Kadın Vücudunun Metalaştırılmasına Marksist Bir Bakış

Kapitalizmin en büyük kurbanlarını düşündünüz mü hiç? Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşamını sürdüren kadınlar, çocuklar ve engelliler, kısıtlı bir ücret karşılığında hayatını sürdürmeye çalışan insanlar… Bu yazıda amaçlanan, içinde bulunduğumuz ekonomik sistemde kadınların yerini Marksist bir yaklaşımla incelemektir. Bu sayede kadınların içinde bulunduğu sömürü düzeniyle dünyanın ekonomik parametrelerinin bu sömürüye ne eklediğine bakılacaktır. Kadınların cinsel sömürüsünün sıradan olduğu bir dünyada, kapitalizm ve cinsiyet eşitsizliği bu sömürünün devamını sağlamaktadır. 

Dünya geneline, özellikle dezavantajlı diyebileceğimiz ekonomik olarak gelişememiş ülkelere baktığımızda, kadınların karşılaştığı sorunların başında kadın ticareti, seks işçiliği ve buna bağlı olarak HIV/AIDS hastalıklarının artan görülme oranları gelmektedir. Örneğin Tayland’da kadınlar genellikle yoksulluk, Tayland hükümetinin fırsat eşitliği yaratmak ve kadınların yaşamlarını iyileştirmek yerine ülkeye erkek turistler getirmeye ve Taylandlı erkekleri “memnun etmeye” odaklanması nedeniyle seks işçisi olarak hareket etmeye zorlanmaktadır (Lu, 2013). Ülkede yoğun doğum kontrolü reklamlarının gerçek nedeni, ülkedeki seks işçilerini etkileyen ve artan HIV/AIDS oranlarıdır (Lu, 2013). Tayland’da gebeliği önleyici reklamcılık kadınlara, pozitif cinsel keşiflere veya aile planlamasına yönelik değildir – erkekleri yararlandıkları kadınlardan HIV/AIDS’e yakalanmaktan kurtarmak içindir (Lu, 2013). Tayland hükümeti kâr odaklıdır, bu nedenle üst ve orta sınıf, cisgender, beyaz erkeklerin “dünyanın en iyi seks turizmi destinasyonuna, (beyaz) erkeklerin Oryantalist fantezilerini gerçekleştirebilecekleri” yere, ekonomik büyümeyi artırmak için gelmelerini sağlamak zorundadır (Lu, 2013). Tüm bu fikir, Simpson’ın açıkladığı gibi, erkek bakışının kurduğu iktidar yapılarını somutlaştırır: “Erkek bakışı, kadınlara bakan erkekleri içerir ve turist bakışı, Batılı erkek turistlerin ‘aşağıdaki’ egzotik kadın olarak Öteki’ye bakmasını ve tüketmesini içeren seks turizmi bağlamında (erkek turist bakışını yaratan) egzotik Öteki’ye bakan turistleri ima eder” (Simpson, 2013). 

Peki, kapitalizmin hüküm sürdüğü, “gelişmiş” ve “medeni” ülkelerde cinsiyet eşitsizliği nasıl karşımıza çıkıyor? Bu noktada kapitalizmin çekirdeğini oluşturanın cinsiyet eşitsizliği olduğu söylenebilir. İçinde yaşadığımız kapitalist toplum, kadınların erkeklere ‘tabi’ olmasını sağlamaktadır. Burada erkeklerle aynı eğitime sahip ve aynı işi yapan kadınların daha düşük ücretlerle çalıştırılmaya maruz bırakılması, annelik izni gibi süreçlerin genellikle olumsuz karşılanması gibi durumlar örnek verilebilir. Kadınların erkeklere tabi kalmasının başka bir yolu da “seks satar” (sex sells) fikrinden dolayı kadınları reklamlarda metalaştırmaktır. Bu, pornografi endüstrisinin geniş ve tecavüz kültürünün her zaman var olmasıyla aynı nedenden kaynaklanmaktadır. Çünkü kapitalizm ve erkek bakışı (male gaze); kadınların hem parasal değer hem de erkeklerin bencilce ve cinsel tatmin arayışları yüzünden yalnızca kâr amaçlı bir meta olarak görülmesini kolaylaştırmaktadır. Nihayetinde, kadınların metalaştırılması ve sömürülmesi, onların hiyerarşinin en altında kaçınılmaz olarak bastırılmasıyla sonuçlanmakta ve bu da kapitalist iktidar yapılarının devam etmesine izin vermektedir.

Örneğin Amerika’da doğum kontrolüne dair halkı bilinçlendirmenin genç yaşta cinselliği daha aktif hale getireceğine dair duyulan kaygı (AAP, 2010), cinsel eğitim ve cinselliğin araştırılması konularından rahatsız ve isteksiz bir topluma yol açmakta ve bu da bu konuyu tabu olmaya zorlamaktadır. Kadınlar daha sonra erkeklere karşı aşağılık bir itaatkarlık durumuna zorlanmakta ve bu, erkeklerin içselleştirilmiş utanç ve suçluluk duygusuna yol açan erkek bakışı gibi ataerkil yapılar nedeniyle sahip oldukları güç tarafından daha da sürdürülmektedir. Böylece kadınlar daha sonra bu yapıları içselleştirir ve erkeklerin arzularını tatmin etmeye uyarlarlar (Simpson, 26). “Erkekler medya reklamcılığı, kapitalizm, porno ve toplumdaki baskın yerleri nedeniyle kadınları nesne olarak arzulayacak şekilde büyürler” (MacKinnon, 1989). Yanlış bilinç daha sonra kendi baskılarını benimsemelerine yol açmaktadır. Erkekler ve kadınlar arasındaki bu hiyerarşi mevcutken, “siyasi bir sistem olarak erkek üstünlüğünü koruyan ve tanımlayan da budur” (MacKinnon, 1989).

Dünya Sistemi Teorisi

Immanuel Wallerstein’a göre, “Bir dünya sistemi sınırları, yapıları, üye grupları, meşruiyet kuralları ve tutarlılığı olan bir sosyal sistemdir. Yaşamı, onu gerilimle bir arada tutan ve bir bütün olarak parçalayan, çatışan güçlerden oluşur. Her grup sonsuza dek onu kendi lehine yeniden şekillendirmeye çalışır…” (Wallerstein, s. 347). Skocpol’e (1977) göre ise Wallerstein, “’modernleşme’ teorilerinden açık bir kavramsal kopuş sağlamayı ve böylece kapitalizmin, sanayileşmenin ve ulusal devletlerin ortaya çıkışı ve gelişimine ilişkin araştırmalarımıza rehberlik edecek yeni bir teorik paradigma sağlamayı” amaçlamıştır.

Kendi ilk tanımında, Wallerstein (1974) bir dünya-sisteminin “yerleşiklerinin günlük yaşamı için temel mal ve hammaddelerin üretimi ve değişiminin gerekli olduğu çok kültürlü bölgesel bir iş bölümü” olduğunu belirtmiştir. Bu iş bölümü, bir bütün olarak dünya ekonomisinin üretim güçlerine ve ilişkilerine atıfta bulunur ve birbirine bağımlı iki bölgenin varlığına yol açar: merkez (the core) ve çevre (the periphery). Bunlar coğrafi ve kültürel olarak farklıdır, biri emek yoğun, diğeri sermaye yoğun üretime odaklanmaktadır (Goldfrank, 2000). Çekirdek-çevre ilişkisi yapısaldır. Yarı-çevre (the semi-periphery) devletler, merkez ve çevre arasında bir tampon bölge görevi görür ve üzerlerinde var olan faaliyet ve kurumların bir karışımına sahiptir (Skocpol, 1977).

Mevcut dünya sisteminin en önemli yapıları arasında, güçlü ve zengin “çekirdek” toplumların zayıf ve yoksul “çevre” toplumlara hükmettiği ve sömürdüğü merkez ve çevre arasındaki bir güç hiyerarşisi vardır. Teknoloji, bir bölgenin merkezde veya çevrede konumlandırılmasında merkezi bir faktördür. Gelişmiş ülkeler çekirdekte, daha az gelişmiş ülkeler ise çevrededir.

Merkez Ülke ABD ve Çevre Ülke Tayland

Dünya sistemi teorisine uyarlanırsa ABD bir dünya gücü olarak “çekirdeğin” bir parçası olarak kabul edilirken, Tayland ekonomik olarak dünyanın zenginliğinden yoksun olduğu için “çevre”nin bir parçası olarak kabul edilir. ABD’nin pratiklerinde var olan hegemonik ideoloji, çevreye yayılmakta. Daha önce de belirtildiği gibi, birçok Taylandlı kadın, yoksulluk ve ekonomik istikrarsızlık nedeniyle seks işçiliğine yönlendiriliyor, çünkü Tayland hükümeti tüm insanlarına yardım etmek için ihtiyaç duyulan kaynaklara sahip değil. Yaşam koşullarını iyileştirmeye odaklanmak yerine turizm harcamalarını artırmaya odaklanıyorlar. Bu, ABD’nin toplumsal yapısının ataerkil kapitalist ve ırkçı faktörlerini güçlendirerek, çekirdeğin çevreyi nasıl etkilediğinin bir örneği olarak verilebilir. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın buyruğuyla yönetilen küreselleşmiş bir ekonomide, çekirdek, dünyanın çevresinde düşük vasıflı, emek yoğun üretim ve hammadde çıkarımını yiyip bitiriyor. Bu hammaddeler, Tayland’ın emek-yoğun seks endüstrisinin dişileştirilmiş bedenleridir.

Güç – Yabancılaşma – Yaşam Dünyası Kavramları

Toplum, mevcut iktidar yapıları tarafından organize ve kontrol edilmektedir ve bu yapılar, “insanları ideolojik manipülasyon organları aracılığıyla egemen düzene boyun eğdirir” (Brookfield, 2005). Erkekler topluma hükmeder, kontrol eder ve bu nedenle kadınlar üzerinde güce sahiptir ve bu güçlerini, kadınları, toplumun onlar için inşa ettiği yerde tutmak için kullanırlar. Bu yazı boyunca incelenen her iki ülkede de erkekler devleti kontrol etmekte, kadınlara bir anlam yüklemekte ve bir kadının nasıl davranacağına, nasıl görüneceğine ve yaşamda nasıl ilerleyeceğine karar vermektedir. Kadınlar metalaştırılmakta ve yalnızca erkekler için kârlı olan şekillerde görülmektedir. Bu noktada kadınların bir seçeneği olduğunu düşünmek kolaydır; “neden hayır demiyorlar?” Bu ayrıcalıklı bir düşünce tarzıdır çünkü kadınlara bu güç bahşedilmemiştir. Sistemin kendileri için seçmiş olduğu zamanı seçemezler ve hegemonik iktidar yapıları onları sürekli metalaştırıp sömürdüğünde kontrolü ele alamazlar.

Yabancılaşma, kapitalizmin kâr odaklı temeli nedeniyle insanların kendilerine “yabancılaşması” ve artık hayatlarının kontrolünü elinde tutamaması fikri olarak tanımlanabilir. Kadınlar ataerkil düzenin elinde metalaştırılıp sömürüldüklerinde kendilerine ve gerçek özlerine yabancılaşırlar. Brookfield’den aktarmak gerekirse, “işçi kendini işte ne kadar çok harcarsa, kendi karşısında yarattığı nesneler dünyası o kadar güçlü olur, iç yaşamında o kadar fakirleşir ve kendine daha az ait olur” (2005, s. 154). Bu, kadınların küreselleşen dünyada hayatta kalabilmek için artık kendilerine ait olmadıklarını veya benlikleri, eylemleri ve kararları üzerinde tam kontrole sahip olmadıkları gerçeğini açıklamaktadır. Örneğin, Tayland’daki seks işçileri sınırlı seçeneklere sahiptir ve nihayetinde ekonomik büyüme yaratmanın bir aracı olarak kullanılmaktadır. ABD’de ise kadınlar, hayatta kalmak, ilerlemek ve teorik olarak kendileri için daha iyi bir yaşam inşa etmek için uyum sağlamak üzere sosyalleştirilmektedir, ancak burada uyum, kişinin kendine yabancılaşması anlamına gelmektedir. Kadınlar, erkek egemen bir topluma yalnızca bedenlerini, emeklerini ve imajlarını hammadde olarak satmak isteyen bir dünyada nesneler haline gelmektedir.

Brookfield’de (2005) aktarıldığı üzere Habermas’a göre, yaşam dünyası “dünyayı nasıl gördüğümüzü yapılandıran ve anlayışımızı başkalarına ileten bilinç öncesi anlayış kümeleridir” (s. 220). Yaşam dünyasını, eylemlerimize ve yaşamda nasıl gezineceğimize önceden bilinçli olarak karar veren tüm yaşanmış deneyimlerimizin ve bilgimizin bir koleksiyonu olarak anlarsak; herkesin yaşam dünyası farklıdır ve insanlar yeni deneyimler edindikçe sürekli olarak gelişir ve değişir. Her şey kişinin gerçek benliğini ve özünü anlamak ve neden belirli kararlar verdiğiyle ilgilidir. Güç ve yabancılaşma nedeniyle erkek egemenliğinin herkesin yaşam dünyasında bir yeri vardır. Bu nedenle herkes, erkek egemen, kapitalist bir ahlakın, kadınların ve bedenlerinin toplumun kontrolü altında metalaştırılmasına ve sömürülmesine izin vermektedir. Sosyal dönüşüm, kişinin yaşam dünyasını değiştirebilecek ve sömürgelikten kurtarabilecek deneyimleri anlamak ve tanımakla başlar. Böylece ister toplu olarak ister her seferinde bir bilinç olarak, kendini özgürleştirme süreci temel hale gelir.

Sonuç Yerine

Kadınların küreselleşmiş metalaştırılması ve sömürülmesi, nihayetinde kapitalist bir dünya sisteminden doğan ataerkil güç yapılarından kaynaklanmaktadır. Erkek egemenliği iktidara eşit olduğundan, ataerkillik ve erkek bakışı gibi yapılar aracılığıyla erkekler “kuralları yazar” ve kadınların hayatlarını kontrol etmektedir. ABD’de, Tayland’da veya küresel olarak kadınlar, kendilerine ait bir yaşam dünyaları olmadığı için bu kurallara uymaya ve “kurallara göre oynamaya” zorlanmaktadır. 

Brookfield’in açıkladığı gibi, “Kamusal alan, yetişkinlerin tartışmak ve ortak meselelere ve sorunlara verdikleri yanıta karar vermek için bir araya geldikleri sivil alan veya ‘ortak alanlar’dır” (s. 230). Kadınlar sohbete katıldığında, fikirlerini paylaştığında ve kamusal alana katıldığında ve diğer taraflar gerçekten dinlediğinde, her katılımcının yaşam dünyası çoklu bilinci ortaya çıkarmaya ve yansıtmaya başlayabilir. Daha kadın merkezli bir yaşam dünyası, kurtuluşa ve daha eşit bir dünyaya giden yoldur.

Dilara Nesrin BULUT

 

Kaynakça

American Academy of Pediatrics, The Council on Communications and Media. (2010). Sexuality, Contraception, and the Media.

Brookfield, S. D. 2005. The Power of Critical Theory. San Francisco, CA: Jossey-Bass.

Goldfrank, Walter L. 2000. “Paradigm Regained? The Rules of Wallerstein’s World- System Method. Journal of World-Systems Research., 6(2). 

Lu, D. (2013). Welcome to the Land of Smiles.

MacKinnon, C. 1989. Sexuality, Pornography, and Method: “Pleasure under Patriarchy. Ethics, 99(2).

Simpson, J. 2013. Sex Tourism and the Gaze. Critical Reflections: A Student Journal on Contemporary Sociological Issues.

Skocpol, Theda. 1977. “Wallerstein’s World Capitalist System: A Theoretical and Historical Critique.” American Journal of Sociology, 82(5).

Wallerstein, Immanuel. 1974. The Modern World System I: Capitalist Agriculture and the Origins of the European World-Economy in the Sixteenth Century. New York: Academic Press.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...