“Bazen yemek politik bir nitelik taşır. Yemek kimliğin bir ifadesidir.”
Netflix’te yayınlanan bu belgeselde, İtalyanların Amerika kıtasına göçlerinde hem kendi kimliklerini korumak için hem de ev sahibi kültürlere entegre olmak için yemeği nasıl kullandıkları çeşitli röportajlar ile anlatılmaktadır. Belgeselde, yemeğin İtalyan kimliği ile nasıl bağdaştırıldığını açıklamak için Amerika Birleşik Devletleri, Arjantin ve İtalya’da göçmenler, aşçılar, antropologlar, tarihçiler ve diğer otoriteler ile çeşitli röportajlar yapılmaktadır. Bu röportajlar İtalyan göçmenlerin göç geçmişine dair bir kısa video ve Amerika kıtasında İtalyan göçmenler tarafından yapılan yemekli festivaller ile desteklenmektedir.
Belgesel, İtalyan göçmenlerin Amerika kıtasına göçlerini anlatan kısa bir video ile başlamaktadır. Bu videoda öncelikle savaşın ardından İtalya’da hüküm süren kıtlık vurgulanmaktadır. Videoya göre bu kıtlık sebebiyle İtalyan halkının bir kısmı Atlantik’in öte yanındaki Amerika kıtasına göç etmeye karar vermiştir. Video, İtalyan halkının bu göçe dair umutlarının gösterilmesi ve göçün nasıl gerçekleştiğinin görselleştirilmesi ile devam etmektedir. Benim fikrime göre, belgeselin böyle bir tarihsel belge ile başlaması oldukça anlamlı çünkü belgeselin ortaya koyduğu iddiaya göre göçmenler İtalya’dan yemek bulmak için Amerika kıtasına göç etmektedirler. Dolayısıyla, bu husus yemeğin İtalyan göçmenler için tarihi bir öneme sahip olduğuna işaret etmektedir.
Bu videonun ardından Amerika Birleşik Devletleri ve Arjantin’de yapılmış bazı röportajlar gösterilmektedir. Belgeselin bu kısmının zayıf tarafı hangi röportajın ABD’de hangisinin Arjantin’de yapılmış olduğu muğlak kalmasıdır. Geçişler belirsiz olduğu için ancak röportaj verenin konuştuğu dile bakarak (İngilizce veya İspanyolca) röportajın hangi ülkede yapıldığını anlamaya çalışmak gereklidir. Ancak eğer katılımcı İtalyanca konuşuyorsa ülkeyi anlamak imkânsız hale gelebilmektedir. Her iki ülkenin de göçmen entegrasyonu farklı şekilde gerçekleştiği için bazen verilen demeçler karışıklık yaratabilmektedir.
Belgeselin Amerika kıtasında çekilen kısımlarında iki eksiklik daha göze çarpmaktadır. Öncelikle, belgesel boyunca sıklıkla İtalyan göçmenler tarafından düzenlenen toplantılara ve festivallere yer verilmektedir. Bu organizasyonların tümü yemekli gerçekleşmektedir. Bu durum algı yanılsaması doğurmaktadır. Örneğin, İtalyan göçmen kimliği yalnızca yemekten ibaretmiş gibi yanılsama oluşmaktadır. Her ne kadar belgeselin konusu yemek olsa da İtalyan göçmen kimliğinin diğer muhtemel unsurları gösterilmediğinden bu göçmenlerin Amerika toplumlarına gerçekte ne kadar entegre olduklarını anlayabilmek zorlaşmaktadır. Bu durumu pekiştiren bir diğer husus ise İtalyan göçmenlerin Amerika toplumuna entegrasyonlarının tarihsel sürecinin asla verilmemesidir. Benim fikrime göre, bu belirsizlikleri gidermek için bu hususta uzman birkaç akademisyenin görüşlerine yer verilebilirdi.
Öte yandan, yemeğin Amerika kıtasında İtalyan göçmenler tarafından hem kimliklerini korumak hem de entegre olmak adına nasıl kullanıldığı açık bir biçimde anlatılmaktadır. Bu göçmenler ile yapılan röportajlara göre, yemek onlar için kültürel miras anlamına gelmektedir ve İtalyan yemeğine ulaşabildikleri sürece kendilerini “evde” hissetmektedirler. Bu durum onların İtalya özlemi çekmelerini önlemektedir. Aynı zamanda, antropologlar ve tarihçiler ile yapılan röportajlardan anlıyoruz ki İtalyan göçmenler Amerika halklarının et gibi çok tükettiği ürünleri kendi yemek kültürlerine adapte ederek yemeklerini yerel halk tarafından da kabul görmesini sağlamaktadırlar. Bu husus İtalyan göçmenlerin yemeği kullanarak Amerika kıtasına nasıl entegre olduklarını açıklamaktadır.
Bu belgeselin belki de en güçlü yanlarından biri bu entegrasyon sürecinin –en azından yemek düzleminde- çift taraflı gerçekleştiğini gözler önüne sermesidir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde bir ailenin evinde neredeyse her gün makarna yeniyor olması ve bu durumun egzotik karşılanmıyor olması bir içselleştirme örneğidir. Benzer şekilde, Arjantin yemek kültürüne ait gösterilen görüntüler ve Arjantinli bir aşçı ile yapılan röportaj gösteriyor ki Arjantinliler pizzayı kendi kültürlerinin bir ürünü olarak görmektedirler ve bu durum onlara hiç de garip gelmemektedir. Röportaj veren bir akademisyen bu durumu şu sözler ile açıklamaktadır: “Bir grup göçmen entegre olmuştur, ev sahibi ülkenin halkı göçmenlerin yemeğini yemeğe başlar ve onu bir yabancınınki gibi değil, kendi özgün yemeği gibi görür. ”
Öte yandan, göç veren İtalya’da ise bu durumun tepki ile karşılandığını görmekteyiz. Bu tartışmayı netleştirmek için İtalya’da aşçılar, akademisyenler ve yemek alanında faaliyet gösteren dernek başkanları ile röportajlara yer verilmiştir. Belgesele göre, İtalya siyasi birliğini tamamladığında ülkede ulus devlet inşasını pekiştirmek için bir yemek kitabı yayımlanmıştır. Bu kitapta tüm yöresel yemeklere yer verilerek ortak bir İtalyan kimliği inşa edilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla görüyoruz ki, İtalyanların kendilerini yemek ile özdeşleştirmeleri göç etmelerinden/ göç vermelerinden önceye dayanmaktadır. Bu anekdot, İtalyanların yemeği neden kimliklerini korumak için kullandıklarını açıklamaktadır.
Belgeselin İtalya’da çekilmiş bölümünde öne çıkan iki temel husus vardır. Bunlardan birincisi, yerli İtalyanların kendilerini İtalyan göçmenlerden ayırmak için yine yemeği kullanmalarıdır. Amerika kıtasında yaşayan İtalyan göçmenler yemeklerini yerli kültürün malzemeleri ve metotları ile harmanlamaktadırlar. Bununla birlikte, kendi yemeklerini İtalya’daki yemeklerden pek de farklı görmemektedirler. Ancak göçmenlerden farklı olarak İtalya halkı, İtalyan mutfağının farklı mutfaklardan etkilenerek dünyaya yayılmasını ve endüstrileşmesinden rahatsız görünmektedirler. Hatta tepkilerini “Gerçek Napolitan Pizza Derneği” gibi kurumlar kurarak ortaya koymaktadırlar. İtalya halkı, yemeği kimliklerinin bir parçası olarak gördükleri için, “İtalyan malzemesi” ile yapılmayan yemekleri “sahte” olarak nitelendirmekte ve hatta “sahte” yemekleri ahlaki bir sorun olarak görmektedirler. Anlıyoruz ki, İtalya halkı için yemeklerinin değişmesi kimliklerinin değişmesi anlamına gelmektedir.
Bununla birlikte, İtalya’da gözümüze çarpan ikinci husus İtalya halkının bu kimlik söyleminin tutarsızlığını ortaya koymasıdır. Belgesele göre, İtalyanlar artık zenginleştiği için çiftçilik, peynir üretimi ya da aşçılık yapmamaktadır. Bu mesleklerin İtalya’da yaşayan Hint ve Afrika asıllı göçmenler tarafından sahiplenildiğini görüyoruz. Dolayısıyla, “gerçek” İtalyan malzemeleri kullanarak yapılan “gerçek” İtalyan yemekleri aslında İtalyanlar tarafından yapılmamaktadır.
Sonuç olarak, bu belgesel kimlik söyleminin somut bir göstergesi olan yemeğin farklı coğrafyalarda farklı kültürlerden etkilenerek toplulukların kimlikleri üzerinde nasıl bir dönüştürücü etkiye sahip olduğunu gözler önüne sermektedir. Belgeselin sonunda, hâlihazırda Amerika kıtasında yaşayan İtalyan göçmenlerin İtalya nüfusundan fazla olduğu vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, dünya üzerinde giderek artan göç hareketleri statik olduğunu düşündüğümüz kimlikleri yeniden yaratmaya devam edecek gibi görünmektedir. Bu dönüşümlerin nasıl gerçekleşeceğini daha iyi anlayabilmek adına bu belgeselin izlenmesini tavsiye ediyorum.
BÜŞRA KAPLAN
GÖÇ ÇALIŞMALARI STAJYERİ