Bilindiği üzere mülkiyet konusu müzakerelerin en zorlu aşaması olarak görülüyor. Zira çok derin görüş ayrılıkları mevcut. Rum tarafı mülkiyet konusunun çözümü için söz hakkının eski mal sahibinde olmasını talep ederken, Türk tarafı tercih hakkının mevcut kullanıcıya verilmesi görüşünü savunuyor. Rum basını BM Genel Sekreteri Kıbrıs özel danışmanı Alexander Downer’ın Kıbrıs Sorunu’nun çözülüp çözülmeyeceğini Cuma günü(10 Eylül) anlayacağını söylediğini iddia ediyor. Yalnızca bu iddiaya baktığımızda dahi mülkiyet başlığının ne kadar önemli bir gösterge olduğunu idrak etmek mümkün. Mülkiyet konusunda nihai bir anlaşmaya varılmadan Kıbrıs Sorunu’nun çözülmesine bir imkan yok. Hali hazırda taban tabana zıt olduğu açıkça görünen fikirlerin asgari bir müşterekte buluşması zor ama zorunlu görünüyor, bunun için her iki tarafın da taviz vermesi şart.
Kıbrıs Konusunu yakından ilgilendiren bir diğer önemli husus ise Yunanistan Kabinesindeki son değişiklikle Dimitri Druças’ın dışişleri bakanlığına getirilmesi. Druças ve Davutoğlu iyi bir diyaloğa sahip. Kıbrıs sorununun tarafı olan Türkiye ve Yunanistan’ın dışişleri bakanlarının yakın bir ilişki içerisinde olması oldukça önemli bir avantaja çevrilebilir. Ancak Yunan Bakan Güney Kıbrıs’a yaptığı ziyarette Kıbrıs Sorunu’nun “işgal ve istila” sorunu olduğunu belirttiği talihsiz bir açıklama yaptı. Müzakererlerin devam ettiği ve çözüm için belki de son şansın kullanıldığı bugünlerde birbirini suçlar açıklamalar ve tezler bir fayda getirmeyecektir. Türkiye’de Yunan düşmanlığı yapmak Sayın Davutoğlu’nun ‘sıfır problem politikasıyla’ tarihe karışmıştır. Yunanistan’daki birtakım çevreler Türkiye’yi suçlamaktansa, AK Parti(AKP) hükümetinin yaptığı gibi Kıbrıs Sorunu’nu nasıl çözeriz sorusuna odaklanmalıdır. Bu her iki taraf için de ortak faydalar sağlayacaktır. Ancak Yunan Bakan’ın konuşmasının devamına baktığımızda Yunanistan’la Kıbrıs Rum Kesimi’nin “birleşik” olduğunu ifade ederek, Türkiye’nin Maraş’ı GKRY’ne vermesi ve adadaki askerlerini geri çekmesi gerektiğini vurguladığını görüyoruz. Açıkça söylemek gerekir ki Türkiye’nin tüm iyi niyetine rağmen Yunanistan olduğu noktadan bir adım geriye atmamakta ısrarcı davranıyor. Maraş’ın nihai statüsüne kavuşması ve Türk Askeri’nin adadan tamamen çekilmesi ancak ve ancak müzakerelerin başarıya ulaşmasıyla mümkün olacaktır. Ancak adil ve kalıcı bir çözüme ulaşabilmek için bir takım güven arttırıcı önlemler alınması gündeme gelebilir. Sabah gazetesi yazarlarından Ömer Taşpınar, “2010 ve dış politika öncelikleri” başlıklı yazısında 5 bin kadar Türk Askeri’nin iyi niyet jesti olarak çekilmesinin düşünülebileceğini yazmıştı. Taşpınar’a göre bu Türkiye’ye önemli bir moral üstünlük katacak. Ancak şahsi görüşüm Rum tarafı ve Yunanistan böylesine bir adımı çok büyük bir taviz olarak göreceklerdir. Böyle bir tek taraflı taviz yerine bir miktar Türk Askeri KKTC’ye uygulanan izolasyonların kaldırılması koşuluyla adadan çekilebilir, limanların Rumlara açılması gündeme gelebilir. Her iki tarafın taviz vermesiyle bu konu önemli bir güven arttırıcı önlem olarak uygulamaya konabilir.
Yazımın başında da belirttiğim gibi özellikle mülkiyet konusunu çözmek için her iki tarafın da karşılıklı tavizler vermesi gerekmektedir. Mülkiyetin çözülmesi demek Kıbrıs Sorunu’nun büyük ölçüde çözülmesi anlamına gelmektedir. Yıllardan bu yana devam eden, sui generis (nev-i şahsına münhasır) bir durum olan Kıbrıs Sorunu’nun çözümü elbette ki kolay değildir. Bu sebeple özellikle Rum tarafı ve Yunanistan’ın Türkiye’yi suçlamak yerine yapıcı adımlar atması gerekmektedir. Amaç eğer bağcıyı dövmek değil üzüm yemekse, her iki taraf ta üzerine düşeni yapmak durumundadır. Bu bağlamda bahsettiğim güven arttırıcı önlemler mülkiyet ve benzeri konuların çözümünü kolaylaştıracağı için gündeme alınmalıdır. İzolasyonların kaldırılmasına karşılık bir miktar asker çekmek ve Rumlara limanları açmak ilk bakışta taraflar için korkutucu gelse de, hayata geçirilmesi halinde çözüme büyük katkı sağlayacaktır.
Uluhan CERAN