Bir yaz mevsimini daha geride bıraktık. İlk Bahar’ın son günlerinde 2011 yazının Kıbrıs için getireceklerini heyecanla tartışıyorduk. 7 Temmuz’daki Cenevre Zirvesi tıkanmış olan müzakere sürecinin yeniden ivme kazanması yönünde beklentileri arttırmıştı. Orta Doğu’da değişim rüzgârları estiren Arap Baharı’nın ilerleyişini izledikçe adadaki statükoyu değiştirecek bir ‘Kıbrıs Baharı’ olabilir mi sorusu akıllara geliyordu. Cenevre sonrasında yüzler çok gülmüyordu fakat Birleşmiş Milletler’in çözüm sürecini hızlandıracak tedbirler aldığı aşikârdı. Cenevre’den çıkan sonuç beklentileri tam anlamıyla karşılamamış olsa da müzakerelerin hızlandırılması açısından önemliydi. Ancak zirvenin hemen ardından Rum Tarafın’da yaşanan patlama Güney’deki tüm siyasi dengeleri alt üst etti. Patlamadaki ihmallerden ötürü halkın artan baskısına dayanamayan hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Hristofyas Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaya devam etse de çok ağır yara aldı. Bununla birlikte Güney Kıbrıs’ın ekonomisinin Yunanistan’dan çok farklı olduğunu söyleyemeyiz. Zira uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Rum’ların kredi notunu iki kademe birden düşürdü. Tüm bunları alt alta koyduğumuzda Rum Tarafında işlerin yolunda gittiğini söylemek mümkün değil. Hristofyas’ın halk desteğini yitirmesiyle birlikte müzakere süreci ivme kazanamadan sekteye uğradı. Diğer bir deyişle Kıbrıs’ta çözüm umutları yine başka bahara kaldı.
Esasında adadaki her iki taraf ta çözümün artık uzak olduğunun farkında. Geçtiğimiz günlerde ünlü Kıbrıs’lı Rum işadamı Andreas Lordos’un açıklamaları dikkat çekiciydi. Gelin Lordos’un çarpıcı söylemlerine birlikte göz atalım. ‘Ada yüzde 99 ihtimalle bölünecek, taksim gerçekleşecek.’ Lordos’a göre müzakereler yıkıldığı zaman yapılması gereken anlaşmalı ayrılık. Bunlar Rum’ların genellikle dillendirmekten korktukları görüşlerdir. Sorunun çözülmemesi halinde tatlı bir ayrılık, yani Çekoslavakyalaşma ihtimali. Rumların amacının çözümden ziyade süreci oyalamak olduğunu her fırsatta dile getiriyorum. Ancak son siyasi krizden sonra Hristofyas’ın gücü süreci oyalamaya dahi yetmeyebilir. Bununla birlikte adadaki her iki halk ta müzakere sürecini önemsiyor gibi görünmüyor. Gerek Kıbrıslı Rumlar gerekse Kıbrıslı Türkler kendi iç siyasetlerindeki sorunlara odaklanmış durumdalar.
Çözüm süreci kopma noktasına gelse de unutulmaması gereken bir husus var, o da en ağır bedeli masadan kalkan tarafın ödeyeceği. Yine Lordos’un sözlerinden bir alıntı yapmak istiyorum. Eroğlu ve Hristyofyas’ı işaret ederek ‘ikisi de çözümsüzlüğün sorumluluğunu birbirlerine yıkmaktan başka bir şey düşünmüyor’ diyor Rum işadamı. Eroğlu’nun siyasi çizgisini dikkate aldığımızda çözüme uzak bir lider imajının ortaya çıktığı malum. Cumhurbaşkanı bu imajı yıkmak adına ciddi adımlar attı ancak zaman zaman bazı söylemleriyle kendini ele veriyor. Geçtiğimiz günlerde yaptığı ‘Arzumuz tüm KKTC vatandaşlarının kurulacak ortak devletin vatandaşlığını almasıdır’ açıklaması bu durumlara bir örnek . İç siyasete yönelik böylesine popülist söylemler Rum tarafının elini güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. Sayın Cumhurbaşkanı bu kritik süreçte çözüm istemeyen lider imajı çizmekten özenle kaçınmalı.
Kıbrıs’ta bahar daha başlamadan yaz geçti ve sonbahar geldi. Kişisel görüşüm bundan sonra müzakerelerin başarıya ulaşmasının mucizelere kaldığı. Her zaman dile getirdiğim hususları bir kez daha yinelemek istiyorum. Kıbrıs Türk’ünün bu süreçten karlı çıkması için çözümsüzlüğün nedeninin Rum tarafı olduğunun uluslararası camiaya kabul ettirilmesi gerekir. Bu noktada Eroğlu’na büyük sorumluluk düşüyor. Nasıl olsa çözüm olmayacak düşüncesiyle atılacak adımlar ileride büyük sorunlar yaratabilir. Türk tarafı son ana kadar masada oturup, yeni öneriler ve stratejilerle Rum’ları köşeye sıkıştırmak için çaba göstermeli. Gün geçtikçe Hristofyas’ın dayanma gücü düşecektir. Er ya da geç birleşme dışındaki çözüm olasılıklarının uluslararası arenada konuşulduğunu göreceğiz.
Uluhan Ceran