Uçurtma Avcısı Kitap İncelemesi

“Buradaki en bol şey, çocukluğunu yitirmiş çocuklar”

Uçurtma Avcısı; dünya üzerindeki temel değerleri, insanlar arası ilişkileri, hak mücadelesini, savaşı ve çocukları, şiddeti ve şiddet ile korkunun bir ülkeyi geçmişten geleceğe nasıl değiştirebileceğini iki kapak arasında anlatabilen bir insanlık monoloğudur. 

İronileri de bir motif gibi farklı kurgularla karşımıza çıkaran bu anlatı, değişen dünyayı ve değişen insanları gözlerimizin önüne seriyor. İroniyi öyle başarılı bir şekilde kullanıyor ki kitabın bir bölümünde okuduğunuz bir kurguyu, kitabın ilerleyen bölümlerinde insanlar arası ilişkileri ve insanların birbirlerine yapabildiklerini adeta bir kader kisvesi altında karşınıza çıkarıp size kitabın önceki bölümlerinden bir selam yolluyor. 

Yazar Khaled Hosseini’nin bu ironilerini ülkesi Afganistan’ın savaş öncesi ve savaş sonrası yaşamı bizlere anlatarak yaptığı bir kıyaslamayla da görebiliyoruz. Savaş öncesinde mutlu bir Afganistan içinde kendi içinde çatlakları olan bir Afganistan’a rastlıyoruz. Çocukların uçurtma yarışmaları yaptığı, çocukların çocuk olabildiği ve içinde bir yaşam olan Afganistan, herkes için bir yuva motifini gözler önüne sererken bu dönem içerisinde farklı etnik grupların, azınlıkların da haklarının ihlal edildiği ve o kişilerin ayrımcılığa maruz kaldığı bir toplum yapısının da mevcut olduğu anlaşılıyor. Nitekim kitapta Hazara ve Peştunlar arasındaki ırksal çatışmalara da sık sık yer veriliyor. Kitapta da Hazara ırkından olan ve kitabın ana kahramanlarından olan Hasan’ın yakın arkadaşı Emir ile birlikte bir sokakta onlarla kavga etmek isteyen yaşıtlarıyla denk geldiği bir bölümde; Hasan’ın Peştun ırkından olan Assef adlı bir Afgan çocuğuna “Ağa” demesi üzerine bir demeç veriliyor. Bu bölümde yazarın kendisi de azınlıkların toplum içerisinde sürüklendikleri konumu ve toplumsal sıralamadaki yerlerini hiçbir kanunda yazmasa dahi içselleştirdiklerini ve bu şekilde yaşadıklarını anlatıyor. 

Aynı şekilde yazar burada bir ironi daha yaparak Afgan halkı için tek bir kural olduğunu, onun da kuralsızlık olduğunu söylüyor. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de Afgan halkının bu kuralsızlıklarının bir yansıması, hiçbir kanun ve hukukun hüküm sürmediği bir toplumda insan öldürmenin artık bir insanın iki dudağı arasından çıkacak bir söze bağlı olması şeklinde karşımıza çıkıyor.

Savaş sonrasında ise bu hayatların tamamen değiştiği bir Afganistan ile tüm dünya tanışmış oluyor. Bundan sonrasında şiddetin ve korkunun insanların içinde yaşam olan yuvalarından içinde yaşam aradıkları yuvalara olan yolculuğu anlatılıyor. Afganistan’da silah sesleri artıkça ülkeyi terk etmek zorunda kalan kişiler de artıyor. Kitabın belki de en dikkat çekici kısımlarından birisi de bu bölümde mültecilerin evlerini terk ettiği andan insan kaçakçılarıyla olan bağlantılarına ve farklı bir ülkede kültürlerini unutmadan kendi topluluklarında yaşayan bu insanların anlatıldığı kısım. Yazar bu bölümde mültecilerin yaşadıkları her soruna genel de olsa değiniyor ve bir insan hakları krizinin ülkede başlayan savaş ile ne boyutlara gelebileceğini gösteriyor. Örneğin, insan kaçakçılarının sözlerine umut bağlayarak her şeylerini bırakıp kaçan bu insanlar, insanlık dışı yöntemlerle ve hatta ölümlerle sonuçlanan upuzun bir yolculuğun ardından huzur bulabilecekleri ve yeniden yaşama tutunabilecekleri bir yer arıyorlar. Ailelerini, dostlarını, kültürlerini, evlerini, kısacası eski yaşamlarını geride bırakarak dünyanın farklı bölgelerine dağılan bu insanların hayatlarının ufak bir öyküsüne kitapta tanıklık ediyor olsak da tüm bunların gerçeğine tanıklık eden yüz binlerce Afgan mültecinin yaşadıklarına da bir ışık tutmuş oluyor Khaled Hosseini.

Ayrıca kitapta dikkat çekici olan bir kısım da mültecilerin terk ettikleri ülkelerine olan özlemlerinin hiç bitmemesi, ortak geçmişi paylaştığı insanlara duyulan özlem ve kendi gelenek ve kültürlerini her koşulda yaşatmak için çabalamaları. Bununla birlikte kitapta Afgan halkının Amerika’ya sığınan kesimine yer verildiği için Amerika’ya uyum süreçleri ve iki ülke arasındaki bazı sosyal ve kültürel farklılıklara da kitapta dikkat çekiliyor. Bir kısmı sığındıkları ülkelerde yeni bir yaşam kurarken diğerleri de bir gün yeniden eski bildikleri Afganistan’a dönme umuduyla yaşıyor. Ancak öyle görünüyor ki bu umudun yeniden yeşereceği Afganistan çok yakın bir gelecekte değil.

Zira şiddet, korku, terör ve Taliban kontrolündeki ülke gerçek dünyada da şeriatın cezalandırma yöntemlerinden biri olan recmetme gibi ya da etnik soykırım gibi duyduğumuz insan haklarına aykırı hikayelerle örülü bir kurguya da kitap içerisinde yer veriliyor. Böylece bütünsel bir açıdan hem Afganistan’daki güncel düzen okura yansıtılıyor hem de bir yandan Afgan mültecilerin sığındıkları ülkelerde yaşadıkları zorluklar ve hayata tutunma çabaları yansıtılıyor. 

Daha önce içinde yaşam olan Afganistan sokakları ise yaşam alan sokaklara dönüşüyor. İnsanlar bombalanma ve öldürülme korkusu nedeniyle evlerinden dışarıya çıkamıyor. Önceden mühendis, öğretmen, diplomat olan kişiler ya ülkelerinden kaçıp başka bir ülkeye sığınan bir sığınmacı ya da Kabil sokaklarında yaşayan bir dilenci olarak karşımıza çıkıyor. Temiz suya ve gıdaya erişim o kadar kısıtlı ki Afganistan kendine ait zengin topraklardan sürülmüş gibi. Çocuklar ise bombalanmış veya mermi deliklerinin olduğu sokaklara oyun oynamak için çıkmayı bırakalı çok olmuş. Çoğu ya yetimhanelerde açlıkla ve sevgisizlikle yaşamaya çalışıyor ya da çocuk satın almaya gelen Taliban’dan korkuyor. Çocuklar eğitilmiyor, çocuklar istismar ediliyor, öldürülüyor. Kadınlar içinse seslerini yükseltebilecekleri bir toplum düzeni sadece bir rüya. Afganistan üzerine toprak atılmış bir ülke artık.

Bu düzen ise kitapta çeşitli cümlelerle tasvir ediliyor:

Bombaların, makineli tüfeklerin sesiyle büyüyen Afgan çocukların kuşağı henüz doğmamıştı”, “Hiçbirimiz bir yaşam tarzının sona erdiğinin farkında değildik”, “Artık Kabil’de hiç kimseye güvenemezdiniz; (…) herkes birbirini satmaya hazırdı” , “ (…) refikler sınıflara kadar girmişti; çocuklara ana-babalarını ispiyonlamayı (…) öğretiyorlardı” , “Buradaki en bol şey, çocukluğunu yitirmiş çocuklar”…

Bunlar dışında özellikle Afgan kadınların sosyal konumlarına ve patriyarkanın mevcudiyetine de kitabın çeşitli yerlerinde değiniliyor. Koca olan eşin otoriter rejimiyle sürüp giden bir aile yapısı bu kitapta da yansıtılıyor ve kadının namusu, erkeğin şerefi üzerinden yaratılan bir toplumsal algının toplumsal cinsiyet eşitliğini benimseyememiş toplumlarda da varlığını sürdürdüğünü bir kez daha görüyoruz. 

Günümüz insan hakları kriterleriyle Afganistan’da yaşanılan bu ihlalleri değerlendirdiğimizde yaşam hakkı, kötü muamele ve işkence yasağı, kişi güvenliği ve özgürlüğü hakkı, mülkiyet hakkı, eğitim hakkı ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı bir toplumun zaman içerisinde nasıl yozlaşabildiğini ve yolunu kaybettiğini de görmüş oluyoruz.

Tüm bu sosyolojik yapıya rağmen kitap özünde aile, dostluk, güven ve sevgi gibi kavramları sentezleyen bir asıl kurguya da sahip. Böylece yazar; okura sadece bu sosyolojik bilgileri vermekle kalmıyor, aynı zamanda o ülkenin ve o ülkenin insanlarının psikolojisini de hissettirmeyi başarıyor. Bu şekilde de aslında mülteciliğin bir tercih olmadığı ve o kişilerin hayatları dışında başka bir seçme şansları olmadıklarını da betimlemiş oluyor.

Ayrıca Emir ve Hasan arasındaki dostluğa, Emir ve babası arasındaki ilişkiye değinilmesi de insanlığın temel değerlerine ilişkin olan bir kurgunun akıcı bir dil kullanılması suretiyle kitabın sıkılmadan okunmasını sağlıyor. 

Tüm bu özellikleriyle kitabın mülteci hakları, çocuk hakları ve kadın hakları başta olmak üzere insan hakları farkındalığı ve oluşturulan kurgu ile de okuyanların empati kurmasını sağlayan bir yapıta dönüştüğü söylenebilir.

Uçurtma Avcısı insan olmana izin verilmeyen bir dünyanın en insani mücadelesini ve hikayesini anlatan bir kitap olarak kütüphanelerimize ekleniyor.

Selin SEZER

TUİÇ Göç Çalışmaları Staj Programı

Sosyal Medyada Paylaş

1 COMMENT

  1. HAYATIMDA OKUDUĞUM EN ANLAMLI KİTAPLARDAN BİRİ PSİKOJİK Bİ KİTAP OLDUĞUNDAN DOLAYIDA BİTİRDİKTEN SONRA ETKİSİNDEN ÇIKAMAMIŞTIM

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...