dir. 1774’e kadar Osmanlı’ya bağlı olan Kırım, 1783’de Rusya tarafından ilhak edilmiş ve 1954’te Ukrayna kökenli Leonid Kruşçev tarafından SSCB’ye bağlı Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır. Kırım, Tatarların anavatanı olmasına karşın, Rusya’nın egemenliğine girdikten sonra uygulanan toplumsal/siyasal baskılar sonucunda Tatarların nüfusu sürekli olarak azalmıştır. Kırım’dan ayrılmaya zorlanan Tatarların yerine ise Rus ve Ukrayna kökenliler yerleştirilmiştir. Kırım Tatarları, İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanya’ya destek verdikleri gerekçesiyle, Stalin’in emriyle, 1944 yılında zorunlu göçe tabi tutulmuşlar ve Kırım’daki Tatar varlığı neredeyse silinirken çok sayıda Kırım Tatar’ı göç esnasında hayatını kaybetmiştir. SSCB’nin dağılması ve Ukrayna’nın bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmasından sonra anavatanlarına yeniden dönmeye başlayan Tatarlar, geçen 23 yıllık süreçte Kırım nüfusunun ancak %12’lik bölümüne sahip olmuş, göç esnasında geride bıraktıkları evleri ve topraklarına ise kavuşamamışlardır.
Kırım’da çoğunluğu oluşturan Ruslar, Ukrayna’nın bağımsız olduğu günden bu yana bölgenin Rusya’ya bağlanmasını savunmaktadır. Gerek bölgede çoğunluğu oluşturmaları, gerek Sivastopol’deki Rus deniz üssünün varlığı, gerekse de özellikle milenyum sonrası Ukrayna’da AB ile bütünleşme yönünde bir iradenin ortaya çıkmış olması, Kırımlı Rusları, Ukrayna’dan uzaklaştırmıştır. Esasen Rusya’da da bu tarz bir istekliliğin mevcut olduğu söylenebilir. Nitekim Rus Ordusu, Duma ve devlet bürokrasisi içerisinde birçok nüfuzlu kişi, Kırım’ın 1954 tarihinde Ukrayna’ya bağlanmasının ve SSCB’nin dağılması esnasında da bunun kabul edilmesinin bir hata olduğunun altını çizmektedir. Turuncu Devrim döneminde de Rus ulusal kimliğini güvenlikleştirme yönünde aktif olarak çalışan Ruslar, Yanukovic’in Batı yanlıları tarafından devrilmesi sonrası Kırım’ın Rusya’ya bağlanması yönündeki taleplerini sokak gösterileri ve parlamento ile devlet binalarına yönelik işgal eylemleri ile açığa vurmaya başlamışlardır. Kırım’da yaşayan Ukrayna kökenliler ile Tatarlar ise, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden yana oldukları için, Ruslar ile mücadele etmeye çalışmaktadırlar. Ancak Ukraynalılar ile Tatarlar arasındaki toplumsal/siyasal bağların oldukça zayıf olması, iki ulusal grup arasında etkin bir işbirliğinin geliştirilebilmesine engel olmaktadır.
Putin, Rusya’nın “yakın çevre politikasında” çok önemli bir yere sahip olan ve arka bahçesinde yer alan Ukrayna’nın, Turuncu Devrim döneminden sonra bir kez daha Batı yanlısı bir yönetime sahip olmasını kabullenemeyeceği için Kırım üzerinden Ukrayna’ya müdahil olmayı seçmiştir. Nitekim Ukrayna, Rusya’nın Avrasya Birliği Projesi’nde çok önemli bir role sahiptir. Yanukovic’in AB ile imzalanacak ortaklık anlaşmasını reddetmesinin en önemli nedeni de Rusya’nın baskısıydı. Nitekim Rusya, AB’den uzaklaşan Yanukovic yönetimine 15 milyar dolarlık bir ekonomik yardım sözü de vermişti. Şimdi Yanukovic’in devrilmiş oluşu ve Kiev’deki yönetimin tamamen Rusya karşıtı isimlerden oluşuyor olması, AB’nin de sürece müdahil olması ile birleştiği noktada, Rusya’yı eyleme geçirmiştir. Rusya, Ukrayna’nın doğusunun Rusya yanlılarından oluştuğunu bilmesine karşın, oldukça geniş bir bölge olan Doğu Ukrayna’ya müdahale etmektense, coğrafi kapsamı daha sınırlı, kendisi için çok önemli olan ve zaten Rusya’ya bağlanma yönünde bir iradenin mevcut olduğu Kırım’a girmeyi tercih etmiştir. Sivastopol’deki deniz üssünden çıkan askerler ile bölgeye aktarılan 6 bin civarındaki Rus kuvveti, Kırım Parlamentosu, hükümet binaları, havaalanları ve stratejik önemi yüksek yerleri denetlemeye başlamış durumdadır. Yani Kırım, fiilen Rusya tarafından işgal edilmiştir.
Rusya’nın Kırım’a müdahalesi, AB ile ABD’nin şiddetli itirazlarına karşın başlamıştır. Putin, bu tavrıyla, Ukrayna gibi kendi güvenlik bölgesinde gördüğü ülkelere/bölgelere ilişkin herhangi bir oldu-bittiyi kabul etmeyeceğini göstermeye çalışmaktadır. Nitekim Rusya, aynı tarz bir girişimi Gürcistan’da da gerçekleştirmiş ve Batı’ya yanaşarak Rusya’yı dışlayan Saakaşvili yönetimini 2008 Ağustos’unda Abhazya ve Güney Osetya’ya saldırıya zorlamış, daha sonra da Rus Ordusu’nu bu iki bölgeyi koruma bahanesiyle Gürcistan’a sokmuştu. Rusya, bu müdahalenin ardından da Abhazya ile Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanımış ve bu bölgeleri korumaya başlamıştır. Rusya, benzer bir süreci Kırım’da da işletmek isteyebilir. Nitekim Ukrayna’da da benzer bir durum yaşanmıştır ve Rus çoğunluğun yaşadığı Kırım, Rusya’ya bağlanmak istemektedir. Rusya, bölgede yaşayan ve çok büyük bir bölümü aynı zamanda Rusya pasaportuna da sahip olan Rus kökenlilerin güvenliğinin tehlikede olduğunu iddia ederek, bölgede düzeni sağlama adına Kırım’a girdiğini ifade etmektedir. Ancak Rusya’nın esas hedefinin, Ukrayna’daki siyasal yapının kendi istediği şekilde düzenlenmesi için, gerek Ukrayna’ya, gerekse de AB ile ABD’ye baskı yapmak olduğu açıktır. Rusya, Kırım’ı bir siyasal koz olarak kullanmayı tercih etmektedir. Kendisinin onay vereceği bir düzenleme yapılmadığı takdirde, tıpkı Gürcistan’da olduğu gibi, Kırım’ın bağımsızlığına ya da kendisine bağlanmasına onay verecektir. Bu bağlamda, 25 Mayıs’ta düzenlenecek devlet başkanlığı seçimlerine kadar geçecek olan zaman dilimi ve bu seçim çerçevesinde Ukrayna devlet başkanlığı koltuğuna oturacak olan isim Rusya’nın Kırım konusundaki kararını etkileyecek en temel faktörler olacaktır.
Rusya’nın Abhazya ile Güney Osetya’nın ardından Kırım’da da benzer bir senaryo uygulayarak, Rusya yanlısı olan ve merkezden kopuk hareket eden “çatışma bölgelerini” koz olarak kullanması, esasen Kosova’nın Batılılar tarafından desteklenen bağımsızlığına koşut olarak izlenen bir stratejidir. Kosova’nın, uluslararası hukuk açısından oldukça tartışmalı bir şekilde bağımsızlığına kavuşması, BM tarafından tanınmıyor olmasına karşın, Rusya’ya kullanacağı bir koz vermiştir. Şimdi Rusya, kendisinden uzaklaşmak isteyen Gürcistan ve Ukrayna gibi devletleri; Gürcistan özelinde Abhazya ile Güney Osetya, Ukrayna özelinde de Kırım üzerinden cezalandırmaktadır. Rusya’nın bu strateji dâhilinde kullanabileceği diğer bölgeler ise Azerbaycan’ı cezalandırmak için kullanabileceği Dağlık Karabağ meselesi ile AB’ye entegre olmayı hedefleyen Moldova’ya karşı elinde tuttuğu Transdinyester sorunudur. Görüldüğü üzere, eski Sovyet coğrafyasında “Pandora’nın Kutusu” açılmış ve SSCB’den koparak bağımsız olmuş devletlerin yaşadığı etno-kültürel, dinsel ya da bölgesel ayrılıkçılık girişimleri Rusya’nın etkin bir şekilde kullandığı birer koz haline gelmiştir.
1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması’nı gündeme getirerek, Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılırsa Türkiye’ye bağlanması gerektiğini kaydeden yorumlar günümüz konjonktüründe hiçbir geçerliliğe sahip değildir. Nitekim bugün Osmanlı diye bir devlet yoktur. Bunun yanı sıra, Kırım, SSCB’nin dağılması esnasında Ukrayna’ya (yani antlaşmada sözü geçen üçüncü bir aktöre) bağlanmıştır ve Türkiye de herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Yani bu antlaşma zaten 1990’ların başında Türkiye tarafından işletilmemiştir. Bu bağlamda, ütopik projeler üzerinde durmaktansa meselenin “güncel” boyutuna odaklanmak ve irredentist girişimler üzerinde kafa yorulacağına Kırım Tatarları’nın da talebine uygun olarak, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün nasıl korunabileceği ve Tatarlara nasıl yardımda bulunulabileceği üzerinde durulmalıdır. Kırım’ın Rusya’ya bağlanma ya da Rusya kontrolünde bir bağımsızlığa eklemlenmesi durumunda Kırım Tatarlarının statüsünün ne olacağına dair Rusya ile görüşmeler de “gizliden gizliye” başlatılmalıdır. Kırım meselesinin Türkiye için ciddi bir problemdir. Ancak bu yalnızca Kırım Tatarlarının statüsü ile ilgili değildir. Nitekim Kırım özelinde de görüldüğü üzere, Rusya’nın, Karadeniz’deki varlığı ve gücü başta ABD olmak üzere Batılı aktörleri rahatsız etmektedir. Batılıların Karadeniz’de askeri bir varlık göstermelerinin, yani caydırıcı olabilmelerinin, önündeki engel ise Montrö Sözleşmesi’dir. Bu bağlamda, önümüzdeki dönemde, bu sözleşmenin değiştirilmesi ve özellikle ABD donanmasına bağlı gemilerin Karadeniz’e girişini sağlayacak bir düzenleme yapılması için, Bulgaristan ve Romanya gibi NATO üyesi ve Montrö’de imzası bulunan ülkeler üzerinden yeni bir manevraya girişilebilir. Mevcut konjonktürde, bu durum Türkiye için oldukça zorlayıcı olacaktır. Hatta Türkiye tarafından gündeme getirilen ve “çılgın proje” olarak adlandırılan Kanal İstanbul dahi, Batılı aktörler tarafından, Montrö’nün geçerliliğini ortadan kaldırmak için kullanılabilecektir. Bu bağlamda, Türk Dış Politikası’nı yönlendirenlerin, Ortadoğu’dan biraz olsun uzaklaşarak bir diğer güvenlik bölgesi olan Karadeniz’e odaklanmasının vakti gelmiştir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü