Irak’ta siyasetin nabzı giderek yükseliyor. Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin bakanlarına verdiği 100 günlük süre dolarken hükümetin mevcut durumuna ilişkin siyasi pazarlıklar da hızlanmış durumdadır. 7 Mart 2010’da yapılan seçimlerin galibi olan Irakiye Listesi Başkanı İyad Allavi, seçimlerden sonra diğer Şii gruplarla ittifak yaparak hükümeti kuran Kanun Devleti Koalisyonu Başkanı ve Başbakan Nuri El-Maliki’yi köşeye sıkıştırmaya çalışırken Maliki de hükümeti ayakta tutmaya çalışıyor. İyad Allavi daha önce politik süreçten çekilmeyeceğini açıklasa da son günlerde hükümeti erken seçimle tehdit ediyor. Buna karşılık Maliki tarafında da çoğunluk hükümeti kurma girişimlerine başlandığı yönünde iddialar haberlerde yer alıyor. ABD askerlerinin Irak’taki varlığı tartışmalarıyla birlikte politik sürecin ana gündem maddeleri ön plana çıkıyor. Ancak belki de Irak’ın geleceğini etkileyecek en önemli konulardan bir olan Kerkük’teki süreç hız kazanmış gibi görünüyor.
Aslında Kerkük’teki siyasi hareketliliğin 2011 itibariyle hızlandığını söylemek mümkündür. Mart ayının ilk haftasından Kerkük’ün yeni valisi ve il meclisi başkanı göreve başladı. Bununla birlikte Türkmen ve Kürt siyasetçilerin görüşmeleri de hız kazandı. Özellikle 2003’ten sonra Türkmen ve Kürt siyasetçiler arasındaki gerginlik göz önünde bulundurulduğunda görüşme trafiğinin seyri oldukça yüksek düzeydedir. Bu görüşmeler dönem dönem sivil toplum örgütlerinin inisiyatifinde gerçekleşirken zaman zaman da her iki grubun yetkilileri tarafından yapılan ziyaretler de söz konusu. Kerkük’teki gelişmeler açısından Türkmen ve Kürt yetkililerin bir araya gelmesi olumlu olarak değerlendirilebilecekken, özellikle Kerkük’teki Araplar bu görüşmeleri kendilerine karşı işbirliği olarak yorumlamaları, Kerkük’teki dengenin bozulmasına yol açabilecek nitelikte.
Diğer taraftan hükümette problemler olsa da, Kerkük’e ilişkin kararlar da alınıyor. 2011’in Mayıs ayı içerisinde süresi 31 Aralık 2007’de sona eren ancak Kürt gruplar tarafından uygulanması istenen Irak Anayasası’nın 140. Maddesi için yeni bir komisyon kuruldu ve bunun için 2011 bütçesinde 170 milyon dolar kaynak aktarıldı. Ancak Kerkük’teki Türkmen ve Arap siyasi gruplar bu maddenin uygulanmasına karşıdır. Zaten bu madde uygulanmaya konulsa bile Kerkük için bir çözüm üretmekten uzak olacağı söylenebilir. Zira 140. Maddenin uygulanabilmesi için Kerkük’te sırasıyla normalleştirme, nüfus sayımı ve referandum yapılması gerekiyor. 140. Maddenin ilk aşaması olan normalleştirme oldukça sıkıntılı bir konu. Normalleştirmeye ilişkin farklı konularda düzenlemeler yapılması gerekiyor. Öncelikle Saddam Hüseyin döneminde Kerkük’ten çıkarılan ve Kerkük’e yerleştirilen ailelerin tespit edilmesi ile bunların eski yerlerine dönmelerinin sağlanması ve bunun için tazminat ödenmesi gerekiyor. 2003’ten sonra Kerkük’e Kürt gruplar tarafından haksız şekilde yerleştirilen ve Kerkük nüfusuna kayıtlı olmayan Kürtlerin de tespit edilip eski yerlerine dönmeleri de sağlanmalı. Ayrıca bir de mülk davalarının çözülmesi gerekiyor ki en zor konu da bu. Zira Kerkük’teki mülk davaları oldukça karmaşık bir tapunun 3 veya 4’ten fazla sahibi olabiliyor. Bu nedenle zaten yaklaşık 36 bin davadan ancak 5 bin’i çözülebilmiş ve halen 2006’daki davalar inceleniyor. Bugün itibariyle dosyalar 5 yıl geriden incelenebiliyor. Bu davaların üzerine hergün yeni yüzlerce dava açılıyor. Yani bu davaların bitirilebilmesi oldukça uzun yıllar alacak gibi görünüyor. Normalleştirme yapılmadan da 140. Madde uygulanamayacağında, işlerliği olmayan bir sürecin yürütülmesindeki ısrar Kerkük’ü çözümsüzlüğe götürüyor.
Öte yandan Kerkük’te hukuki süreç yürütülmeye çalışıldığında bir de 2008’de çıkarılan Irak yerel seçim yasasının 23. Maddesi gündeme geliyor. Bu madde Kerkük’ün statüsüne ilişkin başka bir çözüm önerisi ortaya koyuyor. Bu maddeye göre, Türkmen, Arap ve Kürtler arasında Kerkük yönetiminin yüzde 32 oranında paylaşılması ve Hıristiyanlara da yüzde 4 pay verilmesi öngörülüyor. Aslında Kerkük’teki karmaşa göz önüne alındığında en dengeli çözüm bu gibi görünüyor. Zira Kerkük’teki nüfus karmaşası göz önüne alındığında, Kerkük’te ortak bir siyasi çözüm bulmak en rasyonel yol gibi. Aksi takdirde olay daha da çetrefilli bir hal alıyor. Kerkük’e 600 bin kişi yerleştirdiği söylenen Kürt grupların 100 bin kişi yerleştirdiğini düşünsek bile 8 yıldır Kerkük’te yaşayan bu oranda bir nüfusun şehirden çıkarılması hele ki Irak’ta güvenlik şartları göz önüne alındığında, oldukça zor ve bu kadar kişinin yerlerinden edilmesine karşılık bir tazminat bedelinin ödenmesi gerekebilir. Halbuki bu kaynağın Kerkük’ün daha iyi yaşanabilir bir kent olması için harcanması daha rasyonel ve insani gözüküyor. Ayrıca Kerkük’teki sorun artık hukuki boyutu aşmış durumdadır. Kerkük’te siyasi bir uzlaşının olmaması süreci daha da baltalayabilir ve içinden çıkılmaz bir duruma getirebilir. Bu nedenle Kerkük’teki siyasi grupları daha uzlaşıcı bir tavırla meseleye yaklaşması, Kerkük için çözüm üretici bir tavır olarak değerlendirilmektedir. Aynı şekilde Irak hükümeti de bu meseleye daha ciddi yaklaşmalıdır. Son dönemde Irak hükümetinin Kerkük ve Musul’da nüfus sayımı yapılması için çalışmalar yürüttüğü görülmektedir. Ancak özellikle Kerkük’te görüş birliği sağlanmadan atılacak tek taraflı adımlar Kerkük’teki çözümsüzlüğü körükleyebilir. Son birkaç ay içerisinde Kerkük’te siyasi gruplar ve sivil toplum örgütleri tarafından yapılan toplantılar ortak uzlaşı kültürünün ortaya çıkması için önemlidir. Fakat burada önemli olan noktanın hiçbir tarafın dışarıda bırakılmaması olduğu düşünülmektedir. Ayrıca Kerkük’ün siyasi grupların kendi içlerindeki politik meselelerde kullanılmaması gerektiği değerlendirilmektedir. Bu anlamda Bölgesel Kürt Yönetim lider Mesut Barzani’nin son dönemde Kerkük’te 140. Maddenin uygulanması ve Kerkük’ten vazgeçemeyecekleri yönündeki gerginliği arttıran konuşmalarının şehirdeki sorunların çözümüne ilişkin iyi niyet çabalarını sekteye uğrattığı söylenebilir. Bu noktada Kerkük’teki tüm tarafların sorumlu davranması gerektiği düşünülmektedir. Öte yandan her ne kadar Irak’ta kalıp kalmayacağı tartışılsa da ABD yönetimi ve sürece müdahil olan Birleşmiş Milletlerin de Kerkük’te ortak uzlaşı için somut adımlar atması gerektiği değerlendirilmektedir. Bu açıdan Kerkük’te ortak uzlaşının oluşturulması için çaba harcayan ve sürecin başından itibaren destekleyen Türkiye’nin inisiyatifinin dikkate alınması faydalı olacaktır.
Bilgay DUMAN
ORSAM Ortadoğu Uzmanı