Geçtiğimiz günlerde Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev’in çabalarıyla Rusya’ya bağlı Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’da Azerbaycan ve Ermenistan arasında ihtilaf yaratan Dağlık Karabağ Bölgesi’nin geleceğine ilişkin bir zirve düzenlendi. Bu zirvede, Güney Kafkasya’daki işbirliği potansiyelinin kullanılabilmesini engelleyen ve bölgede sürekli olarak askeri çatışmalar yaşanmasına neden olan ve her an bir kapsamlı bir savaşa dönüşebilecek Dağlık Karabağ Problemi’nin çözümüne ilişkin kayda değer ilerlemeler sağlanması hedefleniyordu. Öyle ki Kazan Zirvesi hem sorunun çözümüne ilişkin en önemli aktör olan AGİT, hem de uluslararası aktörler tarafından oldukça ciddi bir görüşme olarak görülüyor, bu zirvede de sonuç alınamazsa işlerin iyice çıkmaza gireceğine dair yorumlar yapılıyordu. Sonuçta, o gün geldi çattı ve Tataristan gibi Rusya’nın en müreffeh ve zengin özerk cumhuriyetinin başkenti Kazan’da adeta özerk yönetimlerin istenildiği takdirde ne denli başarılı olabileceğini gösterme amaçlı mesaj niteliği de taşıyan bir hamle ile Dağlık Karabağ odaklı olarak toplanıldı. Ne var ki dağ fare doğurdu ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında 1990’ların ortalarından bu yana gerek AGİT, gerekse de sorunun çözümü ile yakından ilgili Rusya, ABD, Fransa, vb. arabulucuların gözetiminde gerçekleştirilen diğer zirvelerde olduğu gibi hiçbir sonuca ulaşılamadı ve taraflar yalnızca birbirlerini suçlamaya devam edip kendi tezleri üzerinde inat etmeye devam ettiler. İşte, tam bir fiyasko ile sonuçlanan bu zirvenin ele alınması gereken bölgesel ve küresel birtakım yansımaları da olmuştur.
Her şeyden önce tarafların 5 yıl önce ortaya konan Madrid Prensipleri konusunda dahi hala anlaşamadığı zirve esnasında net bir şekilde görülebilmiştir. Bilindiği gibi Madrid Prensipleri’ne göre Ermeni Ordusu Dağlık Karabağ ve işgal edilen diğer Azerbaycan topraklarından çekilecek, bölgeden kaçmak zorunda kalan ve büyük bir kısmı Azeri kökenli olan mülteciler yurtlarına geri dönecek, anlaşma mukabilinde bölgeye uluslararası bir barış gücü yerleştirilecek ve yönetimde özerklik tanındıktan belli bir süre sonra bu bölgeye kendi geleceğini kendisinin belirleyebilmesi noktasında bir hak tanınacaktı. Madrid Prensipleri, Ermenistan tarafından Dağlık Karabağ’ın geleceğinin bir bilinmeze terk ediliyor oluşu ve bu bölgeyi çevreleyen ve işgal altında tutulan diğer Azerbaycan topraklarından çekilmeyi gerektirmesi gibi nedenler dolayısıyla sıcak karşılanmamıştı. Ermenistan, kendi ordusunun bölgeden çekilmesi durumunda Azeri Ordusu’nun geçmişe yönelik bir intikam hırsıyla bölgede yaşayan Ermenilere karşı katliama girişeceğinden endişe ediyordu. Azerbaycan ise Dağlık Karabağ’ı çevreleyen ve Azerbaycan topraklarının neredeyse %20’si büyüklüğünde olan bir bölgeyi tekrar geri alacak olmasına karşın Dağlık Karabağ’a tanınan self determinasyon hakkı nedeniyle kaygılıydı. Zira bölgenin nüfusunun çoğunluğu, SSCB döneminden bu yana Ermenilerden müteşekkildir. Yani düzenlenecek bir halk oylaması sonucunda bölgenin büyük bir ihtimalle Azerbaycan’dan ayrılacak oluşu Azeri Yönetimi’ni kaygılandırmaktadır. Azerbaycan, bu kopuşu engelleyebilmek için bölgeye olabilecek en geniş manada özerkliği tanıyacağını ilan etmiştir. Ne var ki, yaşanan çatışmalar nedeniyle Ermeniler ve Azeriler arasındaki duygusal bağ ve güven duygusu tamamen koptuğu için, böyle bir teklif Ermeni tarafından kabul görmemiştir. Ermenistan, sorunun çözümü noktasında Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’dan kesinlikle ayrılması gerektiğini belirtmekte, ayrıca bu bölgenin güvenliğinin sağlanması için Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasında doğrudan bağlantı kurulmasını sağlayacak bir kısım Azeri toprağının, güvenlik bölgesi olarak terk edilmesini istemektedir. Bu bağlamda Madrid Prensipleri’nin açıklanmasından bu yana geçen sürede, tarafların Lâçin ve Kelbecer dışında Ermeni güçlerinin işgal edilen topraklardan çekilmesi noktasında uzlaştıkları düşünülmektedir. Ancak, ne Azerbaycan ne de Ermenistan Dağlık Karabağ’ın geleceği noktasında uzlaşamamışlardır. Lâçin ve Kelbecer’in geleceği ise uzun vadede Dağlık Karabağ’ın geleceğine bağlı olacak gibi görünmektedir. Dağlık Karabağ düğümünün bir türlü çözülemiyor oluşu özellikle Azerbaycan tarafındaki gerginliği daha da arttırmakta ve Azeri Yönetimi enerji gelirlerinin önemli bir bölümünü askeri harcamalara yatırmaktadır. Gelinen noktada personel, silah ve teçhizat anlamında oldukça güçlü bir Azeri Ordusu’nun yaratıldığı söylenebilir. Üstelik bu ordu Ermeni Ordusu’na nazaran çok kuvvetlidir. Ermeni tarafı ise, ateşkes sınırları üzerinde sürekli olarak tacizde bulunmakta ve Azerilerin sabrını sınamaktadır. Zira Ermenistan bu yollarla Azerbaycan’ın kendisine karşı saldırıya geçmesini ve Azerilerin şimdi yararlanmakta olduğu mağdur pozisyonunu kendi üzerine almaya çalışmaktadır. Ermenilerin güvendikleri bir diğer husus da Güney Kafkasya bağlamında en önemli müttefiki olan Rusya’nın vereceği siyasal ve askeri destektir. Ermeni topraklarında yer alan 102. Rus Askeri Üssü’nün kullanım süresinin yakın bir dönemde uzatılmış olması ve Rusya’nın Ermeni Ordusu’na hibe ettiği silahlar, bu yakın ilişkiyi kanıtlamaktadır.
Kazan Görüşmeleri’nin gerçekleşmesini sağlayan Rusya ise sorunun çözümünde inisiyatif alıyor gibi görünmesine rağmen aslında Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözülmesini istememektedir. Çünkü Rusya, bu sorunun devam etmesi nedeniyle her iki taraf üzerinde de siyasal ve ekonomik baskı kurabilme şansına sahip olabilmekte, özellikle de Azerbaycan’ın Batı Dünyası ile ilişkilerini dengeleyebilmektedir. Bu nedenle Kazan Görüşmeleri’nin başarısızlığa uğramış olması Rusya için içten içe sevindirici bir gelişmedir. Bu görüşmeye arabuluculuk yapmış olması, Rusya’nın sorunun çözümü noktasında en önemli aktör olduğunu tüm dünyaya kanıtlaması anlamına gelmektedir. Batı Dünyası, özellikle de ABD ise sorunun çözümü konusunda artık bir ilerleme sağlanmasını istemektedir. Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözüme kavuşturulamaması, Ermenistan’ın Rusya’ya olan bağımlılığının sürmesini sağladığı gibi Azerbaycan’ın da Rus tehdidi nedeniyle özellikle enerji ve güvenlik gibi alanlarda Batı ile ilişkiler kurma konusunda çok daha tedbirli ve dengeli hareket etmesine neden olmaktadır. Yani Dağlık Karabağ Sorunu devam ettikçe başta ABD olmak üzere Batı Dünyası’nın Güney Kafkasya’daki etkinliği oldukça sınırlı kalacaktır. Dağlık Karabağ Sorunu’nun Azerbaycan lehine çözümlenmesi, Gürcistan’dan bağımsızlığını ilan etmiş olan ve bu bağımsızlık sadece Rusya ve birkaç küçük ülke tarafından tanınmış Abhazya ve Güney Osetya Sorunları’nın çözümü noktasında Batı yanlısı Gürcistan’ın lehinde bir emsal de teşkil edecektir. Bu durum, Güney Kafkasya’daki en önemli müttefiki Gürcistan olan Avro-Atlantik Dünyası için çok önemlidir.
Kazan Görüşmeleri’nin başarısızlıkla sonuçlanmış olması, Ermenistan ile ikili ilişkiler kurulabilmesi noktasında Dağlık Karabağ Sorunu’nun bir çözüme kavuşturulma yoluna girmesini bir şart olarak sunan Türkiye’nin bu anlamda bir adım atmasını ve sınırların açılabilmesi noktasında harekete geçmesini de engelleyecektir. Bu durum Türkiye’nin, Azerbaycan ile olan ittifakını sürdürmesi ve Güney Kafkasya’nın son dönemde ön plana çıkmış olan Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan Bloğu’nun işleyişine daha fazla kafa yormasını da beraberinde getirecektir. Zira özellikle doğu-batı ticaretinin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi ve Hazar enerji kaynaklarının artan bir hızda Avrupa’ya ulaştırılmasını isteyen AB ve ABD’nin bu bloğa olan desteğinin artması beklenmelidir. Bu strateji, AB ve Türkiye’nin Rusya’ya olan ve gittikçe artması beklenen enerji bağımlılığının biraz olsun dengelenebilmesi açısından kritik bir değerdedir. Kazan Görüşmeleri’nin başarısızlıkla sonuçlanmasına içten içe sevinmiş bir diğer bölge ülkesi de İran’dır. İran, bu sorunun devam ediyor oluşu nedeniyle, tıpkı Rusya gibi, hem Azerbaycan hem de Ermenistan üzerinde baskı kurabilmektedir. Azerbaycan ile ilişkiler gerildiğinde Ermenistan’a, Ermenistan ile gerildiğinde ise Azerbaycan’a destek veren İran, sorunun kendi dışında yapılacak görüşmeler eliyle çözümlenmesinden de rahatsızlık duyacaktır. İran’ın bu sorun kapsamındaki en önemli çekincelerinden biri de, Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözümü noktasında bu bölgeye yerleştirilmesi beklenen uluslararası barış gücüdür. İran, bu barış gücü içerisinde ABD-NATO askerlerinin yer almasından ve bu askerlerin İran’a ilişkin faaliyetler içerisine girmesinden endişe etmektedir. Bu endişesini ve huzursuzluğunu da Haziran 2011 içerisinde gerçekleşmesi gereken, Ahmedinecad’ın Erivan Ziyareti’ni erteleyerek göstermiştir.
Kazan Görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır ancak Dağlık Karabağ Sorunu daha birçok görüşmeye konu olacak gibi görünmektedir. Bölgede bir savaşın çıkması olasılığı oldukça düşüktür. Zira hiçbir aktör bu bölgede bir savaşın çıkmasını istemeyecektir. Çünkü bu savaş dengeleri bozacak ve işi uluslararası aktörler bakımından da içinden çıkılmaz bir hale sokacaktır. Küçük bir toprak parçasının siyasi geleceği üzerinden çıkan uluslararası tartışmalar ve kopan fırtınalar, gelinen noktada dünyanın ne kadar küreselleştiğini ve uluslararası dengelerin ne denli kaygan bir zeminde seyrettiğini göstermesi bakımından, Dağlık Karabağ’ı bir simge mertebesine yükseltmektedir.
Göktürk Tüysüzoğlu
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi