İrem Dağdelen
Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı
Özet
Kadınlar uzun yıllardan beri her türlü haklarını savunmak ve hak elde edebilmek için mücadele etmişlerdir. Başta eğitim olmak üzere çalışma hakkı, eşit yurttaşlık hakkı, kürtaj hakkı gibi hakları elde edebilmek için ataerkil sistemle mücadele etmişlerdir. Osmanlıda kadın hakları Batıda olan kadın hareketleriyle eş zamanlı ilerlemiş öncelikli hak olarak eğitim hakları için mücadele etmiştir. Kürtaj Osmanlı’da yasaklarla karşılaşmış bu durum Cumhuriyet’in ilanından sonrasına kadar uzanır. 1965 yılına gelindiğinde gebeliğin ilk on haftada sağlık sorunuyla birlikte yapılmasına izin verilmiş. 1983 yılında gebeliğin ilk on haftasında yapılan kürtajın sağlık sorunu ibaresi kaldırılmıştır ama bazı şartlara bağlanmıştır. Günümüzde kürtaja erişilebilirliğinin zor olduğu bilinmektedir.
Anahtar kelimeler: Kadın, kadın hakları, Osmanlı’da kadın, kadın hareketleri, kürtaj hakkı
Giriş
Kadınlar geçmiş yıllardan bu zamana kadar sosyal yaşamın her alanında ikincil planda tutulmuştur. Kadınların yaşadığı eşitsizlikler sadece bir bölgede yaşanmayıp bu eşitsizlik tüm dünyada yaşanmaktadır. Sosyal yaşamda ataerkil düzenin en çok baskısını hisseden gruplardan biridir kadınlar. Kadınlar kendi hak ve özgürlüklerini kazanabilmek için hem bireysel anlamda hem de örgütsel anlamda birçok konuda mücadele vermişlerdir. Kadın haklarının gelişiminde rol oynayan üç önemli olay vardır. Birincisi Fransız İhtilali ikincisi Aydınlanma Çağı üçüncüsü ise Sanayi Devrimidir.
Kadın Hareketlerinin Gelişimi
Fransız İhtilaliyle birlikte toplumlar kendi hak ve özgürlüklerinin daha fazla farkına varmış haklar konusunda adımlar atılmıştır. Bunlarda biri ‘ İnsan ve Yurttaşlık Bildirgesi’dir. Kadınlar Fransız İhtilalinde aktif bir role sahiptir. Her türlü alanda bulunmuş insan hakları noktasında sınıfsal ayrımcılığın ve kadın olarak ikincil planda kaldığı toplumda kendi haklarını savunmuştur. İnsan ve Yurttaşlık Bildirgesinde kadın haklarına dair etkin maddelerinin olmaması bunun yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitsizliğin ortaya çıkaracağı durumun farkına varıp ilk feminist düşünceler ortaya çıkmıştır. Aydınlanma Çağında her ne kadar Katolik Kilisenin fikirlerinin karşısında durulsa da kadın haklarının aydınlanmasında tam tersi durum görülmektedir. Kadınların yetersiz olduğu, kadınların birey değil annelik ve ev işleriyle tanımlandığı bir dönemdir. Sanayi Devrimiyle birlikte iş gücüne ihtiyaç duyulmuş ve ucuz iş gücü olarak kadınlar görülmüştür. İş yaşamında erkeklere göre daha sağlıksız bir ortamda çalışmakta ve eşit ücret sorunu yaşamaktaydılar. Kadın hareketleri üç olayla birlikte hareket kazanmıştır.
Osmanlı’da Kadın Hareketleri
Osmanlı’da kadın hareketleri Batı’daki olaylara paralel olarak gelişmiştir. Kadınlar hak ve özgürlük mücadelelerini mecmualarda göstermişlerdir. Osmanlı’da kadın hareketleri iki şekilde incelenmektedir. Birincisi Tanzimat öncesi Osmanlı kadın hareketleri ikincisi ise Tanzimat sonrası kadın hareketleri olarak incelenmektedir.
Tanzimat Öncesi Osmanlı’da Kadın
Osmanlı’da kadın Batı’ya göre çok daha görünür haldeydi ama bu görünürlük sadece teoride kalmaktaydı. Osmanlı’da her birey hak ehliyetini ceninin sağlıklı ve özgür doğmasıyla kazanmaktadır. Fiil ehliyetinin şartları da ayrıt edebilme gücüne sahip olma, çocukluktan erginlik çağına geçmek ve reşit olmaktır. Hak ve fiil ehliyetine sahip olan kadın davalarda taraf olmuş kendi haklarını aramışlardır. Osmanlı hukukunda kadının menkul veya gayrimenkul mülkiyeti üzerinde sınırlama olmamakla beraber uygulamaya bakıldığında kadınların malvarlıklarında gayrimenkullerin fazlaca yer almadığı görülmektedir (Yürüt, 2017, s.373).
Bu bağlamda görüyoruz ki Osmanlı’da herkese verilen haklar noktasında kadınlar ikincil plana atılmakta ve haklar sadece teoride kalmaktadır. Bu durum boşanmada da görülmektedir. İslam hukukunda boşanma dörde ayrılır. Boşanma türleri sırasıyla ‘Talak, Tefiz-i talak, Muhala’a ve tefrikdir’ şeklindedir. Osmanlıda kabul edilen boşanma yöntemi talak olarak karşımıza çıkan erkeğin kadını tek taraflı boşama biçimidir. Bunun dışında anlaşma yolu ile yapılan muhala’a boşanma türü de vardır. Aynı zamanda kadına boşanma yetkisinin verildiği tevfiz-i talak boşanma türü vardır. Adil bir boşanma metotlarında biri ise tefrik şeklindedir. Boşanmada da görüldüğü gibi kadın kendine verilen haklardan mahrum bırakılmıştır. Kadın bedeni üzerine bakıldığı zaman günümüzde de görüleceği gibi siyasetin kadın bedeni ve kıyafetleri üzerinden yürütülmesi çok yaygın bir durumdur. Osmanlıda da kadın bedeni ataerkil sistemde baskı altında tutulmuş yenilikçi padişahlarda dahil kadın kıyafetlerinin düzenlenmesi üzerine uygulamalar düzenlemiştir.
Tanzimat Sonrası Osmanlı’da Kadın
Meşrutiyetle birlikte kadınlar kendi hukuksal statüleri hakkında mücadelelerini aktif olarak sürdürmüşlerdir. Hak ve özgürlük mücadelelerini mecmualar sayesinde görünür kılmışlardır. Kadınlar öncelikle olarak eğitim hakkı yönünde büyük mücadeleler vermiş bunun sonucunda olumlu sonuçlar almışlardır. Kadınlar sosyal yaşamda daha görünür hale gelmişlerdir. Eğitim hakkının dışında çalışma hakkı, eşit yurttaşlık hakkı, oy hakkı ve evlilik ile ilgili mücadelelerini daha yüksek sesle dile getirmişlerdir. Siyasal haklar bu dönemde çok yer almamıştır.
Haklı mücadelelerini kadınlar daha çok mecmua ve gazetelerde dile getirmişlerdir. Aynı zamanda dernekler kurarak kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır. O dönemde ses getiren önemli dergilerin başında ‘ Kadınlar Dünyası Dergisi’ gelmektedir. Döneme göre çok radikal söylemleri olan dergi 1913’te kurulan feminist nitelikli Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-u Nisvan Cemiyeti’nin yayın organıdır. O döneme ait en önemli derneklerden biri olan Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin en önemli başarısı ise yedi Osmanlı kadının kamu kurumuna girmesidir. Dergide kadınlar o dönemde ataerkil sistemin gözünden kendi kimliklerini sorgulamışlardır. Kadınlar yazdıkları yazılarla devletten bekledikleri taleplerini aktarmışlardır. Kurtuluş savaşının sembollerinden biri olan Halide Edip tarafından ‘ Teali Nisvan Cemiyeti’ kurulmuştur. Derneğin kuruluş amacı kadınların farkındalık seviyelerini yükseltmek aynı zamanda kadın ve kız çocuklarının eğitimi noktasında önemli girişimlerde bulunmak olmuştur. Bunların yanı sıra kadınlara iş imkanı sağlayan birçok dernek kurulmuştur. 1916 yılında Enver Paşanın önderliğinde ‘Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyet- i İslamiyesi’ kurulmuştur (Yürüt, 2017, s.384). Ama derneğin yönetim bölümünde kadın yoktur ve o dönemde kadınlar bu durumu eleştirmiştir.
Osmanlıda Kürtaj Hakkı
Kürtaj, döl yatağının içini kazıyıp cenini kazıma işlemidir (Türk Dil Kurumu). Kürtaj hakkı, toplumun benimsediği dini, kültürü, anneliğe ve kadına dair mitlere, o dönemki nüfus politikalarından ve hükümetin kürtaja bakış açısından etkilenmiştir. Osmanlı İslam hukukuyla yönetilen bir devletti. İslam hukukunda kürtaj caiz değildir. Sperm ana rahmine düştükten sonra ilk on hafta içerişinde kürtaj yapılma iznine sahiptir ama bu izin sağlık sorunları olması koşuluna bağlıdır. Onuncu haftadan sonra kürtaj yapılamaz İslam’da onuncu haftadan sonra cenine ruh üflendiği kabul edilir. Osmanlı’da da bu bakış açısıyla hareket edilmiş kürtaj yapılmasının doğru olmadığı dinen yasak olduğu kabul görmüştür. 1838 yılına kadar kürtaj ile ilgili yaptırımlar İslami Hukuk çerçevesinde yapılmıştır. 1838 yılına gelindiğinde Osmanlı nüfus politikalarında etkin olan politika nüfusun fazlalığı güç olarak görülmüş ve aynı zamanda nüfusun fazlalığı ekonomik yönden de güç sayılmıştır. Ve o dönemde kürtaj Allah’ın takdirine karşı olduğu ve cezalandırılması gerektiğini vurgulanır. 1858 yılına gelindiğinde Ceza Kanunnamesinde 192. ve 193. maddelerinde kürtajı suç saymış ve yasak kılmıştır. Osmanlı döneminde verilen şu fetva, çocuk düşürmeye sebep olana ta’zir cezası verileceğini belirtmektedir: “Zeyd bir taâma ıskât-ı cenîn eder deyû devâ katub Hind-i hâmile verüb Hind dahı bilmemekle kendi eliyle yiyüb ândan nâşî bir cenîn-i meyyit ilkâ eylese Zeyd’e ne lâzım olur? El-Cevâb: Ta’zîr.” (Tokaç, 2012, s.20). Burada cezayı alan kadın değil kürtaja yardım edenlerin cezalandırılmasını altını çizer. Osmanlı Devleti’nde çocuk düşürmenin yasaklanması bu madde ile sadece dini değil aynı zamanda insani ve toplumsal temellere dayandırılmıştır. Osmanlı’daki yabancı gözlemcilerin geç 18. yüzyıl ve erken 19. yüzyılda kürtajın görece özgür olduğunu ve ahlaki bir sınırlamanın olmadığını bildirdiklerini de hatırlatmak gerekir (Kubilay, 2014, s.394).
Osmanlıda kadın hareketlerine baktığımızda kürtaj hakkı gündeme gelmemiştir. Bunun sebebi ise öncelikli olarak sosyal yaşamda kimliklerini görünür kılmak ve eşit hak ve özgürlüklere ulaşma amacıdır. Kürtaj yasaklarına baktığımızda kadın birey olarak görülmemiş onun vücuduyla ilgili kararları ataerkil düzenin hakim olduğu politikalar düzenlenmiştir. Kadını bireyden çok annelik, doğurganlık rolüyle tanımlamış olup nüfus politikalarıyla kadın bedeni üzerinde baskı altına alınmıştır
Cumhuriyet’e Geçiş Dönemi Kürtaj Hakkı
Yaşanılan savaş döneminden sonra nüfus azalmış olup nüfus artırma politikası devam etmiştir. Bu dönemde de kürtaj yasağı devam etmiştir. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 24 Nisan 1920’de yaptığı bir konuşmada nüfusun artırılmasının önemine dikkat çekmiştir. ‘Ulusumuzun sağlığının korunması ve güçlendirilmesi, ölümlerin azaltılması, nüfusun artırılması ve bu suretle ulus bireylerinin dinç ve çalışma yeteneğiyle yetiştirilmesi gerekir.’ Şeklinde açıklama yapmıştır (Kubilay, 2014, s.394).
Cumhuriyet Sonrası Kürtaj Hakkı
1926 yılında kabul edilen kürtaj yasağı devam etmiş bununla birlikte gebeliği önleyici alet ve ilaçların satılması ile doğum kontrolü, kürtaj gibi konularda propaganda bile yapmak yasaklanmıştır. Ceza Kanunu’nda kürtajı yasaklayan kısmın adı “Kasten Çocuk Düşürmek ve Düşürtmek Cürümleri” iken 1936’da yapılan bir değişiklikle bölümün adı “Irkın Tümlüğü ve
Sağlığı Aleyhine Cürümler” olarak değiştirilmiştir.(Kubilay,2014,s.395) Bu değişikliğe baktığımızda kadın bedeni, üremesi, kadının cinselliği devletin eline geçtiğini göstermektedir.
1923-1955 yılları arasında nüfus 11 milyon artış göstermiş ve nüfusun artmasıyla birlikte gelen sorunlar(işsizliğin artması, göç, çarpık kentleşme vs.) gündeme gelmiş uygulanan politikalar eleştirilmeye başlanmıştır.
1965 yılına gelindiğinde Nüfus Planlana Hakkında Kanun kabul edilmiş tıbbı zorunluluk halinde kürtaj yapılmasına izin verilmiştir. Ancak isteğe bağlı yasak sürdürülmüştür. Kürtajla ile ilgili en önemli problemlerden biri ise kürtajın ulaşılabilirliğinin çok kısıtlı olmasıdır. Özellikle sosyal ve ekonomik durumundan dolayı kürtaja sağlıklı bir şekilde erişemeyen kadınların varlığı, dönemin CHP’li milletvekili tarafından meclise kanun teklifi sunsa da herhangi bir sonuç alınamamıştır.
1970’lerde doğum kontrolü ve kürtaj tartışmaları yoğunlaşmış, çeşitli meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları kürtajın serbestleştirilmesi konusunda raporlar hazırlayarak bu yönde bir kamuoyu oluşturmuşlardır. Meclis nezdinde çeşitli girişimlerde bulunulmuşsa da isteğe bağlı kürtajın yasallaşması, 12 Eylül sonrası mümkün olabilmiştir. 1983’te çıkarılan 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’la kürtaj uygulaması için “tıbbi gereklilik” şartı kaldırılmış, hamileliğin ilk on haftasında kürtaj yasal hale gelmiştir.
2005 yılına gelindiğinde TCK’da yapılan bir değişiklik ile kadının mağduru olduğu bir suç neticesinde hamile kalması durumlarında, süresi 20 haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmeyeceğini bildirmiştir.
Günümüzde şuan gebeliğin ilk on haftasında sağlık koşulu aranmaksızın kürtaj yapılabilmektedir. Ama bunlara belli şartlara bağlanmıştır. Kadın bedeni, üreme kapasitesi ve cinselliği üzerindeki hükmü evli ise eşinden izin ve imza alarak gebe kalan kişi reşit değilse ailesinden izin ve imza alarak kürtaj yapılması meşru olmaktadır. Kısacası kadın kendi bedeni ve hayatı üzerinde hür kararlar alamamakta karar verirken başka birinin imzası aranmaktadır. Günümüzde toplumsal cinsiyetsizliklerin yaşandığı ataerkil sistemde kadınların kendi yaşantıları noktasında iş, yaşam tarzı gibi tercihlerin baskılanması dışında kendi bedeni üzerindeki karar vermeleri birey olarak kadına verilmemiştir.
Günümüz nüfus politikalarına baktığımızda nüfusun artırılmasına yönelik olduğu görülmektedir. Üç çocuk söylemi bunu destekler niteliktedir. Kürtaj hakkı probleminin yeniden ortaya çıkmasını sağlayan olay ise 2012 yılında dönemin başbakanı kürtaj ile ilgili ‘ Her kürtaj bir Uludere’dir’ açıklama yapmasıyla kürtaj hakkı problemi yeniden gündem olmuştur. Açıklamanın ardından kürtaj hapı olarak bilinen ‘Misoprostol’ hapı yasaklanmıştır (Atay, 2017, s.11). Bu olaylar sonucunda feministler ve sivil toplum kuruluşlarının birlikteliği ile bu olaydan sonra ‘ Kürtaj haktır. Karar kadınların’ sloganıyla 22 şehirde oturma eylemi yapılmıştır. Kürtaj haktır, karar kadınların platformu kurulmuştur.
Günümüzde kürtaj hakkına erişim kolay değildir. Mor Çatı Vakfı 2015 yılında İstanbul’da kamu hastanelerinde bir araştırma yapmıştır. Bu araştırmalar sonucunda sadece 3 kamu hastanesinin isteğe bağlı kürtaj yapmakta olduğunu, 12’sinin hiçbir şekilde kürtaj yapmadığını ve 17’sinin ise yalnızca tıbbi zaruret hâllerinde heyet kararı ile teröpatik kürtaj yaptığını göstermiştir (Atay,2017, s.11). Bu durumda da kürtaj yaptırmak isteyen kadınlar devlet hastanelerinde kürtaj hakları olsa dahi haklarına erişemedikleri için özel hastanelere gitmek zorunda kalmaktadırlar. Ve bu durumdan en çok olumsuz etkilenen kısım ekonomik anlamda yeterliliğe sahip olmayan kadınlardır. Kadınlar kürtaj hakları bağlamında mağdur edilmektedir.
Muhazakar ve Seküler Bakış Açısında Kürtaj Hakkı
Muhafazakar kesim İslami noktada temellendirmektedirler. Aynı zamanda kürtajın yasaklanmasının bir çözüm getirmeyeceğinin daha sağlıksız ortamlarda yapılarak sağlık anlamında problemlere yol açılacağını savunmakla beraber kadını bireyden çok anne olarak ele almakta ve annelik kavramını kutsallaştırmaktadırlar. Annenin toplumda yaşadığı eşitsizliklerin çözüldüğünde bu durum ortadan kalkacağını savunmaktadırlar. İslami anlamda bedenin insana emanet olduğunu kişinin kendi bedeni üzerinde karar verirken hür olmadıklarını savunurlar. Seküler kesim ise ‘ Kürtaj haktır. Benim bedenim, benim kararım’ sloganıyla yola çıkmış kadını bir birey olarak kabul edip bedeni ve kendi yaşantısı noktasındaki seçimlerinde hür olduklarını belirtmiştir. Özellikle doğum kontrol ile ilgili ilaç ve aletlerinin erişimindeki zorluklarını, kürtaj hakkının engellenmesi ve uluşabilir olmadığının altını çizmektedirler.
Sonuç
Kadınların maruz kaldığı eşitsizlikler evrenseldir. Yıllar boyunca kadınlar toplumsal anlamda ötelenmiş ve ikinci plana atılmıştır. Kadın hareketlerinin oluşumuyla kadınlar toplumsal alanda daha fazla görünür hale gelmişlerdir. Kadın hareketlerinde etkili olan üç önemli olay vardır. Birincisi Fransız İhtilali ikincisi Aydınlanma Çağı üçüncüsü ise Sanayi Devrimidir. Osmanlıda kadın hareketleri Batıda gerçekleşen kadın hareketleriyle eş zamanlı olarak ilerlemiştir. Osmanlıda kadın hareketleri iki dönemde incelenmektedir. Birinci Tanzimat öncesi kadın ikincisi ise Tanzimat sonrası kadındır. Osmanlı Devletinde kadın Batı’ya göre daha görünür olmakla birlikle hak ve özgürlük noktasında yeterli seviyede değildir. Olağan haklar ise teoride kalmakta uygulamakta noktasında işlevsizdir. Osmanlı kadınları seslerini meşrutiyetle birlikte daha fazla duyurmuşlardır. Bunları yaparken istek ve görüşlerini mecmualarda dile getirmişlerdir. Osmanlı kadınlarının ilk öncelikleri eğitim hakkı ve çalışma hakkı olmuştur. O dönemde siyasi hakların üstünde durulmamıştır. Aynı şekilde kürtaj hakkından da bahsedilmemiştir. Osmanlıda kürtaj ise İslami olarak şekillenmiş 1858 Ceza Kanunnamesiyle yasaklanmış ve suç sayılmıştır. Bunun en büyük etkeni nüfus politikaları olmuştur. Cumhuriyet’e geçiş dönemiyle de yasaklar devam etmiş nüfus artırımı noktasında halka teşvikler yapılmıştır. Bunun nedeni ise savaştan çıkan ülkenin nüfusunun azalması olmuştur. Cumhuriyet’e geçiş ile birlikte kürtaj yasağı devam etmiş kürtaj yasağının propagandasını yapmak dahi yasaklanmıştır. 1923-1955 yılları arasında nüfus artışının olmasıyla birlikte nüfusu azaltma politikasına gidilmiş ve gebeliğin ilk on haftasında tıbbi zorunluluk halinde kürtaj yapılmasına izin verilmiştir. Ama isteğe bağlı kürtaj yasağı devam etmiştir. 1983 yılına gelindiğinde ise gebeliğin ilk on haftasındaki tıbbi zorunluluk kaldırılmıştır. Ama bu durum bazı şartlara bağlanmıştır. Kadın evliyse eşinin iznine, reşit değilse ailesinin iznine tabi tutulmuştur. 2005 yılına gelindiğinde TCK’da yapılan bir değişiklik ile kadının mağduru olduğu bir suç neticesinde hamile kalması durumlarında, süresi 20 haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmeyeceğini bildirmiştir. Aynı zamanda kadının kendi bedeni ve hayatı üzerinde olan kararlarını tek başına alamamakta eşinin ve velisinin iznin olması şartı aranmaktadır. Muhafazakar kesimin kürtaja bakış açısı İslami noktada şekillenmiş anneliği kutsal saymış ve annelerin toplumsal yaşamda yaşadığı eşitsizliklere dikkat çekmiştir. Seküler bakış açısında ise daha özgürlükçü bir bakış açısıyla açıklanmış kadınların yaşadıkları mağduriyetleri ele almışlardır.
Kürtajın yasaklanması kürtajı ortadan kaldırır mı? Sorusunu sormak gereklidir. Kürtajı yasaklamak bir çözüm değildir. Bir kadının kendi bedeni üzerinde vereceği karar noktasında kadın özgür bırakılmalıdır. Kadının kendi bedeni üzerindeki kararı verirken ikinci bir kişinin imzasının şart olması kadının karar mekanizmasını eksik görmektir. Kürtaj sadece kadının kendi bedeni değil kendi hayatıyla ilgili de verdiği bir karardır. Kadının kendi bedeni üzerindeki hakkı toplumda yaşadığı diğer sorunların kaynağında olduğu gibi ikiyüzlü ataerkil sistemdir. Sistem neyi uygun görüyorsa kadın bedenine o hüküm uygulanmaktadır. Günümüzde kürtaj, gebeliğin ilk on haftasında serbest olmasına rağmen kürtaj hakkına erişimin zorluğu mevcuttur. Özellikle maddi yönden dezavantajlı olan kadınlar için çok daha fazla ulaşılmaz olmaktadır. Ve merdiven altı dediğimiz sağlık açısından çok tehlikeli olan yerlerde kürtaj işlemi yapılmakta bu da kadın sağlını ciddi şekilde riske atmaktadır. İstenmeyen gebelik sonucu doğan bebekler için hem de kadın için riskler orta çıkmaktadır. Doğan bebeğin güvenlikli, sağlıklı ve ihtiyaçlarının karşılanabileceği bir ortamda bulunması gerekmektedir. Aynı şekilde kadının ruh sağlığı ve beden sağlığı hem kendi hem de çocuk için çok önemlidir. Kadın maddi yetersizlik durumundan kürtaj istiyorsa devletin bu noktada sosyo-ekonomik anlamda yardım etmesi gereklidir. Kadın annelik rolüne hazır olmayabilir ya da sosyal destek sistemleri yeterli olmayabilir. Bu doğrultu da kadına psikolojik danışmalık ve rehberlik sağlanmalıdır. Kendi hayatı noktasında farklı hedefleri olabilir. Bu anlamda kadını birey olarak kabul edilmeli kendi bedeni ve yaşantısı hakkında karar veren kadın olmalıdır.
Özelikle kürtaj hakkı probleminin çözümünde bunun devlet tarafından desteklenmesi gerekmektedir. Gebelik önleyici ilaç ve aletlerinin daha ulaşılabilir olması gerekmektedir. Kamu hastanelerinde kadının hakkı olan kürtaja hakkına ulaşımının daha kolay olması gerekmektedir. Bununla birlikte ergenliğe girmiş her bir bireye kapsamlı cinsel eğitim verilmelidir. Sadece bu eğitim ergenlere değil yetişkin olan her herkese verilmelidir. Her şeyden önce kadını toplumdaki kalıplardan sıyırarak bir birey olduğunu hak ve özgürlükleri noktasında karar verenin sadece kendisi olduğu kabullenilmelidir.
Kaynakça
Berna Yürüt, ‘ Tanzimat Sonrası Osmanlı Kadın Hareketi ve Hukuki Talepleri’, TBB Dergisi (özel sayı) (2017)Sayfa: 365-396
Çağla Kubilay, ‘İslami Muhafazakâr Kadın Yazarların Perspektifinden Kürtaj Tartışması: Eleştirel Bir Değerlendirme’, Alternatif Politika,Cilt:6, Sayı:3 (2014) Sayfa 387-421
Hazal Atay, “Kürtaj Yasasının Arkeolojisi: Türkiye’de Kürtaj Düzenlemeleri, Edimleri, Kısıtları ve Mücadele Alanları ” Fe Dergi 9, no. 2 (2017), 1-16.
Mahmut Tokaç, ‘Osmanlı Belgelerinde Çocuk Düşürme (Iskat-ı Cenin)’, Dosya: Sezaryen ve Kürtaj (2012) Sayfa: 21-23