I. GİRİŞ
Dağlık Karabağ, Azerbaycan’a bağlı, Ermenilerin çoğunlukta olduğu ve bu yüzden Ermenistan ile Azerbaycan arasında 1900’lerin başından beri sorun olan bölge, şarkılara ve ağıtlara da konu olmuştur. Dağlık Karabağ sorununun tarihçesine girmeden önce Ermenistan’da bu çatışma patlak vermeden önceki demokratikleşme ve ulusçuluk gelişmelerini ele almakta fayda vardır.
Ermenistan’da 1988-1991 yılları arasındaki siyasal demokratikleşme süreci önemlidir. Ermenistan olgusu üç açıdan büyük önem taşır: SSCB’nin parçalanmasındaki rolü, demokrasi ve milliyetçilik arasındaki ilişki için çıkarımları ve Batılı milliyetçilik teorileri için önemi.
İlk olarak, SSCB’nin çöküşünde bu çalışmanın konusu olan Dağlık Karabağ üzerinde Ermenilerin kontrol kurma mücadelesi önemli bir rol oynamıştır. Ermenilerin Azerbaycan ile olan çatışması Gorbachev’i ulusal soruya yöneltti ki o zamana kadar gündeminden bunu çıkarmıştı ve bu konuyu yanlış ele alması büyük boyutlu reform programı Perestroyka Süreci’nde dönüm noktası haline geldi. Gorbachev’in ili Ermenilere iade etmedeki isteksizliği birçok Rus demokratı düş kırıklığına uğratırken Baltık ve Ukrayna’daki milliyetçileri taleplerini daha saldırgan olarak kabul etmeleri için cesaretlendirdi. Durumun karmaşıklığı Ermenistan’ın SSCB’den ayrılma amacıyla ortalığı çalkalama niyetinde olmadığı paradoksuyla örneklendirildi. Ancak Ermenistan, Moskova’nın etkisini Azerbaycan’ın Karabağ’dan vazgeçmesi için baskı kullanarak göstermesinde umdu.
İkincisi, Ermenistan demokratikleşme ve milliyetçiliğin canlanması arasındaki yakın bağı gösterir. Sovyet Cumhuriyetleri içinde milliyetçi duyguların en güçlü olduğu bölgenin Ermenistan olması tesadüfi değildir. Dağlık Karabağ’ın kaderi ve Azerbaycan ile olan hizipleşmenin olayları izlemesi tüm toplumsal grupların ve siyasal eylemcilerin Ermenistan’da davranışlarını belirten en egemen faktördü. Milliyetçilik demokratik kurumların ortaya çıkışını hem teşvik etmiştir hem de bozmuştur. Ulusal soru demokrasinin gelişimini bozmuştur çünkü diğer konuları gündemin dışına itmiş ve başkanlığın gücünü meclisin ve siyasal partilerin hesabına arttırmıştır. Benzer geçici bir milliyetçilik ve demokratikleşme karışımı daha yıkıcı sonuçlarla Yugoslavya’da ortaya çıkmıştı.
Üçüncüsü, Ermenistan’ın durumu milliyetçilik kökenleri üzerinde rekabetçi Batı teorileri için önemli çıkarımlara sahiptir. İlksel kimliğin etkisi için güçlü kanıt sağlar ve etnisite, dil ve paylaşılmış tarih duygusundan kaynaklanır. Görevci veya araççı teoriler için az destek önerir ki milliyetçiliği bu teoriler devlet inşası ve belirli bir ekonomik ve siyasi sınıfın gelişimi anlamında açıklamayı dener. Tabii ki Ermenilerin özel bir duruma sahip oldukları söylenebilir. Yahudiler gibi, bu yüzyılda iddia ettikleri soykırımın öznesi olan bir ulus oluşturmuşlardır.
Ermeniler bir halk olarak derin ve eski köklere sahiptir ancak 1375’ten 1918’e kadar kendi devletlerinden yoksundular. Sayılarının yarısı yurt dışında yaşayan bir diaspora ulusuydular ve Orta Doğu boyunca ve ötesinde dağıldılar. Osmanlı, İran, Rus ve Sovyet imparatorlukları gibi çoklu etnik yapılı devletlerde hayatta kalmayı ve gelişmeyi öğrendiler. Komşu güçlerin baskısının bir sonucu olarak, geleneksel Ermeni toprağı olarak görülen yerlerin çoğu, Doğu Anadolu ve Dağlık Karabağ gibi, mevcut Ermeni Cumhuriyeti’nin sınırları ötesinde uzanmaktaydı.
II. 1988: DAĞLIK KARABAĞ ÜZERİNE MÜCADELE BAŞLIYOR
Karabağ nüfusunun % 75’i (123 100) Ermeni olan 162 000 kişilik bir nüfusa sahipti. Ermeniler Karabağ’da Roma devirlerinden beri yaşayagelmiştirler. Orta Çağ’ın erken zamanlarında yukarı Karabağ’ın yerli Arnavut nüfusu Ermeni nüfusa katıldı ve sonra 1300 Müslüman Türk aşağı Karabağ’ın steplerine taşındı. Hem Azerbaycan hem de Ermenistan Dağlık Karabağ bölgesini kendi tarihi topraklarının bütünleşmiş bir parçası olarak görmektedir ancak Türkiye ile 16 Mart 1921’de imzalanan ve Stalin’in 17 Mart 1921’de aldığı bir kararla onaylanan Sevr Antlaşması altında bölge Azerbaycan’a ödül olarak verilmiştir. Ermenistan ayrıca kendi ülkesi içerisinde Azerbaycan nüfuslu bir bölge olan Nahçıvan üzerinde iddialara sahiptir.
Karabağ Ermenileri, Azerbaycanlı yöneticileri tarafından sömürüldüklerini iddia ederek protesto gösterilerinde bulundular. Brezhnev yılları boyunca bile mağduriyetlerini seslendirdiler ve 1965’te Ermenistan ile birleşmeyi örgütlemeye çalıştılar çünkü o yıl sözde Ermeni soykırımının ellinci yılıydı. Sovyet açıklı ve dürüstlük politikasıyla reform politikasını en sonunda Karabağ için kendi geleceklerini tayin etme fırsatı olarak yorumladılar. 1987’de kendisine Karabağ Komitesi diyen gayri resmi bir grup kuruldu. Muhalefet eylemcileri Erivan nükleer tesisi ve Nairit kimyasal çalışmalarının neden olduğu kirlilik gibi ekolojik konular etrafında birleştiler. 18 Eylül 1987’de bu eylemciler Erivan’da 500.000 kişilik bir kitle mitinginde meyve verdiler.
13 Şubat 1988’de protestocular Dağlık Karabağ’ın merkezi Stepanakert şehrinde caddelere inip sayılarını Erivan’da beş binden 500 000’e çıkardılar. Bölgenin Ermenistan ile birleşmesini talep ettiler. Ermenistan’da başlayan kitle seferberliği Doğu Avrupa’da ve SSCB’de gelecek iki yılda yankı buldu. Bu kitle protestolarının iç yüzünün dinamikleri Ermeni antropolojist Abramian tarafından sağlandı. Mitingler için odak nokta ve Erivan’daki gösteriler için merkez şehir merkezindeki Tiyatro Meydanı oldu. Kitleler Ermeni bayraklarıyla meydana doluştular. Karnavala benzer görüntüler ilginç bir atmosfer oluşturdu. Örneğin, kitle gösterileri periyodunda, erkekler ve kadınlar ataerkil Ermeni devletinde görülmeyecek biçimde birbirileriyle sohbet etmekteydiler. Buna rağmen Karabağ olayları üzerinde rahatsız edici sonuçlar da bulunmaktaydı. Bazı raporlara göre, 22 Şubat 1988’de Karabağ’a doğru yürüyen bir Azerbaycanlılar gösterisinde Askeran köyünde kitleler Ermeniler tarafından dağıtıldı ve iki Azerbaycanlı öldü. Karabağ’dan göç eden Azeriler katliam söylentilerini kendileriyle birlikte taşıdılar. Bu durum Sumgait’te düzinelerce Azeri’nin öldürülmesini tetikledi. Resmi ölü sayısı 31 idi fakat resmi olmayan rakamlar 200’ü buluyordu. Bu olaylardan sonra Azerilerin başkenti Bakü’de 200 000 olan Ermeni nüfusu 15 000’e düştü. Her iki ülkeden de diğer ülkeye göçler başladı.
Karabağ hareketi Ermeni liderlerin Moskova ve Bakü ile oynamaya zorlandıkları bir üçlü oyun bağlamında meydana geldi. Ermenistan sayıca 7 milyon Azerbaycanlı ve onların yanından yer alabilecek 57 milyon Türk karşısında azınlık olduklarının kuvvetlice farkındaydılar. Ancak Ermenistan bir askeri zafer kazanıp Karabağ sınırlarını güvence altına almaya muktedirdi. Kimi çevreler Karabağ’ı tekrar kazanmak için Ermenistan’ın izlemesi gereken yolun Moskova’dan ya da ABD gibi süper güçlerden geçtiğini iddia etmişlerdir. Bu yüzden Ermeniler, “Ruslar Türklerden daha iyidir” stratejisi izlemişlerdir. Bu Karabağ’ı geri kazanmak amacıyla milliyetçilerin Ermenistan’ın SSCB’den ayrılıp bağımsızlığını kazanması gerektiğini savunmaları anlamına gelmekteydi.
Ermenistan, Moskova’dan bağımsızlık kazanma kazanma kampanyasının önünde olan Baltık uluslarıyla ortak nedene sahipti. Baltık ülkeleri ve Ermeniler birlikte Sovyet açıklık ve dürüstlük politikasının sağladığı fırsatları kendi siyasal taleplerini Moskova’ya iletmekte araç olarak kullananların önde gelenleri oldular. Buna rağmen, yaklaşımlarında önemli farklılıklar bulunmaktaydı. Ermenistan, Karabağ’ı Azerbaycan’dan koparmak amacıyla Moskova’nın desteğini ararken Baltık milliyetçilerinin istedikleri tek şey Moskova’nın onlara işgal edilmeyeceklerinin garantisini vermesiydi. Baltık ülkeleri amaçları için Batı ülkelerinin desteğini almada Ermenilerden daha başarılı oldular. Batılı devlet adamları Ermenilerin kaybettiği toprakları geri istemesinde yardımcı olmak yerine Baltık ülkelerinin taleplerini desteklemeyi ve anlamayı daha kolay buldular.
III. MOSKOVA’NIN DURUMU VE ÇATIŞMA
Lider figürlerin çoğu Moskova’da Ermenilerin davaları için sempati beslediklerini açıklasalar da resmi parti çizgisi iki cumhuriyet arasında eşitliği savunuyordu. Moskova, Karabağ’a müsamaha göstermenin irredantist iddiaların pandoranın kutusunu açabileceğine neden olacağını düşündü. O zamanlar SSCB’de 38 farklı bölge konumunda değişiklik için çağrı yapmaktaydı. Ayrıca, iyi Marksistler olarak, Moskova liderliği milliyetçi duygunun gücünü onaylamaya isteksizdi. Teorileri Azerbaycan’ın Karabağ’ın ekonomik gelişimini teşvik etmeye zorlanmasının Ermenistan ile birleşmede desteğin altını oyacağıydı. Buna rağmen, Karabağ tartışmasının kökeninde yatan ekonomik durum değil ulusal kimlikti.
Vol’sky komitesinin oluşturulması başta Ermeniler tarafından hoş karşılandı. Ermeniler komiteyi birleşmeye yol açacak geçişsel bir önlem olarak gördüler. Buna rağmen, Azerbaycan’da Rusya dürüst bir taraf olarak görülmedi. Azerbaycanlılar geleneksel müttefikleri Ermenistan’ı destekleyeceklerinden korktular. Ayrıca, Gorbachev’in 1987’de liderleri Haydar Aliyev’i azlettiğini belirttiler. Azeriler Gorbachev’in etrafında Ermeni kökenli birçok danışman olmasına rağmen 1975 ile 1990 arasında bir tek Azeri’nin Sovyetler Birliği Komünist Partisi tarafından işe alınmadığını iddia ettiler. Buna karşılık, Kasım 1989’da Moskova’nın Karabağ’ı Ermenistan’a vermeyeceğini belli etmesinden sonra Ermeniler Gorbachev tarafından ihanete uğradıklarını düşündüler. Gorbachev’in planı problemin bekletilip ertelenmesiydi. Kanlı Ocak 1990 olayları Moskova’nın yaklaşımının verimsiz olduğunu bir kez daha ortaya koymuştu. Mayıs 1990’da Yeltsin Rus meclisinin başkanı seçildikten sonra, Ermeniler kendi kaderini tayin etme hakkını yeni başkanın Gorbachev’den daha istekli bir şekilde gündeme getireceğini umdular. Ancak Yeltsin’in ilk önceliği Rus askerlerini Azerbaycan bölgesindeki savaş ortamından çekip çıkarmak oldu. Ermeniler böylece Moskova’ya olan inançlarını yavaş yavaş kaybettiler. Bu durum ne Rusya’nın ne de Batı’nın, bilakis Ermenistan’ın kendi güçlerinin devreye girmesini savunan çevrelerin artışına neden oldu.
24 Nisan günü 1915 sözde soykırımını anma günü olarak ilan edilirken büyük protesto gösterileri sonrasında 28 Mayıs bağımsızlık ilanı ulusal bir tatil günü olarak kabul edildi. Bu arada, Karabağ’daki durum kötüleşmeye devam etti. Karabağ’ın 160 000 sakinini 30 000 asker korumaktaydı. Ağustos 1990’da Dağlık Karabağ bölge partisi Sovyetler ve Azeriler tarafından tanınmayan bir ulusal konsey kurdu. Bu zamanda bölgedeki birçok fabrika Azerbaycan ile ticaretini kesti ve Erivan’a döndü.
Neden dünya nüfusunun altıda biri çatışmalarla doğrudan bağlantılıdır? Birçok çatışma, azınlıkların çoğunluğa karşı veya azınlıkların azınlıklara karşı uyguladığı çatışmalardır. Karabağ’daki çatışmalar da düzenli orduların ve askeri niteliği olup da orduya bağlı olmayan örgütlerin katıldığı çatışmalardan birisidir. Karabağ’da 1989-1994 arasında 24 bin kişi ölmüştür. Karabağ çatışmalarında bilginin ana kaynağı Azerbaycan tarafıdır çünkü Azerbaycan Ermenistan saldırganlığının öznesi olarak kendisini görmüştür ve kurbanları tüm dünyanın görmesini istemiştir. Aynı zamanda, yetkililer kamuoyuna askeri başarısızlıkları hakkındaki gerçeği duyurmaktan korkmaktaydılar ve bu yüzden kayıplarını önemsiz gibi gösterdiler. Aliyev iktidara geldikten sonra zayıf askeri performanstan sorumlu siyasal ve askeri liderler hakkında kovuşturma başlattı ve 1996 Aralığında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Lizbon Zirvesi’nde Azerbaycan’ın kaybının 20 bin vatandaşla sınırlı olduğunu açıkladı. Ermeni kayıplarını da kattığımızda bu sayı 24 bine ulaşmaktadır. Ayrıca Dağlık-Karabağ üzerindeki çatışma en yüksek sayıda zorla göç ettirilmiş göçmenleri içermektedir. Azerbaycan’da Ermenistan’dan gelen 185,000 mülteci vardı ve 600,000 insan Karabağ’ı ve Ermenistan tarafından Azerbaycan içerisinde kontrol altında tutulan bölgeleri terk etmek zorunda kaldı. Ermenistan’da ise Azerbaycan’dan gelen 340,000 Ermeni bulunmaktaydı. Valery Tishkov’un araştırmalarına göre bu gibi durumlarda intikam zihniyeti ve faaliyetleri nüfus değiş tokuşunun ve etnik temizliğin kaçınılmaz sonucu haline gelebiliyor. Ermeni işgalleri neticesinde yerlerinden-yurtlarından sürülen yaklaşık 1 milyon kişiden 135 bini sağlıksız koşullar altında vagonlarda, çadır kentlerde ve mülteci kamplarında yaşam mücadelesi verirken, yüz binlerce Azerbaycan Türkü ya akrabalarının yanında sığıntı olarak yaşamakta ya da devlete ait binalarda yaşam mücadelesi vermektedir. Yerlerinden sürülen Türk göçmenler içerisinde 86 bini okul çağının altında olmak üzere 200 bin çocuk mülteci kamplarında, terkedilmiş tren vagonlarında ve devlet tarafından oluşturulan mülteci kamplarında oldukça zor şartlar altında eğitim almaya çalışırken, koşullarının elverişsizliği yüzünden ciddi sağlık problemleri ile karşı karşıya kalmıştırlar/kalmaktadırlar. İkamet edilen yerlerin asgari yaşam standartlarının altında olması, yeterli suyun bulunamaması yani alt yapıdaki yetersizlikler, sağlık şartlarını zorlarken, çeşitli salgın hastalıkların ortaya çıkışına da zemin hazırlamaktadır. Göçmenlerin yüzde 26’sı yetersiz beslenmeden kaynaklanan hastalıklara yakalanmaktadır. Olayların insani boyutu gerçekten iç karartıcıdır fakat ortada bir gerçek vardır ki o da Karabağ sorununun 1990’ların başında çatışmaları ve sonrasında mültecileri ile birlikte Ermeniler ’in ABD idari organlarında Ermeni soykırımını kabul ettirme çabalarının Türkiye’yi önce Azerbaycan ve Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sorununun çözülmesi gerektiği kanısına getirdiğidir. Bu çatışmanın tarihi perspektifini iyice irdelemeden önce 2010 yılı itibariyle Dağlık Karabağ sorununun nasıl algılandığına bakmakta fayda vardır.
IV. 2010 YILINDA DAĞLIK-KARABAĞ SORUNU VE PROTOKOLLER
Türkiye ile Ermenistan öyle kutuplaşmış iki ülke ki sporun evrenselliği iki ülke liderlerini futbol stadyumlarındaki şeref tribünlerinde bir araya getirse de İsviçre’nin Zürih kentinde Türkiye ile Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesine yönelik protokol, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbantyan tarafından üç saat gecikmeyle imzalanırken özellikle Nalbantyan’ın yüz ifadesinde zorlama gülümsemeler iki ülke ilişkilerinin tüm dünya otoritelerinin yeni bir başlangıç olarak nitelendirdiklerinden çok ötesinde ilişkilerin pek de normalleşeceğini göstermiyordu. Bu protokoller dünya basınında geniş yankı buldu. Washington Post gazetesi, “ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un son dakika müdahalesinin ardından, iki ülkenin, aralarında diplomatik ilişkilerin tesisine yönelik dönüm noktası sayılabilecek anlaşmaya imza attığını” yazdı. Haberde, Clinton’un, aralarında bir uzlaşıya varılabilmesi çabası kapsamında yıl içinde tarafları 29 kez aradığı da belirtildi. CNN televizyonu ise konuyla ilgili haberinde, “Konuşma metinleri üzerinde son dakikada çıkan anlaşmazlık, neredeyse imza töreninin iptaline yol açıyordu” ifadesini kullandı. “Olayların, iki komşu ülke arasında yüzyıldır devam eden güvensizlik ve düşmanlığın aşılmasının ne kadar zor olduğunu gösterdiği” belirtilen haberde, “ABD, Fransa, Rusya, AB ve İsviçre’den üst düzey diplomatların, uzlaşıya varılması için çaba göstermesi ve imza törenine katılmasının, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların aşılmasına yönelik uluslararası desteği gösterdiği” kaydedildi. İspanyol basını ise iyimserdi. İspanyol basını, Türkiye ve Ermenistan’ın ilişkileri normalleştirme protokollerini imzalamakla “100 yıllık düşmanlığı sonlandırdıkları” yorumunda bulundu. “Türkiye ve Ermenistan tarihi düşmanlığı gömen bir anlaşma imzaladılar” başlığını atan El Mundo gazetesi ise Avrupa Komisyonunun, söz konusu protokollerin imzalanmasını, “Kafkaslar’ın güneyinde barış ve istikrar yönünde, gelecek vizyonuyla atılan değerli bir adım” olarak değerlendirdiğini belirtti. Wall Street Journal ise Türkiye ve Ermenistan bir asırlık düşmanlıktan sonra diplomatik ilişkilerin kurulmasını öngören anlaşmayı imzaladı. ABD Dışişleri Bakanı, “tarafları son dakika engeli bertaraf etmeye yardım etti.” cümleleriyle olayı özetledi. Ancak Ermenistan parlamentosunda çoğunluk koalisyonunu oluşturan üç parti, Türkiye’yle ilişkilerin geliştirilmesine dair protokollerin onaylanması sürecini dondurma kararı aldı. Yerevan (Erivan) merkezli “A1+” haber kuruluşunun geçtiği habere göre, Ermenistan Cumhuriyetçi Partisi, Müreffeh Ermenistan Partisi ve Hukuk Ülkesi Partisi, ortak açıklamalarında, Türkiye protokollerin onaylanmasıyla ilgili ön şart öne sürmekten vazgeçene dek süreci Meclis’in gündeminden çıkarma kararı aldıklarını açıkladı. Partiler, özellikle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuyu Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorunuyla sürekli olarak ilişkilendirmesini kabul etmediklerini duyurdu. 2010 Şubatı’nın sonuna doğru Erdoğan, “Karabağ sorunu halledilmezse protokollerin onaylanmasında sıkıntı çıkar” demişti. Bu sorun bölgede probleme komşu olan İran’ı da etkilemiştir.
İran, Dağlık Karabağ sorununu millî güvenliğini tehdit eden unsurlar arasında değerlendirmektedir. Bu nedenle ilk olarak Azerbaycan-Ermenistan ihtilafının sıcak bir çatışmaya dönüşmesini istememektedir. Bunun birinci nedeni, sorunun İran’a komşu iki ülke arasında cereyan etmesidir. Nitekim 1993’te İran sınırı yakınlarında gerçekleşen çatışma, sığınmacı akınıyla karşılaşma korkusu veya yabancı güçlerin muhtemel askerî müdahalesi gibi nedenlerle İran’ı kaygılandırmıştır. İkincisi, çatışmalar sırasında İran’ın Azerbaycan’ı desteklememesi, İran toplumunda özellikle Azerbaycan Türklerini rahatsız etmiş, Dağlık Karabağ sorunu milliyetçi duygusal bir zemin oluşturmuş, İran’daki Azerbaycanlı öğrencilerin, şairlerin ve aydınların birinci söylemi haline gelmiş ve bu doğrultuda Tebriz ve Tahran’da “İran’ın Ermeni yanlısı” politikalarını protesto eden gösteriler düzenlenmiştir.
İran’ın Karabağ sorunu karşısında çelişkili söylem ve tutum içinde olduğu görülmüştür. Bir yandan Karabağ bölgesinin Azerbaycan toprak bütünlüğü içinde olduğunu açıklarken, diğer yandan buradaki çatışmaya Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermeniler ile Azerbaycan devletinin savaşı görünümü verme eğilimi içinde olmuştur. Bu açıdan bakıldığında sorun Azerbaycan-Ermenistan çatışmasından ziyade Karabağ’ın iç meselesi ve Ermenistan da, sadece Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermenileri destekleyen ülke olarak görmüştür.
V. ÇEŞİTLİ DEVLETLERİN ARABULUCULUKLARI VE MİNSK GRUBU
Dağlık Karabağ üzerine çatışmalar uzun bir geçmişe sahiptir. 1921’de Joseph Stalin ve Vladimir Lenin, Rus Komünist Partisi’nin Kafkasya Bürosu’nda çalışarak, Türk Milliyetçi Ordusu’nun lideri Mustafa Kemal’i ihtilaflı Dağlık Karabağ bölgesini Azerbaycan’a tahsis ederek yatıştırdı. Bu karar Stalin’in kendi şikayetleri için çok az sabrı kaldığını öğrenen Ermeni liderleri kızdırdı. Çatışma bu yüzden, Stalin dönemi boyunca gizli kaldı. 1953’te Stalin’den liderliğin Khrushchev’e geçmesi Ermeni liderlere var olan durumdan duydukları rahatsızlığı açıklama fırsatı verdi. Moskova, Ermenilerden gelen protestolardan bunaldı ve Dağlık Karabağ’daki binlerce Ermeni Ermenistan’a katılımı istemeye başladı. Protestolar Khrushchev’in halefleri döneminde devam etmesine rağmen, yöneticiler bu istekler karşısında sağır rolü yaptılar. Gorbachev’in açık politikalarıyla desteklenen protestolar güçlü bir milliyetçi eğilim kazandı ve bağımsız bir Ermenistan’ın önünü açtı. 1990’da, Sovyetler Birliği çözülmeden önce, Ermenistan, Dağlık Karabağ Ermenileri ve Azerbaycan arasındaki çatışma önemli ölçüde tırmandı ve Sovyet sonrası cumhuriyetler arasındaki en sert ihtilaf haline geldi.
Moskova’nın Sovyet Cumhuriyetleri’nin kontrolünün çökmesiyle birlikte, Rusya Başkanı Yeltsin ve Kazakistan Başkanı Nazarbayev, liderlik boşluğunu doldurmak amacıyla inisiyatifi ele aldılar. Görünürde Dağlık Karabağ’ın kaderinden ziyade bu başkanların kişisel hırsları çatışmada müdahil olmaları için onları motive etti. Üç ay arabuluculuktan sonra Gorbachev istifa etti ve bu uzlaştırıcılar dikkatlerini başka yönlere çevirdiler.
İran’ın Ermenistan ve Azerbaycan ile tarihi ilişkisi arabuluculuk çabalarına meşruluk verdi. Bu ilişkiyi sürdürme arzusu, bir bölgesel güç olarak duruşunu sağlamlamak ve Türkiye’nin bölgesel egemenlik kazanmasını önlemek amaçlarıyla İran duruma müdahil oldu. Buna rağmen, Tahran’da tartışmalar çöktüğünde, Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (CSCE) İran’ın müdahil rolünün örgütlerinin üyesi olmadığı için bitmesi gerektiği kanısına vardılar.
Kazakistan’a bir Rus saldırısından korkan Başkan Nazarbayev, şiddetle ulusal kendi geleceğini tayin etmenin üzerinde sınırları değiştirmeme ilkesini savundu. Bu sebeple, olaya karışması Ermeniler tarafından ön yargılı olarak ve Azeriler tarafından adil olarak farklı farklı değerlendirildi. Bu asimetrik algılamalar bu kısa süreli arabuluculuğun çökmesine neden oldu.
Kendisini bölgesel çatışma önleyici örgüt olarak atfetmek amacıyla bu çatışma Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Konferansı için bir fırsat sağladı. Çatışmayla ilgilenmesi için dokuz ulusal temsilcinin bulunduğu Minsk Grubu oluşturuldu. AGİT Minsk Grubu, Azerbaycan ve Ermenistan devletlerinin Karabağ sorunu için barışçıl bir çözüm bulmalarını teşvik etme amacıyla, 1992 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı tarafından kurulmuştur. AGİT Minsk Süreci, 24 Mart 1992 tarihinde Helsinki’de toplanan AGİT Konseyi, konsey başkanından Karabağ sorununun bir an önce görüşmeler yoluyla sonuçlandırılabilmesi için çözüm yolunu açması talebiyle başladı. Bu amaçla Minsk şehrinde bir konferans toplantısı yapılması talep edildiyse de bu 2009 yılı sonu itibariyle henüz gerçekleşmemiştir. 6 Aralık 1994 tarihinde Budapeşte’de yapılan toplantıda, Minsk Süreci için eş başkanlık kurumlarının oluşturulmasına ve bu eş başkanların ABD, Fransa ve Rusya olmasına karar verildi. Bu eş başkanlar sorunun tarafları olan Azerbaycan ve Ermenistan başta olmak üzere, tüm ilgili ülkelerle ve kurumlarla görüşmeler yapmak ve bu görüşmelerin sonuçlarını Minsk Grubu’na bildirmekler yükümlüdürler. Buna rağmen, bu tür çatışmalarla olan tecrübe eksikliği ve üyeleri arasındaki az dayanışma Rusya’nın bölgesel hırslarıyla birleşti. Rusya’nın Minsk grubuna olan elçisi Vladimir Kazimirov, baş arabulucu olarak Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’na bir meydan okuma olarak mekik diplomasisine başladı. Bu zaman içerisinde, Azerbaycan, Ermeni kuvvetlerini Dağlık Karabağ’dan çıkarmak amacıyla karşı atak başlattı. Kazimirov’un niyetleri hakkındaki şüpheleri onları arabuluculuk sürecinde isteksiz kıldı. Mayıs 1994’te taraflar ateşkes yapmayı kabul etti. Karabağ Ermenileri ve Ermenistan Karabağ’ın siyasal durumunu da içeren bir tam paket olarak müzakerelerin başlamasında ısrar ederken Azerbaycan barışa yönelik adım adım çözüme yöneldi. Azerbaycan Karabağ Ermenileri ile doğrudan konuşmayı reddetti. Azerbaycan liderleri Ermenistan’ın temel ve tek düşman olduğu konusunda birleştiler. Haydar Aliyev liderliğinde, Azerbaycan Karabağ Ermenilerini Ermenistan’dan ayrı bir topluluk olarak onaylamayacaktı.
Dağlık Karabağ’ın içerisindeki ve dışarısındaki olaylar bir dizi safhadan geçmiştir. İlk olarak, yerel Ermeni nüfusu ve Azerbaycan arasında ekonomik, dilsel ve ulusal-kültürel çatışma vardı. Bu periyot boyunca, yani 1987-88 yıllarında çatışma Karabağ bölgesi ile sınırlı kaldı. İkinci olarak, 1988 baharı ve yazında Dağlık Karabağ’ın karasal durumu üzerine ihtilaf çıktı ki bu durum Ermenistan ve Azerbaycan nüfuslarını içerisine aldı. Tartışma Karabağ’ın devlet idaresini ve cumhuriyet sınırlarının meşruluğunu sorguladı. Üçüncü olarak, açık kutuplaşma ve etnik çatışmalar düzinelerce insanın ölümüne yol açarken mülteciler sorununu gün yüzüne çıkarttı.
Batı Azerbaycan ili Dağlık Karabağ, dörtte üç oranında Ermeni çoğunluğa sahip bir bölgeydi ve başarısız bir şekilde uzun süre Sovyet yönetimi altında otonom bir bölge olma hayali peşinde oldu. Çökmenin eşiğinde olan Sovyetler Birliği ile Dağlık Karabağ Temmuz 1988’de bağımsızlığını kazandı ve 1991 itibariyle ayrılma çabası içerisinde Azerbaycan ile savaşa girdi. Üç yıl içerisinde, Dağlık Karabağ kuvvetleri bölgenin tamamen kontrolünü kazandı. Dağlık Karabağ demokratik seçimler yaptıysa da kimse tarafından bu durum tanınmadı. Onların en yakın müttefiki ve destekçisi Ermenistan bile Azerbaycan tarafından uygulanması muhtemel ekonomik yaptırımlardan korkarak Karabağ seçimlerini tanımadı.
Tüm bu olaylar olurken uluslararası örgütlerin de yaptırım kapasiteleri sorgulanmaya başlandı. Angola, Bosna, Kamboçya, Liberya ve Somali’deki gibi Dağlık Karabağ’da da şiddete hızlı bir son getirmenin en makul yolu tarafların ateşkese yönelmelerini sağlayacak dış güçler olarak görülmüştür. Bu yüzden, Birleşmiş Milletler, NATO ve diğer uluslar arası örgütlerden istenen barışı koruyucu bir ortam oluşturmalarıdır. Buna karşın etnik çatışmaların tamamen çözülmesi kimi çevrelerce imkansız gibi görünmektedir ve bu yüzden bu örgütlerin üstlenmesi gereken görevler arabuluculuk, diyalog ve insani yardım alanında olmalıdır. Nitekim Birleşmiş Milletler 1994’te Dağlık Karabağ’da ateşkes için girişimlerde bulunmuştur. Daha önce de belirtildiği gibi Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Konferansı kriz yönetimiyle ilgilenmiş, Minsk Konferansı’nı oluşturup finanse etmiştir. Ortada bir gerçek vardır ki o da Dağlık Karabağ bölgesinin kendisi dışında yedi Azeri bölgesi de Ermeniler tarafından işgal edilmiştir. İşte tam da burada yaklaşık 600, 000 Azeri yerinden yurdundan edilmiştir. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışma Sovyetler Birliği’nde kötü bir trajedi olarak anılmaktadır. Bu sadece karışıklık içine itilme ve can kayıpları açısından bir trajedi değil aynı zamanda barışın ne kadar kolay kırılabilir olduğunu gösterdiğinden bir trajedidir.
VI. TÜRKİYE VE DAĞLIK KARABAĞ ÇATIŞMASI
Azeriler ve Ermeniler arasındaki gerilimler 1905’deki ilk Rus Devrimi’ne kadar gider. Rahatsızlıklar ilk olarak Bakü’de patlak vermiş ve ilk etnik isyanların ortaya çıktığı Batı Karabağ’daki Shusha’ya sıçramıştır. Hala çatışmaların nasıl başladığı tartışılmaktadır. Erich Feigl’a göre Ermeni Taşnaklar Shusha’da Azeri çoğunluğu yıldırdı ve gerilimlere neden oldular. Diğer taraftan Christopher Walker, Tatar olarak adlandırdığı Azerilerin güçlü bir Ermeni cevabına sebep olan saldırıları başlattığını savunmaktadır. Durum ne olursa olsun, özellikle Bakü, Ganja, Nahçıvan ve Erivan’da olmakla birlikte tüm Azerbaycan’da çatışmalar vardı. Feigl’a göre 10,000’in üzerinde Azeri bu dönemde öldürülmüştür. Temel olarak bu bir terör zamanıydı.
1917 Bolşevik İhtilali ile kısa süreli bir Transkafkasya Federasyonu doğdu. Transkafkasya Rusya’dan ayrı hale geldi ve 22 Nisan 1918’de bağımsızlığını ilan etti. Buna rağmen üç Transkafkasya halkının barıştırılması mümkün gibi gözükmüyordu. Ermeniler bir İngiliz veya Rus mandası istemekte ve Gürcüler Alman yönetimi altına girmekte istekliydiler. 1918’de çoktan Azeri ve Gürcü Demokratik Cumhuriyetleri ilan edilmişti ve kısa süre sonra Tiflis’te bir Ermeni Demokratik Cumhuriyeti ilan edildi, hem de hiç toprağı olmamasına rağmen. Azerbaycan Osmanlı koruması altında bağımsızlığını ilan ederken başkentini Bakü Rusların elinde olduğu için Ganja olarak kurdu. Birinci Dünya Savaşı’nın kapanış günlerinde Osmanlı orduları Kafkasya’ya girdiler ve Osmanlılar ile Taşnaklar arasında birkaç çatışma yaşandı. Ancak müttefiklerle Mondros’u imzaladıktan sonra Osmanlı Transkafkasya’yı boşaltmak durumunda kaldı. İngilizler Bakü’ye yerleştiler ve Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğunu ilan ettiler ve Shusha’ya bir Müslüman yönetici atadılar. Bu durum Ermeniler arasında protestolara neden oldu. Bölgede Sovyet yönetiminin yerleşmesiyle topraklar için siyasal mücadele de başlamış oldu. Bu yıllarda Sovyetler Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan Kardeşlik ve Dostluk Antlaşması hem Karabağ hem de Nahçıvan’ın Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kontrolü altında kalacağını garanti ediyordu. Bu, Stalin’in yeni bir devlet kurmuş olan Türklere verdiği bir imtiyaz olarak görülmekteydi. Zaten Atatürk Ermenistan’a çıkar sağlayacak herhangi bir karasal iddiaya hemen karşı çıkmaktaydı. Bu yüzden Türkiye Dağlık Karabağ oyununun eskiden beri içerisindedir. 1921 antlaşmasına göre Türkiye Nahçıvan ve Karabağ’ın garantör ülkesi konumundadır. Sonuç olarak Türkiye çatışmada bir yabancı olarak görülemez ve bu topraklarda yaşanacak bir değişim Türkiye’nin onayını almak durumundadır.
Daha önce de belirtildiği gibi İran başlangıçta Azerilerin öncelikli müttefiki olarak görülmüştü. Dahası İran Şii Azeri nüfusuna sahip bir İslami ülkeydi ve önemli sayıda Azeri nüfusa sahipti. Bu yüzden İran’ın savaşta Hıristiyan Ermenistan’a karşı Azerbaycan’ı Azeri Müslümanlar üzerinde etki kazanmak amacıyla destekleyeceği öngörülmüştü. Ancak Azeriler için olaylar böyle gelişmedi. Tam tersine İran, zımni desteğini çatışmada birkaç sebepten ötürü Ermenistan’a verdi. Bu sebeplerden birisi petrol zengini Azerbaycan’ın İran’ın kuzey sınırında İran’a tehlikeli görünmesiydi. Diğer bir sebep İran’ın ekonomisi eğer inişe devam ederse Azeri azınlığın İran içerisinde ayrılıkçı duygularını alevlendirebileceği endişesiydi. Dilip Hiro’nun belirttiği gibi, İran’ın başkanı Rafsanjani uzun dönemde Azeri milliyetçiliğinin Tahran’daki İslami rejim için bir sorun oluşturacağını belirtmekteydi. Ona göre güçlü ve bağımsız bir Azerbaycan devletinin ortaya çıkışı İran içerisindeki Azeri milliyetçiliğinin alevlerini savurabilirdi. Bu yüzden ne İran ne de Orta Asya Türk devletleri çatışmalarda Moskova ile ilişkilerinin bozulmaması için Azerbaycan’a destek vermediler.
Ankara, Bakü’yü 9 Kasım 1991’de tanıdı. 1992’nin ilk yarısında Azerbaycan’daki iç karışıklıklar ve ülkede bakanların istikrarsızlıkları devletin ilişkilerini geliştirmesinde zorluklar yaşanmasına neden oldu. Türkiye ile Azerbaycan’ın ilişkilerini incelerken Azerbaycan’ın asla çatışmada Türkiye’nin müdahalesine başvurmadığını söylemekte yarar vardır. Ankara’daki Azerbaycan büyükelçisinin belirttiğine göre, Azerbaycan’ın Türkiye’den istediği destek, dünyaya hikayenin Azerbaycan tarafını göstermek amacıyla Türkiye’nin Batı ittifakındaki temaslarını kullanmasıydı. Tıpkı büyükelçinin istediği gibi oldu. Zamanın Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Avrupa başkentlerine konu hakkında mekik diplomasisine başladı ve konuyu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın gündemine taşıdı. Ayrıca kişisel olarak konuyu görüşmek üzere Birleşik Devletler Dışişleri Bakanı James Baker’ı aradı. Başbakan Demirel, müdahale için gereken bir durum olmadığını ve Azerilerin bunu zaten hiç istemediklerini belirtti. Ancak Türkiye’nin bu çatışma hakkındaki tarafsızlığı Şubat 1992’de Hocalı’da meydana gelen katliam sonrasında zorlanmaya başladı. Türkiye’de Ermeni karşıtı büyük gösteriler düzenlendi. Yüz binlerce kişi Azerbaycan’a Türkiye’nin müdahale etmesi için yürüdü. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Ermenilerin artık korkması gerektiğini açıklayınca bu demeç Ermeniler arasında “acaba yeni bir Ermeni soykırımı mı kapıda?” şeklinde yorumlara sebep oldu. Bu ölümler karşısında dönemin Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş “Azerbaycan işgal ediliyorken Türkiye elleri kolları bağlı duramaz” dedi. Eski Başbakan ve Demokratik Sol Parti lideri Bülent Ecevit, Türkiye’nin destek olmadaki başarısızlığının ülkenin Azerbaycan ve Orta Asya’daki prestijini olumsuz etkileyeceğini bildirdi. Ankara’nın Ermenistan’a ve Azerbaycan’a olan politikasının oluşturulması ve uygulanmasında beş faktör Türkiye’yi kısıtladı. Bunlardan ilki, Kemalizm doktriniydi ki bu doktrin yurt dışında herhangi bir maceracılığı yasaklıyordu. Bu çerçevede Türkiye Kıbrıs ve Musul Türkleri konuları dışarısında herhangi bir çatışmaya girmemeliydi. İkinci olarak, Türkiye’yi en fazla sınırlayan Batı müttefikleriydi. Batı ülkeleri çatışmadan uzak durmayı seçmişken Türkiye’ye de Azerbaycan tarafında yer almaması için baskı uyguluyorlardı. Onlar, Rusya’nın ve İran’ın da içine çekilebileceği çok taraflı bir oyundan korkuyorlardı. Üçüncü faktör, Türkiye’nin Rusya ile ilişkisinin bozulmaması idi. Dördüncü olarak, Ankara’yı kısıtlayan Osmanlı ordusu tarafından Ermenilerin Doğu Anadolu’dan sürülmesiydi. Bu bağlamda, Ermeniler ABD’de soykırım olarak bu faaliyetin tanınması için çalışmaktaydılar. Dahası Türkiye’nin tutumunu etkileyen bir başka neden ülkenin 1974’te Kıbrıs’ta tecrübe ettiği askeri müdahale idi. Hem Kıbrıs’ta hem de Karabağ’da saldırılara maruz kalan Türklerdi. Ancak batı Avrupa ile bütünleşme isteği ile Rusya ile olan ekonomik ilişkileri Türkiye’nin bölgede bir askeri müdahalede bulunmasını engellemiş gibi gözükmekteydi. Sonuç olarak, Azerilerin gözünde bu olaylardan sonra Türkiye özellikle Ermenilere enerji sağlama konusunda da adımlar atınca ağır bir şekilde prestij kaybetti.
VII. SONUÇ
Sonuç olarak, Dağlık Karabağ çatışmaları Azerbaycan’da yerinden edilmiş insan gruplarının ağır toplumsal ve ekonomik yükünü devletlere yüklemiştir ki bu gruplar işsiz, eğitimsiz ve fakir kalmışlardır. Ermenistan’ın 1994’deki askeri başarısı ve Azerbaycan topraklarının beşte birini işgal etmesi bu ülke için bir güvenlik zaferidir. SSCB’nin bir dizi politika uygulamaları ve stratejik endişeleri karasal sınırları, ekonomik yapıları ve sadece Dağlık Karabağ’ı değil Azeriler ile Ermenilerin bağlantılı olduğu diğer bölgeleri de şekillendirdi. Vuku bulmuş etnik kargaşa bölgenin karasal, ekonomik ve demografik tarihi ile de yakından ilişkilidir. Leninist bir yaklaşım olan sosyalist sistemin ulusal düşmanlıkları ortadan kaldıracağı varsayımı bu bölge için geçerli olmamıştır. Ermenilere göre Sovyet yönetimi boyunca Azeriler Ermeni topluluklara ve azınlıklara baskı uygulayıp ayrımcılık yaptılar ki bir bütün olarak ülkenin demografik yapısını değiştirebilsinler. Bu yüzden Ermeniler askeri müdahalelerini ve Dağlık Karabağ’ı geri alışlarını haklı ve yasal bir faaliyet olarak görmektedirler. Bu durum Türkiye-Ermenistan ilişkilerini de etkilemiş ve 2010 yılında sorunun artık çözülmesi gerektiği yetkililerce belirtilmeye başlanmıştır.
İsmail DEMİR
Kocaeli Üniversitesi – Uluslararası İlişkiler
Yüksek Lisans Öğrencisi
KAYNAKÇA
MAKALELER
• Democracy and Nationalism in Armenia, Peter Rutland, Europe-Asia Studies, Vol. 46, No. 5 (1994), s. 839-861.
• Ethnic Conflicts in the Former USSR: The Use and Misuse of Typologies and Data, Valery Tishkov, Journal of Peace Research, Vol. 36, No. 5 (Sep., 1999), s. 571-591.
• Hurting Stalemate or Mediation? The Conflict over Nagorno-Karabakh, 1990-95, Moorad Mooradian and Daniel Druckman, Journal of Peace Research, Vol. 36, No. 6 (Nov., 1999), s. 709-727.
• Ethnic Conflict in the Transcausasus: The Case of Nagorno-Karabakh, A. N. Yamskov, Theory and Society, Vol. 20, No. 5, Special Issue on Ethnic Conflict in the Soviet Union (Oct., 1991), s. 631-660.
• Democratic Legitimacy and the Recognition of States and Governments, Sean D. Murphy, The International and Comparative Law Quarterly, Vol. 48, No. 3 (Jul., 1999), s. 545- 581.
• A Workable Clinton Doctrine, Charles William Maynes, Foreign Policy, No. 93 (Winter, 1993-1994), s. 3-21.
• Humanitarian Intervention and Peacekeeping in the Former Soviet Union and Eastern Europe, Terry McNeill, International Political Science Review / Revue internationale de science politique, Vol. 18, No. 1, The Dilemmas of Humanitarian Intervention. Les dilemmes de l’intervention humanitaire (Jan., 1997), s. 95-113.
• Separatist States and Post-Soviet Conflicts, Dov Lynch, International Affairs (Royal Institute of International Affairs 1944-), Vol. 78, No. 4 (Oct., 2002), s. 831-848.
• The Armenian-Azerbaijani Conflict: Structure and Sentiment, Tamara Dragadze, Third World Quarterly, Vol. 11, No. 1 (Jan., 1989), s. 55-71.
• Turkey and the Conflict in Nagorno Karabakh: A Delicate Balance, Svante E. Cornell, Middle Eastern Studies, Vol. 34, No. 1 (Jan., 1998), s. 51-72.
• A new U.S. Policy Toward Democracy in Post-Communist Europe and Eurasia, Adrian A. Basora and Jean F. Boone, Problems of Post-Communism, vol. 57, no. 1, January/February 2010, s. 3–16.
İNTERNET
-http://www.turksam.org
-http://www.haber7.com
-http://www.zaman.com.tr
-http://www.tarihim.org
– http://www.trt.net.tr
Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu Karabağ Sorunu