22-24 Aralık tarihinde İstanbul’da bir uluslararası konferans düzenlenecek. Konusu: “Müslüman Toplumlarda Değişim ve Kadının Rolü.” Konferans düzenleyen: T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı. Bakan Şahin T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını, Başbakan Erdoğan da T.C. Hükümetini temsilen konferansın ilk gününde konuşacaklar. Ülke içinden ve dışından akademisyen, siyasetçi, entelektüel ve gazetecilerin katılacağı konferansın hayırlara vesile olmasını dilerim. Bu vesileyle bendeniz de bir şeyler yazmak istedim.
Kültürümüzün dili “erkek” olduğu için, “adam olmak” en üst değer kabul edilir. “Adamlık” tekmili birden her kemali içerir. “Adam gibi” olmak iyi, düzgün, kusursuz olmak ve yapmaktır. Mesela, basketbolu kadınlar oynasa bile, “adam adama” markaj yapmak zorundadır. Fıkralarda “adamın biri” bir şey yapar hep…
İkinci büyük kategori olarak “erkeklik” gelir. Kadın, “erkek” olmaya özendirilir; ama “adam” olamaz. Kadınlar cesur işlere girişince, “erkek” gibi yaparlar. “Kadın gibi ağlamak” “erkek”lerin zaafıdır. Böylece hem kadını hem ağlamayı aşağılar “erkek”. “Erkek” ağlamayınca, doğrudan ve doğuştan yücelir; Duygudan yoksun kas kütlesi ve beyincik öne çıkar.
Kadın ise, doğumdan sonra, erkek çocuğuyla biraz terfi eder “erkek” mahalline. Erkek ülkeyiz ya! O zaman Türkiye, “she” olamaz, “he” olmalıdır. Kadın eksiktir çünkü. Aristo da böyle diyordu, ama Müslüman değildi nasılsa! Diyordu ki, kadın “eksik (“imperfect”) olan erkektir.” Yani erkek mükemmel oluyor; kadın, o mükemmellikten uzaktır.
Dahası, Tevrat’ın dilinde kadın “yardımcı” eleman, erkekten çıkarılan yan üründür. Zikrin dilinde müzekker dil hakim: “kadın fitne, şer, bela”dır. İslam’ın dilinde bunlar yok tamam. Peki, Müslüman “erkek” hangi “cahiliye” diliyle konuşuyor ki? Kadın kocasının “rıza”sını almadan cennete giremiyorsa, bilmediğimiz bir “erkek cenneti” filan mı var?
Öte yandan, kadın nasıl oluyor da kendine yapılan hakareti içselleştiriyor? Kadın önce “erkek” olmalı, sonra da “adam” belli ki! Bilimle uğraşan kadınlarımız, bilim “adamı” olmanın zorluklarından bahseder. Ama bilim kadınımız akademisyen olmak için “erkek” gibi mücadele etmiştir.
“Erkek gibi kadın” ise, erkeklerin hem korktuğu hem takdir ettiği kadın olur. Erkek için “erkek gibi kadın” erkeğin “karısı” haricinde herkes için takdir konusudur. Kızının erkek gibi olması, “dişli” olması iyidir. Annesinin, babasıyla “erkek” gibi konuşması da öyle. Patronu olan “erkeksi” kadın da “OK”dir hani! Ama karısı haddini bilmelidir. Evli olduğu kadın karısıdır “erkek” olanın; “eş”i değildir.
“Erkek” “karısı” ona “erkek” olduğunu hatırlattıkça erkekçe anlam kazanır. Yani, kadın onun “erkek” olması için eşine annelik ve sevgililik arasında bir yerde durmalıdır. Yani, “erkek” aslında kendi kimliğini kadın üzerinden edinmek için çabalar. Bu çaba “erkek”teki çorak adamlık ne kadar derinse, o kadar dolu sarnıç ister. Çıkrığın kollarında birkaç bilezik yeterlidir. Sonra, kadın “erkeğini” adam yapmaya çabalarken, artık kendisi “erkek” olur. “Erkek” kafası ancak nişanlıyken “eş” bilir kadını; “tapu mülkiyeti” henüz yoktur. Evlendikten sonra “karı”sı olur; artık kadını “almıştır”.
Hasılı, kaybedilen kimlikler arasında “erkek” kadından, kadın erkekten uzaklaşır bu sefer. Daha da garip olanı, kadın erkekten çok “erkek gibi kadın”dan korkar. “Erkek gibi kadın”, kadın bedeniyle erkeğin “aklını” birleştirmiştir. Bu nedenle, “kadın gibi kadın”dan daha tehlikelidir. Öte yandan, ”erkek gibi kadın” ne “erkek” ne de “kadın” kimliğini içselleştirmiştir. Kendi içinde, kazandığıyla kaybettiği arasında bir sürgünü yaşar. Ev’de kalmakla ev’li olmak arasındaki farkı anlamaya çalışırken “çıtır”dayan bir “erkek” hayalini, çatırdayan bir birlikteliğe dönüştürmeye başlar.
Ve…
“Erkek” ezelden beri meşru olan hakimiyetini kadın ve “erkeksi kadın” arasında rekabete açar. Hakimiyeti kadar hakimliği de elinde tutar böylece. “Erkek” belki de en büyük becerisini kadınlar arasına “serbest pazar” rekabeti sokup onların savaşını seyretmekte gösterir. Daha da büyük başarı ise, kadınlara “kadın, kadının kurdudur” diye kendini onların diliyle tartışılmaz kılmaktır. “Erkek” kendi sistemini kendine göre kurunca, annesiyle başlayan süreçte kız kardeşine, evlenmeyle başlayan süreçte de “kadın”ına fark atmak isteyecektir. Tersine bir mantıkla da kadın, henüz genç kızken “ağabey” ve diğer erkek kardeşin neden daha “favori” olduğunu anlamadan, evlenir ve “erkeğini” favori kılmanın değerlerini yaşamak ister.
“Erkek” aslında kadından korkan varlıktır. Korkularını içinde yaşadıkça kendini “erkek”leştirir. Kadın ona kimliğindeki zayıflıkları hatırlattıkça, erkek kadının “zayıf” olduğunu ifade ederek rahatlar. “Erkek”liğe adım attıktan sonra sokulduğu süreçte “erkek” diğer “erkekle” rekabetin korkusunu yaşarken, kadını kendine onur ödülü olarak görmeye başlar. “Rüştünü” ancak kadınla ispat ettikçe diğer “erkeğe” fark atmanın gururunu yaşar.
Küçüklükten büyüklüğe adım atarken “adam” olmak uyarıları çalınır kulağımıza. Bu alan sadece erkek çocuklara özgü gelişir. “Bizim oğlan” büyür, “erkek” olur. “Bizim kız” büyür, ama “kadın” olmaz; “bayan” olur. “Adam” olmak zaten kimliğin üstü olduğu için cinsellikten arınmış bir “kamil” insan kategorisi oluştururken, “erkek” hâlâ “erkek” kalmaya devam eder. O nedenle, “kadın” deyince “adam” olmayan algılar girerler devreye. Kadınlık, bilinçaltında cinselliktir çünkü. “Dam” olmakla sınırlı bir alanda yapılan tango ise, kadının “adam” ararken “erkekle” buluştuğu varlık alanı olarak kalır.
Konferansa sadece dört gün kaldı.
Ve yine kadınların “kadına” uygun olarak konuşması beklenecek…
“Ödlek” mi suçlu?
Yoksa erkek mi?
Anlamak için sizleri de konferansa bekleriz.
Metin Boşnak
Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Öğretim Üyesi