Kıbrıs ve Adalar Sorunu Özelinde Doğu Akdeniz’de Yetki Alanları Sınırlandırmasının Hukuki Boyutu

Yazıyı görüntüle

Giriş

Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili ve 8333 km kıyı hattı uzunluğuna sahip olan aynı zamanda denizlerden, başta seyrüsefer ve ekonomik amaçlı olmak üzere çeşitli biçimlerde yararlanmakta olan bir ülkedir. Ancak Yunan Adaları’nın önemli bir kısmının Anadolu’ya yönelik askeri harekatlarda geçiş güzergahı olarak kullanılabilecek kadar yakın olması ve Türkiye’nin Marmara Denizi’nden Akdeniz’e geçişini sağlayan su koridorlarının bu adalar tarafından sarılmış olması Türkiye için bir güvenlik açmazıdır. Aynı zamanda coğrafi konumuyla Türkiye için jeostratejik bir önem arz eden Kıbrıs Adası’ndaki mevcut problemlere, 2000 sonrasında “deniz yetki alanları” konusunun da dahil olması Türkiye’nin kayıtsız kalamayacağı bir diğer sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira son yıllarda Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının keşfi bölge ülkelerini harekete geçirmiş ve birçok devletin deniz yetki alanlarına ilişkin anlaşmalar yapmasına neden olmuştur. Devletlerin kendi faaliyetlerine dayanak ararken, diğer devletlerin faaliyetlerini eleştirme durumu ise uluslararası örf adet kuralları ile uluslararası deniz hukuku kurallarını gündeme getirmiştir. Bu çalışmada da uluslararası deniz hukukuna ilişkin temel kavramlar açıklanarak konunun daha rahat anlaşılması sağlanacak, ardından Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de adalar üzerindeki tutumuna değinilip, GKRY’nin deniz yetki alanlarına dair faaliyetleri uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirilecektir. 

1. Uluslararası Deniz Hukukuna İlişkin Temel Kavramlar

Uluslararası hukuk açısından bakıldığında uluslararası denizler iki kategoriye ayrılmaktadır. İlk kategoride kıyı devletinin belirli münhasır yetkilere (egemen haklara) sahip olduğu bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge bulunurken; ikinci kategoride dar anlamdaki açık denizler bulunmaktadır (Sur, 2018: 375). Bu bölümde ise deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına değinilecek ardından Doğu Akdeniz’de temel sorunu oluşturan kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) kavramları incelenecektir.

1.1 Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması

Deniz yetki alanı sınırlandırması, iki veya daha fazla devletin, sahip oldukları ya da ilan ettikleri deniz yetki alanlarının, diğer sahildar devletin deniz yetki alanları ile çakıştığı bölgedeki deniz alanlarının bir anlaşma ile sınırlandırılması anlamına gelmektedir. Bu sınırlandırmalarda genel olarak uluslararası sözleşme hükümlerine yansıyan hukuk kuralları ile Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve diğer hakem mahkemelerinin kararları doğrultusunda gelişen örf ve adet hukuku kuralları dikkate alınmaktadır. Bu noktada büyük önem arz eden ve “Denizlerin Anayasası” olarak adlandırılan 1958 Cenevre Sözleşmeleri ile 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin prensipleri ortaya koyan sözleşmelerdir. Hakkaniyet ilkeleri, eşit uzaklık, coğrafyanın üstünlüğü, ilgili şartlar çerçevesinde dikkate alınan konular, oransallık ve kapatmama deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin prensiplerdendir. Ancak uluslararası sözleşme hükümleri ve yargı kararları ile formüle edilen bu sınırlandırma ilkeleri daha çok genel prensiplerden oluştuğu için, şimdi mevcut ya da gelecekte ortaya çıkacak bütün sınırlandırma uyuşmazlıklarına doğrudan uygulanabilecek belirli prensiplerden söz etmek mümkün değildir (Doğru, 2015: 519). Bununla birlikte sınırlandırmaya ilişkin yapılacak bir açıklamanın, konulacak bir kuralın ya da verilecek bir kararın çıkarları olumsuz etkilenecek devletler tarafından refleksle karşılanabilecek olması, bu konunun daha çetrefilli bir hal almasına neden olmaktadır.

Deniz yetki alanlarının sınırlandırılması hukuku yalnızca uyuşmazlığın tarafı olan devletler için değil aynı zamanda uluslararası barış ve güvenliğin tesisi açısından da hayati önem arz eden bir konudur. Çözümlenemeyen sınırlandırma uyuşmazlıkları devletlerarası ikili ilişkiler bakımından risk taşımakla birlikte uluslararası arenada devletlerin konumunu etkilemeye devam etmektedir. Uluslararası Adalet Divanı’nın ele aldığı 89 uyuşmazlık konusunun 22’sinin deniz yetki alanı ihtilafları ve sınırlandırma sorunları olduğu dikkate alındığında bu konunun uluslararası boyuttaki önemi daha iyi anlaşılabilecektir (Açıkgönül, 2012: 19). Tüm bu nedenlerle deniz yetki alanlarının sınırlandırılması hali hazırda çözülmesi gereken uluslararası boyutta önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. 

1.2 Kıta Sahanlığı

Kıta sahanlığı hukuki anlamda, karasularının ötesinde başlayıp belirli bir uzaklık ve derinliğe kadar giden deniz tabanı ve toprak altı anlamına gelmektedir. Bu kavram Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) ‘nin 76. maddesinde, “kıyı devletinin kara ülkesinin doğal uzantısı boyunca karasularının ötesinde kıta kenarının dış sınırının 200 mile kadar uzandığı yerlerde, karasularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 mile kadar uzanan sualtı alanlarının deniz yatağı ve toprak altını kapsar” ifadesiyle belirtilmiştir (Ceyhun, 2020: 336).

Şekil 1: Kıta Sahanlığı

Şekil 1’de de gösterildiği üzere kıta sahanlığı coğrafi anlamda karanın deniz altında devam eden doğal uzantısıdır. Bu bölge önemli fiziksel özelliklerinin yanı sıra deniz ve toprak altı zenginliklerinin en yoğun olduğu yer olması sebebiyle, kıyı devletlerine birtakım egemen haklar sağlamaktadır. Aynı zamanda kıyı devletlerine tanınan egemen haklar herhangi bir ilana gerek olmadan kullanılabilmektedir. Bu haklar BMDHS’nin 77.maddesinde detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Sözleşmeye göre sahildar devlet, kıta sahanlığı üzerinde araştırmada bulunmak ve buranın doğal kaynaklarını işletmek amacıyla egemenlik haklarını kullanabilmektedir. Sahildar devlet kıta sahanlığında araştırmada bulunmadığı veya buranın doğal kaynaklarını işletmediği takdirde ise hiç kimse, sahildar devletin açık rızası olmadan bu faaliyetlere girişemeyecektir. Ancak kıta sahanlığı üzerinde kıyı devletinin hakları işlevsel olup, kıta sahanlığının keşfi ve doğal kaynakların elde edilmesi ile sınırlıdır (Sur, 2018: 385). Bu nedenle kıyı devletinin hakları sadece madenler ve diğer cansız kaynaklar ile deniz yatağı ve toprak altı ile sürekli temas halinde olan canlılar üzerinde geçerli olmaktadır (Pazarcı, 2004: 279-280). Kıta sahanlığının nasıl sınırlandırılacağı ise hali hazırda birçok soruna neden olan ve devlet uygulamaları ya da yargı içtihatlarıyla çözülmeye çalışılan bir konudur. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6.maddesi de bu duruma açıklık getirmeye çalışmaktadır. Buna göre:

İki veya daha çok devletlerin ülkeleri aynı kıta sahanlığına bitişik ise bunların ülkeleri ister karşı karşıya ister bitişik olsun, her iki durumda da kıta sahanlığının sınırı, kural olarak, ‘tarafların anlaşmasıyla’ belirlenecektir. Bir anlaşmaya varılamaması halinde, ‘özel durumlar’ farklı bir sınırın saptanmasını haklı kılmıyorsa, kıta sahanlığının sınırlandırılması ‘eşit uzaklık’ ilkesine göre yapılacaktır (Doğru, 2015: 520). Buradan anlaşılacağı üzere kıta sahanlığı sınırlandırmasında ‘eşit uzaklık’ veya ‘orta çizgi’, örf ve adet kuralı olamamıştır. Nitekim içtihatta ‘özel koşullar’ dikkate alınarak hakkaniyete uygun bir çözüm arayışı daha ağırlıklı olarak görülmektedir (Sur, 2018: 389).

1.3. Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)

MEB, esas çizgilerden itibaren 200 deniz miline kadar uzanan, kıyı devletinin iktisadi konularda münhasır yetkilere sahip olduğu deniz alanı olarak tanımlanmaktadır. BMDHS’nin 56. ve 60. maddelerine göre, kıyı devleti bu bölgede canlı-cansız kaynakları araştırabilir, suni adalar veya tesisler kurabilir ancak kurulan bu ada ve tesislerin kendisine ait karasuları vs. olamaz. Bu noktada kıta sahanlığı ile MEB karşılaştırılarak konu daha iyi anlaşılabilecektir. Buna göre kıta sahanlığı, kara ülkesinin denizdeki coğrafi uzantısına göre tespit edilirken; MEB, sahildar devletin coğrafi yapısından bağımsız olarak kıyı devletine canlı-cansız kaynakların araştırılması ve işletilmesi konusunda hak vermektedir. Kıta sahanlığı deniz tabanında ve toprak altındaki canlı ve cansız kaynaklar üzerinde tasarruf yetkisi verirken MEB, bunlara ilaveten deniz yatağı üstündeki sularda da tasarruf yetkisi vermektedir. En önemli fark ise MEB’den kaynaklı hakların ancak ilan ile muaccel olacağıdır. Özetle MEB, kapsayıcı olmakla birlikte kıyı devletine daha geniş haklar vermektedir (Kütükçü ve Kaya, 2016: 86). MEB’nin sınırlandırılması konusunda ise UAD Statüsü’nün 38.maddesi önem kazanmaktadır. Buna göre kıyıları karşı karşıya veya bitişik olan devletler anlaşma yoluyla hakça bir çözüme varacak şekilde sınırı belirleyebileceklerdir. Herhangi bir anlaşmaya varılamaması durumunda ise uzlaştırma usulüne başvurma zorunluluğu vardır. Uzlaştırma komisyonundaki görüşmelerde de anlaşmaya varılmazsa, devletler karşılıklı rızaları ile yargı yoluna başvurmak ile yükümlü olacaklardır (Arıdemir ve Allı, 2019: 192).

2. Yunanistan’ın Adalar ile İlgili Tutumu

Yunanistan, Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis adalarını sınırlandırmada ilgili kıyı olarak kabul ederek sınırlandırmanın ana karasudan değil de adalardan başlaması gerektiğini ileri sürmektedir (Sandıklı vd., 2013: 21). Bu görüşüne dayanak oluşturmaya çalıştığı argümanları ise genel hatlarıyla şu şekildedir:

  • Adaların, aynen ana karanın sahip olabileceği ölçülerde kıta sahanlığı bulunabileceği,
  • Yunanistan’ın kıta ülkesi ile adalarının oluşturduğu bütünlüğün bir yabancı deniz alanı ile bölünmemesi gerektiği,
  • Kıta sahanlığı sınırlandırmasında Türk kıyıları ile en doğudaki Yunanistan’a ait adalar arasında eşit uzaklıkta bir orta hattın esas alınması gerektiğidir.

Bu argümanlar dikkatlice incelendiğinde, Yunanistan’ın Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den dışlamaya çalıştığı, GKRY ile birlikte ortay hatları esas alıp bunları hakkaniyete uygun hale getirmekten kaçınarak, Türkiye’yi sadece Antalya Körfezi ile sınırlı çok az bir kıta sahanlığı ve MEB alanı bırakmaya yönelik hareket ettiği görülmektedir (Yaycı, 2012: 20). Bu noktada, Yunanistan’ın hakkaniyetten yoksun görüşlerinin uluslararası deniz hukuku kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Uluslararası yargı organları, adalara etki verilip verilmemesini hakkaniyet prensipleri çerçevesinde değerlendirmekte, adaların coğrafi denge, nüfus, konum ve büyüklük gibi özellikleri ise bu noktada önem kazanmaktadır. Özellikle Ege’yi Doğu Akdeniz’den ayıran Girit, Kaşot, Kerpe ve Rodos gibi adalar ile Meis, Karaada ve Fener adaları Anadolu kıyısına yakın adalar yani ters taraftaki adalar olarak kabul edilmektedir. Bu şekilde ters tarafta kalan adaların, sınırlandırmadaki rolü kısıtlamaya tabi tutulmaktadır. Her ne kadar BMDHS’nden adaların kıta sahanlığı hakkı bulunduğu sonucu çıkıyor ise de bu durum her koşulda geçerliliği olan evrensel bir kural değildir. UAD’nın birçok kararında da, kıta ülkesinin doğal uzantısında bulunan adaların kıta sahanlığı ve MEB hakları bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Üstelik Yunanistan Hükümeti de bu hususu kabul etmiş, İtalya ile yaptığı Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Anlaşması’nda İyon Denizi’nde egemenliği Yunanistan’a ait adalar için bu yönde bir talep ortaya koymamıştır. Bununla birlikte Türkiye için Ege Denizi’ndeki ihtilaflar kıta sahanlığı ile sınırlı kalmamaktadır. Karasuları, FIR hattı (Uçuş Bilgi Bölgesi), hava sahası, MEB, yerleşimi olmayan adacık ve kayalıkların statüsü ve son olarak adaların silahsızlandırılmış statüsü de dikkate alınarak hakça ilkelere göre bir çözüm sağlanmalıdır (Ülger, 2020).

Coğrafyanın üstünlüğü ilkesi gereği anakaraların sınırlandırmada ana rol oynadığı ve kıyıların uzunluğunun sınırlandırmada ilgili/özel koşul oluşturduğu geçmişteki uygulamalarda görülmektedir. Bu nedenle adalara tam etki verilmesi ve eşit uzaklık yöntemi ile bir sınırlama yapılması Anadolu sahillerinin önünü kapamakta, Türkiye’nin açık denizlere erişimini engelleyerek kapamama ilkesine aykırı bir durum oluşturmaktadır(Arıdemir ve Allı, 2019: 195). Zira bölgedeki önemli bir su yolu olan Süveyş Kanalı’na ulaşımın engellenmemesi ve bölgenin en önemli limanlarından olan Antalya ve Mersin limanlarının önünün kapanmaması gerekmektedir. Değerlendirilmesi gereken bir diğer ilke de oransallık prensibidir. Bu prensip ile sınırlandırma konusu devletlerin kıyı uzunlukları tespit edilerek sahip olacakları kıta sahanlığı ve MEB’in birbirine orantılı olması amaçlanmaktadır. Oransallık ve kapamama ilkesi birlikte değerlendirildiğinde, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip olan Türkiye’nin, bölgedeki kıyılarının yakınındaki deniz alanını bir başka devlete vermesi hakkaniyete uygun olmayacaktır.

Libya’da 2021 Mart ayında oluşturulan yeni hükümetin, hem Türkiye hem de Yunanistan ile dengeli bir ilişki kurmak istemesi ise mevcut durumu etkileyebilecek nitelikteki bir gelişmedir. Nitekim 14 Nisan 2021 tarihinde Libya Geçici Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed Yunus Menfi, Atina’da Yunanistan Cumhurbaşkanı Ekaterina Sakellaropulu ve Başbakan Kiryakos Miçotakis ile görüşerek deniz yetki alanlarının belirlenmesi için müzakerelere başlanması kararı almıştır (Berberakis, 2021). Halihazırda, Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz yetki alanlarını belirleyen mutabakatın Yunanistan tarafından tanınmadığını ve yok hükmünde olduğunu savunan Başbakan Miçotakis, Libya’nın komşusunun Türkiye değil, Yunanistan olduğu gerekçesiyle Avrupa Komisyonu’nun da Yunanistan’ın görüşlerine katıldığını belirtmiştir (Köylü, 2021). 15 Nisan 2021’de ise mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile güncel meseleleri görüşmek için Türkiye’yi ziyaret eden Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın, Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz yetki alanları anlaşmasını eleştirerek Yunanistan’ın iddialarını dile getirmesi, iki ülke arasında gerginliğe sebep olmuştur. İlerleyen günlerde Libya’nın Yunanistan üzerinden AB’ye yaklaşma ihtimali söz konusuyken, Ankara ve Libya arasındaki anlaşmanın nasıl uygulamaya koyacağı belirsizliğini korumaya devam etmektedir.

3. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)

Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları tartışmalarının hararetlenmesinde 2003’ten itibaren GKRY’nin çeşitli devletlerle yapmış olduğu antlaşmaların önemi büyüktür. GKRY, 17 Şubat 2003’te Mısır’la, 17 Ocak 2007’de de Lübnan ile “Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşması” imzalamıştır. 26 Ocak 2007 tarihinde ise Kıbrıs Adası‘nın güneyinde 13 adet petrol arama ruhsat sahası ilan ederek bu sahaları ihale etmiş ve ihale edilen sahalardan 12 numaralı sahaya ait haklar ABD’nin Noble Energy Şirketi tarafından alınmıştır (Yaycı, 2012:18). Ancak bu sahalardan 5’inin Türkiye’nin kıta sahanlığını ihlal ettiği, 8’inde ise KKTC’nin de hakkı bulunduğu tespit edilmiştir (Başeren, 2010:13). GKRY, 17 Aralık 2010 tarihinde de İsrail’le MEB Sınırlandırma Anlaşması imzalamıştır. Türkiye ise GKRY’nin başta Mısır olmak üzere diğer kıyıdaş ülkeler olan Lübnan, Suriye ve İsrail ile yaptığı MEB anlaşmalarının, Kıbrıs Türkleri ve Türkiye’nin haklarını çiğnediği gerekçesiyle konuyu Birleşmiş Milletler’e taşımış ve kendi MEB haritalarını BM nezdinde onaylatmıştır (BBC, 2019).

GKRY’nin artan faaliyetlerine karşılık Türkiye ile KKTC arasında, 21 Eylül 2011 tarihinde Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkında Anlaşma yapılmıştır. Anlaşmaya göre, Türkiye ile KKTC Akdeniz’deki kıta sahanlıklarının bir bölümünü, uluslararası hukuka uygun olarak ve hakça ilkeler dikkate alınarak belirlenen 27 coğrafi koordinatın birleştirilmesiyle elde edilen bir çizgi ile sınırlandırılmış, Türkiye’ye KKTC’nin 12 mil açığında petrol arama hakkı verilmiş ve her iki tarafın da kıta sahanlığına giren doğal kaynak rezervlerinin nasıl işletileceğine akit devletlerin anlaşarak karar vereceği hüküm altına alınmıştır (Vatansever, 2012: 39). Türkiye Kasım 2019’da ise, Libya’nın uluslararası arenada kabul görmüş Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile denizcilik ve güvenlik alanlarında, “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzalamıştır. Bu mutabakat ile Türkiye Yunanistan ve GKRY tarafından ilan edilen sondaj faaliyetlerine karşı çıkarak, buradaki enerji odaklı çalışmaları kendi kıta sahanlığına tecavüz olarak değerlendirmiş ve “casus belli” (savaş sebebi) saymıştır (Yılmaz, 2020: 39-40).

Yunanistan ile birlikte hareket eden GKRY’nin temel amacı, bölgede en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den dışlamaktır. Bu amacını da KKTC ile bir uzlaşı sağlamadan ve adadaki siyasal problemler devam ederken, tek taraflı olarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Ancak Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıs açıklarındaki doğal kaynaklar üzerinde GKRY ile aynı şekilde devredilemez ve doğal hakları mevcuttur. Bu nedenle GKRY, iki tarafın ortak rızasıyla bir birleşik yönetim tesis edilene kadar “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında tüm adayı temsil etme hakkına sahip değildir (Baran, 2019). GKRY’nin tüm adayı kapsayacak şekilde karar alma hakkı olmamakla birlikte, gerçekleştirmeye çalıştığı faaliyetler de bölgede önemli bir aktör olan Türkiye’nin haklarını ihlale yöneliktir. Özellikle GKRY ve Avrupa Birliği (AB)’nin Kıbrıs’ın kuzeyini hukuka aykırı bir işgal altındaki topraklar olarak niteleyip, bu topraklarına aslında “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” bir parçası olduğunu, dolayısıyla adanın kuzey kıyılarını çevreleyen deniz alanlarının da “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin deniz alanları” olduğunu ileri sürmesi, mevcut uyuşmazlıkların çözüme kavuşmasında en büyük engeldir. Aynı zamanda GKRY yayınladığı deniz alanları haritasında Kıbrıs’ın batısındaki Türk kıta sahanlığına dahil bölgeleri kendi yetki alanında göstererek hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin deniz alanlarını etkisizleştirmeye çalışmaktadır (Ercümen, 2018). GKRY’nin bu politikası Kuzey Kıbrıslı Türklerin Londra ve Zürih Anlaşmaları’ndan doğan hukuki haklarının yok sayılmasına neden olmaktadır. Halihazırda adadaki uzlaşıyı sağlamadan faaliyetlerini sürdüren GKRY’nin Doğu Akdeniz’de hedeflediği eşit uzaklık yöntemiyle belirlenecek anlaşma ise coğrafyanın üstünlüğü, kapamama ve orantılılık ilkelerine aykırılık teşkil etmektedir. Nitekim Libya-Malta Kıta Sahanlığı Davası’nda da benzer bir durumla karşılaşılmıştır. Divan karşılıklı kıyıları olan Libya ve Malta’nın kıyı uzunlukları arasındaki önemli farkı, Malta’nın ve sahilin küçük boyutunu dikkate almış, esas hatların içerisinde bulunmalarına karşın herhangi bir yerleşim birimi bulunmayan adacıkları hesaba katmaksızın, hakkaniyete uyarak sınır çizgisini kuzeye doğru çekmiştir (Sur, 2018: 387).

UAD’nın geçmiş kararlarına rağmen GKRY’nin hukuk dışı faaliyetlerindeki temel dayanağı, uluslararası hukuk nezdinde Kıbrıs Adası’nın temsilcisi olarak kabul edilmesidir. KKTC, her ne kadar yabancı devletlerce resmen tanınmayan bir devlet olsa da Kıbrıs müzakerelerinde taraf olan, bağımsız bir toprak bütünlüğü ve yönetim şekli bulunan bir devlettir. Ancak Yunanistan’ın ve GKRY’nin AB üyesi olması, arkalarına birliği alarak, ölçüsüzce hareket etmelerini sağlamaktadır. Bu durumun son örneği, Trablus’u ziyaret eden Yunanistan başbakanının Libya’yı “AB ile ilişkilerinizi normalleştirmek istiyorsanız Türkiye ile anlaşmanızı iptal edin” diyerek tehdit etmesiyle gerçekleşmiştir (Cafer, 2021). Bu nedenle, uluslararası arenada birçok devlet AB ile birlikte hareket eden GKRY’ni muhatap alarak Rum Yönetimi ile antlaşmalar yapmaya devam etmektedir. Ancak Yunanistan ve GKRY’nin Ankara’ya karşı girişimleri sürecek olsa da Türkiye ile bölgesel bir ittifak kurulmadan Doğu Akdeniz’deki mevcut kaynaklardan kimsenin faydalanamayacağı, göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek olarak varlığını sürdürmektedir. Nitekim Kıbrıs Türk ve Rum tarafları, 27-29 Nisan’da Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde ve garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de katılımıyla düzenlenecek 5+1BM formatındaki gayri resmi Kıbrıs toplantısında bir araya gelecektir. Bu toplantıda Türk tarafı Doğu Akdeniz’deki haklarını dile getirecek ve Rum tarafına iş birliği önerisinde bulunacaklardır (Yürük, 2021). Dolayısıyla ilerleyen günlerde Doğu Akdeniz’de masada çözüm bulma arayışları devam edecek gibi görünmektedir.

Sonuç

Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynakları, denizler üzerinde egemenlik kurarak söz sahibi olmanın ve deniz yetki alanları sınırlandırılması hukukunun önemini ortaya koymuştur. Ancak esasında örf-adet hukuku kuralları ile ortaya çıkmış olan bu genç hukuk dalının içerisinde boşluklar bulunmakta ve bu boşluklar devlet uygulamaları, uluslararası sözleşmeler ve uluslararası yargı kararlarıyla doldurulmaktadır. Her ne kadar uluslararası sözleşmeler uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulmasında önemli bir araç olsa da, uluslararası sözleşmelerin soyut ve genel nitelikleri her bir somut uyuşmazlığa uygun çözüm üretmelerini engellemektedir. Bu nedenle somut olaya yönelik çözüm sunabilen esas kaynaklar devlet uygulamaları ve uluslararası yargı kararları olarak kabul edilmektedir.

Tartışmaların odağı olan Doğu Akdeniz’de ise kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge alanlarının sınırlandırılması, hakkaniyete uygun çözüme ulaşmak amacıyla, uluslararası hukuka uygun olarak ve başta coğrafi faktörler olmak üzere bütün özel durumlar dikkate alınarak “anlaşma” ile yapılmalıdır. 27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ile Libya Ulusal Birlik Hükümeti arasında imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası da bu durumun güncel örneklerinden biridir. Bu çalışma kapsamında incelenen Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ise bölge ülkelerinin sınırlarını dikkate almadan çeşitli anlaşmalar imzalamakta, Türkiye’nin akdettiği anlaşmaları ise uluslararası hukuka aykırı görmektedir. UAD’nın geçmiş kararları Yunanistan ve GKRY’nin iddialarını çürütse de ABD ve AB’den destek gören Yunanistan ve bundan doğrudan cesaret bulan GKRY’nin Türkiye aleyhine girişimlere devam edeceği tahmin edilmektedir. Ancak hakça ilkeler dikkate alınmadan ve Türkiye ile bölgesel bir ittifak kurulmadan bölgedeki kaynaklardan kimsenin faydalanamayacağı ve denizlerde egemen olamayacağı su götürmez bir gerçektir.

Sena Nur ŞEN

Akademi Birimi

 

Kaynakça

Açıkgönül, Y. E. (2012). Deniz Yetki Alanlarının Hakça İlkeler Çerçevesinde Sınırlandırılması, (Yüksek Lisans Tezi).

Arıdemir H., Allı Ç. (2019). Doğu Akdeniz Bölgesindeki Münhasır Ekonomik Bölge Tartışmalarının Analizi, İktisadi İdari ve Siyasal Araştırmalar Dergisi, 4(10), 188-202.

Baran D. (2019). Uluslararası Hukuk Perspektifinden Doğu Akdeniz’deki Sondaj Savaşı, Erişim Adresi: https://research.sharqforum.org/tr/2019/10/16/uluslararasi-hukuk-perspektifinden-dogu-akdenizdeki-sondaj-savasi/ (Erişim Tarihi: 22.04.2021)

Başeren, S.H. (2010). Doğu Akdeniz Yetki Alanları Uyuşmazlığı, TÜDAV Yayınları, İstanbul,20210.

BBC News (2019). Doğu Akdeniz: Kıbrıs açıklarında doğalgaz arama krizi nasıl başladı, hangi ülke ne istiyor?, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48225246.amp (Erişim Tarihi:15.04. 2021)

Berberakis, S. (2021). Doğu Akdeniz: Yunanistan ve Libya, deniz yetki alanlarının belirlenmesi için müzakerelere başlayacak, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-56745694 (Erişim Tarihi: 23.04.2021)

Cafer, B. (2021). Yunanistan, Doğu Akdeniz’de bölge ülkelerinin değil AB’nin menfaatlerini dikkate alıyor, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/yunanistan-dogu-akdenizde-bolge-ulkelerinin-degil-abnin-menfaatlerini-dikkate-aliyor/2213231 (Erişim Tarihi:22.04.2021)

Ceyhun, G. Ç. (2020). Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Yetki Alanlarına İlişkin Sınırlandırma Sorunları ve Bölgedeki Enerji Keşiflerine İlişkin Bir Değerlendirme, Erişim Adresi: https://tasam.org/trTR/Icerik/53564/turkiyenin_dogu_akdenizdeki_yetki_alanlarina_iliskin_sinirlandirma_sorunlari_ve_bolgedeki_enerji_kesiflerine_iliskin_bir_degerlendirme (Erişim Tarihi: 08.04.2020)

Doğru, S. (2015). Doğu Akdeniz’de Hidrokarbon Kaynakları ve Uluslararası Hukuka Göre Bölgedeki Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge Alanlarının Sınırlandırılması, TBB Dergisi, (119), 503-554.

Ercümen, F. (2018). Doğu Akdeniz’De Enerji Denklemi ve Uluslararası Hukuk, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/dogu-akdeniz-enerji-denklemi-ve-uluslararasi-hukuk/1349235 (Erişim Tarihi:22.04.2021)

Köylü, H. (2021). Ankara ile Atina’nın arasına Libya girdi, Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/ankara-ile-atinan%C4%B1n-aras%C4%B1na-libya-girdi/a-57232333 (Erişim Tarihi: 23.04.2021)

Kütükçü, M. A., Kaya İ. S. (2016). Uluslararası Deniz Hukuku Kapsamında Doğu Akdeniz’deki Petrol ve Doğalgaz Kaynakları ile Türkiye’nin Hukuki Durumu, Yaşam Bilimleri Dergisi, 6(2/1).

Pazarcı, H. (2004). Uluslararası Hukuk, Ankara: Turhan Kitabevi. 

Sandıklı, A., Budak T., Ünal B. (2013). Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye, Bilge Adamlar Stratejik Araştırma Merkezi.

Sur, M. (2018). Uluslararası Hukukun Esasları, İstanbul: BETA Yayınevi. 

Ülger, İ. K. (2020). Türkiye Mavi Vatanı savunmaya devam ediyor, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/turkiye-mavi-vatani-savunmaya-devam-ediyor/2004480 (Erişim Tarihi: 17.04.2021)

Vatansever, M. (2010). Kıbrıs Sorununun Tarihi Gelişimi, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 12, 1487-1530. 

Yaycı, C. (2012), Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Paylaşılması Sorunu ve Türkiye, Bilge Strateji, 4(6).

Yılmaz, E.A. (2020). Doğu Akdeniz’deki Gelişmeler Doğrultusunda Türk Dış Politikası’nın Dünü ve Bugünü, Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, 48, 27-48.

Yürük, B. (2021). KKTC Cenevre’ye iki devletli çözüm vizyonuyla gidecek, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/kktc-cenevreye-iki-devletli-cozum-vizyonuyla-gidecek/2215508 (Erişim Tarihi: 23.04.2021)

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...