Katar’ın başkenti Doha’da toplanan Suriyeli muhalifler, ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un da dile getirdiği gibi geniş katılımlı yeni bir çatı örgütü kurma noktasında bir anlaşmaya vardılar. Yaklaşık 10 gündür süren müzakerelerin ardından “Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu” adı altında uzlaşma sağlayan muhalif güçlerin gündeminde uluslararası tanınma, sürgünde Suriye hükümetinin kurulması, askeri desteğin arttırılması ve Kuzeyde Halep veya İdlip’i kapsayan bir bölgede uçuşa yasak bölge ilanı bulunmaktadır. Nitekim, birliğin kurulmasının hemen ardından uluslararası toplum tarafından yapılan açıklamalar da koalisyonun destekleneceği yönünde olmuştur. İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague muhalifleri kutlarken, muhalefet temsilcilerinin Londra’da uluslararası toplum temsilcileri ile bir toplantı gerçekleştireceğini vurgulaması dikkat çekicidir.[1] Böylelikle ABD ve İngiltere’nin yeni koalisyonun uluslararası toplumla ilişkilerinde önemli bir rol oynayacağının işaretlerini vermiş olmaktaydı.
Katar’da toplanan muhalifler aynı zamanda eski parlamenter Riyad Seif tarafından gündeme getirilen Suriye Ulusal İnisiyatifi’nin prensiplerine göre yeni bir yapı kurmuşlardı. ABD ve Katar’ın desteklediği Riyad Seif, SUK’u parçalamaya çalışmakla suçlanması eleştirilerine karşı yaptığı bir açıklamada “önemli olan Suriye devrimidir” diyerek cevap vermişti. Beşar Esad’ın başa geçtiği ilk günlerde, rejime karşı Suriye Meclisi içinde ve dışında muhalefet etmeye başlayan Riyad Seif, 2000’li yıllar boyunca Suriye içindeki muhalefetinin en önemli temsilcilerinden biri olma özelliğini taşımaktadır. Şam Deklarasyonu’nun önemli liderlerinden biri olan Riyad Seif ile Suheyr Atassi’nın yanı sıra yeni koalisyonun Başkanı seçilen Emeviye Camii eski imamı Ahmet Muaz el-Hatib, ılımlı kimlikleri ve ülke içi muhalefetleriyle Suriye içindeki sivil ve askeri unsurlar tarafından ciddiye alınan liderlerdir.
Koalisyonun Oluşturulmasıyla Kazananlar
Suriye’de yeni bir koalisyon yapısının ortaya çıkması ile ulusal ve küresel düzeyde kazananların başında, ABD, İngiltere, Katar, Suriyeli, liberaller ve ılımlı güçler gelmektedir. Son anda yeni koalisyonun başkanlığına getirilen eski Emevi Camisi imamlarından Muaz el-Hatib’ın yanı sıra Riyad Seyf, Suheyr Atassi ve Özgür Suriye Ordusu Askeri Konsey Başkanı Mustafa eş-Şeyh gibi isimlerin doğrudan Müslüman Kardeşler ve İslamcı gruplara karşı mesafeli bir yaklaşım içinde oldukları bilinmekteydi. Muaz el Hatib hiçbir dinsel, etnik ve mezhepsel ayrım gözetmeksizin “tüm Suriyeliler’e özgürlük” derken, ordudan ayrılan Mustafa Şeyh de “”Devrim sonrasında savaşımız İslamcılar ile olacak”[2] ifadelerini kullanarak SUK’un Müslüman Kardeşler’in denetiminde olduğundan dolayı tüm Suriye muhalefetini kapsamadığı eleştirisi yapmaktaydı.
Riyad Seif tarafından gündeme getirilen tüm Suriye muhalefetini bir çatı altında toplama girişimi “Suriye Ulusal İnisiyatifi” (SUI) adı altında yeni bir çatı örgütlenmesinin kurulmasını başarmış ve böylelikle SUK gibi yeni bir muhalefet yapısının ortaya çıkmasını istemeyen aktörlere önemli bir mesaj verilmişti. Katar’da Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu öncesi üzerinde uzlaşılan Suriye Ulusal İnisiyatifi içerisinde muhalif Alevi ailelerinin temsilcilerinin de olduğu tüm Suriyeli kesimleri kapsayacak bir yapı oluşturulmuştu. Toplam 50 kişilik bir Meclis yapısına sahip olması hedeflenen SUI’nin etnik, mezhepsel, dinsel ve bölgesel farklılıkları bir çatı altında toplayarak geniş katılımlı bir muhalif hareketi ortaya çıkartmaya çalışacağı belirtilmişti. SUI’nin 50 kişilik Meclis yapısı içinde her grup belli oranda temsil edilecekti. Bu doğrultuda SUI’nin doğrudan Suriye Ulusal Konseyi’ne önerdiği sandalye sayısı 14 veya 15’tir. Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi için 3 sandalye ve PYD’nin de içinde yer aldığı Kürt bloğunun da benzer oranda temsilci elde edeceği ileri sürülmekteydi. Doha’daki koalisyona katılma kararını düşünen Kürt grupların bir iki gün içerisinde nihai kararlarını açıklamaları beklenmektedir. Bunların dışında yerel aktivistlerin, yerel askeri konseylerin, dini liderlerin, kadınların ve önemli isimlerin de bağımsızlar olarak SUI Konseyi’nde yer alması beklenmekteydi. Böylelikle SUI liderleri SUK’un oluşturulacak yeni yapıya entegre olmayı reddetmesi durumunda, SUK’tan bağımsız bir girişimler yollarını sürdürmeye hazır oldukları mesajlarını vermişlerdi. Çünkü SUK özellikle yeni bir koalisyon yapısının ortaya çıkmasına karşı çıkmış; aksine kendi yapısının genişletilerek çatı örgütü haline dönüşmeyi arzulamıştı.
Bu durum doğal olarak kendisini tüm Suriye muhalefetinin temsilcisi olarak gören SUK’un tepkisine yol açmaktadır. SUK yeni kurulacak yapıda en az yüzde 40 oranında sandalyeye sahip olmayı hedeflemekteydi. Yaklaşık 400 delegesiyle Doha’da toplanan SUK buna rağmen yeni yapıya katılıp katılmayacaklarına 8 Kasım’da karar vereceklerini açıklamıştı.[3] Riyad Seif ise yeni yapının kurulmasının ardından bunun kısa süre içerisinde, Suriye Geçiş Hükümeti niteliğini alacağını ve daha fazla diplomatik, siyasi ve askeri destek bulunabileceğini ifade etmiştir. Doha toplantısı öncesi Ürdün’de, eski SUK üyelerinin de içerisinde yer aldığı farklı muhalif gruplarla yapılan toplantıda kapsayıcı bir yapının oluşturulmasının önemi üzerinde durulmuştu.[4] Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın Washington’dan ve Fransa Devlet Başkanı Hollande’nın Suudi Arabistan’dan yaptıkları açıklamalarda SUK’un içerideki Suriye muhalefetini temsil etmediğini ve yeni bir örgütlenmenin kurulmasıyla uluslararası desteğin artacağına işaret etmesini dikkat çekicidir.[5] Artan baskılar karşısında geri adım atan SUK, 60 kişilik konseyde 22 sandalye ile temsil edilmeyi kabul etmek zorunda kalmıştır.
Böylelikle Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun kurulmasıyla ilk kazananlar listesinde Suriye’de 2000’lerin başından itibaren rejime karşı mücadele eden liberal ve entelektüellerden oluşan liderlerin ve partilerin büyük bir kazanım elde ettikleri görülmektedir. Bunların yanı sıra askeri yapı içerisinde de İslamcı grupların, devrimi saptırdıklarını düşünen ve Suriyeli kimliğini öne çıkartan komutanların ve düşüncenin bir kazanım elde ettiği dikkat çekmektedir. Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun Riyad Seif ve Atasi’nin ardından 3. Başkan Yardımcılığının da Kürt gruplara önerildiği ifade edilmektedir. SUK Kürtler’in temel taleplerini yazılı olarak kabul etmek yerine taktiksel adımlarla Kürtler’in desteğini arkasına almaya çalışmış; bunda başarısız olunca Kürtleri tehdit etmeye yönelmişti. Hatta SUK’u destekleyen ve Suriyeli olmayan bazı akademisyen ve yazarlar da, Kürtleri SUK’a katılmaları yönünde tehdit ederek, Suriye’deki devrim ve muhalefet sürecini pek anlamadıklarını açık bir şekilde ortaya koymuşlardı. Dolayısıyla yeni yapının oluşturulmasıyla birlikte SUK’tan kaygı duyan azınlık grupların kısmi bir güvenlik duygusu hissetmeleri sağlanabilir. Bununla birlikte Suriyeli azınlık grupların devrimin yanında yer alacağını şimdiden öngörmek oldukça güçtür. Ayrıca, henüz Suriye muhalefetinin tüm Suriye halkını kapsadığını öne süremeyiz. Hâlihazırda var olan muhalefet hareketlerinin bir çatı altında birleştirilmesine yönelik ciddi bir adım atılmıştır. Muhalefet yapısı içinde yer almayan diğer toplumsal grupların desteğinin alınıp alınmayacağını zaman gösterecektir.
Sonuç olarak yeni koalisyon yapısının oluşturulmasıyla birlikte ilk etapta kazananlar listesinin başında 2000’lerin başından itibaren Suriye içinde Beşar Esad’a karşı muhalefet eden ve bundan dolayı baskı gören Suriyeli liberaller, insan hakları savunucuları, entelektüeller ve siyasi liderler gelmektedir. Nitekim, Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu”nun Başkan ve Başkan Yardımcıları ile Askeri Konsey liderlerinin yapısına bakıldığında da söz konusu isimlerin tümünün ortak noktasının Esad sonrasına yönelik daha özgürlükçü ve demokratik bir Suriye idealine sahip oldukları dikkat çekmektedir.
Uluslararası alanda ise kazananların başında ABD, İngiltere ve Katar’ın geldiği görülmektedir. Katar özellikle Suudi Arabistan ve Müslüman Kardeşler’in etkinliğini ikinci plana iterek hem bazı Körfez ülkelerinden hem de uluslararası alandan destek bulan bir adım atmış oldu. Çünkü Arap Baharı ile birlikte Orta Doğu ve özellikle bazı Körfez ülkelerinde, Müslüman Kardeşler ve Selefi grupların etkisinin artması bölgede rahatsızlık yaratmaktaydı. Örneğin, Kuveyt ve BAE’de son dönemde yaşanan bazı gösteri ve dilekçelerin söz konusu gruplar tarafından gerçekleştirildiğini belirtmek gerekir. Suriye bağlamında ise muhalefet hareketinin üzerinden yaklaşık 20 ay geçmesine rağmen uluslararası toplum, Müslüman Kardeşler ve Selefilerin varlığından dolayı muhalefeti desteklemekte çekimser kaldılar. Bundan dolayı Katar’ın da girişimleriyle oluşturulan yeni koalisyon yapısında söz konusu grupların etkisi sınırlandırılmıştır. Bununla birlikte yeni muhalefetin referans olarak Washington, Paris ve Londra’yı alacağını öngörmek gerekir. Nitekim oluşumu ilk tanıyan ülkenin Fransa, ilk yardım toplantısını düzenleyecek ülkenin de İngiltere olması da dikkat çekicidir.
Kaybedenler: Selefiler, SUK ve Müslüman Kardeşler
Ağustos 2012’de İstanbul’da Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile bir toplantı gerçekleştiren Clinton doğrudan SUK’la görüşmek yerine, Halep’ten gelen öğrenci ve barışçıl gösteriler yapan muhaliflerle görüşmüş ve Suriye muhalefetinin dağınık bir yapıda olduğunu, Suriye içinden gelen bir muhalifin sözlerine dayanarak kendisini izleyen uluslararası basına aktarmıştı. Böylelikle tüm dünya İstanbul’dan SUK’un Suriye içindeki muhalif hareketleri temsil etmediğini mesajını almış olmaktaydı. Söz konusu tarihte IMPR olarak yayınladığımız analizde şu ifadelere yer vermiştik: “Clinton SUK’un kurulduğu şehir olan İstanbul’da yeni Suriye’nin inşasında SUK’un tek başına belirleyici bir rol oynamayacağının açık mesajlarını diğer Suriyeli muhalif gruplara, uluslararası topluma ve Türkiye’ye vermiş olmaktaydı” diye belirtmiştir. Analizde ABD’nin yeni bir muhalif yapılanması üzerinde durduğu buna karşın Türkiye’nin daha kapsayıcı yeni bir Suriye politikası oluşturarak süreci kontrol altına alabileceği uyarısı yapılmaktaydı. Ancak aradan geçen süre içerisinde ve tüm bu yöndeki Suriyeli muhaliflerin girişimlerine rağmen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Suriye Ulusal Konseyi’nin Suriye’deki tüm Suriyelilerin meşru temsilcisi olarak görüyoruz. Bu kurum bir şemsiye kuruluş. Bütün Suriyeli muhaliflerin altında toplandığı bir kuruluş. Arabuluculuk konusunda tek kurum olacaktır”mesajı vererek ısrarcı olmuş ve Amerikan politikalarının yeni hamleleri karşısında ön alıcı stratejilerin uygulanmasına fırsat vermemiştir. Dolayısıyla SUK’un başarısızlığndaı bir anlamda SUK’un oluşumundan lider seçimine kadar tüm kararlarında etkili olan aktörlerin Suriye muhalefeti ile ilgili süreçte yaşanan değişimi öngörememesinin büyük bir etkisi vardır.
Suriye Ulusal Konseyi kurulduğu günden itibaren tüm Suriye muhalefetini bir çatı altında toplama iddiasında olmuş ancak her zaman bu iddiasını gerçekleştirecek geniş katılımlı bir zeminde hareket etmek yerine son 20-30 yıldır Suriye dışında sürgündeki liderlerin etkisi altında kalmıştır. Türkiye’de sıklıkla TV’deki tartışma programlarına Suriye Ulusal Konseyi Temsilcileri olarak da katılan üyelerin önemli bir kısmı son 30 yıldır Suriye topraklarına ayak basmamalarına rağmen, tüm Suriye muhalefetini temsil etme iddialarında bulunmaları ve bunun da doğrudan Dışişleri Bakanlığı tarafından desteklenmesi sürecin bu aşamaya gelmesinde önemli bir rol oynamıştır. Üstüne üstlük son dönemde SUK’un Esad karşıtı muhalefeti tek çatı altında örgütleme girişimlerini hızlandırmak yerine, Halep’te yaşanan Arap-Kürt grupları arasındaki çatışmalarda arabulucu bir rol üstlenemeyişi de dikkat çekicidir. SUK yetkilileri ve SUK’u sürekli tüm Suriye muhalefetinin çatı örgütü olarak sunan bazı yazarlar tarafından yapılan açıklamalarda ise adeta çatışmayı körükleyici bir dil kullanılarak, temel hedef olan Esad’ın devrilmesi amacından uzaklaşılmıştır.
SUK’un geniş katılımlı ve tüm Suriyelileri kapsayıcı bir yapı oluşturamayışında, bu konuda yoğun bir çaba harcamayan veya böyle bir çabaya ihtiyaç duymayan aktörlerin önemli bir sorumluluğu bulunmaktadır. Bu yöndeki tüm eleştiriler ise ya Baas’la birlikte ya da Baas’a hizmet etmek ve Suriye devrimine kötülük etmek suçlamasıyla karşı karşıya kalmıştır. Üstüne üstlük SUK içinde yer almayan Suriyeli muhaliflere devrimden sonra ciddi baskılarla karşı karşıya kalacağı tehdidinde bulundular. Zorla ve baskı ile tüm muhalifleri SUK çatısı altında sokmaya yöneldiler. Oysa, temelde sorunu algılayış ve yöntemde ciddi bir sorun olduğunu görmek gerekirdi. SUK fikirsel olarak doğru bir adım olmakla birlikte daha sonraları SUK’un genişletilmesi ve kapsayıcı bir hale dönüştürülmesi gerekmekteydi. Oysa baştan SUK’u kuranlar daha sonraları güçlü alternatif yapılar ortaya çıkmayınca SUK’u tek muhalif yapı olarak uluslararası topluma kabul ettirmeye zorladılar. Buna rağmen 2012 baharından itibaren SUK’a yönelik eleştiriler gündeme gelince kapsayıcılık konusunda adım atılması sağlanmalıydı.
Bu aşamadan sonra Suriye muhalefetinin merkez üssünün Washington, Londra ve Doha olacağı düşünülmektedir. Bundan dolayı Selefi grupların etkisini de sınırlandırma noktasında önemli gelişmeler yaşanabilir. Özellikle silahların dağıtımında Selefi grupların kurulması öngörülen askeri birimlere entegre edilmesi talep edilecektir. Eğer bağımsız davranış göstermeye devam ederlerse, bunların tasfiyesi bile gündeme gelebilir.
Öte yandan Türkiye’nin Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu üzerinde ne ölçüde etki edeceği ise tartışmalıdır. Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun lider kadrosunun bugüne kadar SUK’a yönelttiği eleştirilerden biri de Müslüman Kardeşlerin ve Selefi grupların Suriye içinde ve dışında yürüttükleri politikalardı. Dolayısıyla Doha’da yeni bir lider kadronun ortaya çıkmasının ardından Türkiye’nin Suriye muhalefetini yönlendirme yeteneğini ciddi şekilde kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldığını öngörebiliriz. Sorunun bu aşamaya gelmesinin temel nedeni ise süreci iyi yönlendiremeyen aktörlerin öngörüsünden kaynaklanmaktadır. Prof. Dr. Tayyar Arı’nın Bugün Gazetesine verdiği mülakatta dikkat çektiği üzere Suriye’de bugüne kadar, “faturayı ödeyen Türkiye’nin amaçladığından çok farklı bir tabloyla karşı karşıya kalması olasılığı çok güçlü”.[6]
Toparlayacak olursak, Doha’daki toplantının ardından ortaya çıkan yeni koalisyonla birlikte Türkiye ve Müslüman Kardeşlerin tüm Suriye muhalefetine liderlik etme iddiasının zayıfladığını belirtmek gerekir. Her iki aktörün de Katar ve Batılı ülkelerin belirlediği Suriye politikasına uygun yeni bir stratejiye yönelecekleri görülmektedir. Muhaliflerin tek çatı altında birleşmelerini sağlayan ABD ve İngiltere ise Suriye muhalefetine öncülük edecek yeni bir çatı örgütüne kavuşmuş bulunmaktadır. Tam da bu aşamada şunu da eklemek gerekir, Doha’da ortaya çıkan Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun temsiliyet, kapsayıcılık ve barışçıl çözümler konusunda SUK ve SUK’u destekleyen aktörlerden daha başarılı olma şansı bulunmaktadır.
Doç. Dr. Veysel Ayhan
IMPR Başkanı
[1] http://www.fco.gov.uk/en/news/latest-news/?view=News&id=833766782
[2] http://www.ydh.com.tr/HD10989_riyad-seyf-girisiminin-askeri-komutasi-mustafa-seyhte.html
[3] http://www.usatoday.com/story/news/world/2012/11/04/syria-opposition-conference/1680931/
[4] http://dawn.com/2012/11/04/syria-opposition-groups-hold-crucial-doha-talks/
[5] http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2012/11/2012114195947213999.html
[6] http://gundem.bugun.com.tr/turkiye-aleyhine-ittifak-ettiler-haberi/211609/