Yaklaşık bir haftadır Türkiye’nin çeşitli illerinde çok farklı ekonomik, kültürel ve siyasi arka plana sahip olan birçok genç arkadaşımla farklı vesileler ile bir araya geliyorum. Bu program bir süre daha devam edecek. Gerçekleştirdiğimiz programların 12 Haziran 2011 genel seçimleri ile bir ilgisi yok ama buluşanlar “genç” olunca ve ortak kaygıları taşıyınca konu ister istemez güncel siyasete geliyor. Konunun bu tarafa kaymasında mutlaka yaklaşan seçimlerin ve gergin siyasi ortamın da etkisi var.
Türkiye çok kısa bir zaman sonra sandığa gidiyor ve sandığa gidenlerin birçoğu da gençlerden oluşuyor. Dolayısıyla “gençlik” o veya bu şekilde siyasi partiler için önemli bir potansiyeli oluşturuyor. Ancak ortada şöyle bir çelişki var. Ülkenin yöneticilerini belirleyecek olan gençler kendi yaşıtları arasından kimseyi ülke yönetimine gönderemiyor. Mantığının ne olduğunu anlayamadığımız bir şekilde 18 yaşında seçmeye ehil olanlar ancak 25 yaşında seçilebilme ehliyetini elinde bulundurabiliyor.
Bilindiği üzere seçilebilmek için çok yakın bir zamana kadar ise 30 yaşında olmak gerekiyordu ve 25 yaşa indirilmesi hususunda bile çok büyük bir dirençle karşılaşılmıştı. Burada temel karşı görüş “tecrübesizlik” ve “yetersizlik” etrafında oluşturuluyor. 18 yaşında seçmeye yetecek kadar tecrübe ve akıl sahibi gençler ancak 25 yaşına geldiğinde seçilebilmek için yeterli tecrübeyi edinmiş olabiliyor! Diğer bir yaklaşım ise 18 yaşındaki bir gencin henüz eğitimini sürdürdüğü ve dolayısıyla milletvekili olmasının eğitimine engel olacağı şeklindedir. Fakat burada gözden kaçırılan bir husus ise öğrencinin sorunlarını en iyi anlayacak kişinin öğrenci olduğu gerçeğidir. Ayrıca tüm vekiller de bütün zamanlarını parlamentoda geçirmemektedir. Bir üniversite öğrencisinin milletvekili seçilmesi ve parlamentoya gitmesi eğitimine engel olmayacağı gibi aynı konumdaki arkadaşlarının ihtiyaç ve taleplerini siyaset gündemine taşımak noktasında önemli bir etken de oluşturabilir.
Tabii ki bu noktada tek engel 25 yaş sınırı değildir. Türkiye’de milletvekili olabilmek için erkeklerin askerlik hizmetlerini de yapmış olmaları gerekmektedir. Bunun altında ise hangi mantıklı gerekçenin bulunduğu büyük bir muammadır. Hal böyle olunca gençlerin yapabileceği tek şey önlerine sunulan oy pusulasında kendilerine en yakın hissettikleri siyasi partiye yahut yakın hissetmeseler bile mecburiyetten kötünün iyisine oy vermek oluyor.
Bu durum 18 yaşında seçebilen ve ancak 25’in de seçilebilen biz gençler üzerinden birbirlerine siyasi mesajlar iletmek ve hatta biz gençleri kullanmak yoluyla söylem üretmek için politikacılara fırsat sağlıyor. En son yaşanan “Gençlerin sokaklara çağırılması” hadisesi bu noktada önemli bir örnek oluşturuyor. YGS skandalından sonra Taksim’de ve çeşitli yerlerde sokaklara çıkarak protesto eden gençlerle ilgili Başbakan’ın “Biz de karşılarına 5-10 bin genç çıkarırız ama gerginlik istemiyoruz” mealindeki açıklaması ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Ben de 1000 bozkurt ile sizi Kasımpaşa’ya kadar kovalarım” şeklindeki cevabı, biz gençlere karşı yapılmış bir hakarettir. Hakarettir çünkü biz gençler böyle ucuz ve yersiz çağrılara kulak asarak birbirimize karşı yürüyecek kadar kin ve nefret dolu değiliz. Ayrıca çok iyi biliyoruz ki bu ülkenin yakın tarihinde basit nedenlerle birbirlerine kurşun sıktırılan gençler ve birbirini öldüren gençler hep birilerinin maşası olarak kullanılmıştır. Bizim de benzer bir hataya düşeceğimizin beklenmesi ve bunun önemli siyasi figürler tarafından dillendirilmesi gençliğin hiç okumadığı, ne yapması gerektiğini bilmediği gibi bir yanılsamadan ibarettir.
İşin trajik yanı ise ne AK Parti genlik kollarının ne de MHP’li gençlerin veya Ülkü Ocakları’nın bu söylemler üzerine en ufak bir tepki vermemesi ve hatta suskunluk ile adeta bu söylemleri destekler görünmeleridir. Sayın Başbakan kimi kimin karşısına dikmekten bahsetmektedir ve Sayın Bahçeli tüm bu duruma karşı kimleri kimlerle Kasımpaşa’ya kovalamaktan söz etmektedir? YGS’yi protesto edenler de, Başbakan’ın 5-10 bini de, Bahçeli’nin 1000 bozkurdu da bu memleketin gençleri değil midir? Hepimiz o meşhur deyim ile “Türkiye’nin Geleceği” değil miyiz? Nasıl oluyor da Başbakan ve Muhalefet Partisi Lideri bizi bir çırpıda sokaklara dökebiliyor ve buna karşı o gençlerimizin sesi çıkmıyor? Gençlerin yapması gereken birbirleri ile kucaklaşmaktır ki ben tüm kalbimle inanıyorum, bu ülkenin gençleri sokaklara çıkarak birbirlerine karşı yürümek saçmalığını gerçekleştirmeyip bu çağrıyı yapanları ayıplayacaktır.
Belki ucuz siyasi hesaplar ve/veya basit siyasi kariyer hayalleri nedeniyle bazı partili gençler bu açıklamalara tepki vermemiş olabilir. Seçim dönemine giriyor olmanın da bunda etkisi olduğu muhakkaktır. Ancak her ne olursa olsun ben sessiz de olsa bu açıklamalara katılmadıklarını ve güldüklerini düşünüyorum. Aksi takdirde siyasetin gençleşmesi mümkün olmayacağı gibi bu gibi anlamsız çağrılar siyasetçilerce yenilenecektir.
Gençlerin siyaseti gençleştirmek, 18’de seçip 25’te seçilmek saçmalığına son vermek ve karar alma süreçlerine aktif katılım sağlamak için birilerinden lütuf beklemesi çözüm değildir. Avusturya’da 24 yaşındaki bir arkadaşımız “Bakan” olmuşken bizim henüz bu yaşta seçilme ehliyetini bile elimizde bulunduramıyor olmamız sadece siyasetçilerin suçu olmasa gerek. Neticede “Ağlamayan bebeğe emzik vermezler” deyimi bu topraklara aittir ve artık emziği almak için bir şeyler yapma zamanı gelmiştir. Bu noktada özgüven sahibi gençler bir araya gelmeli, talep ve isteklerini yüksek sesle iletmenin yollarını aramalıdır. 12 Haziran seçimlerinden sonra yapılacak yeni anayasa ile ilgili ciddi bir kampanya yürütmek iyi bir başlangıç olabilir.
Burak YALIM
BİLGESAM TUİÇ Platformu
Genel Koordinatörü