Riva Kastoryano(2000). Kimlik Pazarlığı:Fransa ve Almanya’da Devlet ve Göçmen İlişkileri.İstanbul:İletişim Yayınları, 1. Baskı, 274 Sayfa, ISBN: 9789754707755
Riva Kastoryano’nun Kimlik Pazarlığı,Fransa ve Almanya’da Devlet ve Göçmen İlişkileri adlı yapıtı, Uluslararası İnceleme ve Araştırma Merkezi (CERI) çerçevesinde gerçekleştirdiği bireysel ve kolektif araştırmaların bir sentezi olarak karşımıza çıkıyor. Yazar bu kitapta, Fransa ve Almanya’daki Müslüman ülkelerden göç eden bireylerin entegrasyon/bütünleşme yöntemlerini ele almıştır. Kitap, söz konusu toplulukların örgütlenmeleri, hareketlenme biçimleri ve kimlik konusundaki taleplerinden hareketle, ulus-devlet sorununu ortaya koyup, kitapta bahsi geçen devletlerin bir siyasal yapı olarak sağlamlığını, kuruluş ilkelerini, özellikle de kimliğini sorgulamaktadır. Kitap sekiz bölümden oluşmaktadır ve her bölümde Fransa ve Almanya’da yaşayan yabancılar ile göçmenlerin sorunlarını bu üç ülkeyi karşılaştırarak aktarmaktadır.
Riva Kastoryano, kitabında genel olarak Avrupalı devletler ile göç kaynaklı nüfus grupları arasındaki kimlik ve bağlılık çatışmalarından söz etmektedir. Bu süreçte kitaba göre, Fransa ve Almanya’daki çok kültürlülük söylemi, göçmenleri etnik ya da dini özellikleriyle tanınan cemaatlere dönüştürmektedir. Fransa ve Almanya’da gerek siyasal gerek bilimsel perspektifte göçmen popülasyonunu ifade etmek için cemaat teriminin kullanılması, bir süre sonra göç alan devletin yerli nüfusunun kendisini de bir cemaat olarak görmesine sebep olmaktadır. Bu bağlamda cemaat ifadesi yerli nüfus ile göçmen nüfusu karşılaştırmanın bir yolu olarak görülmüştür. Yazar, Benedict Anderson’ı haklı bularak şu cümlesini kitaba aktarıyor: “Ulusal cemaat hayali bir siyasi cemaattir, ama kaynağını ona ideolojik ağırlığını kazandıran kültürel, dilsel ve dinsel referanslarından alır.”
Kastaryano’nun aktarımına göre, Fransa ve Almanya cemaat terimini farklı anlamlarda kullanmaktadır. Fransa’da cemaat kelimesi daha çok dini anlamda kullanılırken, Almanya’da ise Alman kimliği karşısında etnik bir tanım olarak kabul edilmektedir. Yazar da buradan yola çıkarak göçmen nüfus tarafından oluşturulmuş etnik, dinsel ya da ulusal tüm cemaatlerin batılı devletlerin kendi ulusal cemaatlerine biçilen ölçüler çerçevesinde tanımlandığını ifade etmektedir.
Fransa ve Almanya’da göçmen cemaatlerin entegrasyonu konusunda belirli bir siyasi model çizilememiş ve durum hem devletlerin hem de cemaatlerin siyasi davranışlarını yönlendiren pazarlıkları beraberinde getirmiştir. Bu pazarlıklar bazı değerleri yeniden tanımlayarak veya bazılarını güçlendirerek yeni “birlikte yaşama’’ kanunları geliştirmek için ortaya konulmaktadır. Öne çıkan pazarlıklardaki ana amaç ulus-devlet düşüncesini yeniden düzenlemek, tarihsel bir süreklilik sağlamak ve kamusal alanda ortaya çıkan tikellikleri kabul etmektir.
Kitabın giriş bölümüne Kastoryano, “Kentte şiddet, siyasi şiddet, dilde şiddet…’’ ifadesiyle başlamaktaıdır. Yazar bu şiddet çeşitlerinin göçmenlerle bağdaştırıldığını ve göçmenler ile devletler arasında karşılıklı korku ve kuşkuya sebebiyet verdiğini kaydetmektedir. Ayrıca,1960’lardan günümüze Batılı ülkelere göçlerin önemli sosyolojik sorunlar oluşturduğunu ve bu bağlamda toplumların siyasi, ekonomik, ideolojik ve ahlaki tavırlarının değiştiğine de değinmektedir.
Yazar, bu pazarlık tercihini ılımlı bir çözüm olarak görmekte, fakat ılımlı olarak görmesinin asıl nedeni oluşabilecek çatışmalara çözüm getirebileceğini düşünmesidir. Ayrıca yazar Batı Avrupa’daki göç kaynaklı nüfus gruplarının kimliğe ilişkin taleplerinin ve pazarlıklarının Balkanlar’da, Lübnan’da ve Türkiye’de olduğu gibi bölgesel etnik çatışmalara yol açan milliyetçi hareketlerin ortaya çıkmasıyla hiçbir benzerliğinin olmadığını belirtmiştir. Fransa’daki Mağribliler’in dinsel özelliklerinin tanınma talebi veya Almanya’daki Türklerin etnik-ulusal kimliğinin tanınma talepleri büyük ölçüde belli bir siyasi ifade çerçevesinde bütünleşmektedir. Bu siyasi ifadeler demokratik yöntemin yeni temeli olarak “farklı olma hakkı’’na yönlendirilmiştir.
Riva Kastoryano, 1980’lerde Fransa ve Almanya’daki göçmen nüfus gruplarının toplumsal entegrasyonuna da kitabında değinmiş ve bu iki ülkeyi karşılaştırmıştır. Fransa’daki göçmen grupların entegrasyon düzenlemeleri büyük ölçüde kültürel çeşitliliğe örgütlenme ve kimliklere de kendilerini ifade etme olanağı sağlayan kamusal desteğe dayandırılmaktadır. Almanya’da ise entegrasyon programları yabancıları çıkar cemaatlerinin vektörü olarak Alman korporatizmi içine dahil etmeyi hedeflemektedir. Yazar, buradan hareketle, her iki ülkede de kültürel farklılıklardan kaynaklanan toplumsal eşitsizlikleri yok etmeye yönelik politikaları, siyasi eylemin tek meşru temeli olarak kimliklerin gösterdiğini eklemiştir. Bu perspektif üzerinden devam eden Riva Kastoryano, etno-kültürel ve dinsel nitelik taşıyan cemaatlerin bu şekilde duyurulan özelliklerin ilerde yasal olarak tanınmasını sağlama noktasına varma ve iktidarla cemaatlerin pazarlığa oturması için gerekli bir taktik haline geldiğini eklemektedir. Belirtilen taktikle birlikte devletler de her zaman bekçisi oldukları ulusun kurucu değerlerini hatırlatmak ve başka kimlik tanımları, başka bağlılıklar ifade eden nüfus gruplarıyla bu değerlerin pazarlığına oturmak durumunda kalmaktadır. Buna karşılık söz konusu nüfus grupları da sınırları içinde yaşadıkları devletlerin meşruiyet çerçevesi içinde yer alan bir tanınma arayışı ile birlikte cemaat haline gelmelerini sağlayacak kimlik unsurlarını daha da sağlamlaştırmaya çalışmışlardır. Sonuç olarak Kastoryano’ya göre, Fransa’daki göçmen gruplar laiklik karşısında İslam çevresinde dayanışmalar tanımlıyor ve Almanya’da ise Türk uyruklular Almanların vatandaşlık kavramı karşısında bir etnik azınlık halinde yapılanıyorlar.
Kimliklerin yönetiminde söylenenler ile eylemler veya ilkeler ile gerçeklik arasında en fazla çelişkiyi devlet politikaları üretmektedir. Kimlikler alanındaki sorun, devletler ile göç kaynaklı nüfus grupları arasında bir karşılıklı güven ilişkisi yerleştirmek, bu nüfus gruplarının kimlik belirleme gereksinimlerine yanıt verebilmek ve bu açıdan siyasi ilkelerin tarafsızlığıyla ulusal kurumlar çerçevesinde meşru olarak tanınan farklılaştırıcı bir pratiği birleştirecek yolların keşfidir. Diyaloğu ve yurttaşlığı sağlamaya yetecek bireysel veya toplu meşruiyete sahip tek kimlik çerçevesini ve kimlik pazarlığı yapılmasına olanak verecek tek siyasi gücü devletler oluşturmaktadır. Görüldüğü gibi göçmen nüfusunun kimlik istekleri klasik ulus-devlet şemalarını sarsmaktadır. Fakat farklılıkların tanınması ve kimliklerin pazarlığı son olarak hep devletlerle yürütülmektedir.
İncelediğim “Kimlik Pazarlığı, Fransa ve Almanya’da Devlet ve Göçmen İlişkileri” kitabı, birçok farklı araştırmayı bir araya toplamış, bu araştırmaları karşılaştırarak ve ülkeler temelinde örnekler vererek bizlere sunmuştur. Kitapta Fransa ve Almanya’da, devletle Müslüman göçmenler arasındaki ilişkilerden hareket edilerek ulusal modellere dayalı çözümlerin sınırları açıklanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’ni kendilerine örnek ve karşı örnek alan bu iki devlet, siyasal tepkilerde de ilginç benzerlikler ve farklılıklar göstermektedir. Bu üç ülke de metot olarak demokrasiyi benimseyen ve kimliklerin kendilerini ifade etmeleri konusunda bir tür liberalizmden yararlanan ülkelerdir. Fakat üç ülkede de farklı sonuçlar ve ikilemler ortaya çıkmaktadır. Riva Kastoryano’ya göre bu ikilemleri ve sorunları çözecek model kimlik pazarlığıdır. Demokrasi içinde, devletler ile göçmen grupları arasındaki karşılıklı güvenin oluşturulma sürecini bu kitabı okuyarak anlayabilirsiniz.
ASIM TOLGA DOĞANGÜZEL
TUİÇ Göç Çalışmaları Stajyeri