Kafkasya ve Çeçenistan Çatışması

 I. GİRİŞ

SSCB’nin 1991 yılında tarihe karışması ile bulunduğu coğrafyada 15 yeni bağımsız devlet ortaya çıkmıştır. Bu devletlerden Kafkasya ve Orta Asya’da bulunanların çoğunu Türkiye’nin ırk, dil, din, kültür ve tarih birlikteliği bulunan Türk cumhuriyetleri oluşturmaktadır. Özellikle Kafkasya, Türkiye’ye komşu olması, Azerbaycan gibi Türkiye açısından önemli bir müttefikin bu bölgede bulunması ve bölgede devam eden çatışma ve krizler nedeniyle Türk dış politikasında daha ön plana çıkmıştır.

Tarihinde görülen en büyük jeopolitik geri çekilmeyi yaşayan Rusya, en zayıf olduğu dönemde bile Kafkasya’dan ilgisini hiç eksiltmemiş, bu bölgeyi ‘yakın çevre’ doktrininin merkezine oturtarak gelişmelere yön veren en önemli dış aktör olma konumunu günümüze kadar sürdürmüştür. Putin yönetimi ile güçlü ekonomi, güçlü ordu ve güçlü devlet olma yönünde ilerleyen Rusya’nın gelecekte bölge üzerinde günümüzdekinden daha etkili olmak isteyeceğinden şüphe duyulmamalıdır.

Yaklaşık yarım yüzyıl süren Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle yıkılan dünya düzeninin yerine günümüzde bir yenisi daha kurulmaktadır. 1991 yılına kadar iki yüzyıl Rus hakimiyeti altında yaşayan Türk cumhuriyetleri günümüzde toprak bütünlüklerini ve bağımsızlıklarını koruyarak şekillenmekte olan yeni dünya düzeninde kendilerine yer edinme mücadelesi vermektedirler. Bu yeni devletlerin bağımsızlıklarının gelecekte güçlenerek devam etmesi veya sözde bağımsızlık düzeyinde kalması ya da bir gün sona ermesi ulusal ve bölgesel boyuttaki gelişmeler ile başta Rusya, ABD ve Türkiye olmak üzere çeşitli aktörlerin tutumuna bağlı olacak gibi gözükmektedir.

Kafkasya kuzey ile güney ve doğu ile batı yollarının düğüm noktasını oluşturmaktadır. Avrupa Rusya’sı ve Orta Asya ile Ortadoğu’yu birbirine bağlar. Asya ve Avrupa kıtalarını birbirinden ayıran bölgenin yüzölçümü yaklaşık 450 000 kilometrekaredir. Büyük Kafkas dağları bölgenin en önemli yükseltisidir. Bu dağ silsilesi Hazar Denizi sahilindeki Bakü’den Karadeniz sahillindeki Anapa’ya kadar kuzeybatı doğrultusunda uzanır. Bu dağlar aşılması güç büyük birer coğrafî engeldir. Büyük Kafkas Dağları Kafkasya’yı iki kısma ayırır: Kuzey Kafkasya ve Transkafkasya. Kuzey Kafkasya Rusya Federasyonu’na bağlı yedi otonom cumhuriyetten oluşmaktadır. Bunlar; Adıgey, Karaçay-Çerkes, Kabardin-Balkar, Kuzey Osetya, Çeçenistan, İnguşetya ve Dağıstan cumhuriyetleridir. Brzezinski’nin ‘Avrupanın Balkanları’ ve ‘etnik kazan’ olarak tanımladığı bölgenin içine Kafkaslar da girmektedir.  Çalışmanın konusu bu cumhuriyetlerden birsi olan Çeçenistan’da 1990’lar ile beraber başlayan çatışmalar ve bu ihtilafa karşı büyük güçlerin ve komşuların tepkileridir.

Aleksandr Dugin’e göre, Kafkasya, Rus jeopolitiğinin en kırılgan noktasıdır. Rusya ile Türkiye ve İran arasındaki Kafkasya topraklarında şiddetli askerî çatışmaların olması tesadüf değildir. Kafkasya’nın kontrol edilmesi sıcak denizlere inişin önünü açmaktadır.  Rusya stratejik jeopolitik çıkarları gereği güneye ve XXI. yüzyılın önemli bölgelerinden biri olan Asya-Pasifik bölgesine açılımını sağlayan Kafkasya’dan vazgeçmemektedir. Kafkasya, Rusya için bulunduğu coğrafya itibariyle jeopolitik ve jeostratejik açıdan büyük önem taşımaktadır. Kafkasya, Orta Asya’nın stratejik ön cephesi, Batı ekseninde bir koridor, güney-kuzey ekseninde bir geçiş bölgesi olması dolayısıyla Rusya açısından hayatî öneme haizdir. Rusya; ABD, AB, Türkiye, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi diğer dış güçleri bölgede engellemeye çalışmaktadır. Çeçenistan çatışmaları sonrasında bu ülkeler duruma müdahil olmuş ve Rusya’ya bazıları göz yumarken bazıları el altından Çeçenlere yardım etmiştir.

II. ÇEÇENİSTAN SORUNU

1996 yılında George Washington Üniversitesi Ulusal Hukuk Merkezi’nde Hukuk Profesörü olan Thomas Buergenthal Çeçenistan’dan insan hakları ve katliamlar konulu makalesinde şöyle bahseder: “Benim için geçmişi özetleyen ve canlandıran,  Afrika’da açlık çeken çocukların resimleri, Kamboçya soykırımını doğrulayan istif edilmiş kafatasları ve Bosnalı ve Çeçen çocukların gözündeki korkudur.”

ABD Başkanı Clinton, Yeltsin’i birliğin korunması için bir haklı savaş başlatmada Abraham Lincoln ile karşılaştırmıştır.  Putin ise ilk politika açıklamalarında, Çeçenistan’ın herhangi bir çatışma alanı olmadığını ‘Rusya’nın geleceğini tayin edecek bir yer’ olduğunu belirtmiştir. Bundan kısa süre sonra Rus askerlerine Çeçenistan’da savaşma nedenlerinin açıkça devlet çöküşü tehlikesi olduğunu söylemiş ve eklemiştir: “Bilmenizi istiyorum ki ülke gerçekten sizin burada yaptıklarınıza ihtiyaç duymaktadır. Sadece ülkenin onur ve bütünlüğünün korunmasından bahsetmiyorum. Daha ciddi şeyler söylemeye çalışıyorum. Rusya’nın çözülmesine bir son vermek hakkında konuşuyoruz. Burada görevimiz budur”. Yaklaşık bir ay sonra ilk önemli televizyon röportajında şunları belirtmiştir: “Sirayet Volga’ya çıkıp diğer cumhuriyetlere sıçrayabilir. Ve o zaman Rusya’nın tamamen Yugoslavyalaşması başlayabilir ve insanlar bu toprakları birkaç bağımsız devletin ortaya çıktığı bir saha olarak görebilir”. Ancak Putin bile söylediklerine inanmamış olabilir. Ancak bazı Sovyet ve Rus cumhuriyetleri ayrılma niyetinde olduklarını Çeçenistan gibi belli etmişlerdi. Ancak Rusya Federasyonu geçmiş on yıllarda Sovyetler’den daha istikrarlı bir görüntü çizdi. Diğer taraftan modern Rusya’nın ellerinde en fazla haksızlığa uğratılan tek cumhuriyet Çeçenistan olarak gözükmektedir. Rusya, içindeki cumhuriyetlerin etnik kimliklerini ortadan kaldırmak için beceriksiz girişimlerde bulundu. Rusya’nın ordusu yoksullaşmış küçük Çeçenistan’da yeterince sorun yaşadı. Statükonun sürdürülme gerekçesi ‘bir bölge bir kez başarılı bir şekilde bağımsızlığını kazandı mı, uluslar arası isteksizliğe rağmen, değişim yeni statükonun ayrılmaz bir parçası olur’ olgusudur. Geçici istisnalar ayrı bir devlet olarak Çeçenistan’ın tanınmasının reddi gibi ortaya çıkar.

10 Aralık 1994’te Rus Başkanı Boris Yeltsin Rus silahlı kuvvetlerine Çeçenistan Cumhuriyeti’ne girme emri verdi. Bundan sekiz hafta sonra, Rus ordusu kötü organize olmuş bir şekilde savaşı sürdürmesine rağmen Çeçen başkenti Grozni’ye tahrip edici bir saldırı başlattı. Tahminlere göre 4 bin Rus askerinin ölümünden sonra birkaç bin Çeçen direnişçi ve Rus ve Çeçen karışık sayıları 15 ila 25 bin arasında değişen Grozni sakini hayatını kaybettikten sonra Rus kuvvetleri Grozni’nin kontrolünü ele geçirdi. Grozni düşünce, Çeçen direnişçiler Rus kuvvetlerine karşı yürüttükleri gerilla savaşına Çeçenistan dağları ve komşu İnguşetya bölgesinde devam ettiler. Sovyetler Birliği çöktüğünden beri ilk kez Rus sınırları içerisinde iç savaş patlak vermişti. Çeçen savaşı Rusya’nın ekonomik reformlarını tehdit eder hale gelmişti. Enflasyonu tetikliyor ve 1995 bütçesini tahmini 5 milyar dolar yani Rusya’nın gayri safi milli hasılasının % 2.5’ine denk gelen bir oranla geriyordu. Savaş ayrıca yeni bir Rus federal sisteminin oluşturulmasının altını oydu ki her cumhuriyette Moskova’dan daha fazla otonomi (kendi kendini yönetme) istenmeye başladı. Sonunda savaş Rusya ve Batı arasındaki ilişkileri gerdi, Avrupa’da NATO’nun genişlemesi için ivmeyi alevlendirirken Birleşik Devletler’de Rusya’ya yardım için desteği zayıflattı.  

Kısa vadede daha az belirgin fakat uzun vadede daha önemli olan Çeçenistan’daki savaşın Rusya içerisinde siyasal güçler dengesini dönüştürdüğü gerçeğiydi. Savaştan önce, 1995-96 seçimleri için adayların ve siyasal partilerin yer tutması sağlamlaştırılmaya başlandı; savaşın başlamasından itibaren, eski ittifaklar çöktü ve yeni ayrılmalar başladı. 1991’deki kargaşa boyunca iktidara gelen Dudayev eski bir Sovyet generaliydi ve 1.3 milyon kişiden oluşn Çeçen halkının bağımsızlığını ilan etti. Sorgulamaya gerek olmadan kabul edilebilir ki Rusya Federasyonu’nun Çeçenistan’daki saldırganlığının nedeni karasal bütünlüğünü korumaktı. Ancak Yeltsin’in neden bağımsızlık ilan edildiği 1991’de değil de üç yıl sonra Çeçenistan üzerine saldırı yaptığı pek anlaşılamadı. Gözlemcilerin ve yetkililerin genel kanısı bunun nedeninin Yeltsin’in başkanlığını korumak olduğu yönündeydi. Ayrıca 1995’teki bir ankete göre Rus halkının % 71’i Çeçenistan’da güç kullanımına karşı çıkarken % 16’sı saldırıları destekledi. Moskova ve diğer cumhuriyetler arasında Rusya’nın yapılacak yeni anayasası hakkında ikili müzakereler 1994’te devam ederken yalnızca bir cumhuriyet-Çeçenistan-Rusya’nın anayasal çerçeveli yeni federal yapısını tanımaya karşı geldi. Aralık 1994 itibariyle sorunu savaş ile zor kullanarak çözme taraftarı olan savaş partisi yanlıları şu isimlerdi: Savunma Bakanı Pavel Grachev, Federal Karşı İstihbarat Servisi başkanı Sergei Stepashin, Başbakan Yardımcısı Oleg Soskovets, Başbakan Yardımcısı Nikolai Yegorov, Güvenlik Konseyi Sekreteri Oleg Lobov ve Yeltsin’in kişisel güvenlik başkanı Aleksandr Korzhakov. Stepashin çabuk bir zafer bekliyordu. 26 Kasım 1994’te memurları Dudayev’i alaşağı etmek için yaptıkları girişimi yüzlerine gözlerine  bulaştırdılar. Ayrıca Stepashin Federal Karşı İstihbarat Servisi’nin var oluş nedenini Çeçenistan’daki bir müdahalenin uzun dönemde kanıtlayacağını düşünmekteydi. Soskovets ve Yegorov için savaş bir kariyer ilerlemesi önermekteydi.

Neredeyse başlangıçtan beri, Transkafkasya’da egemen siyasal-askerî oyuncu Rusya’nın kendisi olmuştur. Çeçenistan sıkıntısına rağmen, Rusya’nın Kafkasya’da karasal üssü ve Transkafkasya’da çeşitli müdahaleleri etki ve baskı kaldıraçlarının uygunluğu üzerine zeminlenmiştir. Rusya gücü, göreli büyüklüğü ve egemen bağlantılarıyla geçmiş iki yüzyıl boyunca bölgede baş aktör olmuştur. Çeçenistan sorunu ile Rusya’nın bölgede güvenlik ihtiyaçları yükselmiştir.

Avrupa, Soğuk Savaş’tan beri silahlı çatışmalar açısından en düşük sayıya sahiptir. 1996’da Çeçenistan üzerine yapılan antlaşmayla birlikte Avrupa’da hiçbir silahlı çatışma kalmamıştır. Ancak Orta Doğu önemli ölçüde devamlı süregelen çatışma seviyeleri göstermektedir. 1990’larda Avrupa ve Amerika bir dizi barış antlaşmalarına sahne olmuştur. Bunlardan bazıları Bosna üzerine yapılan Dayton Antlaşması, Rusya ve Çeçenler arasındaki barış süreci ve Orta Amerika’daki çeşitli barış antlaşmalarıdır. 1996’da Ruslar ve Çeçenler arasındaki barış süreci çok önemlidir. Taraflar beş yıl boyunca birbirlerine saldırmayacaklarının garantisini vermişlerdir. Çatışma bitip ateşkes sağlanmış, Rus askerleri geri çekilmiş ve yeniden yapılanma başlamıştır.

Çeçenistan ile Rusya arasında Aralık 1994’ten Ağustos 1996’ya kadar süren savaş, askeri hedeflere karşı yürütülen bir savaş olmaktan ziyade sivil halka karşı yürütülen bir savaştı. Bunun sebebi asla iki iyi örgütlenmiş askeri organlar arasında bir savaş durumu olmaması gerçeği idi ancak Birleşik Devletler’in Vietnam savaşı ya da Sovyetler Birliği’nin Afganistan deneyimi ile karşılaştırılabilir bir gerilla savaşına doğru gelişmekteydi. Bu isyan kuvvetlerinin yerleştiği sivil muhitlerde meydana gelen savaş gerçeğine yol açtı ve bu yüzden belirli bir dereceye kadar savaşanlarla savaşmayanlar arasındaki ayrımları bulanıklaştırdı. Bunun birincil örneği Çeçenistan’ın başkenti Grozni’dir ki bu şehir ilk safhada ve savaşın sonunda düşmanlıkların gerçek ve sembolik merkeziydi.

1988’den beri Kafkasya’da hüküm süren çatışmalar arasında Çeçen savaşı insan uygulamaları ve maddi tahribat yönünden en ciddisi olagelmiştir. Bunun sebepleri iki yönlüdür: ilk olarak, dünyanın en büyük askeri makinelerini yani Rus ordusunu içermiştir; ikincisi, diğer çatışmalara benzemeyen bir biçimde, hayat ve ölüm üzerine bir uğraşı gözler önüne sermiştir. Rus ordusu askeri ve sayısal üstünlüğüne rağmen savaşa son vermeye muktedir olamadı. Sonuç olarak bu savaşta ölü sayısı korkutucuydu. Bazı kesimler ölü sayısını 50 000 olarak açıklarken kesin raporlara göre kayıpların sayısı 80 000’e yaklaşmaktaydı. Evsiz, yaralı ve mültecilerin sayısı bu figürü aşmaktadır. Kayıpların çoğunluğu Rus ve Çeçen kökenli sivillerdi.

Bir dereceye kadar, her iki taraf da Çeçen savaşında insan hakları ihlalleri ile suçlanabilir. Çeçen tarafı kendisini rehine almakla suçlu duruma düşürmüş ve birkaç bölgede terörist saldırılarda bulunmuşlardır. İki büyük olay ayrıntılı incelemeyi hak eder: ilki bir Çeçen çetesinin Haziran 1995’te Budennovsk’ta on iki Rus’u infaz ettiği bir hastanede bin kadar insanı alıkoymasıydı.  Sonuç olarak 120 kadar rehine hayatını kaybetti. İkinci olay, Kızlyar’da Ocak 1996’da bir başka Çeçen çetesinin yakın bir Rus helikopter üssüne baskın yaptıktan sonra bir köyün kontrolünü ele geçirmesiydi. Bu iki olay Çeçen tarafının savaş boyunca insan hakları ihlallerinde bulunduğu olaylardı. Ayrıca Çeçenler sivilleri kalkan olarak kullanmalarına rağmen bu tutumun kullanışsız olduğunun daha sonra farkına vardılar. Diğer taraftan Rus işgalinin ilk günlerinden itibaren Rus kuvvetlerinin faaliyetlerinde insan haklarına saygısızlık gözlemlenebilir. Bunlar değişik kategorilere ayrılabilir: sivil bölgelerin gelişigüzel bombalanması, işkenceler, katliamlar ve mayınların döşenmesi. Grozni sonunda Rusların ellerine geçtiğinde Helsinki Gözetimi konuya ‘Rus askerleri Çeçenistan’da büyük ihlaller işlediler ve sivil nüfus acı çekmeye devam ediyor’ cümleleriyle yaklaştı. Ayrıca Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı temsilcileri Çeçenistan’daki Grozni şehrinin durumunu II. Dünya Savaşı’nda büyük yıkıma maruz kalan Stalingrad şehriyle karşılaştırdı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1969 nolu maddenin 2444’üncü önergesi sivil topluluklara karşı başlatılan böyle saldırıların yasaklandığını, düşmanlıklar içerisinde yer alan taraflarla sivil nüfus arasında bir ayrım gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir.  Sivillere karşı gelişigüzel saldırıların önlenmesi hususundaki maddeler Cenova Sözleşmelerinde belirtilmiştir. Cenova Sözleşmeleri’nin üçüncü maddesinde hayata ve şahıslara karşı öldürme, zalimce davranış ve işkence gibi saldırılar, rehine almak ve kişisel haysiyete hakaret veya tecavüz yasaklanmıştır. Bunların dışında bir başka tartışılan konu Rus kuvvetlerinin kimyasal silah kullanıp kullanmadığıdır. 1995 Ağustosunda yardım çalışanları Çeçenistan’da kimysasal silahların kullanıldığına dair kanıtlar elde ettiler. Bu kanıtlar, ağaçların ve bitkilerin yapraklarının tahrip olmuş olması, köylüler arasında deri tahrişi vakalarının görülmesi, ve sarı gazları gören şahitler idi. Rus ordusunun kendi vatandaşlarına karşı yürüttüğü faaliyetler modern tarihte pek az olaya benzemektedir. Toplama kamplarının apaçık varlığı, tıbbi deneyler olasılığı ve tüm yetişkin erkeklerin toplumun geri kalanından ayrılması yirminci yüzyılda Avrupa’da bir tek benzer bulmaktadır: II. Dünya Savaşı’ndaki Nazi Almanya’sı. 1940’lardaki Almanya ile 1990’lardaki Sovyetler Birliği arasındaki tek fark Almanya’nın amacını uygulamakta daha etkili olduğudur.  Çeçen halkına karşı soykırımsal uygulamalar iddiaları genelde Çeçen tarafından gelmiştir ancak ayrıca uluslar arası ve Rus gözlemciler de aynı gözlemler de bulunmuşlardır.

Dudaev hükümeti 1995 Şubatında 12 ila 20 yaş arasındaki Çeçen erkeklerin sistematik infazını açıklayan bir bildirge yayınladı. Bu faaliyetler Rusların kontrol ettiği bölgelerde yaşanmaktaydı. Sivil halka karşı katliamların yapıldığı gözlemciler tarafından belirtilmekteydi. Samashki katliamı bunlardan en çarpıcı olanıdır. Batı Çeçenistan’da Samashki köyü üç gün boyunca ağır silahlarla vuruldu. Bunu takiben 3 000 asker köye girdi ve belirtilenlere göre gelişigüzel ateş edip bodrum katlarına bombalar atarak sivillere işkenceler yaptılar. Diğer bölgelerdeki vakalarda olduğu gibi Samashki köyünde de Rus askerler uyuşturucu ve alkolün etkisindeydiler. Çeçen direnişçiler votka ve para karşılığında Rus askerlerinden silah alıyorlardı.

III. SAVAŞ BOYUNCA RUS MEDYASI

1993 seçim kampanyasında Rus medyasının performansı Avrupa Birliği nezareti altında Rusya’nın yedi bölgesine gönderilen sekiz gözlemci tarafından sistematik olarak gözlemlenmiştir. Raporları, kampanya boyunca televizyonda ayrılan reklam süresi kendisine verilen muhalefeti onaylarken bazı peşin hüküm kanıtı da belirtmiştir. Seçim arefesinde Rusya’nın birinci televizyon kanalında yayına çıkan Vladimir Zhirinovsky’e yapılan saldırıları onaylamamıştır. Ve raporları diğer konuların arasında ‘Anayasa taslağı hakkındaki baskının doğrudan ve dolaylı olarak tüm medya üzerinde hükümet tarafından uygulanması” derin şekilde zarar vermiştir. Bir yıl sonra Çeçenistan krizi boyunca, Rus medyası daha sağlıklı görünmüştür. Hükümet şimdi Birleşik Devletler hükümetinin Vietnam Savaşı boyunca yüzleştiği duruma benzemese de yeni bir sorunla karşılaşmaktaydı. Bazı haberlerin yazılmasının yasaklanması artık mümkün değildi. 29 Aralık 1994 tarihli Izvestiya gazetesi başlığında ‘Çeçen savaşı Moskova’da kaybedildi’ yazmaktaydı. Ayrıca haftalık çıkan Literaturnaya gazeta isimli gazetede ‘Ruslar Çeçenistan’da ikinci bir Afganistan ile yüz yüze olabilir’ başlıklı haberi vardı. Ancak Çeçenistan savaşının takip edilmesindeki en önemli faktör şüphesiz devletin finanse etmediği televizyonların rolüydü. İlk kez, Ruslar kendi yaralı askerlerinin röportajlarını ve Rus askerlere ateş etmemeleri için yalvaran kadınların görüntülerini kendi oturma odalarında izlemeye muktedirdiler. Burada 1993’te Moskova’da kurulan NTV televizyonu Avrupa Rusyası’ndaki 100 milyona yakın izleyicisiyle önemli bir rol oynadı.

IV. ULUSLAR ARASI TEPKİLER

Birleşik Devletler, başlangıcından beri çatışmaya karşı duruşunda çok dikkatliydi. Birleşik Devletler Dışişleri Bakanı Warren Christopher bile Amerikan iç savaşı ile Çeçenistan’Daki savaşı karşılaştıran yersiz bir açıklama yapmıştı. 1995 başlarında Birleşik Devletler hükümeti kendisini Rus tavrını hafif olarak eleştirme zorunda olarak görmüştür. Uzun zamandır Clinton’u Yeltsin ile ilişkilerini düzelttiği için eleştiren cumhuriyetçilerin lider olduğu Senato’nun baskısından sonra Başkan Clinton hayal kırıklığını ifade etti. Buna rağmen ABD yönetimi, Rusya’ya ekonomik yardım hususunda şartlılık koymakla asla tehdit etmedi. Çeçenistan savaşı Rusya’nın bir iç meselesi olarak görüldü ancak bu durumda kitle katliamları bir tezat oluşturmaktaydı. Uluslar arası insani hukukun bir köşe taşı olan insan haklarının kitle ihlalleri konusunun asla bir ülkenin iç meselesi olamayacağı hususu unutulmuştu.  

Avrupa devletleri ve Avrupa Birliği başlangıçtan itibaren daha sıkı bir duruş sergilediler. Rusya’nın karasal bütünlüğüne saygı gösterip Çeçenistan’ı Rusya’nın bir parçası olarak kabul etmelerine rağmen, insan hakları ihlallerine getirilen eleştiri güçlüydü. AB Komisyonu üyesi van den Broek Rus ordusu tarafından uygulanan orantısız gücü kınadı. O zaman Fransız Dışişleri Bakanı olan Alain Juppé Rusya’nın insan hakları uygulamalarına saygı göstermesi için Rusya’ya ekonomik baskı uygulayabileceklerini belirtmiştir. AB ve Rusya arasındaki bir ortaklık antlaşması iptal edilmiştir. Belirli Avrupa devletleri, özellikle İskandinav ve Baltık ülkeleri, Rusya’ya karşı yaptırımları savundular.

Bir Müslüman ulusa karşı işlenen zorbalıklara karşı Müslüman dünyanın tepkisi Batı dünyasının cevabından çok daha güçlü bir doğaya sahipti. Buna rağmen halk tepkileri hükümetlerinkinden oldukça güçlüydü. Müslüman dünyanın cevabı beklenildiğinden çok daha sessizdi. Bu çatışmadan en fazla etkilenen iki ülke Kafkasya ile sınırları bulunan Türkiye ve İran’dı. Suriye, Ürdün ve İsrail’den sayıca daha fazla Kafkas kökenli nüfusa sahip olan Türkiye Cumhuriyeti Çeçen bir azınlığa da sahipti. Bu yüzden Türk hükümeti kamu oyunu dikkate almak durumundaydı. İstanbul ve Ankara’da gösteriler düzenlendi. Türk milliyetçisi ‘boz kurtlar’ Türkiye’nin Çeçenistan’ı tanıması için kulis çalışmaları yapıyor ve Dudaev’e silah tedariği yapılmasını destekliyorlardı. Türkiye, Rusya’nın Kürt sorunu hakkında PKK’ya destek verme olasılığı karşısında Çeçenleri açıkça destekleyemiyor ve bağımsız bir politika izleyemiyordu. İran ise Çeçen direnişçiler hakkında sessizdi. İran da tıpkı Türkiye gibi Tacikistan’da ve Çeçenistan’da Rusya’nın yaptığı katliamlara tepki olarak iç baskıya maruz kalıyordu. Ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde İran Rusya ile yakın ilişkiler geliştirmişti ve bazı ortak stratejik hedeflere sahipti: birincisi, Kafkaslar’da ve Orta Asya’da Türkiye’nin etkisini düşük tutmak; ikincisi, Hazar Denizi’nin petrol ve gaz kaynakları konusunda Rusya ile anlaşma sağlamak. Ayrıca Rusya, İran’ı nükleer programı için tüm gerekli maddeler ve teknisyenlerle desteklemekteydi ve bu yüzden Rusya, İran’ın en önemli dostlarından birisi haline gelmişti. Bu yüzden hem İran hem de Türkiye tıpkı Amerikalıların yaptığı gibi ulusal çıkarlarını insan hakları konusundan daha üstün gördü.  

Mısır, Ürdün ve Pakistan ile birlikte Libya’dan Endonezya’ya Müslüman ülkelerin çoğunda Çeçenlerin lehine gösteriler yapıldı. Buna rağmen, tüm bu ülkeler Rusya’ya baskı uygulayacak konuma sahip olan İran ve Türkiye gibi çatışmaya yakın bölgeler değildi. Suudi Arabistan buna rağmen, Çeçen tarafına fonlar sağladı. İslâmî Konferans Örgütü Rusya’yı sivil bölgeleri bombaladığı gerekçesiyle kınadı.
Tacikistan’daki iç savaş ile birlikte, Çeçenistan’daki savaş yüz bine yakın ölü, yüz binlerce mülteci ve evsiz insan ve tahrip olmuş bir şehir ile bir zamanlar Sovyetler Birliği olan topraklarda II. Dünya Savaşı’ndan beri meydana gelen en ciddi çatışmadır. 1990’ların sonunda müzakere edilen barış görüşmelerinin çatışmaya bir siyasal çözüm getirip getirmeyeceği de belli değildi. Çeçenistan’daki savaş sadece Moskova’da olduğu gibi Kafkasya’da da istikrarsızlaştırıcı sonuçlara neden olmadı, ayrıca Rus siyaseti ve siyaset yapıcıları hakkında daha geniş ve rahatsız edici soruları beraberinde getirdi. Çeçenler için bu çatışma ilk acıları değildi. II. Dünya Savaşı boyunca Stalinist politikalar sonucu ciddi baskı görmüşlerdi. Çeçen-İnguş cumhuriyetinin Naziler ile işbirliği yaptığını öne süren Sovyet yönetimi Şubat 1944’te cumhuriyeti boşalttı, ve yarım milyon insan göç etmek zorunda kaldı. Bu nüfusun üçte biri bu vahşi süreçte ölürken hayatta kalanlar Kazakistan’da yeniden yerleştiler. Çeçenistan üzerine çatışmalarda jeostratejik faktörler de önemli rol oynadı. 1991’den sonra Güney Kafkasya ve Orta Asya’da bağımsız devletlerin ortaya çıkışı, ve yeni zengin enerji kaynaklarını sömürme olanakları cumhuriyetin önemini arttırdı ve konumunu Çeçen elitlere olduğu kadar Ruslara da büyük bir sorun olarak gösterdi. Aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra Tataristan’dan farklı olarak Çeçenistan’ın ayrılmayı gerçek bir olanak haline getirdiği dış sınırın varlığı gerçeği daha tutarlı gözükmüştür. Rusya’da 1991 darbe girişiminin başarısızlığı Grozni’de Cohar Dudayev’in liderliği altında bir Çeçen ulusal hareketinin birleşimini hızlandırdı. Siyasal akışkanlık, kurumsallaşma eksikliği ve Moskova’da yönetimin çözülmemiş konuları Çeçenistan üzerindeki krize birkaç yolla etki etti. Yasaya temellendirilmiş açık bir federal yapı oluşturmadaki başarısızlık, 1992 Federal Antlaşması ve 1993 Anayasası hakkındaki süregelen belirsizlik, merkez ve cumhuriyetler arasındaki kurumsal meşruluk ve güç paylaşımı gibi temel konuları çözümsüz bıraktı.

Nigel Harris haftalık ekonomi ve siyaset gazetesinde şunu yazmıştır: “Çeçenistan kanayan bir yaradır. Putin rejimini ve askeri karmaşıklıktan arda kalanları çözebilir. Savaşla ilgili kamu oyu algılamasını kontrol etme ihtiyacı reform programını zayıflatmış ve medyanın kontrolüne yol açıp sıkı idare yanlılığı elementlerine ülkeyi geri döndürmüştür. Putin Çeçenlere atfedilen terörist saldırılara karşı cevap vermek amacıyla ve isyancı cumhuriyet Çeçenistan’ı yeniden fethetme yoluyla birlik kuracak olan yeni bir program üzerine 1999’da iktidara gelmiştir. Ancak bunlar geride kalmıştır. Halk savaşı bitirmedeki başarısızlığı görmüş ve sabırsızlanmıştır.”

USAK Başkanı Doç. Dr. Sedat Laçiner Kafkasya ve Çeçenistan hakkında şunları söylemektedir: “Bölge ülkelerinin nispeten küçük ve zayıf olmaları, buna karşın bölge halklarının dış bağlarının ayrı ayrı çok güçlü olması sonucunda dış müdahalelere daha açık bir ortam oluşturmuştur. Bölgenin diğer sistemler arasında sıkışıp kalmışlığının da etkisiyle bölgede oyun hem 20., hem de 21. yüzyılda daha çok büyük devletler arasında oynanan bir oyun olarak cereyan etmiştir. Ne yazık ki Kafkasya, kendi kaderini tayin edebilen insanların coğrafyası değildir. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Güney Kafkasya’da Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Kafkasya’nın geri kalan kısmında, Dağıstan ve Çeçenistan gibi yerlerde de huzursuzluklar meydana gelmiş, özerk cumhuriyetlerde ayrılma düşüncesinde olanlar olmuştur. Çeçenistan’daki mesele çok kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışılmıştır, hala da orada bir sorun devam etmektedir.”

V. RUSYA’DA DİN-DEVLET İLİŞKİLERİ VE İSLAM

Rusya’da İslam’ın ve Müslüman toplulukların bugünkü durumunu anlayabilmemiz için komünizm sonrasında değişen din-devlet ilişkilerini, daha somut bir ifadeyle hem kilise-devlet ilişkilerini hem de devletin ve Rus Ortodoks Kilisesi’nin İslam’a ve Müslümanlara bakışını anlamamız gerekiyor. Zira komünizm sonrası dönemde Rusya’da devletin başta Müslümanlar olmak üzere diğer dini gruplara karşı ürettiği siyaseti Rus Ortodoks Kilisesi’nden bağımsız düşünmemiz mümkün değil. Sovyet topraklarında 1980’li yıllarda uygulanmaya başlayan liberal politikalar, bölgedeki tüm dini kurumlar tarafından oldukça olumlu bir biçimde karşılandı. Bu süreçten en karlı çıkan dini kurum ise hiç şüphesiz Rus Ortodoks Kilisesi oldu. Sovyetler Birliği döneminde devletin sıkı kontrolü altında bulunan Kilise, yayın faaliyetlerini çeşitlendirme, eğitim faaliyetlerini artırma ve ibadet yerlerini yeniden inşa etme bakımından yeni fırsatlar elde etti. Bu durum Kilise’ye Rusya’nın dini hayatında yeniden merkezi bir rol elde etme imkanını verdi. Kilise de tüm enerjisini buna yoğunlaştırdı. Rus Ortodoks Kilisesi’nin devrim öncesi statüsüne dönüş talebi, yeni dönem ile Çarlık dönemi arasındaki en önemli süreklilik unsuru olarak ortaya çıktı.
John Anderson’a göre, Perestroyka reformlarının liberalleştirdiği din politikaları sayesinde özelde Rusya’da genelde ise tüm eski Sovyet coğrafyasında din-devlet ilişkilerinde iki önemli değişim ortaya çıktı. Birincisi; din-devlet ilişkilerinde komünist dönemdeki çatışmacı ilişki biçimi, yeni dönemde işbirliği modeline doğru evrildi. Tüm bölgede din, artık savaşılması gereken bir düşman olmaktan çıktı. İkinci değişim ise din politikalarının oluşturulma sürecinde ortaya çıktı. Bundan sonra din politikaları daha açık ve şeffaf bir süreçte oluşturulmaya başlandı. Başlandı başlanmasına ama Rusya’da din-devlet ilişkilerinde işbirliği modeli denildiğinde, hep Rus devleti ile Rus Ortodoks Kilisesi arasındaki işbirliği akıllara geldi. Ortodoksluk dışında kalan İslam, Katoliklik ve Protestanlık gibi azınlık dinleri ve mezhepleri yeni yasal liberal düzenlemelerden Rus Ortodoks Kilisesi kadar yararlanamadılar, hatta süreçten dışlandılar. Bunun en açık örneği, 1991 yılında “din ve vicdan özgürlüğü” ile ilgili olarak kabul edilen kanundan, 1997 yılında geçirilen yeni bir kanunla geri adım atılmasıdır. Bu durumun en önemli nedeni ise, 1991 yılında oluşturulan liberal ortama başta Rus Ortodoks Kilisesi olmak üzere muhafazakarların gösterdiği reaksiyondur. Rus Ortodoks Kilisesi’ni “Rusya’nın tarihi ve kültürel mirasının ayrılmaz bir parçası” olarak tanımlayan yeni düzenlemenin İslam, Budizm, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi diğer geleneksel dinleri hukuki olarak tanıması bile, yeni düzenlemeyi insan hakları savunucularının eleştirilerinden kurtaramamıştır. Zira 1997 düzenlemesi, 1991’de kabul edilen kanunla karşılaştırıldığında dini özgürlükler açısından pek çok kısıtlayıcı hüküm taşımaktadır.
Bugün Rusya’da, Rusya Müftülük Konseyi Başkanı Ravil Gaynutdin’in verdiği rakamlara göre 23 milyon Müslüman yaşamaktadır. Müslümanlar Rusya’da en fazla nüfus artış oranına sahip olan grubu oluşturuyor. Rus nüfus artış oranı azalırken, Müslüman nüfusu giderek artıyor. Müslüman nüfusun yoğunlaştığı bölgelerin başında Kuzey Kafkasya, Tataristan ve son yıllarda yaşanan işçi göçü nedeniyle Moskova geliyor. Kuzey Kafkasya ve Tataristan’da İslam’ın devletle kurduğu ilişki biçimi, Rusya’daki İslam’ın iki cephesini gösteriyor. Alexander Beningsen’in Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği dönemi içinde Tatar cedidizmi ve Kafkas müridizmi olarak ifadelendirdiği farklılaşma, Sovyet sonrası dönemde de varlığını devam ettiriyor. Kafkas müridizmi direnmeye, Tatar cedidizmi uzlaşma yollarını aramaya devam ediyor. Sovyet sonrası Rusya, pragmatist bir yaklaşımla Müslüman azınlıklara karşı otoriterliği ve esnekliği birleştirmiş durumda. Tataristan Cumhurbaşkanı Şeymiyev, Putin’e Ortadoğu turunda eşlik ederken, Rusya’nın Çeçenistan’daki insan hakları ihlalleri devam ediyor. Aynı şekilde Tataristan Cumhurbaşkanı Şeymiyev kendi tercih ettikleri ılımlı İslam modelini yaymak amacıyla kendi dini okullarını ve üniversitelerini açarken, diğer taraftan Rus hükümeti de Kafkasya’da “radikal İslam”ın etkisini kırmak amacıyla bir İslam üniversitesi açmayı hedefliyor.  
VI. KAFKASYA’DA DİN

Yüzyıllar boyunca çok çeşitli kavimlerin göç ve istilalarına sahne olan Kafkasya, Orta Asya ve Güney Rusya bozkırları ile Anadolu ve Ön Asya bölgeleri arasında bir köprü görevini üstlenmiş ve jeo-politik stratejik önemini her devirde korumuştur. 6.yüzyılda bölgenin en güçlü devleti olması ve genelde bölgeye hakim olmasından dolayı Bizansın etkisiyle Çerkesler 6. yüzyılda hristiyanlığı kabul etmişlerdi. (Kusko 1965: 11) Ancak daha sonraki yüzyıllarda Kafkasyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Çerkesler arasında da hristiyanlığın etkisi zayıflamış ve halk eski pagan inançlarına dönmüştü. İslamiyetin kabulüne kadar hristiyanlığın izleri kalmış ama halk genel olarak eski pagan inançlarını canlı bir şekilde yaşatmıştır. İslamiyet Kafkasya’ya 8. yüzyılda Ebu-Müslim önderliğindeki Arapların Hazar Türklerine saldırmaları ve bölgenin bazı kısımlarını fethetmeleriyle girdi. Ancak Arap ordularına karşı koyan ve onları geri püskürten Hazar Türkleri İslamiyetin Kafkasya’ya ve Kafkasya üzerinden Doğu Avrupa’ya yayılmasını engellediler. Bazı Müslüman Arap gruplarının Dağıstan’da kalarak buraya yerleşmeleriyle İslamiyet Dağıstan bölgesinde 8. yüzyıldan itibaren yayılmaya başladı. Lezgilerin bir kısmı 8. yüzyılda Müslüman olmaya başladı. Bunu 13. yüzyılda Akuşa halkı, 14. yüzyılda Darginler izledi. Çeçenlerin bir kısmı 10-11. yüzyıllarda Müslüman olmuşlardı.
Dağıstan ve Çeçenistan’ın aksine, İslamiyet Batı Kafkasya’daki Çerkesler arasında 15-17. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı vasıtasıyla yayılmaya başlamıştı. 17 yüzyılın ortalarında Kafkas halkı İslam dini ile tanıştı. Osmanlı tüccarlarının bölgeye gelmeleri neticesinde İslam dini ile tanışmış oldular. Kuzey Kafkasların Doğu bölgesinde bulunan bu günkü isimleriyle Dağıstan, Çeçenistan ve İngusetya Araplar tarafından İslami tanıdıkları için mezhep olarak genelde Şafii mezhebini benimsemişlerdir. Kuzey bölgesi olarak adlandırılan Soçi, Lazerovsk, Tuapse şehirlerini içeren, Karadeniz kıyı boylarında yaşayan Müslümanların bugünkü adlarıyla Adigey Cumhuriyetinin, Karaçay Çerkes Cumhuriyetinin, Kabardey-Balkar Cumhuriyetinin ve Osetya’nın bir bölgesinin Osmanlı İmparatorluğu sayesinde İslamı tanıdıkları için mezhep olarak Hanefi mezhebini ağırlıklı olarak yaşamaktadırlar. Bu arada Rus Çarlığı döneminde Hıristiyanlaştırma politikaları izlenmiş özellikle Osetya merkez alınmış ve halkın önemli bir kısmı Hıristiyanlaştırılmıştır.
İslamiyet’in toplumsal yapı içinde örgütlenip kurumlaşamadığı Batı Kafkasya’nın aksine, Doğu Kafkasya’da ortaya çıkan tarikatlar sayesinde İslam Dağıstan ve Çeçenistan halklarının hayatlarına yön veren unsur oldu. Nakşibendî tarikatı 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başında Şirvan yoluyla Dağıstan’a geldi ve oradan 19. yüzyıl ortalarında Çeçen bölgesine ve Batı Kafkasya’ya yayıldı. Dağıstan ve Çeçenistan’da hâkimiyet kuran Nakşibendî tarikatı Batı Kafkasya bölgesinde fazla bir varlık gösteremedi. Kadiri tarikatı, Kafkasya’da Nakşibendî tarikatından çok daha sonra, ancak 19. yüzyıl ortalarına doğru, Nakşibendîler tarafından yönetilen Dağıstanlıların direniş hareketinin mağlubiyetle neticelenmeye yüz tuttuğu sırada ortaya çıktı. Bu tarikat bilhassa Çeçenistan’da ve Dağıstan’da Rus baskısının daha şiddetli olduğu bölgelerde başarı elde etti. 1850-1865 yılları arasında, o döneme kadar putperest olan İnguşları Müslümanlaştıranlar da Kadiri vaizleri oldular.
1877 yılında ilk defa bir araya gelen Nakşibendî ve Kadiri tarikatı müritleri Çeçenistan ve Dağıstan’daki büyük isyanda aktif rol oynadılar. Nakşibendî ve Kadiri tarikatları arasında belli bir denge kurulmuştu. Nakşibendi tarikatı daha aristokratik ve tahsilli elemanları, buna karşılık Kadiri tarikatı ise daha sade inançları, vecdi dansları ve cehri zikri (Açıktan yüksek sesle yapılan zikir) ile, bilhassa daha fakir ve daha az kültürlü kimseleri kendine çekiyordu. Nakşibendiler Dağıstan’da hakim durumda idiler. Kadiriler ise Çeçen-İnguş bölgesinde merkezlenmişti. İslamiyet Kafkasya halklarının toplumsal yapıları üzerinde çok çeşitli tesirler bırakmış ve değişmeye sebep olmuştur. Batı Kafkasya’da aristokrasinin zayıflamasına ve toplumsal tabakalar arasında eşitlik düşüncesinin gelişmesine sebep olan İslamiyet, 19. yüzyılda Rusya’nın Kafkasları işgal etmesini de yıllarca geciktirmiş ve Kafkasya halkları arasında birlik ve dayanışma oluşturulmasına vesile olmuştur. Bugün Abhazya, Kuzey ve Güney Osetya’nın önemli bir kısmı hariç Kafkasyalıların neredeyse tamamı Müslüman’dır. Abhazya, Adığey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar, ve Osetya Hanefi, Çeçenistan, İnguşetya, Dağıstan ise Şafii mezhebine mensuptur.

VII. 11 EYLÜL VE ÇEÇENİSTAN

11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yapılan saldırılar bir kez daha uluslar arası güvenliğe bir tehdit olarak siyasal İslam hakkında soruları gündeme taşıdı. Uluslar arası siyasal arenada siyasal İslam’ın ortaya çıkışı yeni değildi ancak modası geçmiş bir dönemi anımsatıyordu. Kitle imha aracı olarak ulaştırma araçlarının kullanımı siyasal İslam’ı tekrar modernliğin bir parçası yapmış ve bu yüzden daha da korkutucu bir kimlik kazanmıştı. Kimi çevreler bu saldırıları kınamış ve insani değerlere karşı bir suç olarak görmüş, kimileri bu saldırıların İslam’a karşı yapılan bir komplo olduğunu savunmuş, bazıları ise olayların güçlü Amerikan karşıtlığından meydana geldiğini belirtmiştir. İşte bu Amerikan karşıtlığı, Çeçenistan’da ve Çeçen direnişçiler arasında, ABD, Rusya’nın Çeçenistan’ı işgalinde olumsuz tavır takınmadığı için tırmanmıştır.

Önemsiz bir nüfus ile Çeçenistan’ın bağımsızlık için bir zamanların süpergücüne karşı dışarıdan meşru ve bariz bir yardım almadan sürekli uzayan bir savaş yürütmesi inanılmazdır. Rusya, Avrasya’da 11 zaman dilimini kapsamaktadır. Çeçenistan ise İnguşetya’dan ayrıldığından beri hemen hemen 17 bin kilometrekare toprağa sahipti. Birçok insan için Çeçenistan’ın yerini dünya haritasında göstermek zorluk vericidir. Rusya 150 milyon nüfusa sahipken Çeçenistan 850 bin kişilik bir nüfusa sahiptir. 1991 Sovyet verilerine göre Çeçenistan’ın % 30’u Rus’tur. Çatışmalar devam ederken Batılı kaynaklar yaklaşık 300 bin kişinin göç ettiği yolunda haberler yaydılar. Böylece geride sadece 550 bin insan kalıyordu Çeçenistan’da. Bu nüfusun yaklaşık 275 bini erkek, 69 bini çocuktu. Çeçenistan’daki kargaşanın sonucunda kaynaklara göre 15 bin ölü, 38 bin yaralı ve 220 bin mülteci bulunmaktaydı. 124 köy tamamen harap olmuştu ve dahası 280 köy % 80 oranında tahribat görmüştü. 14, 500 çocuk sakat kalmış ve 20 bini yetim kalmıştı.  Bir on yıllık savaş Çeçenistan’da göz yaşı yüklüydü.

En azından yarım düzine terör olayı 2002 ve 2003 yıllarında kederli öyküleri gözler önüne serdi. Bu olaylardan bazıları kalp vericiydi, diğerleri inanılmaz bir şekilde acınacak durumdaydı ancak hepsi ortak bir terör tehdidi oluşturmaktaydı. Moskova’da Ekim 2002’de Çeçen isyancılar 700 izleyiciyi rehin aldıkları bir tiyatroyu ele geçirdiler.  Yetkililer ve isyancılar arasında günlerce süren müzakereler içeride yiyeceksiz ve susuz tıkılı kalmış insanlara çok az ferahlama getirmişti. Görüşmeler başarısız olunca Kremlin riski almayı kararlaştırdı ve binada güçlü bir yere serici gaz fırtınası estirmeyi planladı. Sonuçta 129 kişi ve tüm isyancılar hayatlarını kaybettiler. Mayıs 2003’te Çeçen başkenti Grozni’nin kuzeyinde yer alan Znamenskoe şehrinde iki isyancı intihar bombacısı yerel karşı haber alma güvenlik kuvvetlerinin bulunduğu hükümet binasına bomba yüklü bir kamyonu sürdüler. Binanın güvenlik güçleri kamyonu durdurmak için ateş açtılar ancak kamyon güvenlik bariyerlerini parça parça etti ve bir alev topuna dönüştü. 40 kişi öldü ve birkaç kişi yaralandı.  Bina harap oldu. 2003 Haziranı’nın başlarında ise bir askeri otobüs resmi görevde Kuzey Osetya’daki Mozdok şehrinden yakınlardaki bir hava üssüne seyahat ediyordu. Otobüsün içinde hizmetliler ile birlikte havacı askerler de vardı. Otobüs hemzemin geçitte işaret beklerken masum görünüşlü ve beyazlar içinde sağlık görevlisi kılığında bir kadın yaklaştı ve şiddetli bir patlama oldu. 15 kişi öldü ve diğerleri yaralandı. 5 Temmuz 2003 Moskova’da bunaltıcı bir cumartesiydi. Kremlin 5 Ekim 2003’te Çeçenistan’da başkanlık seçimlerinin yapılacağını duyurmuştu. Çabuk bir cevap veren isyancılar Moskova’da bir tiyatroda  bir başka terör saldırısı düzenlediler. 13 insan öldü ve birçok kişi de yaralandı. Başkan Putin Özbekistan’a olan ziyaretini ertelemek durumunda kaldı. 1 Ağustos 2003 akşam üstü, patlayıcı yüklü bir kamyon Mozdok’ta bir askerî hastaneye dalarak dört metrelik krater oluşturdu. Resmi rakamlara göre ölü sayısı 35’ti. Hastane çöktü ve hastalar ile personel içeride öldüler.

VIII. SONUÇ

Sovyetler’in çöküşü ve 11 Eylül saldırıları Rusya ve Amerikan politikalarında önemli etkiler bırakırken Çeçenistan için de ciddi sonuçlar doğurdu. ABD, Çeçenistan sorununa Rusya’nın insan haklarını ihlal etmesi bakımından yaklaşmaktayken, 11 Eylül sonrası dönemde aniden politika değişikliğine gitti ve Afganistan’da Taliban’a karşı savaşlarında Rus desteği aradı. Sovyetler’in çökmesinden hemen sonra Çeçenistan’da cinayetlerde büyük artış gözlendi. 1991-1992 yıllarında bu bölgede 1,200 cinayet işlendi. Kuzey Kafkasya’da ayrıca tren soygunlarında sadece 1993-1994 yıllarında 4 milyon dolar toplandı. 2000’in ilk yarısında 450 tren basıldı ve yedi milyar rublelik zarar oluştu. Çeçenler Rusya Federasyonu vatandaşı olmanın avantajını kullanmaktalar. Rusya’ya kabadayılık eden Çeçenler ile kesinkes ilgilenilmelidir. Bu cephede sopa gösterilirken normal vatandaşlık belirtileri gösteren insanlara da kolaylık gösterilmelidir. İslamî dünyada Rusya’nın diplomasisi insiyatifi ele almalı, savaşın Çeçenlere yönelik değil teröristlere yönelik olduğunu anlatmalıdır. Raporlara göre Çeçenistan’da 13 bin Arap bulunmaktadır. Bölgesel ve İslamî sonuçlarıyla birlikte, Çeçen davası ABD’nin başını çektiği teröre karşı küresel savaş fikrine uymaktadır. Bu yüzden Çeçenistan’ın sorunları ve konuları bölgesel veya Kafkasya ile sınırlı olarak değil, küresel seviyede tartışılmalıdır.

İsmail DEMİR

Kocaeli Üniversitesi – Uluslararası İlişkiler

 

 

 

KAYNAKÇA

KİTAPLAR

•    Büyük Satranç Tahtası, Amerika’nın küresel üstünlüğü ve bunun jeostratejik gereklilikleri, Zbigniew Brzezinski, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2005.
•    Rusya’nın Transkafkasya Politikası ve Türkiye’ye Etkileri, Ahmet Sapmaz, Ötüken Yayınları, İstanbul 2008.

MAKALELER

•    The Russian Media in Post-Soviet Conditions, David Wedgwood Benn, Europe-Asia Studies, Vol. 48, No. 3 (May, 1996), s. 471-479.
•    International Reactions to Massive Human Rights Violations: The Case of Chechnya, Svante E. Cornell, Europe-Asia Studies, Vol. 51, No. 1 (Jan., 1999), s. 85-100.
•    Armed Conflicts, Conflict Termination and Peace Agreements, 1989-96, Peter Wallensteen and Margareta Sollenberg, Journal of Peace Research, Vol. 34, No. 3 (Aug., 1997), s. 339-358.
•    Remembering the Auschwitz Death March, Thomas Buergenthal, Human Rights Quarterly, Vol. 18, No. 4 (Nov., 1996), s. 874-876.
•    Russia: Consolidation or Collapse?, Henry E. Hale and Rein Taagepera, Europe-Asia Studies, Vol. 54, No. 7 (Nov., 2002), s. 1101-1125.
•    Eurasia Letter: Russia and the New Transcaucasus, David E. Mark, Foreign Policy, No. 105 (Winter, 1996-1997), s. 141-159.
•    Eurasia Letter: Russian Politics after Chechnya, Michael McFaul, Foreign Policy, No. 99 (Summer, 1995), s. 149-165.
•    Getting Russia Right, Michael McFaul, Foreign Policy, No. 117 (Winter, 1999-2000), s. 58-73.
•    Contested Sovereignty: The Tragedy of Chechnya, Gail W. Lapidus, International Security, Vol. 23, No. 1 (Summer, 1998), s. 5-49.
•    Russia: Crashing into the Modern World, Nigel Harris, Economic and Political Weekly, Vol. 36, No. 33 (Aug. 18-24, 2001), s. 3134-3136.
•    Islamic Threat to Stability: How Real?, Frédéric Grare, Economic and Political Weekly, Vol. 36, No. 48 (Dec. 1-7, 2001), s. 4461-4463.
•    Ground Realities after 9/11, P. L. Dash, Economic and Political Weekly, Vol. 38, No. 33 (Aug. 16-22, 2003), s. 3460-3462.

İNTERNET

-http://www.usakgundem.com
-http://dusuncegundem.com
-http://muslumancerkes.com

{jcomments on} 

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...

Küresel Göç Yönetiminde Sivil Toplumun Etkisi: Sivil Toplumun Katkısı ve Sınırları

Kaancan Koçak  Sivil Toplum Çalışmaları O-Staj Programı Özet Göç insanlık tarihinin en...