Kıbrıs’ta Yeni Bir Tezgah Mı?

Rahmetli liderimiz Dr. Fazıl Küçük, daha 1940’lı yılların içinde, “Kıbrıs Türk’ü Türkiyesiz Var Olamaz” ve “Kıbrıs Sorunu Türkiye’siz çözülemez” diyerek Kıbrıs Türkünün Ada’da varlığını sürdürebilmesinin ana hatlarını çizmiş, Ada’nın ve Kıbrıs sorunun da gerçeklerini ortaya koymuştu.

Liderimizin neredeyse yetmiş yıl evvelsinden başlayan bu öngörüsü, her ortam ve koşulda doğru çıktı.

24 Temmuz 1923 yılına kadar kağıt üstünde adanın sahibi olan ve o tarihte imzalanan “Lozan Anlaşması” ile adayı resmen İngiliz Sömürge Devletine devreden Türkiye, imzası daha kurumadan Kıbrıslı Türklere sahip çıkmaya başlamıştı.

I. Dünya Savaşından ve Kurtuluş Savaşından yorgun ve bitap çıkmasına rağmen gencecik Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıslı Türkleri unutmamış ve ilk fırsatta Hamidiye zırhlısını Mağusa limanına göndererek “Kıbrıslı Türkler, Yanınızdayız” demişti. Sonra da Ada’ya gönderilen sanatkarların, eğitimcilerin, kültürel ve sportif faaliyetlerin ardı arkası hiç kesilmedi.

1 Nisan 1955 tarihinde ilk bombalarını patlatarak adayı Yunanistan’a bağlamak ülkülerini fiiliyata dönüştüren EOKA’nın karşısına ancak Türkiye’nin desteği ile çıkabilmiştik. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken de azınlık statüsünden, ortak statüsüne gene, Türkiye Cumhuriyeti Dışİşleri Bakanlığının ve Başbakanlığın çizdiği strateji doğrultusunda görüşmecilerin dirayetli müzakereleri sayesinde yükselmiştik.

1960 Anlaşmaları ile bize kurucu ortaklık, egemenlik, bağımsızlıkta söz hakkı ve garantilerle güvenli bir gelecek kazandıran Türkiye, Rumların tüm bunları gasp etmek için başlattıkları ‘Enosis’ kavgasında, uluslararası tüm baskıları göğüsleyerek yanımızda dimdik durmuş, bağrını bize açmıştı. 1963-1974 yılları arasında soykırıma uğradığımızda, çadırımız da, yiyeceğimiz de ve maaşlarımız da gene Türkiye’nin bağrından kopup gelmişti. Ve ‘1974 Mutlu Barış Harekatı’ yapılmasaydı, şimdi Ada tamamı ile Ege’deki Yunan Adaları, Girit veya Rodos gibi Helenlerin idaresi altında olacaktı. Bizler hala yaşıyor olur muyduk, buraları bir daha görür müydük emin değilim.

Girit’te, Rodos’ta ve Oniki adalarda bir zamanlar yaşamlarını sürdüren Türkler, şimdi ya toprak altındalar ya da bir daha geri dönmemek üzere arkalarında tüm hatıralarını ve varlıklarını bırakarak gittikleri Türkiye’deler.

Türkiye ile ilişkilerimiz bu güne değin hiç böyle gerginleşmemişti. Ayrılıkçıların, Kıbrıs Türk halkını yok oluşa sürüklediği çok net bir görünüm. Türkiye elini KKTC’den çektiği an her şeyimizle Rum’un insafına kalacağımız inkar edilemeyecek bir gerçek. Birileri bizleri Rumlara yamalamak için elden geleni yapıyor ve dikkatleri de büyük bir ustalıkla mitinge yönlendir.

Yurt içinde, Rum tarafında ve Türkiye’de neredeyse son 10 gündür gündemden düşmeyen 28 Ocak Mitinginin zamanlaması, olağan üstü ve dahiyane. Geçmişe baktığımızda, genelde bu tür olayların organizasyonunun büyük hedefler güden büyük beyinler tarafından yapıldığını ve de dikkatlerin belirli bir noktaya çekildikten sonra asıl hedefe gürültü çıkarılmadan gidilmiş olduğunu görürüz. Bu mitingin organizasyonunda da bu amacın var olup olmadığı elbette ki zaman gösterecek. Hep birlikte göreceğiz.

Bu toz duman içinde kulaklarımızdan, gözlerimizden kaçan iki olay var.

Bunlardan birincisi, 10 Şubat Perşembe günü Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi’nde oylanacak olan “2010 Türkiye İlerleme Raporu (Turkey’s Progress Report 2010)”  Bu raporun içinde tamı tamına 315 adet değişiklik var ve Rum ile Yunanlı Avrupa Parlamentosu milletvekilleri, Kıbrıs Sorunu ile ilgili 1997-79 Doruk Anlaşmalarından itibaren BM Güvenlik Konseyinde alınmış Türkiye ve KKTC’ye karşı her tür yaptırım kararını bu raporun içine sokmaya başardılar. Yavaş yavaş Avrupa Birliği’nin de, yıllardır gerek Türkiye İlerleme Raporları içine gerekse de Kıbrıs Müzakereleri Raporları içine konan Rum ve Yunanlı Milletvekillerinin isteklerinden oluşan bir “AB Kıbrıs Müktesebatı” oluşmak üzere. Bu isteklerin içinde akla gelen her konu ve talep var. Başta Maraş’ın iadesi, Türk askerinin çekilmesi, Türkiye’nin hava ve deniz limanlarının Rum gemi ve uçaklarına açması, Türkiye’nin Kıbrıs Rum Hükümetini tanıması ve benzeri gibi tüm Rum talepleri bu raporun içinde yer alıyor.

İkincisi de bu mitingde açılmış olan Türkiye aleyhtarı pankart. Bu rapordan sonra birileri çıkacak ve diyecek ki; “Türkiye, sen artık bu adadan çekil git. Sana yıllarca çekil dedik ama sen bizi dinlemedin, bak şimdi artık seni Kıbrıslı Türkler de istemiyor. Çekilme zamanın geldi.”

İşte oynanan oyun bu.

Mitingdeki Kıbrıs Rum Cumhuriyeti Bayraklarının ve de o çirkin pankartın da hedefi bu cümleyi AB ve BM yetkililerine söyletmek.

Provokasyonlara ve yanlış yönlendirmelere kanmamamız lazım.

Prof. Dr. Ata ATUN

http://www.ataatun.com

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...