Ortadoğu coğrafyasında halk ayaklamaları yaşanırken Irak’ta yaşanan siyasi tıkanıklık ve Kürt yönetimindeki kabine değişikliklerini dikkate almak gerekmektedir. Kuzey Irak Kürt yönetimi, Irak’taki tüm gelişmelere rağmen KDP ve KYB arasında 2005 yılında imzalanan “stratejik ortaklık” anlaşması çerçevesinde faaliyetlerine devam etmektedir.
Bütün bu gelişmelerle birlikte ABD’nin, Irak’taki askerlerini Aralık 2011’de çekmesi ve ardından da Başbakan Maliki’nin, Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi hakkında yurtdışına çıkma yasağı ve tutuklama kararı çıkartması, ülkedeki siyasi anlaşmazlığı daha net bir şekilde ortaya koymuştur. 2009 yılında Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin altıncı hükümetini kuran Berham Ahmet Salih’in ikili anlaşma gereği (KDP-KYB) istifasından sonra KDP’nin başkan yardımcısı ve Mesut Barzani’nin yeğeni Neçirvan Barzani yeni kabineyi kurma görevini almıştır. Bu noktada muhalefetin nasıl bir tavır alacağı, Kuzey Irak’taki yeni hükümetin kurulma sürecinin siyasi krize dönüşüp dönüşmeyeceği ve yeni hükümetin Türkiye başta olmak üzere bölgedeki gelişmelerle ilgili nasıl bir siyasi yol haritası izleyeceği yeni dönemde cevap aranacak önemli sorulardır. Ayrıca Kerkük sorunu gibi Bağdat ile pek çok sorun yaşayan Erbil’in nasıl bir tavır takınacağı bu yazıda analiz edilmeye çalışılacaktır.
KDP-KYB Stratejik İşbirliği
Kuzey Irak Kürt yönetimi Başkanı Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasındaki liderlik mücadelesi ve Habur sınır kapısından elde edilen gelir kaynaklarının paylaşımı sorunu sebebiyle 1994 yılında her iki Kürt partisi arasında çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmaların sonucunda ABD ve Türkiye’nin girişimleriyle 1998 yılının Eylül ayında Washington Anlaşması imzalanmış ve Kuzey Irak’ta iki başlı bir yönetim sistemine geçilmiştir. Üç vilayetli Kuzey Irak yönetimi Barzani ve Talabani liderliğindeki partiler arasında ikiye bölünmüş, Süleymaniye ili KYB’ye, Erbil ve Dohuk illeri ise KDP’nin yönetiminde kalmıştır. Bu bölünmüşlük oldukça katı bir şekilde uygulanmaktaydı. Hatta KDP ve KYB üyeleri kendi kontrollerinde olmayan bölgelere geçememekteydi. Ancak Irak’ın işgaliyle birlikte bölgede dengeler değişmiş ve bu iki Kürt partisi arasındaki çatışma “stratejik ortaklık”a dönüşmüştür. Zira KDP-KYB arasındaki söz konusu silahlı çatışmanın aynı şekilde devam etmesi, Iraklı Kürtlerin bölgesel çıkarları bakımından siyasi intihar olabilirdi. Bu sebeple Talabani ve Barzani, Saddam sonrası Irak’taki yönetim değişikliği ve gelişmeleri Kürtlerin lehine dönüştürmek amacıyla, Kuzey Irak’taki iki idareli yönetimi 2005 yılında birleştirme kararı aldılar. KDP-KYB arasında imzalanan stratejik ortaklık anlaşmasının temel noktaları şunlardır:
1. Her iki parti genelde Irak’ta, özelde de Kuzey Irak’taki tüm seçimlere tek liste halinde katılacaktır.
2. Yapılan anlaşma gereği Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ndeki herhangi bir görev dağılımı her iki parti (KDP-KYB) arasında paylaşılacak ve hem Erbil’de hem de Bağdat’ta iki parti birbirlerinin adaylarını destekleyecektir. Bununla birlikte, her iki Kürt partisi kuzey Irak seçimlerini kazandıktan sonra hükümet başkanlığını ikişer sene süreyle dönüşümlü olarak gerçekleştirecektir. İstisnai durumlarda her iki parti arasında varılan anlaşmayla görev süresinin dört yıla yükseltilmesine imkan tanınmıştır. 2005 yılında kuzey Irak Başbakanı Neçirvan Barzani’nin görev süresi dolduktan sonra Irak Cumhurbaşkanı ve KYB lideri Celal Talabani’nin isteği üzerine görevine devam etmesi bu duruma örnek olarak verilebilir.
KDP-KYB arasındaki stratejik ortaklık anlaşması değerlendirildiğinde, Irak işgali ile birlikte ülkenin dinamiklerinin değiştiğigörülecektir. İki büyük Kürt partisinin güç mücadelesi göz önüne alındığında bölgede iki başlı bir sistemin varlığı sebebiyle Irak anayasasındaki Kürt dili resmiyet kazanmayabilir ve Irak’ın federal bir yapıya kavuşması kabul edilmeyebilirdi. Bu nedenle KDP ve KYB’nin işbirliği süreci Iraklı Kürtlerin geleceği açısından oldukça önemli bir gelişme olmuştur. Öte yandan her iki tarafın parti olarak kazanımlarının olduğu görülmektedir. Bu kazanımlar şu şekilde ifade edilebilir;
– KDP-KYB’nin stratejik ortaklığı Talabani ve Barzani arasındaki liderlik mücadelesini de çözmüş görünmektedir. Ayrıca KYB lideri Celal Talabani’nin Irak Cumhurbaşkanı olmasının KDP tarafından desteklenmesinin, Talabani ve partisine yönelik önemli bir stratejik taktik olduğu da söylenebilir. Bu açıdan Talabani Irak Cumhurbaşkanı olurken, Barzani’nin Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı olmasının iki önemli sonucu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Talabani’nin Cumhurbaşkanı olması, hem partisinin hem de kendisinin kuzey Irak’taki etkisinin eskiye nazaran azaldığını düşündürmüştür. Çünkü Kürt kamuoyunda Talabani, artık sadece Kürtlerin değil tüm Irak’ın lideri olarak algılanmaya başlamıştır. Buna karşılık Barzani, Irak’taki Kürtlerle beraber tüm Kürtlerin lideri olarak ön plana çıkmıştır. Şu hususu da ifade etmekte fayda vardır ki Talabani’nin ilk Kürt cumhurbaşkanı olması Irak’ta ve bölgedeki tüm Kürtler tarafından olumlu karşılanmıştır. Ancak kuzey Irak’ta ve özellikle de kendi partisinde etkisinin azalmaya başladığını da söylemek mümkündür. Bu nedenle Talabani’nin cumhurbaşkanı olmasının ardından parti içindeki bölünmelerin baş göstermesi bu tespiti doğrulamaktadır.
– Kuzey Irak’taki tüm muhalefet partileri güçlenmiştir. Bunun temel sebebinin KDP-KYB’nin çekişmesinin yarattığı otorite boşluğu olduğu düşünülebilir. KDP ve KYB’nin bu noktada çatışmayı devam ettirmesi stratejik bir hata olabilirdi. Ayrıca 1991 yılından beri iyi veya kötü üç vilayetli (Erbil, Süleymaniye ve Dohuk) de facto bir bölge oluşturan bu iki parti, aralarındaki rekabet sebebiyle elde edilen yapıyı kaybedebilirlerdi. Dolayısıyla ne Talabani ne de Barzani bu riski göze alamadıklarından dolayı böylesi bir anlaşmaya gitmek durumunda kalmışlardır. Bunun yanında da bölgesel ve uluslararası güçlerin de stratejik ortaklık anlaşmasında payı oldukça yüksektir.
Yukarıda söz edilen gelişmelere bakıldığında, KDP-KYB arasındaki anlaşmalar bölgenin kaderi ve Kürt kamuoyundaki iç dinamikleri açısından kilit önemdedir. Bu bağlamda Talabani ve Barzani aldıkları kararlarla Bağdat yönetiminde de Kürtler olarak birçok önemli mevkiin (Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı gibi görevler) kendilerine verilmesini sağlamışlardır. Başka bir deyişle Barzani ve Talabani’nin Irak’ın siyasi sürecinde birlikte hareket etmesi, Kürtlerin çoğu taleplerinin gerçekleşmesini ve bölgedeki faaliyetlerinin kolaylaşmasını sağlamıştır.
Neçirvan Barzani’nin Hükümet Kurma Arayışı ve Gelişmeler
ABD işgalinden sonra genellikle Ortadoğu bölgesinde ve özellikle de Irak’ta, gerek siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri açıdan, gerek üniter yapı olarak değişime tanık olmak mümkündür. Çünkü Irak devleti işgal sonrası süreçte federatif bir yapıya dönüştürülmüştür. Bununla beraber kuzey Irak’taki yapı da yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Bu süreçte daha önce de belirtildiği gibi KDP-KYB stratejik ortaklık anlaşmasına giderken, bölgede ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kalmışlardır. Bu muhalefet grubunun oluşması ve bölgede güçlenmesinin her iki büyük Kürt partisini zorladığı iddia edilse de, Cumhurbaşkanı Celal Talabani liderliğindeki KYB yönetiminden ayrılan ve yeni muhalif grubun en önemli temsilcisi olarak görülen Nawşirvan Mustafa liderliğindeki Goran (Değişim) Hareketi’nin ortaya çıkmasıyla KYB’yi, KDP’ye yakınlaşmaya sevk ettiği söylenebilir. Goran Hareketi’nin KYB’den ayrılması KDP’nin kuvvetlenmesini beraberinde getirmiştir. Bu sebeple Goran hareketi öncülüğünde çıkan muhalefet özellikle de KDP’yi zorlamamış aksine daha da güçlendirmiştir.
Bu çerçevede, 25 Temmuz 2009 tarihinde kuzey Irak seçimlerinde Goran Hareketi’nin, 111 sandalyeli Kürt parlamentosunun 25’ini kazanması bölgede muhalif grupların zaferi olarak yorumlanabilir1. Bu seçimle birlikte Kürt yönetimindeki hükümet başkanlığı her iki Kürt partisi (KDP-KYB) arasında imzalanan stratejik anlaşma gereği KYB tarafından kurulmuştur. Kuzey Irak Kürt yönetiminin altıncı hükümetini kuran KYB’li Berham Ahmet Salih’in iki yıllık görev süresinin dolmasının ardından hükümet kurma sırası yeniden KDP Başkan yardımcısı Neçirvan Barzani’ye gelmiştir. Berham Salih, 2 Şubat 2012 tarihinde Kuzey Irak Kürt yönetimindeki Başbakanlık görevinden istifasını Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’ye sunmuştur2. Böylece Neçirvan Barzani, kuzey Irak Kürt yönetiminin yedinci hükümetini kurmak amacıyla muhalefet gruplarıyla görüşmelere başlamıştır. Ancak Barzani’nin görüşmelerinin ardından muhalefet grubunun kurulacak yeni hükümete katılmayacaklarını açıklaması bölgedeki siyasi süreç açısından oldukça önemli bir gelişme olmuştur. Muhalefetin Kuzey Irak yönetimine katılmaması, kendi parti tabanları açısından ciddi bir taraftar kaybı anlamına gelebilir. Çünkü bölgedeki Kürt kamuoyu 1991 yılından beri bölge yönetiminin sadece iki parti ve lider arasında paylaşılmasından rahatsız oldukları görülmektedir. Bunun yanı sıra, Irak’taki Kürt kamuoyunun bölgenin tüm kazanımlarını ellerinde tutan KDP-KYB’ye dur diyen bir muhalefetin çıkmasına azımsanmayacak oranda büyük bir desteğin olduğu izlenmektedir. Bunun en somut örneği de, 25 Temmuz 2009 tarihindeki kuzey Irak parlamento seçimlerinde altı ay öncesinde kurulan Goran Hareketi’ne verilen destektir. Arap ülkelerinde olduğu gibi artık kuzey Irak’taki Kürtler üzerinde de hâkimiyet kurmak zorlaşmaktadır. Özellikle 17 Şubat 2010 tarihinde Süleymaniye’de Saray Meydanı’ndaki halk gösterileri, bölge yönetimini birçok konuda reform yapmaya zorlaşmıştır3. Bu sebeple bölgenin KDP-KYB tekelinden kurtulmasının tek yolunun güçlü bir muhalefetten geçtiğini düşünen kuzey Irak kamuoyu, eğer destek verdiği muhalefet kurulacak olan hükümette aktif olarak yer almazsa seçimlere katılımı oldukça düşürebilir ve çok ciddi oy kayıplarına sebep olabilir.
Bütün bu gelişmeler ışığında Kuzey Irak Kürt yönetimi değerlendirildiğinde, ABD’nin Irak’tan askerini çekmesi ve Bağdat yönetiminde var olan hükümet kriz yaşarken, kuzey Irak’ta da yeni hükümet kurma çabaları bölgede önemli gelişmeleri beraberinde getirebilir. Özellikle Maliki’nin, Sünni Arap politikacılara yönelik terör örgütlerine verdiği destek suçlamalara ilişkin çıkardığı tutuklama kararı olayı, Bağdat ile Erbil arasındaki sorunlara eklenen yeni bir sorun haline gelmiştir. Dikkat edilirse, Irak hükümeti yaşadığı siyasi depremle boğuşurken, kuzey Irak yönetiminin kabine değişikliğine gitmesi, Kürt bölgesi dışındaki tüm siyasi anlaşmazlıkların kendilerini fazla etkilemediğini aksine fayda sağladığını göstermektedir. Dolayısıyla kuzeydeki Kürt yönetiminin hem Irak’ta hem de bölgedeki ulusal çıkarlarını korumak için, artık kendi aralarındaki ve bölgedeki birçok politik anlaşmazlığın üstesinden gelebilecek bir konuma geldiği mesajını vermektedirler. Bu durum bölgedeki Kürt kamuoyunu rahatlatmak bakımından etkilidir.
Bağdat-Erbil Koridoru
ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesiyle beraber yaşanan siyasi kriz sonrası, Bağdat-Erbil hattında da pek çok siyasi gelişme yaşanmıştır. 28 Kasım 2011 tarihinde parlamento binasında bomba yüklü bir aracın patlaması sonucunda Irak Başbakanı Nuri El-Maliki, Sünni Arap Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi’yi sorumlu tutmuştur. Daha sonra Maliki, Amerikan askerlerinin çekilmesinin ardından 20 Aralık 2011 tarihinde Haşimi hakkında ilk önce yurtdışına çıkma yasağı ve sonrasında tutuklama kararı çıkarmıştı. Bununla birlikte Haşimi, Maliki’nin çıkardığı kararlardan dolayı Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin konuğu olarak kuzey Irak’ın Süleymaniye kentine sığınmıştır4. Söz konusu olayın yargıya intikal etmesi ve Yüksek Yargı Mahkemesi’nin de Kuzey Irak yönetiminden Haşimi’nin, iadesini talep etmiştir. Bunun üzerine, her iki taraf arasında bu kez Tarık El-Haşimi krizi damgasını vurmuştur.
Kuzey Irak yönetiminin Haşimi olayında sergilediği tutumun sebepleri şu şekilde sıralanabilir:
– Kürt yönetimi, 2003 yılından beri birçok konuda Sünni Araplarla ve siyasileriyle anlaşamaz hale gelmiştir. Sünni Araplarla Kürtler arasında Musul, Selahattin ve Diyale bölgelerinde ciddi sorunlar (Arapların arazilerine Kürtler tarafından el konulması sorunu gibi) yaşanmaktadır. Bilhassa bu illerde Sünni vatandaşları terörist suçlamalarıyla tutuklatıp kuzey Irak’taki (Süleymaniye ve Akra) hapishanelere götürülmesi, ister istemez Sünni Arapları kızdırmıştır. Hatta Arapların Erbil ve Süleymaniye’ye girişlerinde bile zorluk çıkartılmaktadır. Bu nedenle Kürt yönetimi Tarık El-Haşimi’ye kapılarını açmasının temelinde iki etken vardır. Bunlardan birincisi, Haşimi’ye karşı koruyucu bir rol üstlenerek, Kürt ve Sünni Arap siyasetçilerle işbirliği yapıp Sünni Arap kamuoyunda işgalden beri oluşturdukları imajı değiştirmek istemektedirler. Bir diğeri ise, ABD askerilerinin çekilmesinden sonra Irak’taki siyasi denklemde Maliki hükümeti ile anlaşamadıkları konularda Sünniler üzerinden yeni bir stratejik baskı oluşturabilmek olduğu söylenebilir.
– Kürt yönetimi, Haşimi meselesiyle beraber Maliki hükümetine, Irak’ın siyasi sürecinde eğer kendi isteklerine aradıkları yanıt gelmezse, yeni bir güç dengesi kurabilecekleri görüntüsünü vermektedir. Başka bir ifadeyle, Kürt yönetimi Maliki’ye ülkedeki siyasi krizleri kendi lehine dönüştürebilme ve yönetebilme kabiliyetine sahip olduklarını göstermektedirler.
– Irak’ta gerek hükümet kurma krizi olsun gerek taraflar arasındaki anlaşmazlıkların meydana gelmesi olsun, Kürt yönetimi tarafından “Ulusal Diyalog” konferansları önerisi gelmektedir. Eğer bu tür konferansların amacı Irak’ın siyasi ve toplumsal birliğini sağlamak ise, elbette ki Irak’ın geleceği bakımından önemlidir. Ancak söz konusu konferanslara dikkat edildiğinde, çoğunluk olarak “siyasi pazarlık” konferansından öteye gitmemektedir. Bu da Irak’ın istikrarına ve geleceğine dönük herhangi bir ilerleme kaydetmediğini de ortaya koymaktadır. Bu nedenle Kürt yönetimi, Bağdat’taki siyasi taraflar arasında yaşanan anlaşmazlıkları adeta bir fırsata dönüştürme çabası içerisine girmektedir. Diğer yandan bu konferanslarla Kuzey Irak Kürt yönetimi, Bağdat ile arasındaki ihtilaflı bölgeler (Kerkük, Musul, Diyale ve Selahattin) meselesi, Irak’ın yer altı kaynaklarından kendilerine tahsis edilen bütçe konusu, doğal gaz ve petrol yasası sorunları gibi çeşitli konularda pazarlık yapmaya yönelmektedir. Günümüzde dağınık ve zayıf bir Bağdat hükümeti, Kürt yönetiminin bahsedilen sorunlarını giderme açısından önem kazanmaktadır. Böylece Haşimi meselesi aynı zamanda Kürtlerin Bağdat hükümetiyle (veya Başbakan Nuri El-Maliki ile) sorunlarını giderme pazarlıklarında önemli bir fırsat olarak görülebilir.
Tüm bu etkenlere bakıldığında, Haşimi olayının ardından Kürt yönetiminin, Sünni Arap siyasetçi ve temsilcilerini koruduğu algısı oluşmaktadır. Ancak Iraklı Kürtler ile Sünni Araplar arasında siyasi alanda işbirliği olanakları doğsa da geçmişte bu iki grup arasında yaşanan gerilimler olası işbirliğinin güçlenip derinleşmesini zorlaştırabilir. Kürtler, Sünni Arap politikacılarla siyasi konularda Maliki hükümetine karşı anlaşsalar da, bunun toplumsal olarak hayata geçirilmesinde bir takım zorluklar olabileceği unutulmamalıdır. Kürt yönetiminin, Haşimi olayında sergilediği tutumun arkasındaki sebep, Bağdat hükümetiyle rafa kaldırılan birçok meseleyi yeniden gündeme getirmektir.
Neçirvan Barzani Hükümeti’nin Türkiye ve Bölgeye Etkisi
KYB’li Kürt Yönetimi Başbakanı Berham Ahmet Salih’in, Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’ye sunduğu istifa dilekçesinden sonra yedinci hükümetin KDP’li Neçirvan Barzani tarafından kurulacağı açıklandı. Neçirvan Barzani, hükümet kurma çabalarını bölgedeki muhalefet grubuna yaptığı ziyaretlerle gösterdi. Bölgede tüm bu gelişmeler yaşanırken Barzani hükümetinin Türkiye ve İran başta olmak üzere bölge ülkeleriyle nasıl bir politika izleyeceği sorusu akla gelmektedir. Çünkü Eylül 2009’da kurulan Berham Salih hükümetine bakıldığında bölge ülkeleriyle çok fazla siyasi tartışmaya girilmemiştir. Bu sebeple yeniden Başbakan adayı gösterilen Neçirvan Barzani’nin bölgeyle nasıl bir ilişki izleyeceğinin tahmin edilmesi fazla zor değildir. Neçirvan Barzani, bizzat amcası ve kayınpederi Mesut Barzani tarafından Kuzey Irak’ın diplomatik ilişkilerini sağlam bir zemine oturtmak için bölgenin geleceği açısından oldukça önemli olan İran ve Türkiye’ye çeşitli temaslarda bulunmak üzere gönderilmiştir. Neçirvan Barzani gerek Kürt yönetimi gerek KDP temsilcisi olarak PKK terör örgütü saldırılarından ötürü sık sık Ankara’yı ziyaret etmiştir. Bu ziyaretler, Barzani’nin adeta bir başbakanlık hazırlığı içinde olduğu yönünde değerlendirilmektedir. Bunun yanı sıra Neçirvan Barzani, kuzey Irak’ın Ankara ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini geliştirmesinin faydalı olduğuna inandığını pek çok demecinde belirtmiştir.
Öte yandan Barzani, Ankara ile kurduğu ilişkilerin bir benzerini Tahran’la da kurmak istemektedir. Bu sebeple kurulması beklenen Neçirvan Barzani başkanlığındaki hükümetin, Irak’taki ve Ortadoğu bölgesindeki gelişmelere karşı daha ılımlı bir politika izleyeceğini söylemek mümkündür.
Dikkat edilirse son zamanlarda Iraklı Kürt yetkililer, bölgedeki ülkelerle ilişkilerini diyalog üzerinden yürütmeye çalışmaktadır. Bunun da iki temel sebebinin olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi, Kuzey Irak bölgesinde hem Kürt kamuoyunda hem de siyasal gruplar içinde Talabani ve Barzani otoritesine karşı ciddi bir muhalefetin oluşması ve muhalefet etkisinin giderek artmasıdır. Bir diğeri ise, ABD’nin Irak’tan askerlerini çekmesinin ardından gelecekte Araplarla Kürtler arasında çıkabilecek olası bir çatışma durumunda, bölgede yaslanabilecekleri Türkiye gibi ülkelerle ilişkilerini sıcak tutma isteğidir. Başka bir deyişle Iraklı Kürt yetkililer, hiçbir destek olmadan Ortadoğu bölgesindeki mevcut konjonktür içinde Kürtlerin kendi kaderlerini tayin edemeyeceklerinin farkına varmışlardır. Bu nedenle kendi kaderlerini bölge ülkelerinin desteğini alarak tayin etmeye çalıştıkları ve bu yönde stratejiler uyguladıkları izlenimini vermektedirler. Kürt yönetimi, bu tarz bir stratejiyi hayata geçirdiği için önümüzdeki süreçte Türkiye’nin terörle mücadele bağlamındaki politikalarına destek verebilir ve PKK’nın bölgedeki varlığıyla ilgili bazı adımlar atabilir. Şunu da belirtmek gerekir ki ne Barzani ne de Talabani Türkiye’nin askeri operasyonlarına peşmerge güçleri ile destek vermeyecektir. Çünkü artık her iki Kürt lider de sadece Irak’taki Kürt meselesiyle ilgilenmemektedir. Aynı zamanda tüm bölge Kürtlerinin yaşadıkları ülkelerdeki (Türkiye, İran ve Suriye) haklarını aramaya dönük bir politika izlemektedirler. Dolayısıyla gerek Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani gerek Irak Cumhurbaşkanı ve KYB lideri Celal Talabani bölgede ve dünyada 1990’lı yıllardaki gibi Kürt-Kürt ile çatışıyor algısını devam ettirmek istememektedir. Kürt yönetimi, gerek kendi içinde gerekse bölge ülkeleriyle söylem ve eylem olarak siyasi tartışmaya girmekten ziyade orta ve uzun vadeli ilişkiler geliştirmektedir. Bu bağlamda Kürt yönetimi, Körfez ülkeleri başta olmak üzere Arap, Türk ve Fars sermayesini kendi bölgelerine çekmek istemektedir.
Kerkük Meselesi ve Türkmen-Kürt İlişkileri
ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin ardından Kürtlerin, nüfusunun çoğu Türkmen olan Kerkük’e akın etmesi Türkmen-Kürt siyasi ilişkileri açısından adeta bir dönüm noktasıdır. Yıllardır Saddam Hüseyin iktidarına karşı birlikte mücadele eden iki halk, Mart 2003’te Amerika’nın ülkeyi işgaliyle birlikte iki rakip haline gelmiştir. Kuzey Irak yönetiminin Kerkük’ün bir Kürt şehri olduğuna dair iddialarda bulunması ve kuzeyden getirdiği yaklaşık 600 bin Kürdü, Kerkük’teki tüm devlet dairelerine ve Türkmen bölgelerine yerleştirmesi, Türkmenleri rahatsız etmiştir. Bununla birlikte 2005 yılında KDP’nin desteğiyle Irak Türkmen Cephesi’nin (ITC) Erbil’deki tüm bürolarına el konulması ve ITC’nin bölgedeki siyasi süreçten dışlama politikasının hayata geçirilmesiyle Türkmenlerin kuzey Irak’ta etkisiz hale getirilmiştir. Ardından da Amerikan işgalinin gölgesinde yazılan Irak Anayasası’na 140. maddenin konması, Türkmenleri ve Kürtleri çatışmanın eşiğine getirmiştir. Söz konusu 140. maddeye göre kuzey Irak bölgesinden koparılan tartışmalı bölgelerin biri olan Kerkük’ün üç aşamayla (normalleştirme, nüfus sayımı ve referandumla) kuzey yönetimine bağlanacaktı. Ancak bu madde 31 Aralık 2007 tarihinde zaman aşımına uğramıştır.
İşgalden sonra gelişen bu olayların Kürtlerin Türkmen bölgeleri üzerinde hâkimiyet kurma girişimleriyle başladığı söylenebilir. Türkmenler, Irak’ta Arap ve Kürtlerden sonra üçüncü büyük etnik grup olmasına rağmen ABD’nin işgalinden sonra Irak’ın siyasi sürecinden dışlanmıştır. Bunun iki temel sebebi vardır. Bunlardan birincisi 1 Mart tezkeresinin geçmemesi ile ilgilidir. Diğeri ise, Türkmenlerin Irak’ta siyasi ve askeri güç olarak uzun süreli bir tecrübeye sahip olmamasıdır. Bununla beraber Kürt-Türkmen ilişkilerini Erbil-Ankara arasındaki diplomatik gelişmelerin belirlediğini söylemek mümkündür. Türkmenlerin hem Bağdat’la hem de Erbil ile ilişkilerinin seyri Ankara-Bağdat-Erbil üçgeninde yaşanan gelişmelerle yakından ilgilidir. Türkiye’nin kuzey Irak yönetimi ile ilişkileri gelişmeye başladıkça Türkmen-Kürt ilişkilerinin de buna bağlı olarak normalleşmeye başladığı görülmektedir. Dahası 28 Mart 2011 tarihinde Kerkük İl Meclisi’ne ITC Yürütme Kurulu üyesi Hasan Turan’ın başkan olarak seçilmesi ve Eylül 2011’de ITC’nin Erbil kentinde bürolarının yeniden açması buna örnek olarak verilebilir.
Bu çerçeveden bakıldığında, Kuzey Irak Kürt yönetimi ve ITC arasındaki en önemli sorun Kerkük’ün statüsü ve kuzeyden getirilen Kürtler tarafından Türkmen arazilerine el konulmasıdır. Bunların dışında toplumsal olarak Kürtler ve Türkmenler arasında herhangi bir problem bulunmadığını söylemek mümkündür. Şunu da ifade etmekte fayda vardır ki Irak’ta üçüncü ve kuzey Irak’ta da ikinci büyük etnik grup olmasından dolayı Türkmenler, kendi halkının tüm haklarının korunması koşuluyla, Kuzey Irak Kürt yönetimindeki görevlerde bölge başkanı yardımcılığı ve başbakan yardımcılığına talip olma hakkına sahiptir. Bu bağlamda Kürt yönetiminin bölgede barışı sağlama ve bölgesel meşruiyet kazanması, Türkmenleri kuzey Irak’taki siyasi sürece dâhil etmesinden geçmektedir. Önümüzdeki süreçte kuzey Irak’ta kurulan yedinci hükümetin Başbakanı Neçirvan Barzani bu hedefleri gerçekleştirmek için, ITC yönetimiyle ilişkilerini geliştirmeli ve Kerkük’ün Kürt şehri olma iddiasını askıya almalıdır. Kuzey Irak yönetimi, ülkede ve bölgede siyaseti dengelemekten yanaysa Türkmenlerle karşılıklı anlayış çerçevesinde diplomatik ilişkilerini geliştirmesi gerekmektedir. Kuzey Irak Kürt yönetimi, özellikle de Irak’ın yer altı gelir kaynağından aldığı yüzde 17’lik bütçeden bölgedeki Türkmenlere pay vermeli ve Türkmenlerin de bu hakka sahip olduğunu düşünmelidir. Ayrıca KDP ve KYB ile işbirliği içinde çalışan Türkmen partilerinin durumu gözden geçirilmeli ve ITC ile birlikte Türkmen davasına gerçek anlamda destek veren siyasi parti ve kuruluşlarla ilişkiler geliştirilmelidir. Bütün bu somut adımlar atıldığı takdirde Irak’taki Kürt-Türkmen ilişkilerinin olumlu yönde gelişmesi beklenebilir.
Sonuç
Ortadoğu son dönemde önemli bir değişime sahne olurken Irak ve kuzey Irak’taki gelişmeler ister istemez göze çarpmaktadır. Bir taraftan Neçirvan Barzani’nin kuzey Irak yönetiminin yedinci hükümetini kurma arayışları, diğer yandan da Bağdat ve Erbil arasında yaşanan hükümet krizi, Kürt yönetimini oldukça zorlamaktadır. Özellikle de kuzey Irak’ta Eylül 2012’de yapılacak olan yerel seçimlerde KDP-KYB’nin kazanabilmesi için bu sorunlara en kısa zamanda çözüm bulması gerekmektedir. Bunun yanı sıra KDP-KYB stratejik ortaklık anlaşmasının ve bölgedeki hükümet değişikliğinin önümüzdeki yerel seçimlerde etkili olacağını söylemek mümkündür. Çünkü Neçirvan Barzani başkanlığında kurulacak hükümetin kuzey Irak halkının karşılaştığı birçok sorunun giderilmesi için önemli ölçüde çaba harcaması gerekecektir. Bu bağlamda bölgedeki muhalefetin de aktif olarak yedinci hükümette yer almasında fayda olduğu söylenebilir.
Bu bağlamda yedinci hükümetin, Türkmenler için kota sistemine son vererek bu konudaki sınırları kaldırması ve Erbil’de yeniden açılan ITC ile diplomatik ilişkilerini geliştirmesi gerekmektedir. Çünkü, Kuzey Irak’a bakıldığı zaman Türkmenlerin bu bölgenin önemli bir parçasıdır ve doğal olarak yönetim üzerinde hak iddia etmelidir. Bu sebeple Türkmen-Kürt ilişkileri bölgedeki dengeler doğrultusunda kurulmalı ve Ankara-Erbil ilişkilerinden bağımsız bir yönde seyretmelidir. Kuzey Irak’taki tüm gelişmelere ITC başta olmak üzere tüm Türkmen davası partilerinin katılmasında fayda vardır. Aksi takdirde bölgenin bir gerçeği olan Türkmenlerin yakın gelecekte bir asimilasyon ile karşılaşabileceği açıkça ifade edilebilir.
Öte yandan Neçirvan Barzani başkanlığındaki hükümetin Kerkük konusundaki tavırlarının değişeceği pek mümkün görünmemektedir. Bunun da en temel nedeni, Kürt liderlerin Kerkük hususundaki tüm söylem ve eylemlerinin Kürt kamuoyuna dönük yapılıyor olmasıdır. Ayrıca Kerkük meselesi sadece Irak’ın değil, Ortadoğu’nun ve uluslararası toplumun bir meselesi haline gelmiştir. Kürt yönetimi bu bağlamda, Suriye’de yaşanan gelişmelerin ardından bu ülkede dağınık halde bulunan Kürt muhalefeti örgütleyerek Irak’taki yapının bir benzerini kurmak için faaliyete geçmiştir. Iraklı Kürt yetkililer, artık hem bölgede Kürt nüfusu bulunduran ülkelerle hem de Bağdat yönetimi ve siyasi taraflarla diplomatik ilişkilerini geliştirmek durumunda olduğunun farkındadır. Bu da Türkmen-Kürt ilişkilerinin geleceği açısından olumlu sinyaller vermektedir.
Ali SEMİN
BİLGESAM Ortadoğu Uzmanı
Dipnotlar:
(1) http://www.idu.net/portal/modules.php?name=News&file=article&sid=14541
(2) http://krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=43094